romeo
Yeni Üyemiz
Dogonlar, Mali'de yaşayan Batı Afrikalı bir halktır. Toplam nüfusun %4'ünü oluşturan Dogonlar, Nijer-Kongo dili konuşur; tahıl yetiştiriciliğiyle geçinirler. Ayrıca ağaç ve deri işçilikleriyle ünlüdürler. Dinlerinde toprak kutsal sayılır ve din adamları, halk ile toprak arasında iyi bir ilişki sağlamakla yükümlüdürler. Mirasta erkek çocuğa öncelik tanınır; evlenen çiftler erkeğin ailesiyle birlikte yaşarlar. Çok karılılık yasal olmakla birlikte, pek yaygın değildir.
Dogon toplumlarında ilk ateşi bulan, insanlara tarımı ve hayvancılığı öğreten ilk demircidir ve Dogonlar'ın mitlerine göre kahraman, demirci kılığına girip, yeryüzüne inerek insanları uygarlaştırmıştır.
Dogon kabilesi, Mali Cumhuriyeti’nde yaşamaktadır. Totemleri bulunan bu kabile; astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi hakkındaki bilgileri ile herkesi şaşırtmaktadırlar. Bu kabile, çadırlarda yaşayıp avcılıkla geçinmektedir.
Bugün yasayan Dogonlar'ın sayısı en fazla birkaç yüz bin kadar ve bunlar antropologların yoğun incelemelerine sadece 1930’lardan beri tabi tutuldu. Dogonlar'ın bazı mitolojik öğeleri, antik Mısır uygarlığındaki efsanelerle benzeşiyor ve bir kısım antropolog, Dogonlar'la antik Mısır uygarlığı arasında zayıf bir kültürel bağ olduğunu öne sürüyor.
Bu kabileden olan insanlar, eski zamanlardan beri mağara duvarlarına ve kayalıklara resim yapıyorlar.
Bu resimlerde genellikle maske, insan, hayvan ve bitki figürlerine yer veriyorlar. Resimlerinde kırmızı, beyaz ve siyah renkler kullanıyorlar.Dogonlar, evlerini kerpiçten ve taştan yaparlar. Bu evlerin bir kısmının çatıları koni şeklinde olup sazdan yapılır.
Yandaki fotoğrafta bir Dogon köyünü görülmektedir..
Dogonlar ayaklarına bağladıkları uzun sopalar üzerinde dans ederler. Bu danslar sırasında yüzlerine maske de takarlar. Yandaki fotoğrafta da maske takmış tören dansçılarını görülmektedir.
Afrika’nın ücra bir köşesinde, siyah kıtanın tarım ve hayvancılıkla uğraşan milyonlarca zencisi gibi sade bir yaşantı sürdüren, kendi halinde bir kabile olan Dogonlar, hiçbir teknolojik imkana sahip değildir. Çadırlarda yaşayan ve hiçbir gelişmeden yararlanamayan bu kabileyi ilk araştırmak isteyenler; ilkellerin dünyasını, Avrupa’ya ve Amerika’ya tanıtmak için oraya gitmişlerdi.
Evet… Bu ilkel kabile insanları nasıl yaşıyorlardı… İlkellerin dünyasına gidip, geçmişe bir yolculuk yapalım diyerek bazı araştırmacılar, balta girmemiş ormanların deriliklerine dalmışlardı… Bu amaçla yola çıkılmıştı ama kendilerini orada hiç akıllarına bile getiremeyecekleri ve insanın tüylerini ürperten bir takım şeyler bekliyordu… Orada karşılaştıkları şeyleri, birçok bilim adamı günümüzde hala açıklayamamaktadır…
Oraya giden araştırmacılar, ilk olarak onların mitolojik bilgilerini gözden geçirmeye başladılar. İşte her şey ondan sonra başladı… Çadırlar içinde yaşayan ve avcılıkla beslenen bu ilkel insanlar! : Dünya gezegeninin hareketlerini, Güneş’in hareketini, Jüpiter’in uyduları olduğunu, Satürn’ün halkası olduğunu ve Ay’da kraterler bulunduğunu bilmekteydiler… Bunları nereden öğrendikleri sorulduğunda ise verdikleri cevap, insanın kanını donduruyordu:
“… Atalarımızdan öğrendik…”
Bu bilgileri; Teleskop gibi yüksek bir teknolojinin ürünü olan, araç gereçler olmadan bilebilmek imkansızdır. Oysa Dogonlar; ne teleskopa, ne de gözlem evine sahip değillerdi… Herhangi bir yazı çeşidi kullanmayan Dogonlar; Atalarından öğrendikleri sırları, kendilerine özgü sembolik şekillerle muhafaza etmişler ve bu sembollerin anlamlarını kuşaktan kuşağa sözel olarak aktarmışlardı. Dogonlar’ın Evren hakkındaki binlerce yıldır bildikleri bilgileri; bugünkü Astronomi bilgilerimizle hemen hemen aynıydı.
Örneğin: 8,6 Işık yılı uzaklıkta bulunan Sirius Yıldızı’nın çift yıldız sistemi olduğunu, Akcüce olan bileşeni Sirius-B’nin çok ağır bir yıldız olduğunu, Spiral galaksimizin dışında, başka Spiral galaksilerin de bulunduğunu da bilmekteydiler. Şunu da unutmamak gerekir ki; Galaksilerin spiralliği konusundaki ilk kanıt, Mont-Wilson gözlemevinden Astronom Hubble tarafından 2,5 m’lik bir teleskopla, Andromeda Galaksisi’nin fotoğrafının çekilmesiyle 1924’te elde edilebilmişti… Dogon kabilesi mensuplarının, Sirus yıldızının çift yıldız olduğunu bildikleri Fransız araştırmacılar Marcel Griaule ve Germaniae Dieterlen tarafından tespit edilmiştir.[SUP]
[/SUP]Eskiler, bu parlak yıldızın arkasında, gölgede kalmış, “gölge yıldız”, daha küçük olan kara bir yıldız olduğunu bilirler. Bu yıldız, daha güçlüdür, ve her +50 yılda oval bir yörüngede döner, Sirius’un titremesine, ve diğer bütün yıldızlardan daha fazla parıldamasına neden olur. Bütün yıldızlar parıldar, ama hiçbiri onun gibi olamaz. Bu eski kabile, sadece onun orada olduğunu bilmezler, +50 yıllık döngüsünü ve bu döngünün yuvarlak değil de oval olduğunu bilir. Eski kaynaklarında, üç-boyutlu realiteden iki-boyutlu tasvire yerleştirilmiş olarak Sirius’un ve gölge yıldızı Sirius B’nin hareketlerinin çizimleri vardır. Dogon Kabilesi, ayrıca bilim adamlarının henüz bulamadıkları bir Sirius-C olduğunu da ileri sürmektedirler.
Kabilenin öne sürdüklerine göre, Sirius’un, her 50 yılda bir onun yörüngesini dolaşan (Temple bunu elips seklinde bir yörünge olduğunu belirtiyor) karanlık, gözle görülmeyen bir arkadaş yıldızı var. “Sagala” adını verdikleri ve yeryüzünde bulunmayan bir metalden yapılmış bu arkadaş yıldızın çok küçük ve çok ağır olduğunu söylüyorlar.
Dogonlar, 86 ışık yılı uzaklıkta bulunan Sirius Yıldız Sistemi'nden gelenler tarafından eğitildiklerine inanırlar. Ancak böylesine ilkel bir kabilenin Sirius Yıldızı Sistemi'nin varlığını nasıl bildiği büyük soru işaretidir. Ayrıca bu kabile, Sirius Yıldız Sistemi'nin yoğunluğu ve çevreleyen diğer yıldızlar hakkında da bilgi sahibidir. Dogonlar'a göre Sirius B Yıldızı'nda bir kaşık madde yaklaşık 5 ton ağırlığındadır.
Dogonlar’ın bildikleri, bildiklerinin sadece bir kısmıdır. Dogon rahiplerinin, tüm sırlarını açıklamadıkları konusunda, araştırmacılar fikir birliği etmişlerdir. Gerekli hiçbir teknik araca sahip olmayan ve uygarlığımızın ancak 1930’larda temasa geçtiği Dogonlar bu kadar bilgiyi nereden elde etmişlerdi? Bu soru, 1930’dan beri birçok bilim adamının kafasını kurcalayan ve Dogon’ların bilgilerinde; Dünya dışı bir köken görmek istemeyen bilim adamlarınca, hala açık bir cevap verilememiş bir sorudur… Buna karşılık; Dogon’ların bilgilerini Dünya dışı bir kökene bağlayan birçok araştırmacı, Dünyamızın geçmişte, Sirius sistemindeki bir gezegenden kalkan ve Işık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan, bir Uzay gemisince ziyaret edildiği görüşünde birleşmiş bulunmaktadırlar. Bu görüşü, Dogonlar’ın da desteklediği görülmektedir. Çünkü Dogonlar, Uzay gemisiyle inen mitolojik bir Atalarının soylarından geldiklerini söylüyorlardı.
Diğer yandan Afrosantristler (Afrikalı insanların önemini vurgulayan dünya görüşüdür), Dogonlar’ın Sirius B’yi teleskoba ihtiyaç duymadan görebileceklerini iddia ederler çünkü gözlerindeki melanin miktarı nedeniyle Dogonlar’ın özel bir görme yeteneği vardır. Tabii ki ortada, Dogonlar'ın ne özel görme yeteneklerine ne de teleskobu olan siyahi Mısırlılardan bilgi aldıkları iddiaları gibi aynı derecede mantıksız görüşlere dair kanıt bulunmamaktadır.
Ve bu "Uzaylı Ataları"nın geldikleri yıldızı da açıkça ifade etmekteydiler: SİRİUS-B… Ve işin en ilginç tarafı da; bu yıldızı Mitolojik sembollerinde, bir “Kurt” başıyla sembolleştirmişlerdi. Şimdi sıkı durun… İşin bir başka ilginç yanı da; günümüz Astronomi Bilimi’nin, Sirius Yıldızı’nın bağlı bulunduğu takım yıldızına, gökyüzündeki görünümünden dolayı “Büyük Köpek Takım Yıldızı” adını vermiş olmasıdır!... Ne dersiniz, bütün bunlar sadece basit bir tesadüf mü?
Afrika kabilelerinin çoğunda olduğu gibi Dogonlar'ın geçmişi de oldukça karanlıktır. Dogonlar'ın şu anda yaşadıkları Bandiagara Platosu’na 13. ve 16. yüzyıllar arasında yerleştikleri tahmin edilmektedir. İnsanbilimcilerin çoğu Dogonlar'ı “ilkel” olarak tanımlasalar da Dogonlar batı teknolojisine karşı olan ilgisizlikleri bir yana zengin ve bir o kadar da karmaşık bir dine ve yaşam felsefesine sahiptirler.
Dünya çapındaki yerli kabileler kendi sözel tarihlerinde, gökyüzü varlıkları tarafından ziyaret edildiklerini ve genetik olarak güncellendiklerini anlatırlar. Dogon kabilesi, yıldız ziyaretçilerine "Nummo" (Nommo) adını verir. Avustralya'nın Aborijinleri de onları yaratan ve yaşamaları için yasalar veren gökyüzü varlıkları "Wandjina"dan bahseder.
Dogonlar'ın kozmogoni anlayışında yıldızların oluşumu son derece kanlı sahnelerle simgeselleştirilmiştir. Dogonlar'da evren, "Amma" adlı tek bir tanrının sözüyle yaratılmış bir zerreden doğmuştur. Bu küçük şey dünyanın yumurtası denen geniş bir rahim meydana getirmiştir. Bu etene iki ikiz öğeye bölünmüştür. Eteneler bu iki çifte yaşam vereceklerdir.
Fakat yumurtalardan birisinden erkek olan Ogo erken çıkar. Ogo, evrene tek başına hükmetmek için diğer yumurtaları çalar. Fakat bu hırsızlık evrende kaosa neden olur. Bu kaosun diyeti Ogo’yla aynı ruhtan olan ikizi Nommo semu’nun kurban edilmesiyle ödenir. Ardından, kurban işlemini gerçekleştiren Nommo tittiyayne sünnet edilir, göbek bağı kesilerek etenesinden ayrılır.
Çift olan eteneyi arındıran ameliyatlardan Sirius yıldızı doğar. Sünnette akan kan, merkezden güneye doğru yol alır ve orada Venüs doğar.
Mit, Ogo ve Nommo arasındaki çatışmalarla ve bu çatışmalar sonucunda ortaya çıkan yer ve gök cisimlerinin oluşumunun anlatımıyla devam eder. Burada, Ogo’nun neden olduğu kaosun yok edilebilmesi için kurban yöntemine ve düzenin yeniden sağlanabilmesi için akan kanın arındırıcılığına ihtiyaç duyulması dikkat çekicidir. Anlatının sonunda bir olay daha gerçekleşmektedir. Bu bölümde Amma, Ogo’yu erken kurban ettiğini anlar ve onu yeniden diriltme çabasına girer. Bunu da gene bir dizi sembolik kan akıtma ritüeliyle gerçekleştirir. Burada dünyadaki yaşamın tümünü temsil eden kurbanın kanı üzerine akar. Bu durum, akan kanın ön yaratının belirtisi olan kadınlardaki aybaşı kanamalarıyla bir tutulmuştur. Aslında gelecekteki yaşamı sağlayan ‘yeryüzünün aybaşısıdır’
Dogonlar'ın bütün canlıların hem dişi, hem erkek olarak yorumlandığı zengin bir mitolojileri vardır. Oldukça gelişmiş sanat yapıtları arasında, ağaçtan yaptıkları maskeler ünlüdür. Dinlerinde atalar kutsal sayılır.
Dogonlar, sahip oldukları bilgilerin çoğunu sembollerle anlatmışlardır ve bu sembollerinin temelinde Nommo'lar diye adlandırılan ve dünyayı uygarlaştırmak için uzaydan geldiğine inanılan hem karada hem de suda yaşayabilen varlıklardır. Dogon rahiplerine göre eski zamanlarda Sirius sistemindeki bir gezegenden dünyaya inen Nommolar, sahip oldukları bilgileri o zamanki rahiplere öğretmiş onlar da bunları yeni kuşaklara anlatmışlardı. Nommolar, dünyanın yaratıcıları olduğu kadar insanoğlunun ataları ve ruhsal ilkelerin koruyucuları “yağmuru yağdıran güçlerin ve suların mutlak sahipleri” idi.
Dogonlar'ın yaratıcı tanrısı "Amma"nın cennet ve suyla yakın ilgisi vardır. Onun yılan şeklindeki çocuğu Nommo, suya ve asıl söze katılarak, kozmogonik dürtünün en aktif ve başarılı vekilleri olmuştur. İlk cinsiyetin doğumuna katkıda bulunarak, ilk ataların doğmasına imkan yaratmışlardı. Sonrakiler Nommo’nun saygınlığını kazanarak, suyla yakın bağlarını korumuşlardı. İlk ölü insanı yedikten sonra, içlerinden bir tanesi suyu kusarak, seller ve havuzları n şekil öncesi, beş nehrin kaynakları ve doğruların sularla toplumu temel yapılarıyla kurmuştur.
Eski yazılara ve efsanelere göre, Babil’in kurucusu Nemrud’du. Güçlü Tiran Nemrud, bir dev olarak tasvir edilir. Arap inançlarına göre, Baalbek-Lübnan’deki her biri 800 tonluk üç taşı ve ilginç yapıları inşa eden veya ettiren Nemrud’du. Nemrud ve karısı Kraliçe Semiramis “Titanlar” diye bilinen bir kan bağından geliyorlardı. Bu devler veya Titanlar ırkı, Nuh’un soyundan geliyordu. Enoş kitabında tasvir edilen bebek, aşırı beyaz teni ile “Gözetleyici insan melezi” bir yaratıktı. Nemrud, Dogon kabilesi’nin yarı-insan yarı-balık tanrısıydı.
Dogonlar üzerinde araştırma yapan Amerikalı bilim adamı Robert Temple, bir Nommo uzay gemisinin gelişini ve dönerek yere inişini simgeleyen resimler bulmuştur. Geminin Dogon ülkesinin güneydoğusuna indiği söyleniyordu. Dogon rahipleri geminin inişini tanımlarken onun kuru toprağa indiğini ve oluşturduğu girdap dolayısıyla bol miktarda toz kaldırdığını anlatmaktadırlar.
Temple, Dogonlar tarafından düzenlenen tuhaf, bazı astronomik inançları listeler. Dogonlar, Güneş merkezli sistem ile astronomik fenomenlerin eliptik yörüngelerine inanırlar. Diğer pek çok şeyin yanında, Satürn’ün halkalarına ve Jüpiter’in uydularına dair bilgi sahibi gibi de görünüyorlar. Eğer dünya dışından gelen ziyaretçilerden değilse, bu bilgiyi nereden aldılar diye soruyor (Temple)? Teleskopları veya diğer bilimsel ekipmanları yok, o zaman bu bilgiyi nasıl elde ettiler? Temple’ın yanıtı ise bu bilgiyi uzaydan gelen amfibik uzaylılardan aldığı yönündedir.
Carl Sagan, Dogonlar'ın gelişmiş bir uygarlıkla iletişim kurmadan bu bilgileri elde edemeyeceği konusunda Temple’ye katılıyordu. Fakat Sagan, bu uygarlığın dünya dışından değil de dünyadan olduğunu öne sürüyordu. Belki de bu kaynak Temple’ın kendisi ve Griaule’den öğrendiği desteksiz spekülasyonlardı ve bu açıklamaları röportaj yaptığı biri olan Ambara ve tercümanından aldığı bilgilere dayandırıyordu.
Sagan’a göre, Batı Afrika bugüne kadar Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen, teknolojik toplumlara ait pek çok ziyaretçiyle karşılaştı. Dogonlar'ın gökyüzü ve astronomik fenomenlere dair geleneksel bir ilgisi var. Eğer bir Avrupalı 1920’lerde veya 30’larda Dogonlar'ı ziyaret etseydi, Dogonlar'ın Mitolojisinin merkezini oluşturan en parlak yıldız olan Sirius yıldızı ve benzeri astronomik olaylardan konuşmaların olması son derece mümkün. Hatta 1920’lerde bilimsel basında Sirius’la ilgili pek çok tartışma vardı, böylece Griaule ziyaret edene kadar Dogonlar'ın 20. yüzyıl bilimsel meseleleriyle alakalı birtakım temel bilgilere, Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçiler aracılığıyla sahip olması da son derece mümkün.
Dogonlar, Sirius’lu gezginlerin birgün geri döneceğine inanmaktadırlar: “Göklerde bir yıldız belirecek ve bu Nommo’nun yeniden dirilişinin işareti olacak.” der bir yazıt.
Dogonlar, uzun süre kendi öz kültürlerini korumuşlardır. Yalnız dini konulardan ilham alan sanatları sert ye sadedir.
Çok az olmakla birlikte en çok dikkati çeken eserleri ağaç gövdelerine oydukları yan yana oturmuş çiftleri veya iri yapılı hünsaları tasvir eden eserlerdir.
Bunların vücut kısımları dövme veya mücevherlerle işlenmiş olup zenci sanatının şaheseri sayılırlar. Kolay kırılabilen yumuşak tahtalardan yapılan ve totem saydıkları hayvanların yüzlerini (antilop, panter, timsah) canlandıran maskelerde dünyanın yaratılışı efsanesi anlatılır. Dikdörtgenler prizması şeklinde olan bu maskelerin uzun lata biçiminde bir tepeliği vardır.
Bunların bazılarına Kunga denilir. Dogonlar'da, tütün kutuları, pencere kapakları, asma kilit gibi süslü eşyalara da rastlanır.
Nommo'nun Gemisi
"Nommo’nun Gemisi", Dogon yerlilerinin mitolojisinde Sirius yıldız sisteminden Dünya gezegenine “gönderilenler”i ifade eden bir terimdir.
"Nommo’nun gemisi" terimi, Dogon inanışında, kimi zaman Sirius sisteminden Dünya’ya gelen maddi bir uzay gemisinden söz ediliyormuş gibi, kimi zaman da manevi anlamlar içeren bir sembol olarak kullanılmaktadır.
Kuşaktan kuşağa aktarıla gelmiş Dogon geleneklerine göre, bu gemi, insan soyunun birer imalat olan atalarını içermektedir. Fakat atalar gemiye insan formunda değil tohum halinde koyulmuşlardır; geminin Dünya’ya iniş yolculuğu boyunca, embriyonun, insan cenininin ana rahminde geçirdiği oluşum evrelerini andıran çeşitli dönüşüm evreleri geçirirler ve gemi yeryüzüne konduğunda gemiden insan biçimine gelmiş olarak çıkarlar. Altmış bölmeli bu gemi yalnızca ataları değil, 22 kategoride sınıflanan “yaratılış unsurları”nı ve “kelâm”ı da içerir. Gemideki bölmelerde tüm varlık türleri ve “oluş usulleri” vardır; fakat bunların yalnızca bir kısmı yeryüzüne indirilmiştir, dolayısıyla insanlar yalnızca bir kısmını bilmektedir.
Dogon tradisyonunda Nommo’nun gemisiyle ilgili olarak belirtilen inanışlar şöyle özetlenebilir:
1. Tanrı Amma dört erkek insanı dört unsurdan oluşturdu.
2. Amma bu dört erkek insanın dişi ikizlerini de yaptı. En yüksek gök katında imal edilen, yeryüzüne nakledilecek olan atalar dört çift idi. Bu dört çift insanlığın “Oğullar” denilen sekiz atası oldular. Onlar O-nommo’nun oğulları olarak kabul edilirler. O-nommo’nun plasentasının temsilcisi Sirius-A yıldızıdır.
3. Bu “Oğullar”, gemiye tohum halinde koyuldular.
4. İniş hareketine geçmeden önce gemiye Sirius-B yıldızından po tohumu yüklendi. Amma’nın po’ya yerleştirdiği ve po’nun gemiye boşalttığı yaratılış unsurlarının oluşturduğu bütün 22 kategoriden oluşur.
5. Amma, zamanı geldiğinde, tüm yaratmış olduklarıyla dolu gemiyi rahminden çıkarttı ve yeryüzüne indirtti.
6. Gemi yeryüzüne sekiz dönemde (aşamada) indi.
7. İniş hareketi sırasında “parlayan Sirius-A yol gösterdi”. Yıldızların ilki, başlangıcı, en yüksek ‘Gök katı’nın merkezini kaplayan, “yıldızların direği” olan Sirius-B yıldızıdır; Amma’nın rahminden çıkan yıldızların sonuncusu ise, “alemin göbeği” ve “O-nommo’nun göbek kordonunu temsil eden” Sirius-A yıldızıdır.
Geminin iniş yolculuğu sırasında insanlar Sirius-A’nın parladığına tanık oldular.
8. Gemi, inişi sırasında bir ufuktan ötekine kadar tüm göğü kaplayan bir yay oluşturmuştu.
9. Gemi yere konduğunda ise insanlar ilk kez Güneş’in doğuşuna tanık oldular.
10. “Güneş doğduktan sonra Sirius yol gösterdi.” Güneş sistemimiz Sirius sistemi ile evlendi.
11. Oğullar en yüksek gök katından O-nommo ile çıktılar, iniş yolculuğunda anagonno-bile oldular, yeryüzüne konarken anagonno-sala oldular, yürümek için gemiden ayrıldıklarında ise “kişiler” haline geldiler. Gemi yere konduğunda dünyasal kirli toprak ile Nommo’nun saf toprağı karşılaşmış bulunuyordu.
12. Geminin asılı olduğu zincirin ucu Amma’nın elinde bulunuyordu. Bu zincir, Amma’nın “Oğullar” ve soylarından gelenler arasına yerleştirdiği çözülmez bir bağdır.
O-nommo aldığı kelâmı bağırarak bildirmesinden sonra, kelâmı insanlara aktarmakla da görevliydi.
13. Geminin 60 bölmeli içeriğinden şimdiye dek insanlara ancak 22 kategorisi açıklanmış, verilmiştir. Kelâmın insanlığa gelecekte aktarılacak kısmı Dünya’yı değişikliğe uğratacaktır. Nommo “kelâm” günü yine ortaya çıkacaktır. Bir zaman gelecek, Sirius-B yıldızı vaktiyle po tohumunun parıldamış olduğu gibi parıldayacak ve belirli bir dönem boyunca görünür olacaktır.
Dogon toplumlarında ilk ateşi bulan, insanlara tarımı ve hayvancılığı öğreten ilk demircidir ve Dogonlar'ın mitlerine göre kahraman, demirci kılığına girip, yeryüzüne inerek insanları uygarlaştırmıştır.
Dogon kabilesi, Mali Cumhuriyeti’nde yaşamaktadır. Totemleri bulunan bu kabile; astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi hakkındaki bilgileri ile herkesi şaşırtmaktadırlar. Bu kabile, çadırlarda yaşayıp avcılıkla geçinmektedir.
Bugün yasayan Dogonlar'ın sayısı en fazla birkaç yüz bin kadar ve bunlar antropologların yoğun incelemelerine sadece 1930’lardan beri tabi tutuldu. Dogonlar'ın bazı mitolojik öğeleri, antik Mısır uygarlığındaki efsanelerle benzeşiyor ve bir kısım antropolog, Dogonlar'la antik Mısır uygarlığı arasında zayıf bir kültürel bağ olduğunu öne sürüyor.
Bu kabileden olan insanlar, eski zamanlardan beri mağara duvarlarına ve kayalıklara resim yapıyorlar.
Bu resimlerde genellikle maske, insan, hayvan ve bitki figürlerine yer veriyorlar. Resimlerinde kırmızı, beyaz ve siyah renkler kullanıyorlar.Dogonlar, evlerini kerpiçten ve taştan yaparlar. Bu evlerin bir kısmının çatıları koni şeklinde olup sazdan yapılır.
Yandaki fotoğrafta bir Dogon köyünü görülmektedir..
Dogonlar ayaklarına bağladıkları uzun sopalar üzerinde dans ederler. Bu danslar sırasında yüzlerine maske de takarlar. Yandaki fotoğrafta da maske takmış tören dansçılarını görülmektedir.
Dogon Kabilesi ve Sirius Kültü
Afrika’nın ücra bir köşesinde, siyah kıtanın tarım ve hayvancılıkla uğraşan milyonlarca zencisi gibi sade bir yaşantı sürdüren, kendi halinde bir kabile olan Dogonlar, hiçbir teknolojik imkana sahip değildir. Çadırlarda yaşayan ve hiçbir gelişmeden yararlanamayan bu kabileyi ilk araştırmak isteyenler; ilkellerin dünyasını, Avrupa’ya ve Amerika’ya tanıtmak için oraya gitmişlerdi.
Evet… Bu ilkel kabile insanları nasıl yaşıyorlardı… İlkellerin dünyasına gidip, geçmişe bir yolculuk yapalım diyerek bazı araştırmacılar, balta girmemiş ormanların deriliklerine dalmışlardı… Bu amaçla yola çıkılmıştı ama kendilerini orada hiç akıllarına bile getiremeyecekleri ve insanın tüylerini ürperten bir takım şeyler bekliyordu… Orada karşılaştıkları şeyleri, birçok bilim adamı günümüzde hala açıklayamamaktadır…
Oraya giden araştırmacılar, ilk olarak onların mitolojik bilgilerini gözden geçirmeye başladılar. İşte her şey ondan sonra başladı… Çadırlar içinde yaşayan ve avcılıkla beslenen bu ilkel insanlar! : Dünya gezegeninin hareketlerini, Güneş’in hareketini, Jüpiter’in uyduları olduğunu, Satürn’ün halkası olduğunu ve Ay’da kraterler bulunduğunu bilmekteydiler… Bunları nereden öğrendikleri sorulduğunda ise verdikleri cevap, insanın kanını donduruyordu:
“… Atalarımızdan öğrendik…”
Bu bilgileri; Teleskop gibi yüksek bir teknolojinin ürünü olan, araç gereçler olmadan bilebilmek imkansızdır. Oysa Dogonlar; ne teleskopa, ne de gözlem evine sahip değillerdi… Herhangi bir yazı çeşidi kullanmayan Dogonlar; Atalarından öğrendikleri sırları, kendilerine özgü sembolik şekillerle muhafaza etmişler ve bu sembollerin anlamlarını kuşaktan kuşağa sözel olarak aktarmışlardı. Dogonlar’ın Evren hakkındaki binlerce yıldır bildikleri bilgileri; bugünkü Astronomi bilgilerimizle hemen hemen aynıydı.
Örneğin: 8,6 Işık yılı uzaklıkta bulunan Sirius Yıldızı’nın çift yıldız sistemi olduğunu, Akcüce olan bileşeni Sirius-B’nin çok ağır bir yıldız olduğunu, Spiral galaksimizin dışında, başka Spiral galaksilerin de bulunduğunu da bilmekteydiler. Şunu da unutmamak gerekir ki; Galaksilerin spiralliği konusundaki ilk kanıt, Mont-Wilson gözlemevinden Astronom Hubble tarafından 2,5 m’lik bir teleskopla, Andromeda Galaksisi’nin fotoğrafının çekilmesiyle 1924’te elde edilebilmişti… Dogon kabilesi mensuplarının, Sirus yıldızının çift yıldız olduğunu bildikleri Fransız araştırmacılar Marcel Griaule ve Germaniae Dieterlen tarafından tespit edilmiştir.[SUP]
[/SUP]Eskiler, bu parlak yıldızın arkasında, gölgede kalmış, “gölge yıldız”, daha küçük olan kara bir yıldız olduğunu bilirler. Bu yıldız, daha güçlüdür, ve her +50 yılda oval bir yörüngede döner, Sirius’un titremesine, ve diğer bütün yıldızlardan daha fazla parıldamasına neden olur. Bütün yıldızlar parıldar, ama hiçbiri onun gibi olamaz. Bu eski kabile, sadece onun orada olduğunu bilmezler, +50 yıllık döngüsünü ve bu döngünün yuvarlak değil de oval olduğunu bilir. Eski kaynaklarında, üç-boyutlu realiteden iki-boyutlu tasvire yerleştirilmiş olarak Sirius’un ve gölge yıldızı Sirius B’nin hareketlerinin çizimleri vardır. Dogon Kabilesi, ayrıca bilim adamlarının henüz bulamadıkları bir Sirius-C olduğunu da ileri sürmektedirler.
Kabilenin öne sürdüklerine göre, Sirius’un, her 50 yılda bir onun yörüngesini dolaşan (Temple bunu elips seklinde bir yörünge olduğunu belirtiyor) karanlık, gözle görülmeyen bir arkadaş yıldızı var. “Sagala” adını verdikleri ve yeryüzünde bulunmayan bir metalden yapılmış bu arkadaş yıldızın çok küçük ve çok ağır olduğunu söylüyorlar.
Dogonlar, 86 ışık yılı uzaklıkta bulunan Sirius Yıldız Sistemi'nden gelenler tarafından eğitildiklerine inanırlar. Ancak böylesine ilkel bir kabilenin Sirius Yıldızı Sistemi'nin varlığını nasıl bildiği büyük soru işaretidir. Ayrıca bu kabile, Sirius Yıldız Sistemi'nin yoğunluğu ve çevreleyen diğer yıldızlar hakkında da bilgi sahibidir. Dogonlar'a göre Sirius B Yıldızı'nda bir kaşık madde yaklaşık 5 ton ağırlığındadır.
Dogonlar’ın bildikleri, bildiklerinin sadece bir kısmıdır. Dogon rahiplerinin, tüm sırlarını açıklamadıkları konusunda, araştırmacılar fikir birliği etmişlerdir. Gerekli hiçbir teknik araca sahip olmayan ve uygarlığımızın ancak 1930’larda temasa geçtiği Dogonlar bu kadar bilgiyi nereden elde etmişlerdi? Bu soru, 1930’dan beri birçok bilim adamının kafasını kurcalayan ve Dogon’ların bilgilerinde; Dünya dışı bir köken görmek istemeyen bilim adamlarınca, hala açık bir cevap verilememiş bir sorudur… Buna karşılık; Dogon’ların bilgilerini Dünya dışı bir kökene bağlayan birçok araştırmacı, Dünyamızın geçmişte, Sirius sistemindeki bir gezegenden kalkan ve Işık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan, bir Uzay gemisince ziyaret edildiği görüşünde birleşmiş bulunmaktadırlar. Bu görüşü, Dogonlar’ın da desteklediği görülmektedir. Çünkü Dogonlar, Uzay gemisiyle inen mitolojik bir Atalarının soylarından geldiklerini söylüyorlardı.
Diğer yandan Afrosantristler (Afrikalı insanların önemini vurgulayan dünya görüşüdür), Dogonlar’ın Sirius B’yi teleskoba ihtiyaç duymadan görebileceklerini iddia ederler çünkü gözlerindeki melanin miktarı nedeniyle Dogonlar’ın özel bir görme yeteneği vardır. Tabii ki ortada, Dogonlar'ın ne özel görme yeteneklerine ne de teleskobu olan siyahi Mısırlılardan bilgi aldıkları iddiaları gibi aynı derecede mantıksız görüşlere dair kanıt bulunmamaktadır.
Ve bu "Uzaylı Ataları"nın geldikleri yıldızı da açıkça ifade etmekteydiler: SİRİUS-B… Ve işin en ilginç tarafı da; bu yıldızı Mitolojik sembollerinde, bir “Kurt” başıyla sembolleştirmişlerdi. Şimdi sıkı durun… İşin bir başka ilginç yanı da; günümüz Astronomi Bilimi’nin, Sirius Yıldızı’nın bağlı bulunduğu takım yıldızına, gökyüzündeki görünümünden dolayı “Büyük Köpek Takım Yıldızı” adını vermiş olmasıdır!... Ne dersiniz, bütün bunlar sadece basit bir tesadüf mü?
Dini İnanışları
Afrika kabilelerinin çoğunda olduğu gibi Dogonlar'ın geçmişi de oldukça karanlıktır. Dogonlar'ın şu anda yaşadıkları Bandiagara Platosu’na 13. ve 16. yüzyıllar arasında yerleştikleri tahmin edilmektedir. İnsanbilimcilerin çoğu Dogonlar'ı “ilkel” olarak tanımlasalar da Dogonlar batı teknolojisine karşı olan ilgisizlikleri bir yana zengin ve bir o kadar da karmaşık bir dine ve yaşam felsefesine sahiptirler.
Dünya çapındaki yerli kabileler kendi sözel tarihlerinde, gökyüzü varlıkları tarafından ziyaret edildiklerini ve genetik olarak güncellendiklerini anlatırlar. Dogon kabilesi, yıldız ziyaretçilerine "Nummo" (Nommo) adını verir. Avustralya'nın Aborijinleri de onları yaratan ve yaşamaları için yasalar veren gökyüzü varlıkları "Wandjina"dan bahseder.
Dogonlar'ın kozmogoni anlayışında yıldızların oluşumu son derece kanlı sahnelerle simgeselleştirilmiştir. Dogonlar'da evren, "Amma" adlı tek bir tanrının sözüyle yaratılmış bir zerreden doğmuştur. Bu küçük şey dünyanın yumurtası denen geniş bir rahim meydana getirmiştir. Bu etene iki ikiz öğeye bölünmüştür. Eteneler bu iki çifte yaşam vereceklerdir.
Fakat yumurtalardan birisinden erkek olan Ogo erken çıkar. Ogo, evrene tek başına hükmetmek için diğer yumurtaları çalar. Fakat bu hırsızlık evrende kaosa neden olur. Bu kaosun diyeti Ogo’yla aynı ruhtan olan ikizi Nommo semu’nun kurban edilmesiyle ödenir. Ardından, kurban işlemini gerçekleştiren Nommo tittiyayne sünnet edilir, göbek bağı kesilerek etenesinden ayrılır.
Çift olan eteneyi arındıran ameliyatlardan Sirius yıldızı doğar. Sünnette akan kan, merkezden güneye doğru yol alır ve orada Venüs doğar.
Mit, Ogo ve Nommo arasındaki çatışmalarla ve bu çatışmalar sonucunda ortaya çıkan yer ve gök cisimlerinin oluşumunun anlatımıyla devam eder. Burada, Ogo’nun neden olduğu kaosun yok edilebilmesi için kurban yöntemine ve düzenin yeniden sağlanabilmesi için akan kanın arındırıcılığına ihtiyaç duyulması dikkat çekicidir. Anlatının sonunda bir olay daha gerçekleşmektedir. Bu bölümde Amma, Ogo’yu erken kurban ettiğini anlar ve onu yeniden diriltme çabasına girer. Bunu da gene bir dizi sembolik kan akıtma ritüeliyle gerçekleştirir. Burada dünyadaki yaşamın tümünü temsil eden kurbanın kanı üzerine akar. Bu durum, akan kanın ön yaratının belirtisi olan kadınlardaki aybaşı kanamalarıyla bir tutulmuştur. Aslında gelecekteki yaşamı sağlayan ‘yeryüzünün aybaşısıdır’
Dogonlar'ın bütün canlıların hem dişi, hem erkek olarak yorumlandığı zengin bir mitolojileri vardır. Oldukça gelişmiş sanat yapıtları arasında, ağaçtan yaptıkları maskeler ünlüdür. Dinlerinde atalar kutsal sayılır.
Dogonlar, sahip oldukları bilgilerin çoğunu sembollerle anlatmışlardır ve bu sembollerinin temelinde Nommo'lar diye adlandırılan ve dünyayı uygarlaştırmak için uzaydan geldiğine inanılan hem karada hem de suda yaşayabilen varlıklardır. Dogon rahiplerine göre eski zamanlarda Sirius sistemindeki bir gezegenden dünyaya inen Nommolar, sahip oldukları bilgileri o zamanki rahiplere öğretmiş onlar da bunları yeni kuşaklara anlatmışlardı. Nommolar, dünyanın yaratıcıları olduğu kadar insanoğlunun ataları ve ruhsal ilkelerin koruyucuları “yağmuru yağdıran güçlerin ve suların mutlak sahipleri” idi.
Dogonlar'ın yaratıcı tanrısı "Amma"nın cennet ve suyla yakın ilgisi vardır. Onun yılan şeklindeki çocuğu Nommo, suya ve asıl söze katılarak, kozmogonik dürtünün en aktif ve başarılı vekilleri olmuştur. İlk cinsiyetin doğumuna katkıda bulunarak, ilk ataların doğmasına imkan yaratmışlardı. Sonrakiler Nommo’nun saygınlığını kazanarak, suyla yakın bağlarını korumuşlardı. İlk ölü insanı yedikten sonra, içlerinden bir tanesi suyu kusarak, seller ve havuzları n şekil öncesi, beş nehrin kaynakları ve doğruların sularla toplumu temel yapılarıyla kurmuştur.
Eski yazılara ve efsanelere göre, Babil’in kurucusu Nemrud’du. Güçlü Tiran Nemrud, bir dev olarak tasvir edilir. Arap inançlarına göre, Baalbek-Lübnan’deki her biri 800 tonluk üç taşı ve ilginç yapıları inşa eden veya ettiren Nemrud’du. Nemrud ve karısı Kraliçe Semiramis “Titanlar” diye bilinen bir kan bağından geliyorlardı. Bu devler veya Titanlar ırkı, Nuh’un soyundan geliyordu. Enoş kitabında tasvir edilen bebek, aşırı beyaz teni ile “Gözetleyici insan melezi” bir yaratıktı. Nemrud, Dogon kabilesi’nin yarı-insan yarı-balık tanrısıydı.
Dogonlar üzerinde araştırma yapan Amerikalı bilim adamı Robert Temple, bir Nommo uzay gemisinin gelişini ve dönerek yere inişini simgeleyen resimler bulmuştur. Geminin Dogon ülkesinin güneydoğusuna indiği söyleniyordu. Dogon rahipleri geminin inişini tanımlarken onun kuru toprağa indiğini ve oluşturduğu girdap dolayısıyla bol miktarda toz kaldırdığını anlatmaktadırlar.
Temple, Dogonlar tarafından düzenlenen tuhaf, bazı astronomik inançları listeler. Dogonlar, Güneş merkezli sistem ile astronomik fenomenlerin eliptik yörüngelerine inanırlar. Diğer pek çok şeyin yanında, Satürn’ün halkalarına ve Jüpiter’in uydularına dair bilgi sahibi gibi de görünüyorlar. Eğer dünya dışından gelen ziyaretçilerden değilse, bu bilgiyi nereden aldılar diye soruyor (Temple)? Teleskopları veya diğer bilimsel ekipmanları yok, o zaman bu bilgiyi nasıl elde ettiler? Temple’ın yanıtı ise bu bilgiyi uzaydan gelen amfibik uzaylılardan aldığı yönündedir.
Carl Sagan, Dogonlar'ın gelişmiş bir uygarlıkla iletişim kurmadan bu bilgileri elde edemeyeceği konusunda Temple’ye katılıyordu. Fakat Sagan, bu uygarlığın dünya dışından değil de dünyadan olduğunu öne sürüyordu. Belki de bu kaynak Temple’ın kendisi ve Griaule’den öğrendiği desteksiz spekülasyonlardı ve bu açıklamaları röportaj yaptığı biri olan Ambara ve tercümanından aldığı bilgilere dayandırıyordu.
Sagan’a göre, Batı Afrika bugüne kadar Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen, teknolojik toplumlara ait pek çok ziyaretçiyle karşılaştı. Dogonlar'ın gökyüzü ve astronomik fenomenlere dair geleneksel bir ilgisi var. Eğer bir Avrupalı 1920’lerde veya 30’larda Dogonlar'ı ziyaret etseydi, Dogonlar'ın Mitolojisinin merkezini oluşturan en parlak yıldız olan Sirius yıldızı ve benzeri astronomik olaylardan konuşmaların olması son derece mümkün. Hatta 1920’lerde bilimsel basında Sirius’la ilgili pek çok tartışma vardı, böylece Griaule ziyaret edene kadar Dogonlar'ın 20. yüzyıl bilimsel meseleleriyle alakalı birtakım temel bilgilere, Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçiler aracılığıyla sahip olması da son derece mümkün.
Dogonlar, Sirius’lu gezginlerin birgün geri döneceğine inanmaktadırlar: “Göklerde bir yıldız belirecek ve bu Nommo’nun yeniden dirilişinin işareti olacak.” der bir yazıt.
Sanat
Dogonlar, uzun süre kendi öz kültürlerini korumuşlardır. Yalnız dini konulardan ilham alan sanatları sert ye sadedir.
Çok az olmakla birlikte en çok dikkati çeken eserleri ağaç gövdelerine oydukları yan yana oturmuş çiftleri veya iri yapılı hünsaları tasvir eden eserlerdir.
Bunların vücut kısımları dövme veya mücevherlerle işlenmiş olup zenci sanatının şaheseri sayılırlar. Kolay kırılabilen yumuşak tahtalardan yapılan ve totem saydıkları hayvanların yüzlerini (antilop, panter, timsah) canlandıran maskelerde dünyanın yaratılışı efsanesi anlatılır. Dikdörtgenler prizması şeklinde olan bu maskelerin uzun lata biçiminde bir tepeliği vardır.
Bunların bazılarına Kunga denilir. Dogonlar'da, tütün kutuları, pencere kapakları, asma kilit gibi süslü eşyalara da rastlanır.
Nommo'nun Gemisi
"Nommo’nun Gemisi", Dogon yerlilerinin mitolojisinde Sirius yıldız sisteminden Dünya gezegenine “gönderilenler”i ifade eden bir terimdir.
"Nommo’nun gemisi" terimi, Dogon inanışında, kimi zaman Sirius sisteminden Dünya’ya gelen maddi bir uzay gemisinden söz ediliyormuş gibi, kimi zaman da manevi anlamlar içeren bir sembol olarak kullanılmaktadır.
Kuşaktan kuşağa aktarıla gelmiş Dogon geleneklerine göre, bu gemi, insan soyunun birer imalat olan atalarını içermektedir. Fakat atalar gemiye insan formunda değil tohum halinde koyulmuşlardır; geminin Dünya’ya iniş yolculuğu boyunca, embriyonun, insan cenininin ana rahminde geçirdiği oluşum evrelerini andıran çeşitli dönüşüm evreleri geçirirler ve gemi yeryüzüne konduğunda gemiden insan biçimine gelmiş olarak çıkarlar. Altmış bölmeli bu gemi yalnızca ataları değil, 22 kategoride sınıflanan “yaratılış unsurları”nı ve “kelâm”ı da içerir. Gemideki bölmelerde tüm varlık türleri ve “oluş usulleri” vardır; fakat bunların yalnızca bir kısmı yeryüzüne indirilmiştir, dolayısıyla insanlar yalnızca bir kısmını bilmektedir.
Dogon tradisyonunda Nommo’nun gemisiyle ilgili olarak belirtilen inanışlar şöyle özetlenebilir:
1. Tanrı Amma dört erkek insanı dört unsurdan oluşturdu.
2. Amma bu dört erkek insanın dişi ikizlerini de yaptı. En yüksek gök katında imal edilen, yeryüzüne nakledilecek olan atalar dört çift idi. Bu dört çift insanlığın “Oğullar” denilen sekiz atası oldular. Onlar O-nommo’nun oğulları olarak kabul edilirler. O-nommo’nun plasentasının temsilcisi Sirius-A yıldızıdır.
3. Bu “Oğullar”, gemiye tohum halinde koyuldular.
4. İniş hareketine geçmeden önce gemiye Sirius-B yıldızından po tohumu yüklendi. Amma’nın po’ya yerleştirdiği ve po’nun gemiye boşalttığı yaratılış unsurlarının oluşturduğu bütün 22 kategoriden oluşur.
5. Amma, zamanı geldiğinde, tüm yaratmış olduklarıyla dolu gemiyi rahminden çıkarttı ve yeryüzüne indirtti.
6. Gemi yeryüzüne sekiz dönemde (aşamada) indi.
7. İniş hareketi sırasında “parlayan Sirius-A yol gösterdi”. Yıldızların ilki, başlangıcı, en yüksek ‘Gök katı’nın merkezini kaplayan, “yıldızların direği” olan Sirius-B yıldızıdır; Amma’nın rahminden çıkan yıldızların sonuncusu ise, “alemin göbeği” ve “O-nommo’nun göbek kordonunu temsil eden” Sirius-A yıldızıdır.
Geminin iniş yolculuğu sırasında insanlar Sirius-A’nın parladığına tanık oldular.
8. Gemi, inişi sırasında bir ufuktan ötekine kadar tüm göğü kaplayan bir yay oluşturmuştu.
9. Gemi yere konduğunda ise insanlar ilk kez Güneş’in doğuşuna tanık oldular.
10. “Güneş doğduktan sonra Sirius yol gösterdi.” Güneş sistemimiz Sirius sistemi ile evlendi.
11. Oğullar en yüksek gök katından O-nommo ile çıktılar, iniş yolculuğunda anagonno-bile oldular, yeryüzüne konarken anagonno-sala oldular, yürümek için gemiden ayrıldıklarında ise “kişiler” haline geldiler. Gemi yere konduğunda dünyasal kirli toprak ile Nommo’nun saf toprağı karşılaşmış bulunuyordu.
12. Geminin asılı olduğu zincirin ucu Amma’nın elinde bulunuyordu. Bu zincir, Amma’nın “Oğullar” ve soylarından gelenler arasına yerleştirdiği çözülmez bir bağdır.
O-nommo aldığı kelâmı bağırarak bildirmesinden sonra, kelâmı insanlara aktarmakla da görevliydi.
13. Geminin 60 bölmeli içeriğinden şimdiye dek insanlara ancak 22 kategorisi açıklanmış, verilmiştir. Kelâmın insanlığa gelecekte aktarılacak kısmı Dünya’yı değişikliğe uğratacaktır. Nommo “kelâm” günü yine ortaya çıkacaktır. Bir zaman gelecek, Sirius-B yıldızı vaktiyle po tohumunun parıldamış olduğu gibi parıldayacak ve belirli bir dönem boyunca görünür olacaktır.