Düş kırığı....................
Sen hiç ellerindeki uçurtmaların ipine takılıp göğe ağan çocukları gördün mü?
Bir bebeğin avuçlarında vahaların kokusunu aldın mı? Ayrılık çölünün ortasında gül gibi kokladın mı saçlarını yârin? Uzak uçurumların tepesinde kuru dal gibi tutundun mu ihtiyarların benekli ellerine? Şehri bir mercek gibi büyütüp gözlerine taşıyan yağmur damlasının pencereden süzülüşünü seyrettin mi? Buğulu gözlere banıp banıp ıslanan kirpiklerin göğsünde bıraktığı kılıç yarasını hatırladığın oldu mu? Zaman geçip gitti değil mi yüzünü ?
Hatırlamadın, durup dinlemedin, varıp göremedin ve tutunamadın zamana değil mi?
Sen iyisi mi dondur karelerini ömrünün… Göğe ağan çocuklar, şehri yutan damlalar, göğüste kılıç yaraları, kuru dallar bir resim olup asılı kalsın.
Sen sabahları kaç güneşi karşıladın gözlerinde?
Kızılca kıyamet ufukları, tomurcuk gibi açılan ışıkları, rengarenk kırlangıçları ilk kez görürmüş gibi gördün mü? Puslu aynalarda gençliğini arayan solgun yüzleri hatırladığın olur mu? Kelebeğin ani bir kanat çırpışıyla baharı gönlüne taşırdığı günü özler misin? Rüzgâr dokunuşunu yanağında, yağmur çisesini alnında, suyun serin akışını damağında, yusufçuk kuşu peşinde koşmaları…
Taze yosun kokusunun efsûnunu ellerinde hatıra defteri gibi dürmek istediğin oldu mu? İlk balıkların oltadaki duruşunu, ilk namaz sonrası huzuru tekrarlamak istediğin oluyor mu?
Telaşlar arasında kaybettiğin yaşamanın kendisiydi, ayaklarının altında ezilmişti zaman.
Gözlerine değmeden geçip gitti ömrün. Yavaş olmalıydın. Atlamamalıydın sonraki mevsimlere…
Sen durup kalmadın sana ait olan an’da. Donup kalmadın zamanın en tatlı yerinde. Sen saatin kadranında hiçbir noktaya razı olmadın. Durulup kalmadın yokuşa akan sularda. Sen herkes gibi acele ettin, telaşlara kapıldın.
Sen, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadın, hiç yaşamamış gibi öldün....
Baki muhabbetlerimle..... __________________
Sen hiç ellerindeki uçurtmaların ipine takılıp göğe ağan çocukları gördün mü?
Bir bebeğin avuçlarında vahaların kokusunu aldın mı? Ayrılık çölünün ortasında gül gibi kokladın mı saçlarını yârin? Uzak uçurumların tepesinde kuru dal gibi tutundun mu ihtiyarların benekli ellerine? Şehri bir mercek gibi büyütüp gözlerine taşıyan yağmur damlasının pencereden süzülüşünü seyrettin mi? Buğulu gözlere banıp banıp ıslanan kirpiklerin göğsünde bıraktığı kılıç yarasını hatırladığın oldu mu? Zaman geçip gitti değil mi yüzünü ?
Hatırlamadın, durup dinlemedin, varıp göremedin ve tutunamadın zamana değil mi?
Sen iyisi mi dondur karelerini ömrünün… Göğe ağan çocuklar, şehri yutan damlalar, göğüste kılıç yaraları, kuru dallar bir resim olup asılı kalsın.
Sen sabahları kaç güneşi karşıladın gözlerinde?
Kızılca kıyamet ufukları, tomurcuk gibi açılan ışıkları, rengarenk kırlangıçları ilk kez görürmüş gibi gördün mü? Puslu aynalarda gençliğini arayan solgun yüzleri hatırladığın olur mu? Kelebeğin ani bir kanat çırpışıyla baharı gönlüne taşırdığı günü özler misin? Rüzgâr dokunuşunu yanağında, yağmur çisesini alnında, suyun serin akışını damağında, yusufçuk kuşu peşinde koşmaları…
Taze yosun kokusunun efsûnunu ellerinde hatıra defteri gibi dürmek istediğin oldu mu? İlk balıkların oltadaki duruşunu, ilk namaz sonrası huzuru tekrarlamak istediğin oluyor mu?
Telaşlar arasında kaybettiğin yaşamanın kendisiydi, ayaklarının altında ezilmişti zaman.
Gözlerine değmeden geçip gitti ömrün. Yavaş olmalıydın. Atlamamalıydın sonraki mevsimlere…
Sen durup kalmadın sana ait olan an’da. Donup kalmadın zamanın en tatlı yerinde. Sen saatin kadranında hiçbir noktaya razı olmadın. Durulup kalmadın yokuşa akan sularda. Sen herkes gibi acele ettin, telaşlara kapıldın.
Sen, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadın, hiç yaşamamış gibi öldün....
Baki muhabbetlerimle..... __________________