Düşündüren Sözler

harekat

Özel Üye
Ey Para Ruhumu Batırma !

Para ile imtihan olmak zordur. Onunla imtihan olup kazanmak da büyük bir babayiğitliktir. Bu konuya parmak basan Hz. Ömer bir keresinde şöyle demiştir: “Kişinin namazda inleyip durması sizi aldatmasın! Siz onun parasını nasıl değerlendirdiğine, parasıyla olan imtihanına bakın
Benzeri bir gerçeğe işaret eden şu hadiseyi de nakledelim: Yunan filozof ve ahlakçısı Sokrat’ın hayranı olan zengin bir tüccar, bütün serveti olan bir çuval altını bu filozofa bağışlamıştı. Sokrat da tüccarın ölümünden sonra, onun vasiyeti gereği bir çuval altını almıştı. Ama bu bir çuval altını bir kayığa yükletip, denizin ortasına teker teker atmıştı. Atarken de ağzından şu hikmetli sözler dökülüyordu: “Ey para! İşte seni batırıyorum ki, benim ruhumu batırmayasın
 

harekat

Özel Üye








Geminin İçinde Olun

Ahirette ne ile kurtulacağımız belli değildir Bu açıdan bakıldığında en küçük bir ibadeti bile ihmal etmememiz gerektiği açıktır Ama şu da unutulmamalıdır ki Allah’ın rahmeti çok engindir Sultânu’ş–Şuarâ Necip Fazıl Kısakürek’in, yürekten bağlı olduğu Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazretleri’ne; “Efendim! Ben kurtulacak mıyım?” diye sorması üzerine Arvasî Hazretleri: “Bir gemi giderken, paspas da içinde gider Yeter ki o geminin içinde ol Necip!” diye cevap vermiştir. İnsan korku ile ümit arasındaki dengeyi çok iyi tutunca geminin içinde gerçekten yerini almış olacaktır.


 

harekat

Özel Üye
Kuşku Düştü İçime

Başarılı avukat mahkeme sonunda beraat eden müvekkiline dönüp şöyle demiş: Artık duruşmalar bitti, bana doğruyu söyleyebilirsin. Gerçekten o parayı zimmetine geçirdin mi?
Adam: Vallahi. Ben geçirdiğimi zannediyordum ama savunmanızdan sonra içime ciddi bir kuşku düştü doğrusu!
 

harekat

Özel Üye
Helâketin Yalan Kapısı

Toplum hayatını ayakta tutan direklerden biri de itimattır, güvendir. İnsansız bir dünyayı düşünmek mümkün olmayacağına göre, insanlar, dünyadaki hayatlarında aralarındaki dengeyi gayet sağlam tutmalıdırlar.
Her şey kanunla, inzibatî tedbirle intizama girmiyor. Din faktörü burada hemen öne çıkıyor; hayatlara bir nizam, bir intizam veriyor. Bu değerler perspektifinden bakınca, insanlar birbirine inanıyor, güveniyor; itimat ediyor. En azından, hüsnüniyet besliyor; uzak-yakın her insandan emin olmak istiyor.
Tâ ki, araya yalan girinceye kadar!
Yalan işin içine girince, dengeler sarsılıyor; depreme maruz kalıyor âdeta. Çünkü yalan, aldatmak, kandırmak, gerçeği gizlemek, doğru beyanda bulunmamak; insanların güven duygusunu istismar etmek ve doğru bilgi alma hürriyetini engellemek mânâsındaki asılsız söz yığınıdır. İman eden insanlar; hele ki, takva sahibi olanlar asla yalan söylemez. Onlar bilirler ki, “İman ile yalan bir araya gelemez.”
Mücemmi’ bin Yahya’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (asm) şöyle buyurmaktadır: “Sonunda helâket olacağını bilseniz bile doğrunun peşini bırakmayın. Çünkü gerçek kurtuluş ondadır. Kurtuluş görseniz bile yalandan da sakının. Çünkü gerçek helâket ondadır.”
Her şeyden önce, yalan, söyleyen kişiyi güvenilir, itimat edilir olmaktan uzaklaştırıp, toplum içindeki ya da muhatap olduğu insanlar nazarındaki itibarını gideriyor. Hiçbir yalancı, kimseyi uzun zaman aldatamaz, çok geçmeden yalanı ve yalancılığı ortaya çıkar. Yani, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
Yalan ya kasten söylenir, ya da, dolaylı olarak yalancı konumuna düşülür. Kişi, her işittiğini doğrulamadan, doğruluğundan emin olmadan başkasına anlatmamalıdır. İşittiği doğru değilse veya ağızdan ağza geçerken değişikliğe uğramışsa, bu, kendinin uydurduğu bir yalan sanılır. Dolayısıyla, zan altında kalınır.
Yalanın şakası olmaz! Hiçbir yalan masum değildir. Arkasında mutlaka bir hasâret, mutlaka bir ihanet, mutlaka bir felâket kokusu söz konusudur.
Aile ortamında, iş ortamında, toplum hayatında, ticaret hayatında; her nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun küçük bir kusuru, küçük bir ayıbı gizlemek için söylenen küçük bir yalan, neticesi itibariyle büyüktür. Çünkü fark edildiği an, küçük bir kusuru gizlemek için küçük bir yalana tenezzül eden kimse küçülür, kişiliği alçalır. Bunun telâfisi de zor olur. Yalanın küçüğü büyüğü olmadığı gibi, yalanı söyleyenin de küçüğü büyüğü olmaz. Küçük yaşta müsamaha gösterilir, önüne geçilmezse o kimsenin hayatında kambur olur, ebedî.
Çünkü, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Yalan, yalana mukaddime (başlangıç) olduğu için…” arkasından başka yalanlar gelir. Bir düşünür, yalanın karakterini şöyle tarif ediyor: “Yalan kadar hiçbir hayvan velûd (doğurgan) değildir; bir yalan en aşağı on yalan doğurur.”
Buyurun! Yalanın şakası olmaz dedik ya: Arkadaş meclisinde, sohbet ortamında asılsız senaryolarla hikâye nakletmek ve onları eğlendirmek maksadıyla yalana dayalı muziplik yapmak, doğru değildir. Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde: “İnsanları güldürmek için yalan konuşan kimseye yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun” buyurarak tepkisini belirtmiştir.
Sözün özü: “Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”
İnşaallah.

(SaidNursi.de - Bediüzzaman Said Nursi - Risale-i Nur, 2011)
 

harekat

Özel Üye

İslam Ruhuna Aykırı Davranan Uyarılmalı

İslam’ın ruhuna aykırı davranan kişiyi eleştirdiğimizde sanki İslam zarar görecekmiş gibi düşünmek hiç doğru değil. Bilakis İslam’ı ve samimi Müslümanları bu tür insanların hegemonyasından kurtarmak lazım.
Bizler dini algılarken İslam’ın beş şartı olarak ifade ettiğimiz ibadetlerine yoğunlaştık. İyi Müslüman tabirini beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, Hacc’a giden, zekâtını veren Müslüman için kullandık. Hep bu pencereden baktık. İbadetler elbette son derece önemlidir. İmanı pekiştiren, güzel ahlakı rayına oturtan ibadettir. Secdesiz Müslüman kanadı kırık bir kuş gibidir. Manevi alanda özgür değildir, Rabbi katında sorumludur. Oruç böyle, Hac böyle. Diğer ibadetler böyle. Günahkâr veya eksik Müslümanı tanımlarken de aynı genellemeyi yaptık. İçki içiyorsa, kumar oynuyorsa günahkâr Müslüman, fasık adam olarak tanımladık. Bu tanımlama da yanlış değildir. Yanlış değildir ama eksiktir. Çünkü Hz. Peygamber (sav), “İslam güzel ahlaktır” buyuruyor.
GERÇEK MÜFLİS KİMDİR?
İslam, insani ilişkileri, merhamet duygularını, vicdani tavırları ön plana çıkarmaktır. İşte bizler bu noktada eksik tanım yaptık. Namaz kılmasına rağmen başkasını aldatan kişiyi eleştirmede, Hac’ca gitse de komşu hakkına dikkat etmeyen Müslümanı teraziye koymada cimri davrandık. Zamanla bunun faturasını bütün Müslümanlar ödemek zorunda kaldılar. Bugün de böyle değil mi? Ticari hayatında, diğer uygulamalarda İslam’ın ruhuna aykırı davranan kişiyi kim olursa olsun, kıyasıya eleştirmek, çizgiye getirmek için uyarmak noktasında cimri davranmadık mı? Böyle birini eleştirdiğimizde sanki İslam zarar görecekmiş gibi düşündük. Hayır, bu hiç doğru değildir. Bilakis İslam’ı ve samimi Müslümanları bu tür insanların hegemonyasından kurtarmak lazımdır. Aslında anlatmaya çalıştığım bu hassas çizgiyi Hz. Peygamber (sav) bir çırpıda özetlemiştir. İsterseniz O’nun mübarek sözlerini beraberce okuyalım:
Efendimiz (sav) bir gün ashabına sordular: ‘Müflis kimdir, biliyor musunuz?‘ Peygamberimizin (sav) arkadaşları, ‘Bize göre müflis parası ve malı kalmamış insandır‘ cevabını verdiler. Hz. Peygamber (sav) bu tanıma, daha doğrusu ticari olan bu kavrama ahlaki bir boyut getirip, şöyle buyurdu: ‘Benim ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyamet gününe gelir. Namazı, orucu ve zekâtı gibi ibadetleri vardır. Bunları yapmıştır. Ama dünyada iken kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin haksız yere malını yemiş, kiminin kanını dökmüştür. Kimini de dövmüştür. Bundan dolayı da onun sevaplarından bir kısmı sana, bir kısmı da diğerine verilir. Üzerinde hakkı olan kişilere dağıtılır. Eğer kul hakları ödenmeden sevapları tükenirse, bu sefer alacaklı kimselerin günahlarından alınıp, bu kişinin üzerine yüklenir. Sonra kendisi de cehenneme yönlendirilir. İşte gerçek müflis budur.” (Müslim)
 

harekat

Özel Üye
Haram Mal Bir Getirir Üç Götürür

Mevlânâ Hazretleri ambarın içinde fareler varken buğday toplamanın gülünç olacağını söyler. Temelinde kötü niyet, yanlış yol bulunan biriktirmeler hayırla sonuçlanmaz. Ehl-i insaf insan kazancına dikkat eder. “Nereden gelirse gelsin, yeter ki gelsin!” demez. Helal kazanmak için kılı kırk yarar. O hassas insanların toprağına da bereket yağar.
Mevlânâ Hazretleri, “Önce fareyi def et sonra buğday topla” buyurur. Fareler ambarın içine kadar girmişse buğday toplamak gülünçtür. Bundandır ki her biriktirme artmayı sağlamaz. Temelinde kötü niyet, yanlış yol bulunan biriktirmeler hayırla sonuçlanmaz.
Ehl-i insaf, nereden nasıl gelirse gelsin, yeter ki gelsin, demez. Gelecekse hayırla, güzellikle gelsin, der.
Haram mal bir getirir, üç götürür.
Gafil adam bilmez ki şu ambarına doldurup durdukları bereketsizlik sebebidir. Üstelik var olan iyiliklerini de tüketip gider. Sanır ki bir + üç + beş = dokuz eder. Bilmez ki buz, ateşi görünce eriyip gider.
Behlül Dana Hazretleri, Harun Reşit’ten bir görev ister. Harun Reşit, ona çarşı-pazar ağalığını (denetimini) verir.
Behlül, hemen işe koyulur. İlk önce bir fırını denetler. Ekmekleri tartar, bütün ekmeklerin gramajı eksik çıkar.
Fırın sahibine sorar: “Durumun nasıl, geçinebiliyor musun?”
Fırıncı, bir dokun, bin ah işit, cinsinden. Sıkıntılarını anlatmaya başlar, bir türlü geçinemiyor, iki yakası bir araya gelmiyormuş.
Behlül bir şey demeden fırından ayrılır. Bir başka fırına geçer. Orada da ekmekleri tartar, bütün ekmeklerin gramajı ya tamam ya da bir miktar fazla. Fırıncıya sorar, “Geçimin nasıl, hâlinden memnun musun?”
Hamd olsun her şey yolunda, der fırıncı. Güzel güzel geçinip gidiyoruz.
Behlül başka bir yere uğramadan Harun Reşit’e gider ve ondan yeni bir görev ister.
Padişah, “Ne çabuk bıktın verdiğimiz görevden.” diye sorar.
Behlül izah eder: Efendim, çarşı pazar kendi ağalığını kurmuş, herkes kendi yolunu kendisi seçmiş, seçtiği yola göre de cezasını, mükâfatını görüyor. Bana ihtiyaç kalmamış.
KAZANIYOR GÖZÜKENLER ALDANIYOR OLMASIN!
Ağalık çarşı pazarı tutmuş, herkes kendine bir kural koymuş, şeytanı bile atlatan hile yolları bulmuş, garipleri masumları aldatan tuzaklar kurmuş.
Varsın öyle olsun. Kazanıyor gözükenler günlük, mevsimlik sermayeleriyle övünüp sevinsinler.
Lakin, bütün hileleri, tuzakları, haksızlıkları gören, bilen biri vardır. Bütün yanlış birikimleri tepetaklak edecek bir güç, bir sonsuz âdil vardır.
Ya bu baş aşağı düşüşleri, devasa iflasları ne sanırsınız? Her şeyi helal yoldan kazanmak için kılı kırk yaran hassas yürekler de kendilerine salim bir yol tutturmuş giderler. Böyle hassas insanların toprağından bereketi çağıran bulutlar hiç eksik olmaz.
 

harekat

Özel Üye
Dört Temel Ölçü

Bir İslâm bilgini kırk kitap kadar ilim ve hikmet toplamış, sonra bunlardan kendisi için dört prensip seçerek kurtuluşun bu dört prensipte olduğunu görmüş ve hayatına bu dört prensibi uygulamıştır. Bu dört prensip şunlardır:
  • Allah’tan başkasına güvenme!
  • Sırrını hiç kimseye söyleme!
  • Allah’ın sana verdikleri ile övünme!
  • İlim ve akıl yolundan ayrılma!
 

harekat

Özel Üye
Tekemmül


İnsanın vazîfe-i fıtriyesi (yaratılış vazîfesi) taallümle (öğrenerek) tekemmüldür (mükemmelleşmektir), duâ ile ubûdiyettir (kulluktur). Yani:
  • Kimin merhametiyle böyle hakîmâne (hikmetle) idâre olunuyorum?
  • Kimin keremiyle (lütfuyla) böyle müşfikāne (şefkatlice) terbiye olunuyorum?
  • Nasıl bir lütufla böyle nâzenînâne (nazlı nazlı) besleniyorum ve idâre ediliyorum?
bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetiştiği hâcâtına (ihtiyaçlarına) dâir, Kâdıyü’l-hâcât’a (ihtiyaçları gideren Allah’a) lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve duâ etmektir. Yani aczin fakrın cenahlarıyla (kanatlarıyla) makām-ı a‘lâ-yı ubûdiyete (kulluğun en yüce mertebelerine) uçmaktır. Demek insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek (mükemmelleşmek) için gelmiştir.


(Said Nursi)
 

harekat

Özel Üye
Şeriat, Tarikat ve Hakikat

Benimki benim seninki de senin, bu şeriattır.
Seninki senin, benimki de senin, bu tarikattır.
Ne benimki benim, ne seninki senin, bu da hakikattir.

(Necip Fazıl Kısakürek)
 
Üst Alt