ceylannur
Yeni Üyemiz
Sadaka vermeyi, ana babayı sevmeyi, Allah'a şükranı, ahde vefayı, doğruluğu, ihlasilliği, yetimlere şefkati, fark gözetilmeden adaleti, iffeti, hayâyı, sabır ve tahammülü, iyilikseverliği, kölelerin azadlanmasını, kötülüğe karşı iyiliği, fazileti, af ve safhı, bütün bunları bir karşılık beklemeyip sadece ilâhî rızayı gözeterek yapmayı emreder.
Yukarıda da söylediğim gibi, Kur'ân yalnız bir mecelle-i diniyye değildir; Müslümanların kavânîn-i medeniyyesini de ihtiva eder.
Binaenaleyh, Kur'ân birçok zevce almayı tahdid, almayı tarif, karı kocanın haklarını izah, validelerin süt emzirme müddetini tesbit, dulların hukukunu, mehirlerin, boşanmaların nasıl olacağını tarif eder.
Miras, vasiyetler, velilikler, akidler... Kur'ân'da zikrolunmaktadır.
Nihayet, yalancı şahitlerin, hırsızların, zânîlerin, çocuklarını öldürenlerin, fücurun, sahtekârlığın, vesairenin cezası da Kur'ân'da gösterilir.
Bu itibarla, Hz. Muhammed yalnız peygamber değil, bir de Şâri'dir.
Hristiyanlıkla Müslümanlık arasındaki farkı anlamak için şuna dikkat etmek lâzımdır ki; Hristiyanlığın sâlikleri üzerinde haiz olduğu nüfuz dogmalara istinad ettirilerek din ile ahlâk birbirinden ayrıldığı halde; Müslümanlıkta dogmalara değil, dinin amelî tarafı ahlâkî, içtimaî, hukukî, siyasî fikirler üzerinde tesir etmekte ve bu suretle Müslüman’ın dimağında vatanperverlik, hukuk, an'ane, gelenek, kanunu esâsî bir kelimede derlenip toparlanmaktadır, bu kelime Müslümanlıktır.
Müslümanlığın iftihar edeceği birçok güzellikler arasında bilhassa ikisi pek belirgindir.
Birincisi, uluhiyetten bahsederken, beşerî zaaflardan ve hırslardan tenzih ettiği Yüce Varlığı en tebcîlkâr, en saygı dolu sözlerle ifade etmesi; ikincisi de, Kur'ân'ın ahlâk ve terbiyeye aykırı her fikirden, her hikâye ve sözden tamamıyla uzak bulunmasıdır.
Halbuki, Musevîlerin Kitabı Mukaddesi bu gibi kusurlarla doludur.
Kur'ân, diğer kitaplar namına gayri kabili inkâr olan kusurlardan o kadar münezzehtir ki, utangaç bir insan, hiç kızarmadan, onu başından sonuna kadar okuyabilir.
Hâsılı, Kur’ân-ı Kerîm'in tesis ettiği din sırf tevhiddir.
Kur'ân'ın tarif ettiği uluhiyet, kurulmuş kanunlarla kâinatı idare eden, fakat yaklaşılması kabil olmayan bir ihtişam içinde bir tarafta duran felsefî bir illet-i ûlâ değil, her an hâzır ve nazır, kâinatın her yerinde faal kudret sahibi bir varlıktır..."[30]
* * *
Fransa Tıp Fakültesi Cerrahi Bölümü başkanlığında bulunmuş olan ve mukaddes kitaplar üzerinde yaptğı bilimsel araştırmaları neticesinde ilâhî kitab ve din olarak Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâm dinini kendisine seçmek mutluluğuna ermiş bulunan Prof. Dr. Maurice Bucaille tarafından yazılıp bastırılan "Kitabı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim" isimli kitabında Tevrat ve İncil metinlerinin muasır bilimlerle bağdaşmadıkları gösterildikten sonra, şöyle denilmektedir:
"Kur'ân'ın çok bariz olan bilimsel tarafları başlangıçta beni derinden derine hayrete düşürdü.
Zira 13 asırlık bir metinde, çağdaş bilimsel verilere tamamen uygun olarak son derece çeşitli konulara ilişkin bilgilerin keşfedebileceğine, o zamana kadar hiç mi hiç inanmamıştım.
İşe başlarken, İslâm'a hiç inanmıyordum. Her türlü peşin hükümden uzak olarak tam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye giriştim.
Beni etkileyen bir fikir var idiyse, o da, gençliğimde almış olduğum eğitimdi. Bu eğitim, Müslümanlardan değil, Muhammedîlerden bahsederdi.
Böylece, bir adam tarafından kurulmuş bir dinin söz konusu olduğu ve dolayısıyla bu dinin de Tanrı katında hiçbir değer ifade etmeyeceği iyice vurgulanmak isteniyordu.
Batıdakilerin çoğu gibi, ben de İslâm aleyhinde böylesi yaygın ve yanlış fikirleri muhafaza edebilirdim. Öyle ki, o zamanların dışında bu konularda aydınlanmış muhataplara rastlamak, benim için hep şaşırtıcı olmuştur.
İtiraf ediyorum ki; Batıda öğretilen İslâm imajlarından farklı bir imaj verilmeden önce, ben de bu hususta çok cahil idim.
Şayet bulunmuş olduğum bu noktadan, Batıda genel olarak İslâm hakkında verilen değer hükümlerinin yanlışlığını düşünecek noktaya geldimse, ben bunu istisnaî şartlara borçluyum.
Değerlendirme imkânlarıma bizzat Suudî Arabistan'da kavuştum. Edindiğim bilgiler, İslâm konusunda kendi diyarımızda ne derece yanlış bilgi sahibi olduğumuzu bana gösterdi. Hâtırasını hürmetle selamladığım Merhum Kral Faysal'a olan minnet borcum çok fazladır.
Onun İslâm'ı anlatmasını dinlemek ve huzurunda tabiî ilimlerle ilgili Kur'ân tefsirinin meselelerinden bazılarını anmak şerefi, ebediyyen hâtıramda nakşedilmiş olarak kalacaktır. Bizzat kendisinden ve çevresindekilerden gelen bu değerli bilgileri dinlemek, benim için müstesna bir mazhariyet olmuştur.
O zaman, bizim Batı ülkelerinde şekillenmiş olan İslâm imajı ile onun gerçek mahiyeti arasındaki mesafeyi ölçmüş biri olarak, böylesine eksik ve yanlış tanınan bir din hakkındaki incelemelerimi geliştirmek için, o zaman bilmediğim Arapça'yı öğrenmeye şiddetli bir ihtiyaç duydum.
Benim ilk hedefim Kur'ân'ı okumaya ve onun metnini cümle cümle incelemeye inhisar ediyordu.
Tenkidli bir inceleme için de, mutlaka gerekli olan bazı tefsirlerden tabiatıyla yararlanıyordum.
Kur'ân'ı, müteaddit tabiî hadiselere dair yaptığı tavsiflere büsbütün özel bir dikkat atfederek ele alıyordum.
Kitabın bu konuları ilgilendiren açıklamaları, ancak aslî metinde nüfuz edilebilecek tarafları, beni iyiden iyiye etkiledi.
Zira bu bilgiler çağımızdaki telakkilere uygun olmakla birlikte Hz. Muhammed'in zamanındaki bir insanın hakkında en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı hususlardı.
Daha sonra, Müslüman müelliflerce yazılmış olan Kur'ân metninin tabiî bilimlerle ilgili taraflarına tahsis edilmiş olan birkaç eser okudum. Onlar bana çok faydalı değerlendirme imkânı verdiler. Fakat Batıda bu konuda yapılmış toplu bir incelemeyi şu ana kadar görmüş veya işitmiş değilim.
Böyle bir metinle ilk defa karşı karşıya gelen bir insanın zekâsını ilkin etkileyen husus, ele alınan konuların bolluğudur: yaratma, astronomi, yerle ilgili bazı durumların bildirilmesi, hayvanlar âlemi, bitkiler âlemi, insanın üremesi gibi.
Kitabı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde, burada (Kur'ân'da) bir tek yanlışa bile rastlayamıyordum! Bu da, beni kendime şu suali sormaya mecbur ediyordu:
'Şayet Kur'ân'ın müellifi bir insan ise, Hristiyan takviminin yedinci yüzyılında, bugün çağdaş bilimsel sonuçlara uygunluğu ortaya çıkan hususları nasıl yazmıştı?!'
İmdi, hiç şüpheye imkân yoktur ki, şu anda elimizde olan metin o devirden kalma metindir.
Bu gözlem karşısında, beşerî planda, nasıl bir izah yapılabilir?
Kanaatimce, hiçbir izah mümkün değildir!
Zira Fransa'da Dagobert'in hüküm sürdüğü asırda Arap yarımadasında yaşayan bir şahsiyetin, kimi konularda bizimkinden on iki asırlık ileri bir bilimsel düzeye sahip olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunamaz.
Aynı şekilde ben, Kur'ân'da, insanlığın bilmesi mümkün olduğu halde şimdiye dek çağdaş bilimin ulaşamamış olduğu bazı olaylara işaret bulunup bulunmadığını da araştırdım. Böylece, o açıdan, Kur'ân'ın kâinatta yerküresine benzer gezegenlerin bulunduğuna dair işaretler ihtiva ettiği sonucuna ulaştım.
Çağdaş bilgiler bu hususta az da olsa delile sahip olmamakla birlikte, bunu tamamen ihtimal dahilinde gören birçok bilim adamının bulunduğunu söylemek gerekir.
Gerekli ihtiyatî kayıtlarla bu fikrimi belirtmenin lüzumlu olduğuna kani oldum.
Böyle bir incelemeyi otuz yıl kadar önce yapmış olsaydım, astronomiye ait az önce zikrettiğim konuya, Kur'ân tarafından açıklanmış olan bir başka durumu ilave etmek gerekecekti ki, bu da uzayın fethidir.
O dönemde, ilk balistik füze deneylerinden sonra, belki de insanın yer sınırından çıkıp uzaydan yararlanmasının maddî imkânlarına sahip olacağı bir günün gelebileceği düşünülüyordu.
O zaman, insanın bu fethi gerçekleştirebileceğini önceden haber veren bir Kur'ân âyetinin[25] bulunduğu biliniyordu." [26]
Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâmiyeti inceleyen ve içlerinde Müslüman olanları da bulunan Hristiyan büyük ilim ve fikir adamlarından bazılarının Kur’ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkındaki ciddî ve takdirkâr görüşlerini buraya kadar aktarmaya çalışmış bulunuyoruz.
Maksadımız, Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâmiyeti yabancıların görüşleriyle de desteklemek değil, Kur'ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkında hiçbir esaslı bilgileri bulunmayan bazı aydınların bu husustaki olumsuz görüşlerinden vazgeçmelerine yardımcı olmaktır.[27]
Merhum Asım Köksal Hocamızın "Hazreti Muhammed ve İslamiyet" isimli değerli eserinden naklettiğimiz kısım burada sona ediyor. Bu konumuzu bir dua ile noktalamak istiyoruz:
“Allah’ım! Kur’ân’ı bize dünyada bir dost, kabirde ünsiyetli bir yoldaş, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, cehennem ateşine karşı bir siper ve örtü, cennette bir refik, bütün hayırlara bir delil ve imam kıl. Allah’ım! Kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Üzerine Kur’ân indirilen Zât’ın (Rahmân-ı Hannân’ın salât ve selâmı onun ve âlinin üzerine olsun) hakkı ve hürmeti için, bize Kur’ân’ın burhanlarını aydınlat. Âmin.”
____________________________
[1] İbn İshak, c. 4, s. 251, Mâlik, c. 2, s. 899, Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, s. 589.
[2] Nisa: 59.
[3] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 97, Müslim, c. 1,s.134.
[4] Bedrüddin Ayni, Umdetu'l-kâri, c. 19, s. 13.
[5] Bedrüddin Ayni, c. 19, s. 13, İbn Hacer, Fethu'l-bâri, c. 9, s. 5.
[6] İbn Hacer, c. 9, s. 5.
[7] Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 215-216.
[8] Bedrüddin Ayni, c. 19, s. 13.
[9] Râgıb, Müfredâtü'l-Kur'ân, s. 402.
[10] H.Seyyid Şerif, Ta'rifât, s. 116.
[11] Tirmizî, c. 5, s. 172-1 73, Dârimî, c. 2, s. 31 2, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 164.
[12] Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 553, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 3, s. 284, .
[13] Taberâniden naklen Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 165, İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 229, Bedrüddin Zerkeşi, Burhan,c. 1,5.454, İbn Hacer, Metalib, c. 3, s. 133.
[14] Suyûtî, el-İtkân.c.2, s. 125-126.
[15] Taberî, Tefsir, c. 25, s. 6.
[16] İbnü'n-Nedim, Fihrist, s. 56- 65.
[17] Fahru'r-Râzi. Tefsiru'l-kebir. c. 1. s. 3.
[18] Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf, Yunus sûreleri
[19] Tevbe, Nahl, Hûd, Yusuf, Kehf, Bent İsrail (İsrâ), Enbiya, Tâhâ, Mü'minûn, Şuarâ, Saffat sûreleri.
[20] Yüzden az âyetli olan 42 sûre.
[21] Yüzden az âyetili sûrelerden sonra gelen ve "mufassal" diye anılan 60 kısa sûre.
[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 107.
[23] Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 155-156, Hâkim , Müstedrek, c. 1, s. 558.
[24] Süleyman Nedvi, İslâm Târihi, c. 4, s. 1575-1577.
[25] er-Rahman: 33.
[26] M. Bucaille. s. 179-184
[27] M.Asım Köksal, Hazreti Muhammed ve İslamiyet, c.4, s.841.
[28] Ömer Rıza Doğrul, Kur'an Nedir?, s.97-137.
[29] Yeni Sabah Gazetesinin 23.4.1958 ve 4.5.1958 tarihli nüshaları.
[30] John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur'an-ı Kerim, Türkçe Tercümesi, s.72-81.
Yazar:
Yusuf Sıddık
Yukarıda da söylediğim gibi, Kur'ân yalnız bir mecelle-i diniyye değildir; Müslümanların kavânîn-i medeniyyesini de ihtiva eder.
Binaenaleyh, Kur'ân birçok zevce almayı tahdid, almayı tarif, karı kocanın haklarını izah, validelerin süt emzirme müddetini tesbit, dulların hukukunu, mehirlerin, boşanmaların nasıl olacağını tarif eder.
Miras, vasiyetler, velilikler, akidler... Kur'ân'da zikrolunmaktadır.
Nihayet, yalancı şahitlerin, hırsızların, zânîlerin, çocuklarını öldürenlerin, fücurun, sahtekârlığın, vesairenin cezası da Kur'ân'da gösterilir.
Bu itibarla, Hz. Muhammed yalnız peygamber değil, bir de Şâri'dir.
Hristiyanlıkla Müslümanlık arasındaki farkı anlamak için şuna dikkat etmek lâzımdır ki; Hristiyanlığın sâlikleri üzerinde haiz olduğu nüfuz dogmalara istinad ettirilerek din ile ahlâk birbirinden ayrıldığı halde; Müslümanlıkta dogmalara değil, dinin amelî tarafı ahlâkî, içtimaî, hukukî, siyasî fikirler üzerinde tesir etmekte ve bu suretle Müslüman’ın dimağında vatanperverlik, hukuk, an'ane, gelenek, kanunu esâsî bir kelimede derlenip toparlanmaktadır, bu kelime Müslümanlıktır.
Müslümanlığın iftihar edeceği birçok güzellikler arasında bilhassa ikisi pek belirgindir.
Birincisi, uluhiyetten bahsederken, beşerî zaaflardan ve hırslardan tenzih ettiği Yüce Varlığı en tebcîlkâr, en saygı dolu sözlerle ifade etmesi; ikincisi de, Kur'ân'ın ahlâk ve terbiyeye aykırı her fikirden, her hikâye ve sözden tamamıyla uzak bulunmasıdır.
Halbuki, Musevîlerin Kitabı Mukaddesi bu gibi kusurlarla doludur.
Kur'ân, diğer kitaplar namına gayri kabili inkâr olan kusurlardan o kadar münezzehtir ki, utangaç bir insan, hiç kızarmadan, onu başından sonuna kadar okuyabilir.
Hâsılı, Kur’ân-ı Kerîm'in tesis ettiği din sırf tevhiddir.
Kur'ân'ın tarif ettiği uluhiyet, kurulmuş kanunlarla kâinatı idare eden, fakat yaklaşılması kabil olmayan bir ihtişam içinde bir tarafta duran felsefî bir illet-i ûlâ değil, her an hâzır ve nazır, kâinatın her yerinde faal kudret sahibi bir varlıktır..."[30]
* * *
Fransa Tıp Fakültesi Cerrahi Bölümü başkanlığında bulunmuş olan ve mukaddes kitaplar üzerinde yaptğı bilimsel araştırmaları neticesinde ilâhî kitab ve din olarak Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâm dinini kendisine seçmek mutluluğuna ermiş bulunan Prof. Dr. Maurice Bucaille tarafından yazılıp bastırılan "Kitabı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim" isimli kitabında Tevrat ve İncil metinlerinin muasır bilimlerle bağdaşmadıkları gösterildikten sonra, şöyle denilmektedir:
"Kur'ân'ın çok bariz olan bilimsel tarafları başlangıçta beni derinden derine hayrete düşürdü.
Zira 13 asırlık bir metinde, çağdaş bilimsel verilere tamamen uygun olarak son derece çeşitli konulara ilişkin bilgilerin keşfedebileceğine, o zamana kadar hiç mi hiç inanmamıştım.
İşe başlarken, İslâm'a hiç inanmıyordum. Her türlü peşin hükümden uzak olarak tam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye giriştim.
Beni etkileyen bir fikir var idiyse, o da, gençliğimde almış olduğum eğitimdi. Bu eğitim, Müslümanlardan değil, Muhammedîlerden bahsederdi.
Böylece, bir adam tarafından kurulmuş bir dinin söz konusu olduğu ve dolayısıyla bu dinin de Tanrı katında hiçbir değer ifade etmeyeceği iyice vurgulanmak isteniyordu.
Batıdakilerin çoğu gibi, ben de İslâm aleyhinde böylesi yaygın ve yanlış fikirleri muhafaza edebilirdim. Öyle ki, o zamanların dışında bu konularda aydınlanmış muhataplara rastlamak, benim için hep şaşırtıcı olmuştur.
İtiraf ediyorum ki; Batıda öğretilen İslâm imajlarından farklı bir imaj verilmeden önce, ben de bu hususta çok cahil idim.
Şayet bulunmuş olduğum bu noktadan, Batıda genel olarak İslâm hakkında verilen değer hükümlerinin yanlışlığını düşünecek noktaya geldimse, ben bunu istisnaî şartlara borçluyum.
Değerlendirme imkânlarıma bizzat Suudî Arabistan'da kavuştum. Edindiğim bilgiler, İslâm konusunda kendi diyarımızda ne derece yanlış bilgi sahibi olduğumuzu bana gösterdi. Hâtırasını hürmetle selamladığım Merhum Kral Faysal'a olan minnet borcum çok fazladır.
Onun İslâm'ı anlatmasını dinlemek ve huzurunda tabiî ilimlerle ilgili Kur'ân tefsirinin meselelerinden bazılarını anmak şerefi, ebediyyen hâtıramda nakşedilmiş olarak kalacaktır. Bizzat kendisinden ve çevresindekilerden gelen bu değerli bilgileri dinlemek, benim için müstesna bir mazhariyet olmuştur.
O zaman, bizim Batı ülkelerinde şekillenmiş olan İslâm imajı ile onun gerçek mahiyeti arasındaki mesafeyi ölçmüş biri olarak, böylesine eksik ve yanlış tanınan bir din hakkındaki incelemelerimi geliştirmek için, o zaman bilmediğim Arapça'yı öğrenmeye şiddetli bir ihtiyaç duydum.
Benim ilk hedefim Kur'ân'ı okumaya ve onun metnini cümle cümle incelemeye inhisar ediyordu.
Tenkidli bir inceleme için de, mutlaka gerekli olan bazı tefsirlerden tabiatıyla yararlanıyordum.
Kur'ân'ı, müteaddit tabiî hadiselere dair yaptığı tavsiflere büsbütün özel bir dikkat atfederek ele alıyordum.
Kitabın bu konuları ilgilendiren açıklamaları, ancak aslî metinde nüfuz edilebilecek tarafları, beni iyiden iyiye etkiledi.
Zira bu bilgiler çağımızdaki telakkilere uygun olmakla birlikte Hz. Muhammed'in zamanındaki bir insanın hakkında en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı hususlardı.
Daha sonra, Müslüman müelliflerce yazılmış olan Kur'ân metninin tabiî bilimlerle ilgili taraflarına tahsis edilmiş olan birkaç eser okudum. Onlar bana çok faydalı değerlendirme imkânı verdiler. Fakat Batıda bu konuda yapılmış toplu bir incelemeyi şu ana kadar görmüş veya işitmiş değilim.
Böyle bir metinle ilk defa karşı karşıya gelen bir insanın zekâsını ilkin etkileyen husus, ele alınan konuların bolluğudur: yaratma, astronomi, yerle ilgili bazı durumların bildirilmesi, hayvanlar âlemi, bitkiler âlemi, insanın üremesi gibi.
Kitabı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde, burada (Kur'ân'da) bir tek yanlışa bile rastlayamıyordum! Bu da, beni kendime şu suali sormaya mecbur ediyordu:
'Şayet Kur'ân'ın müellifi bir insan ise, Hristiyan takviminin yedinci yüzyılında, bugün çağdaş bilimsel sonuçlara uygunluğu ortaya çıkan hususları nasıl yazmıştı?!'
İmdi, hiç şüpheye imkân yoktur ki, şu anda elimizde olan metin o devirden kalma metindir.
Bu gözlem karşısında, beşerî planda, nasıl bir izah yapılabilir?
Kanaatimce, hiçbir izah mümkün değildir!
Zira Fransa'da Dagobert'in hüküm sürdüğü asırda Arap yarımadasında yaşayan bir şahsiyetin, kimi konularda bizimkinden on iki asırlık ileri bir bilimsel düzeye sahip olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunamaz.
Aynı şekilde ben, Kur'ân'da, insanlığın bilmesi mümkün olduğu halde şimdiye dek çağdaş bilimin ulaşamamış olduğu bazı olaylara işaret bulunup bulunmadığını da araştırdım. Böylece, o açıdan, Kur'ân'ın kâinatta yerküresine benzer gezegenlerin bulunduğuna dair işaretler ihtiva ettiği sonucuna ulaştım.
Çağdaş bilgiler bu hususta az da olsa delile sahip olmamakla birlikte, bunu tamamen ihtimal dahilinde gören birçok bilim adamının bulunduğunu söylemek gerekir.
Gerekli ihtiyatî kayıtlarla bu fikrimi belirtmenin lüzumlu olduğuna kani oldum.
Böyle bir incelemeyi otuz yıl kadar önce yapmış olsaydım, astronomiye ait az önce zikrettiğim konuya, Kur'ân tarafından açıklanmış olan bir başka durumu ilave etmek gerekecekti ki, bu da uzayın fethidir.
O dönemde, ilk balistik füze deneylerinden sonra, belki de insanın yer sınırından çıkıp uzaydan yararlanmasının maddî imkânlarına sahip olacağı bir günün gelebileceği düşünülüyordu.
O zaman, insanın bu fethi gerçekleştirebileceğini önceden haber veren bir Kur'ân âyetinin[25] bulunduğu biliniyordu." [26]
Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâmiyeti inceleyen ve içlerinde Müslüman olanları da bulunan Hristiyan büyük ilim ve fikir adamlarından bazılarının Kur’ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkındaki ciddî ve takdirkâr görüşlerini buraya kadar aktarmaya çalışmış bulunuyoruz.
Maksadımız, Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâmiyeti yabancıların görüşleriyle de desteklemek değil, Kur'ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkında hiçbir esaslı bilgileri bulunmayan bazı aydınların bu husustaki olumsuz görüşlerinden vazgeçmelerine yardımcı olmaktır.[27]
Merhum Asım Köksal Hocamızın "Hazreti Muhammed ve İslamiyet" isimli değerli eserinden naklettiğimiz kısım burada sona ediyor. Bu konumuzu bir dua ile noktalamak istiyoruz:
“Allah’ım! Kur’ân’ı bize dünyada bir dost, kabirde ünsiyetli bir yoldaş, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, cehennem ateşine karşı bir siper ve örtü, cennette bir refik, bütün hayırlara bir delil ve imam kıl. Allah’ım! Kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Üzerine Kur’ân indirilen Zât’ın (Rahmân-ı Hannân’ın salât ve selâmı onun ve âlinin üzerine olsun) hakkı ve hürmeti için, bize Kur’ân’ın burhanlarını aydınlat. Âmin.”
____________________________
[1] İbn İshak, c. 4, s. 251, Mâlik, c. 2, s. 899, Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, s. 589.
[2] Nisa: 59.
[3] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 97, Müslim, c. 1,s.134.
[4] Bedrüddin Ayni, Umdetu'l-kâri, c. 19, s. 13.
[5] Bedrüddin Ayni, c. 19, s. 13, İbn Hacer, Fethu'l-bâri, c. 9, s. 5.
[6] İbn Hacer, c. 9, s. 5.
[7] Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 215-216.
[8] Bedrüddin Ayni, c. 19, s. 13.
[9] Râgıb, Müfredâtü'l-Kur'ân, s. 402.
[10] H.Seyyid Şerif, Ta'rifât, s. 116.
[11] Tirmizî, c. 5, s. 172-1 73, Dârimî, c. 2, s. 31 2, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 164.
[12] Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 553, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 3, s. 284, .
[13] Taberâniden naklen Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 165, İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 229, Bedrüddin Zerkeşi, Burhan,c. 1,5.454, İbn Hacer, Metalib, c. 3, s. 133.
[14] Suyûtî, el-İtkân.c.2, s. 125-126.
[15] Taberî, Tefsir, c. 25, s. 6.
[16] İbnü'n-Nedim, Fihrist, s. 56- 65.
[17] Fahru'r-Râzi. Tefsiru'l-kebir. c. 1. s. 3.
[18] Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf, Yunus sûreleri
[19] Tevbe, Nahl, Hûd, Yusuf, Kehf, Bent İsrail (İsrâ), Enbiya, Tâhâ, Mü'minûn, Şuarâ, Saffat sûreleri.
[20] Yüzden az âyetli olan 42 sûre.
[21] Yüzden az âyetili sûrelerden sonra gelen ve "mufassal" diye anılan 60 kısa sûre.
[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 107.
[23] Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 155-156, Hâkim , Müstedrek, c. 1, s. 558.
[24] Süleyman Nedvi, İslâm Târihi, c. 4, s. 1575-1577.
[25] er-Rahman: 33.
[26] M. Bucaille. s. 179-184
[27] M.Asım Köksal, Hazreti Muhammed ve İslamiyet, c.4, s.841.
[28] Ömer Rıza Doğrul, Kur'an Nedir?, s.97-137.
[29] Yeni Sabah Gazetesinin 23.4.1958 ve 4.5.1958 tarihli nüshaları.
[30] John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur'an-ı Kerim, Türkçe Tercümesi, s.72-81.
Yazar:
Yusuf Sıddık