Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Sevgili peygamberimiz bir sözlerinde;”Ya Ali! Aklına hiçbir şeyi getirmeden iki rekat namaz kıl sana bir deve vereyim.” Birinci rekatı başarıyla,aklına bir şey getirmeden kılan Hz.Ali,ikinci rekatta düşünür;acaba kırmızı deve mi verecek,diğer deveden mi verecek?diye düşünür. Zira kırmızı deve çölün Mersedesi ve kıymetli olanıdır.Ve Hz.Ali deveyi kaybeder.
Diyarbakır’lı Hacı Hafız Hoca Ali abide bir hatırasını şöyle anlatır; Bir ramazan teravih namazını diğer imamlardan farklı kıldırmak amacıyla,Kur’an-dan sonu aynı biten ayetleri tesbit ettim.(Ve hüvel ğafurur-rahim,vel âkibetü lil müttakin gibi...) Ve teravihte de böyle okumaya başlayınca,cemaatımda büyük artış oldu. Bir gün Ankara’dan Diyanetten imamlık imtihanı için görevli ve müfettişler geldiler.İmtihanın akşamı Müftü beye akşam teravih namazını hangi camide kılacaklarını sorunca müftü bey de;Bir hocamız var ki,çok farklı kıldırmakta,çok da beğeneceğinizi umuyorum,diyerek bizim camiye getirir. Ben de namazdan önce kıldırmaları için kendilerine teklifte bulundum.Kabul etmeyip,özellikle burada kılmak için geldik deyip,arkamda namaza durdular. Teravih namazını kıldırırken bir rekatında rükuu yapıp kıyama kalktım.Secdeye gitmek üzere eğildim.Secdeye daha varmadan kıyam ile secde arasında iken bir kardeşimiz gözümün önüne gelerek;Haydi abi,Tatvana gideceğiz,araba hazır,dedi.Ben de kabul edip yola çıktık.İki ilçeye uğradıktan sonra Tatvana vardık.Kardeşlerimizin bulunduğu dershaneye vardık.Bizi görünce çok sevindiler.Kısa sohbetten sonra çay getirdiler,içmeye başladık.Ancak ben işim olduğunu söyleyerek aceleyle çayı içip Diyarbakır’a döndük. Böylece bir çok yere uğramış,Tatvanda çayımızı içmiş ve dönmüştük. Birden o anda hatırladım ki ben namazdayım.Hemen secde yaptım,ancak kaçıncı rekatta olduğumuzu unuttum.
Bu kadar uzun yola gittiğimize göre her halde ikinci rekattayızdır diyerek oturdum. Arkamdaki Müftü,Diyanet mensubları ve Müfettişlerde –sübhanallah-deyib beni uyarmamışlardı.Demek ki benimki doğruydu,diye kendi kendime yorum yapmıştım.Ancak yine de şüpheliydim,acaba cemaat ne durumdaydı?Tahiyyatı okumaya başlarken gözüm sol tarafa kaydı.Gördüm ki yüz kadar insan ayağı kalkmış.Gözüm sol tarafa iliştiğinde gördüm ki iki yüz kişi kadarı ayaktalar.O anda anladım ki ben bir rekat kılmışım.Hemen ikinci rekata kalkarak,teravih namazını bu şekilde kıldırdım. Namazdan sonra Diyanet mensublarını ve Müftü beyi eve çaya davet ettim.Bu esnada onlara hitaben;Hocam,şimdiye kadar hep siz başkalarını imtihan ediyorsunuz,şimdi de ben sizi imtihan edeyim.
Neden namazda beni uyarmadınız?Secdeye giderken arada kaldığım,Diyarbakırdan Tatvana gidip,çay içerek geri geldiğim sürede,neden Sübhanallah diyerek beni uyarmadınız?dedim Görevlilerden biri;Hocam,o esnada ben Eskişehire gittim.İftara davet etmişlerdi.O yolculuğu ve iftarı düşünüyordum.Birden aklıma geldiyse de her halde hocanın kıldırdığı doğrudur deyip,ses çıkarmadım.
Müftü bey de;Hocam,ben de bir an Elazığa gitmek üzere yola çıktım.Yolda bir yerde konaklayıp,aileme yetişmeyi ve onlarla beraber iftarı düşünüyordum.Ben de şüphelendimse de,her halde hocanın kıldırdığı doğrudur,deyip ses çıkarmadım. Müfettiş de;Hocam,ben de bugün imtihan ettiğim bir imam adayının ısrar ile beni evine iftara davet ettiğini düşündüm.Çünki düşündüm ki,Ben bu adamı imtihan ettim,daha sonuçlar belli değil.Eğer evine iftara gidersem,kazanamamışsa,bu durumda onu kazandırmak mecburiyetinde kalırım,düşüncesiyle gitmeyişimi,ısrarına rağmen reddedişimi düşünüyordum.Ben de diğerleri gibi bir eksikliğin olduğunu düşündüysem de,herhalde hocanın kıldırdığı doğrudur deyip,ses çıkarmadım. Hâsılı;her biri de iftara bir yere gidince,cemaatta başsız kalmıştı.İftardan dönmelerini beklemeleri gerekmekteydi.Ve öyle de oldu.
Kim bilir,belki o cemaatta her biri bir yerlere gitmiş,kendi işleriyle meşgul idiler? Şeyy..aslında bizim durumumuz nasıl?Bizler nerelere gitmekteyiz?Muhakkak bizlerde bir yerlere gidiyoruzdur.Mesela,borçları dağıtmaya ve ödemeye veya ödeyememeye..eve neler alınacak ve neler yapılacaktı?
Genel bir muhasebe. Bir şeyinizi mi unuttunuz?
Hemen ya namaza veya (af edersiniz) tuvalete gidiniz.
Hemen aklınıza gelir.
Namazda gelmesi ise; En çok düşmanın kurşunlarına maruz olan kimse, cephede, önde bulunan kimsedir.
Namazdaki kişide cephede olup,her an şeytanın hücumuna maruz kalmaktadır.
Önemli olan ucuz yaralarla kurtulabilmek, büyük kârlarla bitirebilmektir.
Yine bir hatırasında; Sabah namazına gitmekteydim.Önüme bir sarhoş çıktı.Ondan kaçmak, uzaklaşmak istedim.Bir an durakladım.Birden hadisteki şu mânayı hatırladım:”Siz yerdekilere merhamet ediniz ki,göktekilerde size merhamet etsin.”buyuruluyordu. Bunu düşünüp,bununda Allah tarafından yaratılmış olduğunu hatırlayarak ona doğru yanaştım.
O sarhoş bağırarak;beni bu denizden kurtarın,boğulacağım diyor,bir adım bile yürüyemiyordu. Ne deniziydi?
Ancak önünde çok az bir miktarda su birikintisi vardı.Oda gözünde deniz görünmekteydi.Yanına yaklaşıp,bana sarılmasını söyledim.Hızla ve sıkıca bana sarılmaya başladı.
Fakat gemiye aldım da,birde motoru çalıştırmak gerekiyordu.Motor sesini taklid ederek çalıştırmaya başladım.O hâla beni sımsıkı tutuyordu.Ancak bu defa da geminin yürüdüğünü göstermek üzere düdük sesini taklid ile birkaç adım yürüdüm. Haydi geldik diyerek inmesini söyledim.Şaşırmıştı ve ne çabuk geldik?diyerek hayretini ifade etmeye başladı.
Ben de;elbette çabuk geliriz,bu Allah’ın gemisi deyip,adamı evine getirip,hanımına teslim ettim.Camiye gideceğimi söyledim ve ayrıldım. Camiye geldiğimde üstümü çıkardım, çünkü içki kokuyordu.Pijamanın üzerine cübbeyi giyerek namazı kıldırdım.
Bu durum dikkatini çeken cemaat, sebebini sorduklarında,denize düştüğümü söyleyip,geçiştirdim.
Öğlen ve nihayet ikindi vakti.Cemaat çıkmış ancak şık giyimli birisi önde oturmaktaydı.Bu ise o geceki sarhoş adamdı.Başladı başından geçen olayı anlatmaya; Sabah eve geldiğimde yatmış,bir rüya görmüştüm.Rüyamda her şey yıkılıyor,denizler kabarıyordu.Ben de bu şaşkınlık ve korku içerisinde iken,denizde boğulma durumu ile karşı karşıya idim.Birden birisi belirerek bana elini uzatıp;eğer tevbe eder,içki ve kumarı terk edersen,seni buradan kurtarırım,dedi.
Ben de yemin ederek söz verip,bir daha yapmayacağımı söyledim.Beni oradan çekip kurtardı.Ve hemen uyandım.Böylece artık namaza başladım. Daha sonra bu kişi ailesi ve çocuklarıyla çok iyi bir insan olarak yaşadı ve birkaç sene sonra bu insan,iyi bir kişi olarak dünyadan göçtü.Rahmetullahi aleyh. Mehmet ÖZÇELİK
Baba olmak zor bir şeymiş.Hele hele İstanbul gibi bir yerde,sürekli diz üzerinde çekiç vurarak yapılan bir ayakkabı ile aile geçindirmek gerçekten de zor mu zor… Kazandığın üç-beş kuruşu yemek için mi,kira için mi,çocukların ayakkabı,okuligiysi gibi ihityaçları için mi,nereye,hangisine harcayacaksın? Bu düşüncenin sürekli zihnimizi işgal etmesinden başka şeyleri düşünmeye vakit bulamıyoruz.Bir hafta sonu çocuklarla bir yere çıkmak başlı başına bir sıkıntı.Bir günlük bir tatil için 3-4 güne ek olarak gece de çalışmamız gerekecek ki o boşluğu doldurup telafi edelim.
En büyük sıkıntımız yaptığımız ayakkabıları pazarlıyamamak veya zamanında parasını alamamak idi.Bu da bir çok defa da olsa başımıza gelirdi. Giderek fabrikasyon mallarının da piyasaya çıkması ve ucuza mal olması da bizleri sıkıntıya sokuyordu.Bu işin bilenleri için fark etmese de genelde hazıra yöneliş kaçınılmazdı. Yine bir Kurban bayramının arefe günü idi.Geceden itibaren çalışmış,elimizdeki işleri arefe gününe yetiştirmeye çalışıyorduk.Epey yorulmuş ve uykusuz kalmıştık ama işleri de yetiştirmiştik.
Çok şükür elimize bir şeyler geçmişti.4 gün boyunca bayramda bizi idare edebilirdi.Kurban kesemesek de dostları ağırlayabilir,bayramlaşacağımız yerlere gidebilirdik.Fakat yine de düşündürüyordu.Çünki hanım oğlan için ısrarla kazak alınmasını istemişti.İstekleri bir yanda sıraladım,diğer yanda da aldığım paraları kıyasladım.Yama kapanmıyordu.Bu sefer nereyi yamalayıp,nereyi bırakacağımı düşünüyordum.Ancak yorgan gene de kısa kalıyor,ayak dışarıya sarkıyordu.Ayağı kapatsam baş açık kalıyor,başı kapatsam ayak açık kalıyordu. Bu düşünce ile Ali ustanın yanına doğru gittim.Ali usta tezgahın üzerine başını koymuş yatıyor gibiydi.Seslendim.Bir iki seslendikten sonra isteksizce başını ağır ağır kaldırmaya başladı.Gözünde uyku ve uyuklama ve uykusuzluk belirtisi yok ancak derin bir üzüntü izi görülüyordu.
Sebebini sordum.Pek konuşacak gibi değildi.Belliki yara derin ve derinlerdeydi.Israrlı ve istekli sormama karşı Ali usta;-Yarın bayram olduğunu,yaptığı ayakkabıların elinde kaldığını,önceden verdiklerinin ise daha parasının gelmediğini,bayram için daha eve hiçbir şey alamayıp,cebinde de beş kuruş parasının bulunmadığını,yarın ise bayramda ne yapacağını dertli dertli anlatmaya başladı.Belliki dolmuş,boşalacak birisini de arıyordu.Öyleki bir çocuk gibi ağlamadığı kalmıştı.
Birden Allah tarafından aklıma geldi.Dedim,usta;Bunları Beyazıt camiinin önüne serelim,teker teker 500 liradan satalım. Ali Ustanın birden gözleri açılmaya başladı.Karanlıkta tünelde giden bir insanın ışık belirtilerine kavuşması gibi birden; Olur mu yav Celâl! Niye olmasın usta!Bugün arefe,herkes alışverişe çıkmış,birazda ucuz verince neden almasınlar? Ali Ustanın yüzündeki izler yavaş yavaş gitmeye,yerine açılmış bir çehre gelmeye başlamıştı.Belki de Ali usta ilk defa bu kadar umutlanmıştı.Şimdiye kadar hep ayakkabı imal etmiş,hiç satış yapmamıştık.İlk defa böyle bir tecrübe yaşıyor idik. Umutlanan usta 300’e,gerekirse 200’e bile satmamı istiyordu.Sattığım takdirde ayakkabı başına bana da komisyon verecekti.Fakat yine de ümitsizlik belirtileri hakim durmuda idi ki;eğer satamazsan aman ha,sakın geri getireyim deme,hemen oradan git,denize dök,gel.Kesin söylüyorum,satılmazsa,sakın getireyim deme,yakarım.
Ben ayakkabıları sepete doldurdum,bir kısmını da kendisi omuzladı.Biraz da karton bulduk,yere sermek için..ve başladım ben;-Güzel ayakkabılarımız var,çocuğunu sevindir,bayram ayakkabıları,diye..Satış yapmaya başladım.Müşteriler bir iki gelip almaya başladılar.Ali usta ise ileride çaktırmadan beni gözlüyordu,acaba satılıyor mu diye?..
1-3-5 diye satılınca Ali ustanın yerinde duramadığına şahit oluyor,ümitlendiği yüz ve hareketlerinden belli oluyordu.İlk anlarda;aman ha ne verirlerse ver,pazarlık yapma,aşağı veren olursa hemen ver,ucuz mucuz demeden sat,diyordu.Çünki denize dökmekten iyiydi.O duruma da gerek kalmadan satılıyordu. Ve gerçekten birkaç saat içinde epey satmış,ikindi de ise tüm ayakkabıları bitirmiştik.Ali usta bana sarılıp çocuk gibi öpmeye başladı.Benim komisyonumu fazlasıyla verdi ve memnun olarak bir birimizden ayrılmıştık. Ben de artık evin bana verdiği siparişleri alabilirdim.Oğlum için istenilen kazağı rahatlıkla alabilecek parayı bulmuştum.Bayramı gönül rahatlığıyla geçirebilirdik,ondan sonrası ise Allah kerimdi.
Yıllar sonra da olsa oğluma aldığım o beyaz kazakla çektiğimiz fotoğrafı seyrettikçe hep derinlere gider,o günleri hatırlarım.
Bayram paşaya doğru bu düşüncelerle giderken birden gözüme bir cüzdan ilişti.Eğilip aldım.İçinde desteyle para vardı.Etrafa sahibini görürmüyüm diye araştırıcı gözlerle bir göz gezdirdim.Ancak o kadar kalabalıkta kimin olabilirdi?Cüzdan kimin diye bağırsam,beklide yüz kişi başıma üşüşecek,hepside benim diyecekti.Kaybeden kimseden de herhangi bir eser yoktu. Allah afvetsin.Bir tuvalete gidip paraları saydım,1960’ların parasıyla bir evi rahatlıkla birkaç ay idare edebilecek miktardaydı. O bayram iyi geçmişti.Acaba onu kaybeden adamın bayramı nasıl geçmişti? O bayram İstanbulda asker olan kardeşim gelmiş,hem yeğenim hem de hanımın kardeşi olan üniversitedeki öğrenci kardeşi gelmiş,bizi düşündüren zorlu durumdan,Allah’ın bizlere açtığı bu kapılardan çıkmıştık.
Allah’ın her kapıyı kapatmadığını bir kez daha görmüştük. Yine böyle sıkıntılı bir günde yapmış olduğumuz ayakkabılar elimizde kalmış,mağazalara verememiştik.Epeyde yığılmıştı.Çünki bizim el emeği,göz nuruyla yaptığımız bu sağlam ayakkabılar pahalı olunca,ucuzlara rağbet ediliyordu.Mağazalarda onları tercih ediyorlardı.
Bu durum ise bizleri fazlasıyla düşündürüyor,elimizdeki yaptıklarımızı pazarlıyamıyorduk ki,yenilerini yapalım. Satmamız lazım ki bizde o parayla deri ve kösele alalım,ayakkabı hazırlıyalım! Bu düşünce,sıkıntı ve telaş içerisindeyken,içeriye tanımadığımız bir adam girdi.Belliki doğudan gelen bir vatandaşa benziyordu.Doğuda ayakkabıcılık yapmakta olduğunu,mal almak için buraya geldiğini söyledi. Bizde artık Hızır gözüyle görmeye başladığımız bu adama en uygun bir fiyat söyledik.Adam üstelemeden hepsini alacağını söyledi. Ve adama malları hazırlayarak teslim edip paramızı aldık.Mağazalara vereceğimiz fiyattan daha uygun bir fiyata vermiştik.
Demek ki kul sıkışmayınca Hızır da yetişmiyormuş. Her esnafın hayatında bu ve buna benzer bir çok olaylar mutlaka geçmiş ve yaşanmıştır. Buralarda birkaç gün çalışmasan her şey durur,hayat durur. Büyük şehrin derdi de büyük oluyor,nimeti de büyük oluyor... MEHMET ÖZÇELİK
Dünyaya gelen çocuk ve onu dünyaya getiren anne bir müjde ile haberdar edilmektedir.Doğum müjdesi... Büyük haberlerin ve değerli,kıymetli şeylerin haberi de büyük olur. Dünyaya kâinatın fevkinde olan bir varlık teşrif etmektedir.Bu küçük bir hadise değildir.İnsan ve insanlık başlı başına bir hadisedir.Allah’ın tüm varlıklar namına alakadar olduğu tek ve mümtaz bir varlık olan insanın haberi;bir deprem,savaş,güneş tutulması,meteor taşlarının düşmesi,bir yıldızın dünyamıza çarpması olayı,en büyük bir buluştan daha büyük bir olay ve hadisedir.
Her ölüm de bir doğumdur. Her ölümde meydana gelen sancı,bir doğum sancısıdır. Ölüm ile yeni bir hayatta doğan bir insanın hadisesi de küçük bir hadise,önemsiz bir olay değildir.
Zira ölüm ile girilen kabir,âhiret menzil,durak ve istasyonlarının ilkidir. Doğum ile tanımadığı bir dünyaya gelen insan ağlar.Ölüm ile yeni doğduğu,durumuna göre haberdar olduğu nisbette bir aleme geçen insanın hırıltısı da,çocuğun ağlamaları misalidir.Bu aynı zamanda bir temizlenme ve gusüldür. Berzahlar hep hırıltılıdır.
Dünyada aynı âkibete düçâr olacaktır.Onu hırıltısı ise daha dehşetle vuku bulacaktır. “o dünya olan büyük insan sekerata başlayıp acib bir hırıltı ile ve müdhiş bir savt ile fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”[1] Bu hırıltı ölüm ânında meydana geldiği gibi kabirde de devam edecektir.Öyleki duruma göre bu hırıltı daha dehşetli olarak devam edecektir. Kırşehir’in velilerinden olan Mahzenli Ali efendi-ye,babasını öldükten sonra kabrinde kötü bir durumda birkaç kere gören birisi,bu zatın yanına gelerek,babasının bu durumdan kurtulması için tavsiye istemesi üzerine şöyle der; Babanın kabrine git,ayak ucundan başlamak üzere yedi kere Âyet-el Kürsi-yi oku der.O kişi de bunu yapar ve babasını kabirde o azab ve sıkıntıdan kurtulmuş olarak görür. Bunu anlatan kişi bir hocaya vasiyet ederek kendisine de yapılmasını ister.Aynı durum onda da görülür.
Doğum gibi ölümün de sancısı,sancılı ve acıdır. Kişinin ölüm ânındaki istekleri,doğum ânındaki istekleriyle benzerlik arz etmektedir.Zamanı olmamasına rağmen ölüm ânındaki yaşlı bir akrabamızın gönlü nar istemişti.Kurutmak için kışlık saklamış olan bir öğrencimizden bulmuş ve yetiştirmiştik.Kısa bir süre sonra da vefat etti. Dünyaya gelen çocuk da annesinin memesini aramaya başlar.Bir şeyler yemek arzu eder. Ölüm ile yeni bir hayata geçiş ânındaki istekler,doğum ile yeni bir dünyaya gelen insanın istekleri,doğuşun,farklı bir hayata geçişin istekleridir. Anne karnındaki bir çocuğun dünyaya gelişindeki isteklerinin farklılığı gibi,anne karnı misali olan dünyadan daha geniş bir aleme geçen insanın istekleri de o nisbette arzu edilir. Toprak altında çürüyen bir tohum,çürüp ölmekle yeni bir hayata gözünü açar,hem de daha verimli ve gür olarak...
Ölmeden doğulmaz.Doğmak için ölmek gerek.Nitekim tohumun daha verimli doğmasını sağlamak amacıyla toprağın altına gömer,kışın yağmur,dolu ve karı altında çürütür,yakıcı olan gübre ile yakar,parçalarız.Bütün bu ameliyeler daha bereketli doğmasını sağlamak içindir. İnsan da tıpkı tohum misali.Vücutta ölen hücreler,sperm olarak bir yarışa tabi tutulup milyarlarca sperm içinden başarısı neticesinde seçilir ve anne karnında defnedilir.Defin süresinde üç karanlık devre geçirir.Bunlar;ilk kırk günde sulu bir ortam ve aşama,ikinci kırkta sık ağaçlarla çevrili bir ormanlık arazi,üçüncü kırkta da zifiri karanlık bir tünelden geçirilerek hayata kavuşturulur.Yüz yirmi günden sonra ruh üflenerek ayrı bir doğuşa tabi tutulur.
“Meryem ona (İsa’ya) hamile kaldı.Bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti.-Keşke,dedi,bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!- Altından (İsa yahut Melek) ona şöyle seslendi:-Tasalanma!Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.- -Hurma ağacını kendine doğru sikele di,üzerine olgun taze hurma dökülsün. Ye,iç.Gözün aydın olsun!Eğer insanlardan birini görürsen de ki:Ben,çok merhametli olan Allah’a oruç adadım;artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”[2] Hz.Meryem gibi,Kur’an,iman ve amel bu sancıyı azaltmaktadır.Az sancılı bir doğum ile geçiş sağlanmaktadır. Doğum sancısız olmaz...
"Dünyaya geldiğin zaman, sen ağlarken çevrendekiler gülüyorlardı. Öyle bir hayat sür ki, öldüğünde çevrendekiler ağlarken, sen gülümseyerek ahirete gidesin".N. Kubra (Rahmetullahi Aleyh) Mehmet ÖZÇELİK
[1] Sözler.Bediüzzaman Said Nursi.530. [2] Meryem.22-26.
Ramazanlarda orucunu tutar,diğer zamanlarda olmasa da ramazanda beş vakit namazı ve Cuma namazlarını kaçırmaz.Vatanına milletine sadık bir insandır.Millete yararlı olmaya çalışır.Ahiretine o kadar olmasa da dünya ve çocuklarına yatırımda gayretli bir insandır. Bir gün öğretmen odasındayız.Kendisi de muavin olup arada bir boş olduğunda gelir.Bu seferde gelmişti.Masanın üzerindeki bir sendikanın göndermiş olduğu dergi dikkatini çekti.Ve sayfalarını teker teker çevirip okumaktan ziyade bakmaya başladı. Derginin sonuna gelmişti.Son sayfadaki insanlar dikkatini çekmişti.Bunlar ise o sendikaya mensub olan öğretmenlerin ölüm haberleri idi.Ölümleri normaldi.Zaten o durumda onu pek etkilememişti.Veya öyle görünüyordu.
Ancak birden bire elindeki dergiyi kapatmasıyla ileriye fırlatarak;Bu dergileri bir daha buraya koymayın yav,diyerek heyecanlı ifadesi dikkatimi çekmişti. Ne demek istediğini anlamak üzere tebessümle karışık bir şekilde yüzüne baktım.Yüzü belirtmemeye çalışmakla karışık bir kızarıklık belirtisi içerisinde idi. -Yahu bunlar hep 1957 doğumlularmış,yenilermiş… Dergiye daha önce bende göz atmış,ondan fazla öğretmenlerin resimlerinden anlaşıldığı üzere pek yaşlı kimseler değillerdi. Müdür muavini arkadaşın bu telaşı,kendisinin de 1957 doğumlu olmasındandı. Ben ise sevinmiştim.Arkadaşa dönerek;Hocam desene bizim celbimize daha var.Hem ben 1960 Temmuz doğumluyum.En azından beş altı celbden sonra beni çağırırlar.Daha 60’ların celbine bir zaman daha olduğu için rahat edebilirdim. Ancak firara düşmemek için o zamana kadar acemiliklerimi gidermeli,orada gösterecekleri eğitime yabancı ve yabani olmamalıydım.
Kendisine hazırlıklı olmasını söyleyim,her an celb tezkeresinin gelebileceğini hatırlattım.Ancak gerek kendisinin daha iyi hazırlanmamış,çocukları ve dünya için hazırlıklar içerisinde bulunup,o işlerinin bitmesini beklediğinden zamanın nede çabuk geçtiğinden habersizdi.Artık kendi akranları teket teker celbe çağırılıyordu. Gösterdiği tepkisi hem gerçek hem de bir feryattı. Aynı doğumlular celbe çağrılırken elbette biz atlanamaz veya unutulamazdık. Öğretmenler odasında olan bu olaydan birkaç sonra bir öğretmen arkadaşın daha taziyesine gittik.Oda 57 celblerindendi. Muavin arkadaşın bir ay kadar önce amcası vefat etmiş,taziyesine gitmiştik.Amcasından pek de hayırla bahsedilmiyordu.Şeytan ve şeytan gibi bir insan olarak bahsediliyordu. Kendisi öyle değildi ama acaba kaçak muamelesi görürmüydü? Bu genel kural olmasa bile bazen seferberliklerde çok öncekiler bir daha celbe tabi tutuldukları gibi,daha askerliği gelmemiş olanlarda askere alınabiliyordu.Ancak pek seferberlik aklımıza gelmediği için kendi yaşımızı beklemekteyiz. Bu devre 57 ve öncekiler celb kapsamı içerisindeler. Oh be, daha bizim celbe varmış! Zamanda ne kadar da çabuk geçiyor! Unuttum yahu,siz hangi celbe tabisiniz?Celbinize daha varmı?Kaç doğumlularla beraber gideceksiniz?Hiç arkadaşlarınızdan giden var mı?
Televizyon ve Radyolardan gidenlşeri çok duyuyoruz da,henüz bizim mahalle ve akrabalardan bizim devre gidenler pek olmuyor?Olsa da pek ilgilenmiyoruz veya duymuyoruz.Bazen de bize duyurmuyorlar mı?diyorsunuz… Bizden önceki bir asırda altı milyara yakın insan celbedildi,bu asırda da yıllık bütçede yedi milyar insan düşünülüyormuş…
Bu durumda mutlaka bizde varızdır..tıpkı bizden öncekiler gibi… 58’ler sizde hazırlanın,şube işlemlerini yaptırın,tecil işlemlerin varsa yaptırınız.Bazen paralı askerlik de çıkıyor tıpkı sadakanın belaları defetmesi,ömrü uzaltması gibi… Siz hangi katagoridesiniz?
İyiliğin sonuçta iyilik getireceğine inanan bir insandı.
Kötülüğe karşı yapılan bir iyilik bile,elbette neticesiz kalmaz,er geç iyiliğe vesile olurdu. Atasözünde de ifade edildiği gibi,”İyilik yap denize at,balık bilmezse,Hâlık bilir.” Her gözetenin üzerinde,elbette bir gözeten vardır.İşte bu düşünceyi teyid eden bir olay: -Şantiyenin bir odasında kalıyordu.Durumuda iyi olan bir kimse değildi.Zor kanaat geçinmekte idi.Ancak genede bir takım elbisesi almış,birde yeni bir ayakkabıya sahipti. Şantiyede elbiseyle,ayakkabıyı dolabına koymuş,gerektiğinde giyiyor,onun dışında terlik ve iş elbisesiyle dolaşıyordu. Bir gün odasına girdiğinde pencerenin açık olduğunu,dolapta da elbise ve ayakkabısının olmadığını gördü.
İhtiyacı da vardı.Zaten ihtiyacı olmasa almazdı.Bu da birkaç yılda bir oluyordu.Fakat yinede iyi niyetinden vaz geçmedi ve dedi;Demekki bu eşyalarımı alan adamın benden daha fazla ihtiyacı varmış.İhtiyacı olmasaydı,almazdı.Eğer alan çocuk olsaydı;başka bir şey götürürdü,onuda satardı.Fakat büyük adam elbisesi ve ayakkabısı götürüldüğüne göre,o halde bunu alan da büyük bir kimse idi ve ihtiyaç sahibi idi. Bir gün eşyalarının çalındığını sohbet esnasında arkadaşına söyledi.Oda hemen jandarmaya,polise haber vermesini söyledi.Bu ise böyle bir teklife sıcak bakmadı ve şikayette bulunmadı.İyi niyetini sürdürmeye devam etti. Bir gece vakti,geç vakitte kapı çalındı.Açtığında birden karşısında jandarmayı ve muhtarı gördü.Bir şey anlıyamadığından şaşırdı.Ve sebebini sorduğunda;bir hırsızlık ihbarı olduğunu,davacı olunduğunu söylediler. Kendisi ise böyle bir şikayette bulunmamıştı,demekki arkadaşı gidip onun adına şikayette bulunmuştu. Gelenlere ihbarda bulunmadığını,davacı da olmadığını,öncede ifade ettiği üzere,ihityacı olduğundan almış olacağını söyleyerek kapatmaya çalıştı.Onlar ise bu ifadeye karşı imzada bulunmalarını söyledilerse de onu da imzalamayıp,onları gönderdi. Aradan birkaç gün geçmişti.Bir gün yine şantiyeye geldiğinde elbise ve ayakkabılarının pencereden içeriye atılmış olduğunu gördü.
Arası birkaç gün daha geçmişti ki,çalan kişi bir mahcubiyet içerisinde şöyle bir ikrarda bulunarak,özür diledi: -Benim bir akrabamın düğünü vardı.Giyecek hiçbir şeyimde yoktu.Bu düşünceyle senin elbise ve ayakkabılarını aldım. Ancak daha sonra senin davacı olmadığını ve gelen jandarma ve muhtarı göndererek;elbette bu adamın ihtiyacı varmış ki,götürmüş,sözünden dolayı,geri utancımdan size vermeyip,pencereden içeriye attım. Özür dilerim. Doğruluk doğruluk getirir.Yanlıştan dönmek güzellik getirir. Mehmet ÖZÇELİK
Hac ibadeti zahmet,zorluk,meşakkat ve sabır isteyen bir yolculuk ve ibadettir.Dünyanın farklı yerlerinden,farklı özelliklere ve fıtratlara sahib olan farklı insanların toplandığı farklı bir mekan...
Bütün bu farklılıklar bir noktada toplansa da,hayatı boyunca herkesten farklı olarak bu farklılıkları içerisinde barındıran insanların,bir anda o farklılıkları kesip atması ve terk etmesi elbette güçtür.
Hacca sadece temiz ve arınmış,hayatı ibadetle geçmiş insanlar gelmemekte. Aynı zamanda hayatında her türlü menfiliği yapmış,ömrü günah çirkefi içerisinde geçmiş olan insanların,manevi ameliyat ortamına geldiği,manevi kirlerinin temizlenmesi için kirlerini bıraktığı bir temizlik yeri ve ameliyesidir.
Ümitlerin bittiği yerde ümidin başladı,kapıların kapandığı bir dünyada açık kalan bir kapı,başka gidilecek bir yerin olmadığı gidilen kutsal bir yerdir hac... Aklanma ve pâklanmak amacıyla,hayatını istikametle değerlendirememiş insanların intibaha gelerek son anda da olsa bir teveccüh edip,teveccühe mazhar oldukları umumi kabul yeridir hac...
Orada red yok,kabul vardır.Ümitsizlik yok,ümit vardır.Günah ve kirlilik yok,temizlik ve arınma vardır.Samimi olarak isteyene,isteğinin verildiği bir yerdir.Makamların en ulvi olduğu bir makamdır.İlahi tecellinin ve teveccühün bütün haşmetiyle tezahür ve tecelli ettiği farklı bir yerdir.Farklılaşmak için gidenlerin,farklılıklarını ömür boyu yaşayıp,bulup gördükleri ve de gösterdikleri bir yerdir hac...Ezelden tayin ve tahsis edilmiş,İbrahim peygamber tarafından davetiyenin çıkarıldığı,alemlerin efendisine kucak açıp,O’nu barındırdığı kutsal barınaktır hac...
Allah’ın özel ve güzel misafirleridir oranın sakinleri.Beytullah yani Allah’ın evine özel kabule mazhar olunan bir girizgâh,bir nüzhetgâh,bir seyrangâh,bir temaşâgâh makamıdır. Orada bir tarih var.Dinlerin merkezi,ibadetin mescidi,gönüllerin birliği,dünyanın kıblesi var.Kâinatın merkezi dünya,dünyanın merkezi kâbe olmuştur.
Orada sevgi var,kardeşlik var,dostluk var,iman var,âhiret ve bekâ var ve orada sonsuzluk var...Rasulullah ile insanlığı temsil etmiş,Beytullah’la Allah’ı temsil etmiş,Hacer-ül Esved’le cenneti temsil etmiş,Arafat’la yükselişi temsil etmiş,İhramla temizlik ve arınmayı temsil etmiş,Tavaf ile ibadeti temsil etmiş,Sa’y ile gayreti,azmi,cesareti,yükselişi,çıkışı,kat edilen mesafeleri temsil etmiş,Kin ve nefreti temsil eden şeytanı taşlamakla kötülükten ve kötülük duygularından uzaklaşmayı,hakka yaklaşmayı,hakikata ulaşmayı temsil etmiştir. Kısaca hac zenginliktir.Maddi zenginliğin başlangıcı,Manevi zenginliğin kazanılarak elde edilmesidir.
Hac yanmaktır.Hamlıktan pişmeye,pişmeden yanmaya dönüşmedir.Allah için yanmak,günahları yakmaktır.Yanmayan,yakamaz. Hac bir arzu,bir sevinç,bir coşku,bir kavuşmadır.
Hac bir berzahtır.Hac bir yolculuktur.Anne karnından bu dünyaya gelen bir insanın aştığı bir aşama gibi,hac’da bir aşama,uzun hayat yolculuğunda bir devre ve yolculuktur. Hac başlı başına bir alemdir.Dünya alemi,misal alemi,rüya alemi,cinler ve melekler alemi gibi...
İşte böyle bir aleme seyahat edenlerden biride Ferzende diğer adıyla Ferzo... Sende mi Bürütüs dedirecek kabilden...
Ferzo her türlü günahı işlemiş,65 yaşına gelinceye kadar günahın her çeşidinden haberdar olan bir kimse...
Tevbe kapısı kapanmadığı,sonsuz rahmet tükenmediği için rahmetten ümidini kesmeyen Ferzo hacca niyet eder. Buna ne derseniz deyin!İster artık eski arkadaşları yaşlandığı için kabul etmiyor,hanımından yüz bulmuyor,eve gelen misafirlerden evde kalamıyor,bu yaşında kahveye gidip tıfıl çocuklarla oynamak yaşına başına yakışmıyor,geriye de camiyle hac kalıyor,diyebilirsiniz!Ancak işin iç yüzünü biz bilemediğimizden,işi ilahi iradeye bırakıyoruz.
Hac günü gelip çatmış,Ferzo otobüse binmiş,yolculuk devam ediyor. Ancak hayret edilecek bir husus;Ferzo hüngür hüngür ağlamakta.Niye ağlıyor?Hizmette kusur mu edildi,bir yerinden mi rahatsız,bir sıkıntısı mı var?
Bu meçhulü çözmek üzere hac organizesini yapan zat yanına yaklaşıp sebebleri sıralıyor.Ancak hiç birisi de değil. Ancak onu ağlatan sebeb nedir? Bunun bir an evvel tesbit edilip halledilmesi gerektir.Israr neticesinde Ferzo başlar gerçeği anlatmaya; Ben günahkâr bir insanım.Hayatım boyunca Allah’ın dediklerinin hep tersini yaptım.Günah çamuruna battım.Sürekli şeytanla arkadaşlık yaptım.Adeta ondan ayrılmadım.
Oraya varıp hac görevlerimi yaparken Şeytanı da taşlayacağım. Peki,şeytan bana demiyecek mi;Sende mi Ferzo!Biz seninle şimdiye kadar hep beraber değil miydik?Bunca yıllık arkadaşlığımız var,şimdiye kadar hiç birbirimizi taşladık mı?Hep birbirimize iltifat yağdırdık,alkışladık..şimdi ise bu taşlaman sana yakıştı mı? Sende mi Ferzo... Sende mi Bürütüs.. Mehmet ÖZÇELİK
Mükmmel konular. Konulardaki mesajlar çoooooooooooook önemli. İlk konuyu 2 defa okudum. Gerçekten ibret veren bir olay. Allah ac razı olsun. Çook güzeldi. Eyvallah üstad...