Helâketin Yalan Kapısı
Toplum hayatını ayakta tutan direklerden biri de itimattır, güvendir. İnsansız bir dünyayı düşünmek mümkün olmayacağına göre, insanlar, dünyadaki hayatlarında aralarındaki dengeyi gayet sağlam tutmalıdırlar.
Her şey kanunla, inzibatî tedbirle intizama girmiyor. Din faktörü burada hemen öne çıkıyor; hayatlara bir nizam, bir intizam veriyor. Bu değerler perspektifinden bakınca, insanlar birbirine inanıyor, güveniyor; itimat ediyor. En azından, hüsnüniyet besliyor; uzak-yakın her insandan emin olmak istiyor.
Tâ ki, araya yalan girinceye kadar!
Yalan işin içine girince, dengeler sarsılıyor; depreme maruz kalıyor âdeta. Çünkü yalan, aldatmak, kandırmak, gerçeği gizlemek, doğru beyanda bulunmamak; insanların güven duygusunu istismar etmek ve doğru bilgi alma hürriyetini engellemek mânâsındaki asılsız söz yığınıdır. İman eden insanlar; hele ki, takva sahibi olanlar asla yalan söylemez. Onlar bilirler ki, “İman ile yalan bir araya gelemez.”
Mücemmi’ bin Yahya’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (asm) şöyle buyurmaktadır: “Sonunda helâket olacağını bilseniz bile doğrunun peşini bırakmayın. Çünkü gerçek kurtuluş ondadır. Kurtuluş görseniz bile yalandan da sakının. Çünkü gerçek helâket ondadır.”
Her şeyden önce, yalan, söyleyen kişiyi güvenilir, itimat edilir olmaktan uzaklaştırıp, toplum içindeki ya da muhatap olduğu insanlar nazarındaki itibarını gideriyor. Hiçbir yalancı, kimseyi uzun zaman aldatamaz, çok geçmeden yalanı ve yalancılığı ortaya çıkar. Yani, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
Yalan ya kasten söylenir, ya da, dolaylı olarak yalancı konumuna düşülür. Kişi, her işittiğini doğrulamadan, doğruluğundan emin olmadan başkasına anlatmamalıdır. İşittiği doğru değilse veya ağızdan ağza geçerken değişikliğe uğramışsa, bu, kendinin uydurduğu bir yalan sanılır. Dolayısıyla, zan altında kalınır.
Yalanın şakası olmaz! Hiçbir yalan masum değildir. Arkasında mutlaka bir hasâret, mutlaka bir ihanet, mutlaka bir felâket kokusu söz konusudur.
Aile ortamında, iş ortamında, toplum hayatında, ticaret hayatında; her nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun küçük bir kusuru, küçük bir ayıbı gizlemek için söylenen küçük bir yalan, neticesi itibariyle büyüktür. Çünkü fark edildiği an, küçük bir kusuru gizlemek için küçük bir yalana tenezzül eden kimse küçülür, kişiliği alçalır. Bunun telâfisi de zor olur. Yalanın küçüğü büyüğü olmadığı gibi, yalanı söyleyenin de küçüğü büyüğü olmaz. Küçük yaşta müsamaha gösterilir, önüne geçilmezse o kimsenin hayatında kambur olur, ebedî.
Çünkü, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Yalan, yalana mukaddime (başlangıç) olduğu için…” arkasından başka yalanlar gelir. Bir düşünür, yalanın karakterini şöyle tarif ediyor: “Yalan kadar hiçbir hayvan velûd (doğurgan) değildir; bir yalan en aşağı on yalan doğurur.”
Buyurun! Yalanın şakası olmaz dedik ya: Arkadaş meclisinde, sohbet ortamında asılsız senaryolarla hikâye nakletmek ve onları eğlendirmek maksadıyla yalana dayalı muziplik yapmak, doğru değildir. Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde: “İnsanları güldürmek için yalan konuşan kimseye yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun” buyurarak tepkisini belirtmiştir.
Sözün özü: “Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”
İnşaallah.
(SaidNursi.de - Bediüzzaman Said Nursi - Risale-i Nur, 2011)