TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Fırat Kalkanı Harekâtı’nın merkezi haline gelen El Bab’da Türk askeri ile Özgür Suriye Ordusu savaşçılarının operasyonları sürüyor.
Türkiye, terör örgütü DEAŞ ve PKK/PYD’yi Suriye’nin kuzeyinden temizlemek için 24 Ağustos’ta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) desteğinde ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) öncülüğünde Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı.
Harekât kapsamında 90 kilometrelik Azez ile Cerablus hattını ele geçiren birlikler, Rakka’ya açılan 35 kilometre derinliğindeki Halep kentine bağlı El Bab kasabasına yöneldi. Harekâtta, binbir güçlükle karşı karşıya kalan ve hepsini aşan Mehmetçik, 139 günü geride bıraktı.
Bu yazı dizisinde El Bab’da Türkiye’nin güvenliği için terör örgütü DEAŞ’a karşı cansiperane mücadele eden kahramanların hikâyelerini okuyacaksınız...
Benim adım Metin... Gerçek adım değil tabii. Özel Kuvvetler’denim, astsubayım. Daha önce de kâh Güneydoğu’daydım, kâh Irak’ın kuzeyinde...
Meskun mahal çatışmalarına da katıldım, dağlarda yapılan terör operasyonlarına da. Meskun mahal çatışmalarında Sur’daydım. Hakkâri’nin dağlarında;
İkiyakalar’da, Buzul Dağı’nda, Oramar’da da vardım. Hani’nin, Lice’nin, Dicle’nin yayvan yamaçlarında da... Şimdi de buradayım, Bab’dayım.
Kürşat benim badim. Kürşat da onun kod adı. Yıllardır beraberiz. Birbirimizi kokumuzdan tanırız. Yediğimiz içtiğimiz attığımız ayrı gitmez, yan yana sırt sırta yaşar, çatışır, ölümüm üstüne giderek ölümden kaçar dururuz. Biz Özel Harpçi iki astsubayız. İşte bizim bu hikâyemiz böyle başladı. Zaten hep böyle başlardı.
Emri alır, brifingi yapar, hazırlanır, göreve çıkarız. Aralık ayındayız. 30 Kasım’da Bab’ın hemen yakınlarında bir ileri harekât üssü oluşturmuş durumdayız.
Komandolarla birlikteyiz.
Yanımızda Özgür Suriye Ordusu’ndan savaşçılar da var. Kimi zaman onlarla göreve çıkıyoruz, kimi zaman komandolarla, kimi zaman da hep beraber. Artık toplanıyoruz. Harita üzerinden ders çalışıyoruz. Muharebe istihbaratı bize DEAŞ’lı teröristlerin gittiğimiz yerde yoğun yuvalandığını söylüyor. Hoş, zaten biz de onun için gidiyoruz.
Asıl maksat ‘Keşif’ olsa da, aslında biz burada ‘Cebri Keşif’ yapacağız. Yani ateşle, kendimizi yem yapa yapa yuvalarını deşifre edeceğiz. Böylece hem kendimiz çatışacak, hem de top, havan ve uçakların hedeflerini işaretleyeceğiz. Üstüne bir de özel operasyonlar için hedef belirleyeceğiz.
Bizim bu operasyonda bir diğer görevimiz de, komandolarla bizim, yani Özel Kuvvetler’in irtibatını sağlamak. Çünkü bu alanlarda bizimkiler hem doğrusal hem kapalı operasyon yapıyorlar.
Gece Vakah Köyü’ne sızacağız. Hava karardıktan birkaç saat sonra başlıyoruz. Bu görevlerde çok yiyecek almayız. Sadece su, silah ve mühimmat. Hem de bolca mühimmat. Çünkü bu tür görevlerde üzerimizde ne varsa onunla savaşırız. Bir de soğuktan koruyan giysilere ihtiyacımız olur. Şimdiki adımız 4’üncü özel görev kuvveti.
40 kişi kadarız. Vakah Köyü’ne sızacak, sonra işimizi yapacağız. 30 Kasım’ı 1 Aralık’a bağlayan bütün gece boyunca yürüdük. Her tarafın mayın, bubi tuzak patlayıcı olduğunu biliyoruz. En ummadığın yerde bir tuzak bir patlayıcı karşına çıkabiliyor. Patlayıveriyorsun. Sonrası malum...
DEAŞ, bizi bozmaya oyalamaya geciktirmeye durdurmaya çalışıyor. Oysa bizim önceliğimiz onlar, onların canlı kanlı hareketli hedefleri. Tabii böyle olunca, ortaya devasa bir mayın ve patlayıcı tarlasının içinde yaşayıp durmak, üstüne de savaşmak kalıyor.
Gece biz binanın üst katındaki bir odadan gözetleme ve dinleme yaparken, komandolar da çiftliğin içindeki diğer binalara ve etrafına dağıldılar. Bir komando kolu da oynak pusuya çıktı. Devriye gibi... Oynak pusudaki bu komandolar gece dörtten sonra döndüler. Onlar artık biraz uyuyacaklar, sonra onlar için de günün bir başka hengamesi başlayacak.
Yorgunluğun, uykusuzluğun, gece soğuğunun, hareketsizliğin neden olduğu hamlığın ve günlerdir süren görevin verdiği bedbinliğin ve gerginliğin ağırlığında, bataryalar bir elimde, öbür elimde tüfeğim ağır ağır yürüyorum.
Sabahın bu kirli aydınlığında bir motor sesi duyuyorum. Apansız alarm zillerim çalıyor. Birden irkiliyorum. “Bir zırhlının sesi bu!” Boğuk uğultulu gürültülü ve güçlü! Tırtıllı paletli bir şey! Sadece bağırdım ve koştum. Biliyordum! Bu bir bombalı araçtı. Artık bir tek derdim var.
Komandoların yattığı yere ulaşıp, onları uyarmak istiyordum. Onların dağılmalarını, yayılmalarını sağlamalıyım. Yorgunluktan derin bir uykuda olduklarını biliyorum. Bir roket patlıyor bu ara. Nöbetteki komandolardan biri, elindeki RPG’yle zırhlıya ateş ediyor.
Ama çarpmanın patlaması duyulmuyor. Sekiyor belli ki, tanksavar roketinin mermisi, patlamıyor! Kahrediyorum ve bu kısacık zaman aralığında 5, bilemedin 10-15 saniye sonra komandoların yanına ulaşıyorum.
Artık kapının eşiğindeyim, binanın içine doğru koşuma devam ederken, avazım çıktığı kadar, delicesine bağırıyorum. “Bombalı araç! Tam siper, tam siper!” Bir yandan da durmadan telsizi mandallıyorum. “Ateş edin, ateş edin. Durdurun şu aracı, ne olursa.” Aracın sesini, uğultusunu şimdi daha yakın duyuyorum.
Sonra hiçbir şey duymamaya başlıyorum. Savruluyor bedenim ve sadece, bir an bir şey görüyorum. Devasa bir alev topu, apansız açılıyor önce, sonra birdenbire kapanıveriyor ve kapkara, ama kapkara bir duman ürümeye başlıyor. Bu sırada havaya uçuyor ve yere çakılıyorum.
Ortalığı devasa bir toz ve duman bulutu kaplamaya başlıyor. Yayılıyor, yoğunlaşıyor, ağırlaşıyor, her tarafı ve her birimizi sarıyor. Bu arada bedenimi kontrol etmeye çalışıyorum. Kopanım, parçalarım var mı, bir de ona bakıyorum ve durmadan öksürüyorum. Kendimi boğulacakmış gibi hissediyorum.
Tüfeğim? Tüfeğim, silahım nerede? Oracıkta görüyorum silahımı. Şimdi tek bacağımla ite ite, tek kolumla çeke çeke sürünüyorum. Bu gayretimle tüfeğime yakınlaşıyorum ve askı kayışından tutup onu kendime çekiyorum ve ona bir baston gibi yaslanarak ayağa kalkmaya çalışıyorum. Gözüm ellerime takılıyor. Kanıyor ellerim, küçük küçük parmaklarımdan kan çıkıyor.
Badime, Kürşat’a ulaşmaya çalışıyorum. Daha bir kendimi toplamış, aklı başına gelmiş, Kürşat’ın olduğu binaya doğru sürükleniyorum. Bu sırada silah sesleri uğulduyor. Bizden, onlardan, bir yerlerden durmadan silah sesleri geliyor. Son bir gayret, son bir gayret daha, sonunda Kürşat’a ulaşıyorum.
- “Kardeşim! Kardeşim nasılsın?”
- “İyiyim abi, iyiyim. Sen nasılsın?”
- İyi miyim, bilmiyorum. Ve artık mücadeleme, mücadelemize sarılıyorum.
“Termobarikler nerede Kürşat?”, “Ben onları halletmezsem, onlar gibi olayım.” Bu arada termobarik bir bombayı, M-203’ümün lançerine sokup, tetiğe asılıyorum.
Nişan aldığım yere uçup gidiyor termobarik, patlayan bombalı zırhlının oralarda, teröristlerin geldiği taraflarda patlıyor. Artık hem komandolar, hem biz çalışıyoruz. Anlara dakikalara sığan sert ve yoğun bir mücadele yaşıyoruz. Sonra! Sonra bir motor sesi daha duyulmaya başlıyor. Diğeri gibi ama daha farklı.
Daha farklı bir araç bu. Bir ikincisi geliyor! Birinci patlamayla açılan gedikten ikinciyi sokacaklar! Telsizden, askere bağırıyor. Ben bağırıyorum, Kürşat bağırıyor.
Komandolarımızdan birkaçı bağırıyor. Kürşat, “Mevzi değiştirelim” diyor.
Kürşat’ı, o dağ gibi silah arkadaşımı anlatacağım. Kürşat’ın neden öyle bakıp kaldığını, orada, oracıkta nasıl yaralandığını anlatacağım. Kendisini el bombası patlatarak geberten terörist, patlattığı el bombasıyla Kürşat’ı da yaraladı. Ayakta öylece bakakalan Kürşat, işte o yüzden öyle duruyor.
Sonra birden artık ayakta duramıyor, düşüyor oracığa. Koşuyorum, bir iki adımla... Elinden ağır ağır süzülen akan kana ve sağ bacağında hemencecik büyüyen kan lekesine bakakalıyorum. Bıçağımla kamuflajlı pantolonunu yırtıyorum. Yırttığım o pantolonla hem tampon hem turnike yapıyorum. Elini de yarım yamalak sarmaya çalışıyorum.
İşte bütün bu uğraştan sonra artık her şey kesiliyor, her şey bitiyor. Ve artık her şey, hep birlikte, hep beraber yıkılmayan yıkılamayacak onurumuzla sona eriyor. Az biraz sonra diğer üs bölgelerinden takviyeye gelen arkadaşlarımız yetişiyor. Kürşat dahil, yaralarından kan damlayan 13 gazimizi tahliye ediyoruz.
Bab yakınlarında giriştiğimiz Vakah Köyü çatışmasında tekfiri teröristlerin ikisi bomba yüklü “Üç zırhlı ve/veya zırhlandırılmış araçla” cüret ettikleri bu uğursuz saldırının bilançosunu, bütün alanı temizledikten sonra rapor ettik.
Saldırıyı gerçekleştiren 21 teröristin tamamı öldürüldü. Kod adı Kürşat olan askerimiz Selçuk Erdoğan ise 6 Ocak 2017 tarihinde şehit oldu. (Not: Bab Vakah Köyü’nde yaşanan bu çatışma, yaşayanların anlattıklarından derlenerek yazılmıştır. Tamamıyla gerçek ama eksiktir. Yaşanan destanın sadece ulaşılabilen bir parçasıdır. Gaziler anlatmıştır. Sağlamlar hâlâ Bab’da, milletin onuru için savaşmaktadır.)
Türkiye, terör örgütü DEAŞ ve PKK/PYD’yi Suriye’nin kuzeyinden temizlemek için 24 Ağustos’ta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) desteğinde ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) öncülüğünde Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı.
Harekât kapsamında 90 kilometrelik Azez ile Cerablus hattını ele geçiren birlikler, Rakka’ya açılan 35 kilometre derinliğindeki Halep kentine bağlı El Bab kasabasına yöneldi. Harekâtta, binbir güçlükle karşı karşıya kalan ve hepsini aşan Mehmetçik, 139 günü geride bıraktı.
Bu yazı dizisinde El Bab’da Türkiye’nin güvenliği için terör örgütü DEAŞ’a karşı cansiperane mücadele eden kahramanların hikâyelerini okuyacaksınız...
7 ARALIK 2016, VAKAH KÖYÜ
Benim adım Metin... Gerçek adım değil tabii. Özel Kuvvetler’denim, astsubayım. Daha önce de kâh Güneydoğu’daydım, kâh Irak’ın kuzeyinde...
Meskun mahal çatışmalarına da katıldım, dağlarda yapılan terör operasyonlarına da. Meskun mahal çatışmalarında Sur’daydım. Hakkâri’nin dağlarında;
İkiyakalar’da, Buzul Dağı’nda, Oramar’da da vardım. Hani’nin, Lice’nin, Dicle’nin yayvan yamaçlarında da... Şimdi de buradayım, Bab’dayım.
"KÜRŞAT'LA BİRBİRİMİZİ KOKUMUZDAN TANIRIZ"
Kürşat benim badim. Kürşat da onun kod adı. Yıllardır beraberiz. Birbirimizi kokumuzdan tanırız. Yediğimiz içtiğimiz attığımız ayrı gitmez, yan yana sırt sırta yaşar, çatışır, ölümüm üstüne giderek ölümden kaçar dururuz. Biz Özel Harpçi iki astsubayız. İşte bizim bu hikâyemiz böyle başladı. Zaten hep böyle başlardı.
Emri alır, brifingi yapar, hazırlanır, göreve çıkarız. Aralık ayındayız. 30 Kasım’da Bab’ın hemen yakınlarında bir ileri harekât üssü oluşturmuş durumdayız.
Komandolarla birlikteyiz.
Yanımızda Özgür Suriye Ordusu’ndan savaşçılar da var. Kimi zaman onlarla göreve çıkıyoruz, kimi zaman komandolarla, kimi zaman da hep beraber. Artık toplanıyoruz. Harita üzerinden ders çalışıyoruz. Muharebe istihbaratı bize DEAŞ’lı teröristlerin gittiğimiz yerde yoğun yuvalandığını söylüyor. Hoş, zaten biz de onun için gidiyoruz.
"KENDİMİZİ YEM YAPA YAPA YUVALARINI DEŞİFRE EDECEĞİZ
Asıl maksat ‘Keşif’ olsa da, aslında biz burada ‘Cebri Keşif’ yapacağız. Yani ateşle, kendimizi yem yapa yapa yuvalarını deşifre edeceğiz. Böylece hem kendimiz çatışacak, hem de top, havan ve uçakların hedeflerini işaretleyeceğiz. Üstüne bir de özel operasyonlar için hedef belirleyeceğiz.
Bizim bu operasyonda bir diğer görevimiz de, komandolarla bizim, yani Özel Kuvvetler’in irtibatını sağlamak. Çünkü bu alanlarda bizimkiler hem doğrusal hem kapalı operasyon yapıyorlar.
"GECE SIZMA BAŞLIYOR"
Gece Vakah Köyü’ne sızacağız. Hava karardıktan birkaç saat sonra başlıyoruz. Bu görevlerde çok yiyecek almayız. Sadece su, silah ve mühimmat. Hem de bolca mühimmat. Çünkü bu tür görevlerde üzerimizde ne varsa onunla savaşırız. Bir de soğuktan koruyan giysilere ihtiyacımız olur. Şimdiki adımız 4’üncü özel görev kuvveti.
40 kişi kadarız. Vakah Köyü’ne sızacak, sonra işimizi yapacağız. 30 Kasım’ı 1 Aralık’a bağlayan bütün gece boyunca yürüdük. Her tarafın mayın, bubi tuzak patlayıcı olduğunu biliyoruz. En ummadığın yerde bir tuzak bir patlayıcı karşına çıkabiliyor. Patlayıveriyorsun. Sonrası malum...
DEAŞ, bizi bozmaya oyalamaya geciktirmeye durdurmaya çalışıyor. Oysa bizim önceliğimiz onlar, onların canlı kanlı hareketli hedefleri. Tabii böyle olunca, ortaya devasa bir mayın ve patlayıcı tarlasının içinde yaşayıp durmak, üstüne de savaşmak kalıyor.
Gece biz binanın üst katındaki bir odadan gözetleme ve dinleme yaparken, komandolar da çiftliğin içindeki diğer binalara ve etrafına dağıldılar. Bir komando kolu da oynak pusuya çıktı. Devriye gibi... Oynak pusudaki bu komandolar gece dörtten sonra döndüler. Onlar artık biraz uyuyacaklar, sonra onlar için de günün bir başka hengamesi başlayacak.
BOMBALI ARAÇLA SALDIRI
Yorgunluğun, uykusuzluğun, gece soğuğunun, hareketsizliğin neden olduğu hamlığın ve günlerdir süren görevin verdiği bedbinliğin ve gerginliğin ağırlığında, bataryalar bir elimde, öbür elimde tüfeğim ağır ağır yürüyorum.
Sabahın bu kirli aydınlığında bir motor sesi duyuyorum. Apansız alarm zillerim çalıyor. Birden irkiliyorum. “Bir zırhlının sesi bu!” Boğuk uğultulu gürültülü ve güçlü! Tırtıllı paletli bir şey! Sadece bağırdım ve koştum. Biliyordum! Bu bir bombalı araçtı. Artık bir tek derdim var.
Komandoların yattığı yere ulaşıp, onları uyarmak istiyordum. Onların dağılmalarını, yayılmalarını sağlamalıyım. Yorgunluktan derin bir uykuda olduklarını biliyorum. Bir roket patlıyor bu ara. Nöbetteki komandolardan biri, elindeki RPG’yle zırhlıya ateş ediyor.
Ama çarpmanın patlaması duyulmuyor. Sekiyor belli ki, tanksavar roketinin mermisi, patlamıyor! Kahrediyorum ve bu kısacık zaman aralığında 5, bilemedin 10-15 saniye sonra komandoların yanına ulaşıyorum.
"DURDURUN ŞU ARACI"
Artık kapının eşiğindeyim, binanın içine doğru koşuma devam ederken, avazım çıktığı kadar, delicesine bağırıyorum. “Bombalı araç! Tam siper, tam siper!” Bir yandan da durmadan telsizi mandallıyorum. “Ateş edin, ateş edin. Durdurun şu aracı, ne olursa.” Aracın sesini, uğultusunu şimdi daha yakın duyuyorum.
Sonra hiçbir şey duymamaya başlıyorum. Savruluyor bedenim ve sadece, bir an bir şey görüyorum. Devasa bir alev topu, apansız açılıyor önce, sonra birdenbire kapanıveriyor ve kapkara, ama kapkara bir duman ürümeye başlıyor. Bu sırada havaya uçuyor ve yere çakılıyorum.
YARALI HALDE ÇATIŞIYOR
Ortalığı devasa bir toz ve duman bulutu kaplamaya başlıyor. Yayılıyor, yoğunlaşıyor, ağırlaşıyor, her tarafı ve her birimizi sarıyor. Bu arada bedenimi kontrol etmeye çalışıyorum. Kopanım, parçalarım var mı, bir de ona bakıyorum ve durmadan öksürüyorum. Kendimi boğulacakmış gibi hissediyorum.
Tüfeğim? Tüfeğim, silahım nerede? Oracıkta görüyorum silahımı. Şimdi tek bacağımla ite ite, tek kolumla çeke çeke sürünüyorum. Bu gayretimle tüfeğime yakınlaşıyorum ve askı kayışından tutup onu kendime çekiyorum ve ona bir baston gibi yaslanarak ayağa kalkmaya çalışıyorum. Gözüm ellerime takılıyor. Kanıyor ellerim, küçük küçük parmaklarımdan kan çıkıyor.
"SONUNDA KÜRŞAT'A ULAŞIYORUM"
Badime, Kürşat’a ulaşmaya çalışıyorum. Daha bir kendimi toplamış, aklı başına gelmiş, Kürşat’ın olduğu binaya doğru sürükleniyorum. Bu sırada silah sesleri uğulduyor. Bizden, onlardan, bir yerlerden durmadan silah sesleri geliyor. Son bir gayret, son bir gayret daha, sonunda Kürşat’a ulaşıyorum.
- “Kardeşim! Kardeşim nasılsın?”
- “İyiyim abi, iyiyim. Sen nasılsın?”
- İyi miyim, bilmiyorum. Ve artık mücadeleme, mücadelemize sarılıyorum.
“Termobarikler nerede Kürşat?”, “Ben onları halletmezsem, onlar gibi olayım.” Bu arada termobarik bir bombayı, M-203’ümün lançerine sokup, tetiğe asılıyorum.
"TERÖRİSTLERİN GELDİĞİ TARAFTA PATLIYOR"
Nişan aldığım yere uçup gidiyor termobarik, patlayan bombalı zırhlının oralarda, teröristlerin geldiği taraflarda patlıyor. Artık hem komandolar, hem biz çalışıyoruz. Anlara dakikalara sığan sert ve yoğun bir mücadele yaşıyoruz. Sonra! Sonra bir motor sesi daha duyulmaya başlıyor. Diğeri gibi ama daha farklı.
Daha farklı bir araç bu. Bir ikincisi geliyor! Birinci patlamayla açılan gedikten ikinciyi sokacaklar! Telsizden, askere bağırıyor. Ben bağırıyorum, Kürşat bağırıyor.
Komandolarımızdan birkaçı bağırıyor. Kürşat, “Mevzi değiştirelim” diyor.
KÜRŞAT YARALANIYOR
Kürşat’ı, o dağ gibi silah arkadaşımı anlatacağım. Kürşat’ın neden öyle bakıp kaldığını, orada, oracıkta nasıl yaralandığını anlatacağım. Kendisini el bombası patlatarak geberten terörist, patlattığı el bombasıyla Kürşat’ı da yaraladı. Ayakta öylece bakakalan Kürşat, işte o yüzden öyle duruyor.
Sonra birden artık ayakta duramıyor, düşüyor oracığa. Koşuyorum, bir iki adımla... Elinden ağır ağır süzülen akan kana ve sağ bacağında hemencecik büyüyen kan lekesine bakakalıyorum. Bıçağımla kamuflajlı pantolonunu yırtıyorum. Yırttığım o pantolonla hem tampon hem turnike yapıyorum. Elini de yarım yamalak sarmaya çalışıyorum.
İşte bütün bu uğraştan sonra artık her şey kesiliyor, her şey bitiyor. Ve artık her şey, hep birlikte, hep beraber yıkılmayan yıkılamayacak onurumuzla sona eriyor. Az biraz sonra diğer üs bölgelerinden takviyeye gelen arkadaşlarımız yetişiyor. Kürşat dahil, yaralarından kan damlayan 13 gazimizi tahliye ediyoruz.
21 TERÖRİST ÖLDÜRÜLDÜ
Bab yakınlarında giriştiğimiz Vakah Köyü çatışmasında tekfiri teröristlerin ikisi bomba yüklü “Üç zırhlı ve/veya zırhlandırılmış araçla” cüret ettikleri bu uğursuz saldırının bilançosunu, bütün alanı temizledikten sonra rapor ettik.
"KÜRŞAT" ŞEHİT OLDU
Saldırıyı gerçekleştiren 21 teröristin tamamı öldürüldü. Kod adı Kürşat olan askerimiz Selçuk Erdoğan ise 6 Ocak 2017 tarihinde şehit oldu. (Not: Bab Vakah Köyü’nde yaşanan bu çatışma, yaşayanların anlattıklarından derlenerek yazılmıştır. Tamamıyla gerçek ama eksiktir. Yaşanan destanın sadece ulaşılabilen bir parçasıdır. Gaziler anlatmıştır. Sağlamlar hâlâ Bab’da, milletin onuru için savaşmaktadır.)