MURATS44
Özel Üye
Ermeni Kilisesi ve Terör
*Erdal İLTER
*Tarih Doktoru, Atatürk Araştırma Merkezi Haberleşme Üyesi
Giriş
Türkiye toprakları üzerinde, Ermenilere siyasî bağımsızlık temini için eskiden beri birçok teşebbüslerde bulunulmuş, fakat bu teşebbüsler her defasında başarısızlık ve hüsranla neticelenmiştir. Bu yolda faaliyet gösterenler, kandırılmış vaadlere kapılarak Ermenileri arkalarından sürükleyenler, daima yabancı güçlerin menfaatlarını temin için çalıştırılan şuursuz birer alet olmuşlardır. Türkiye'yi hedef tutan ve karanlık güçlerin tahrikleri ile yapılan bu hareketlerin başında Ermeni toplumu üzerinde dinî nüfuz sahibi olan bazı katogigosları, patrikleri ve papazları görüyoruz. Bilerek veya bilmeyerek, muhafaza ve himayeye memur oldukları toplumlarını boş bir hayal peşinde koşturan bu şahısların, bu yolda oynadıkları rol çok büyük ve çok ağırdır.
Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi, dinî görevleri yanında, kendisini millî bir otorite ile de mücehhez kılmıştır (teçhiz etmiştir-donatmıştır). Bu sebeple, tarihî süreci içinde Ermeni toplumunun hayatında pay sahibi olduğunu ileri sürerek, aktif bir rol oynamışlardır.
Mezhep ayrılıkları sebebi ile zulmü, dindaşları olan Ortodokslardan gören, Selçuklu İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde müreffeh bir hayata kavuşan Ermeniler, XIX. yüzyıl sonlarında kiliselerinin riyasetinde teröre başladılar ve kanlı eylemler gerçekleştirdiler. İkibuçuk milyon Müslüman Türk ve Kürt, Ermeni ruhanîlerinin yönettiği terör örgütleri tarafından vahşice katledildi.
Katolik ve Protestan Ermenilere de cephe almış olan Gregoryen Kilisesi ruhanîleri, kendi ırkdaşla-nna karşı da zaman zaman acımasızca davranmışlar, kendi toplumlarını sömürmekten de geri kalmayarak kiliseye ve cemaatlarına yardım için toplanan paraları zimmetlerine geçirebilmişlerdir.
Ermeni ruhanîleri, tutuklanan veya ölen insanlık düşmanı teröristler için törenler düzenleyip, kiliselerini bu işe tahsis etmişler, Ermeni teröristlerin eylemlerini de bilfiil tanımış ve onaylamışlardır.
Ermenilerin, aynı ırktan, aynı dinden ve aynı dili konuşan, belirli bir süre belirli bir bölgede topluca yaşamış, o bölgede cereyan eden olaylara karışmış veya olayları yaratmış bir topluluk oldukları kabul edilmekte ve bu sebeple bir tarihlerinin olduğu ifade edilmektedir. Ancak Ermenilerin tarihinden bahseden ve hemen hepsi ruhban sınıfına mensup olan ilk tarihçilerin birçoğu, Ermeni değildir. Bunlar, tarihlerini kendi dillerinde ya Yunanca veya Süryani dili ve yazısı ile yazmışlardır. Menşe itibari ile Ermeni tarihçileri olarak takdim edilenler ise tamamen kilise mensubu olup, eserlerinde Yunan ve Süryani tarihçilerim takip etmişler, hatta onların eserlerini Ermeniliğe mal etmişlerdir.
Sonradan yazılan Ermeni tarihlerine kaynak teşkil eden en önemli ve eski tarihî metin, Ermeni geleneğine göre, V. yüzyılda yaşadığı iddia edilen ve bir Ermeni rahibi olan HorenTi Movses (Movses Horenatsi)'in eseridir. Fakat bugün, HorenTi Movses'in V. yüzyılda değil, VIII. yüzyılda yaşamış bir tarihçi olduğu ve tarihini de Kitâb-ı Mukaddes hikâyelerine göre tertip ettiği ortaya çıkarılmıştır. Yani,VIII. yüzyıldan önce yazılmış Ermenice bir eserin, hatta kısa bir kayıdın varlığını göstermek mümkün değildir. Öyle ise Ermenilerin kendilerine bir tarih yaratma çalışmalarının, VIII. yüzyıldan itibaren kilise mensupları, rahipler tarafından başlatıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ermeni kilisesi, tarihi boyunca, mevcudiyetini koruyabilmek için bir kuvvete, bir devlete ihtiyaç duymuştur. Başka bir ifade ile Ermeni devleti fikrini doğuranlar, Ermeni toplumu değil, Ermeni kilisesi ve ruhban sınıfı olmuştur. Van ve Bitlis'te Rus Başkonsolosluğu yapmış olan General Ma-yevvski de, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:"Ermeni ruhanî reislerinin din hususunda çalışmaları hemen hemen yok gibidir. Fakat buna mukabil, millî fikirlerin yayılması hususunda pek çok hizmetleri geçmekte idi."
Ermenilerde bir kilise kültürünün meydana gelmesi, Ermeni yazısının icadı ve İncil'in Ermeniceye tercümesi ile başlamıştır. Tarihçiler, Ermeni kilisesinin Ermeni milletini yarattığında ve onun, Ermeni milletinin ruhu olduğunda müttefiktirler. Ermeni tarihçisi H.Pasdırmacıyan, kilise için "Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun, yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur." demektedir. Ermeni Patriği M.Ormanyan'a göre de Ermeni Kilisesi, "Kayıp ülkenin görünen ruhu" idi.
Daha sonraki çağlarda ise Ermeni tarihi, hemen tamamen Ermeniler tarafından incelenip yazılmaya başlanmıştır. Bu nedenle de, Ermeniler modern tarih anlayışını kendi mazileri ile karıştırmışlar ve onu bir mitoloji hâline çevirerek, yarattıkları Ermeni Panteonu'na sayısız kahramanlar yerleştirmişlerdir. Bu panteon, her neden ise tamamen Türklere katliam uygulayan şahısların adları ile doldurulmuştur.
Ermeni literatüründe Ermenilerin ilk Hristiyan devlet olarak gösterilmesi, abartılı bir durumdur. Tarihî kayıtlara göre, ilk Hristiyan devlet, Urfa (Edessa=Ruha)'da kurulmuş olan bölgesel hükümdarlıktır. Kral Abgar (179-214)'m hükümdarlığı döneminde, Hristiyanlık devlet dini olarak kabul edilmiştir. O hâlde, Ermenileri ilk Hristiyan cemaat olarak gösterme eğiliminden amaç ne olabilir? Şüphesiz bu eğilimin altında, Avrupa'nın Hristiyanlık taassubu ve tarihleri boyunca göçmen olarak yaşayan Ermenilere bir vatan yaratma anlayışı bulunmaktadır. Nitekim, Sevr Antlaşması (1920)'nda ve Lozan Barış Görüşmeleri (1922-1923)'nde bu husus gündeme getirilecektir.
Ermenilere Hristiyanlık, IV. yüzyıl başında bir-Part'lı (İran'lı) olan Gregor (Kirkor) Lusavoriç (302-325) tarafından getirilmiştir. Lusavoriç, nurlandıran, aydınlatıcı anlamlarına gelmektedir. Gregor Lusavoriç, bu nedenle Ermenilerin ilk ruhanî reisi kabul edilmiştir. Gregor, eski mabetleri yıktırarak yerlerine kiliseler kurdurmuş ve Muş'taki Ardaşad şatosunu kendisine ilk dinî merkez yapmıştır. Bu ruhanî makam, 439 yılına kadar Gregor'un oğullarında kalmış, bu ailenin son lideri I.Sahak (387-439)'ın çocuğu olmadığından, bu tarihten sonra dinî liderler, Doğu Kilisesi usulüne uyularak, rahipler arasından seçimle tayin edilmeye başlanmıştır.
Ermeni dinî liderleri kendilerine, Ermenice "Milletin Temsilcisi" demek olan Katogigos (Batı'da Katolikos) unvanını verdiler. Bunlar, dinî liderler olmakla beraber, siyasî işlerde de büyük roller oynamışlardır. Aziz Kirkor (Gregor)'un dini merkez ittihaz ettiği Ardaşad, siyasî nedenlerden dolayı önce Eçmiyazin'e, V. yüzyılda Dvin'e, 901 yılında Ani'ye, 1147 yılında Rumkale'ye nakledilmiştir. Bir ara, Van Gölü'ndeki Akdamar adasına nakledilen Katogigosluk, buradan Ani yakınlarındaki Argina'ya görürülünce, Akdamar Patriği kendisini Katogigos ilân etmiştir. Ermeni Kilisesi Sinod'u bu durumu onaylamasa da Akdamar Katogigosluğu 1895 yılına kadar devam etmiş, son Katogigos Haçarur Çiroyan (1864-1895), 1895'te ölünce yerine kimse seçilmemiş ve Katogigosluk Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Osmanlı Devleti tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Rumkale'deki Katogigosluk ise 1292 yılına kadar burada kalmış, kalenin Memlûklar'in eline geçmesi ile 1292'de Sis'e nakledilmiştir. Kilikya Ermeni Baronluğu, 1375 yılında ortadan kalktıktan sonra da Katogigosluk Sis(Kozan)'de bir süre daha kalmış, sonra Roma Katolik Kilisesi'nin nüfuzuna girdiklerini gören Sinod, Eçmiyazin'e geri gitmek kararı almış, 1441'de bu karar tatbik edilmiş, fakat bu defa Sis'deki Katogigosluk da devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Katogigosluk Sis'den Beyrut yakınlarındaki Antilyas'a nakledilmiştir.
Böylece 1895 yılına kadar, Eçmiyazin, Akdamar ve Sis Katogigoslukları olmak üzere üç büyük kilise doğmuş, bunların dışında biri İstanbul'da, diğeri Kudüs'te olmak üzere iki de Patriklik ortaya çıkmıştır.
İstanbul Patrikliği, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ermenilerin başı durumunda olduğundan, Akdamar ve Sis Katogigoslukları dinî bakımdan kendisinden üstün olmasına rağmen, imparatorluk içinde en kuvvetli dinî lider mevkiinde bulunuyordu. İstanbul Ermeni Patrikliği, bağımsız olmakla beraber, zaman zaman Eçmiyazin Katogigosluğu'nun kontrolü altına girmiştir. Bugün, Ecmiyazin'in dinî nüfuz sahası içinde yer almaktadır
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Erivan bölgesi Ermenileri Eçmiyazin'i, Doğu Anadolu Ermenileri Akdamar'ı, Sis(Kozan), Adana, Maraş, Zeytûn(Süleymanlı), Firnûs, Gürün, Darende, Divrik Malatya, Behisni (Besni), Yozgat, Urfa, Rumkale, Birecik, Nizib, Ayıntab(Gaziantep), Halep, Antakya, Lazkiye, Suriye ve Kıbrıs Ermenileri de Sis'i kendilerine dinî merci tanımışlardı. Eçmiyazin kilisesinin eskiliği ve Katogigosların seçim yolu ile gelmeleri, Ermeniler'in çoğunun o tarafta bulunması sebebi ile bu Katogigosluk diğerlerinden daha çok şöhret bulmuş ve İstanbul Ermenileri de burasını kendilerine merkez tanımışlardı. Ecmiyazin Kilisesi, Ermeniler'in eski dinî merkezi olması sebebi ile, Sis Katogigosu da Ermeni mezhebince kutsal sayılan emanetleri yanında bulundurması ve eski Katogigoslar'ın neslinden gelmesi sebebi ile, birbirlerine karşı üstünlük iddiasında bulunuyorlardı. Katogigoslar'ın, kendi bölgelerinde diğer alt derecedeki ruhanileri seçmek yetkileri bulunmaktadır. Patrikler'in ise böyle bir selâhiyetleri yoktur.
Bugünkü kilise teşkilâtına göre iki Katogigosluk bulunmaktadır: Ermenistan'da Ecmiyazin Gregoryen Katogigosluğu, Lübnan'da Antilyas Gregoryen Katogigosluğu (Kilikya veya Sis Katogigosluğu). Hiyerarşik olarak Ecmiyazin Katogigosu bütün Ermeniler'in dinî lideri olup, nazarî olarak Antilyas Katogigosu'nun üstü sayılmaktadır. Ancak, Antilyas Katogigosu tamamen müstakildir. Bunların yanında iki de Patrikhane mevcuttur. Bunlardan biri, İstanbul Kumkapı Gregoryen Ermeni Patrikhanesi, diğeri Kudüs Gregoryen Ermeni Patrikhanesi'dir. İstanbul'daki patrikhane, Fatih Sultan Mehmed'in emri ve izni ile kurulmuş, Kudüs'deki patrikhane ise Osmanlı yönetimini Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında tanımış ve onun izni ile varlığını sürdürebilmiştir.
Ermenilerin büyük kısmının mensup olduğu mezhebe, Ermeni kilisesinin esaslarını kuran Gregor'un adına izafeten Gregoryen denilmiştir. Hristiyan dünyasında Ermeniler'in millî kiliselerine, Ermeni Apostolik (Gregoryen) Kilisesi denilmektedir. Ermeni Kilisesi'ne "millî" sıfatı ise Osmanlı yönetimi tarafından verilmiştir.
Ermeni Gregoryen Kilisesi, Doğu Kilisesi (Ortodoks) içinde yer almaktadır. Bugün, dünyanın birçok ülkesinde Ermeni kiliseleri de bulunmaktadır. Gregoryenler, Ortodoks mezhebi akidelerinden genelde ayrıldıkları için Ermeniler, Gregoryen Kilisesi'nin bulunmadığı yerlerde dinî vecibelerini, Ortodoks Kilisesi'ne giderek yerine getirmektedirler. Bu sebeple, birçok eserde, Ermeni Gregoryan Kilisesi'nin adı Ermeni Ortodoks Kilisesi adı ile de anılmaktadır. Ermeni Ortodoks tabirinden, Ermeni Gregoryen anlaşılmalıdır.
Netice olarak denilebilir ki, Hristiyan Dünyası'nda siyasî platformda ön saflara geçmek isteyen Ermeni Kilisesi, bütün tarihi boyunca terör atmosferini yaratmış ve büyük Ermenistan'ı yaratabilmek için terörist faaliyetlere karşı sessiz kalarak, Ermeni teröristlerin eylemlerini zımnen desteklemişti
Ermenilerin İmparatorluk İçindeki Statüleri ve Dini Gruplar
Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi vardır. III. ve IV. yüzyıllarda Hunlar ve bazı küçük Türk boylarının Ermeniler ile ilişki içerisinde bulundukları ve bu ilişkilerin Selçuklular döneminde yoğunlaşarak kökleştiği bilinmektedir.
Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde ve burada yurt edinme faaliyetine başladıkları dönemlerde, Doğu Anadolu'da herhangi bir Ermeni siyasî teşekkülü bulunmamakta idi. Selçuklular tarihinin hiçbir döneminde Ermeniler, Bizans'ın yaptığı gibi tehcire tâbi tutulmamışlar, özellikle dinî inanç ve faaliyetlerine hiçbir şekilde müdahalede bulunulmamıştır. Bu sebeple Ermeniler, Türkler'i Bizans'a karşı bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.
Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin ise Orhan Bey (1326-1362) zamanında başladığını söylemek mümkündür. 1326 yılında Bursa'yı alarak başkent yapan Orhan Bey, Ermenilerin, Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir cemaat olarak örgütlenmelerine müsaade etmiş ve Kütahya'daki Ermeni ruhanî merkezini de Bursa'ya nak-lettirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra Bursa'daki dinî lider Başpiskopos Hovagim, 1461 yılında yeni başkent İstanbul'a getirilmiş ve bir ferman ile Samatya'daki Sulu Manastır'da Ermeni Patrikhanesi kurulmuş, böylece Ermenilere hürriyet sağlayan idarî ve dinî imtiyazlar verilmiştir. Anılan tarihten sonra Ermeniler, "Millet Sistemi" içerisinde, "Gregoryen Milleti" olarak örgütlenmişlerdi. Mezhep yönünden birlik göstere-memeleri sebebi ile, millî harslarını koruyamamış, Türkleşmiş hatta dil olarak bile Türkçeyi benimsemiş bir topluluk olan Ermeniler, XIX. yüzyıl başlarında "Millet-i Sâdıka" adı ile adlandırılıyorlardı. 1839 yılında Tanzimat Fermânı'nın yayınlanması ile diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de Türkler ile aynı haklara ve hatta fazlasına sahip oldukları görülmektedir.
Ermeniler dinî sahada en iyi zamanlarını, 1461-1630 yılları arasında geçirmişlerdir. 1630'dan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne paralel olarak, Ermeniler arasında mezhep kavgaları başlamıştır. Bir kısım Ermeniler, Roma Katolik Kilisesi'ne temayül ederek, 1701-1702 tarihlerinde Katolikliği kabul ettiler. Nihayet 1831'de Fransa elçisinin tavassutu ile, II.Mahmud, Ermeni Katolikleri'ni bir cemaat olarak kabul etti. Böylece bir kısım Ermeni, Osmanlı İmparatorluğu'nda Eçmivazin ve Sis (Kozan) Katogigoslukları yanında, Roma ve Fransa'nın politik koruyuculuğu altına düşmüşlerdi. XVIII. yüzyıl, Ermenilik ruhunun manastırlarda yeniden doğuşu dönemi olarak bilinmektedir. Bu dönemde, entelektüel din adamları yetiştirmek için okullar açıldı. Mihitarist Mikâel Çamçiyan'ın, Venedik'te 1784-1786 tarihleri arasında üç cilt olarak Ermenice basılan,"Ermeni Tarihi", Ermenilerde millî bilinçlenme ruhunu ve hareketini kamçıladı, genel olarak tarih alanında ilgi uyandırdı.
İngiltere de Ermeni cemaatı üzerindeki çalışmalara katılmış, 1840 yılında Kudüs'te bir Protestan Kilisesi inşaası için izin aldıktan sonra, bu kilisenin 1845 yılında hizmete girmesini sağlamıştı. Böylece İngilizler de Ermenilere dinî kanallardan ulaşmayı deniyorlardı. 1846 yılında İngiliz elçisinin muavenet ve himayesi ile İstanbul'da bir "Protestan Cemaatı İdare Hey'eti" teşekkül etmiş ve 1850 yılında da bir ferman ile bunlar "Ermeni Protestan Milleti" olarak tanınmışlardı. Bir müddet sonra, İngiltere'nin ardından, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Almanya da devreye girmiş, gönderdikleri Protestan misyonerleri ile, İngiliz Elçiliği'nin de yardımları sayesinde, Protestan mezhebini birlikte yayma çabasına girişmişlerdi.
Böylece, Gregoryen, Protestan ve Katolik Ermeniler, dil ve tarih çalışmalarını başlatarak Osmanlı İmparatorluğu'nun XIX. yüzyılın ikinci yarısında çok huzursuz kılacak olan Ermeni milliyetçiliği duygusuna katkıda bulunacaklardı. 1856 Islahat Fermânı'ndan sonra Ermeniler, valilik, genel müfettişlik, elçilik, hatta bakanlık mevkilerine bile getirilmeye başlamışlardı. 1856 Islahat Fermânı'nın getirdiği vicdan özgürlüğü ilkesi, din ve mezhep propagandası çalışmalarını sürdüren dış güçlerin, Protestan ve Katolik misyonerler aracılığı ile mezhep değiştirmeyi sağlamaya yönelik faaliyetlere hız vermelerine sebep olmuştur. Misyoner okullarında Ermenilere Ermenice öğretiliyor, tarih ve kültürleri hakkında dersler veriliyordu. Ayrıca, pek çok zengin Ermeni aileleri çocuklarını Fransa'ya ve başka Avrupa ülkelerine gönderiyorlardı. Bu gençler orada milliyetçilik fikirleri ile donanıyor ve dönüşlerinde radikal reform taraftarı oluyorlardı. Böylece, misyonerler sayesinde, Ermeniler arasında millî kültürleri ile ilgili bir uyanma göze çarpmakta idi.
Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist devletlerin nazarında yıkılacak bir devlet idi. Bu büyük imparatorluğun mirasından her devlet kendisine daha fazla pay alabilmek için akla hayale gelmeyen politik oyunlar icat ediyordu. Bu sebeple, Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında kiliseye en büyük yardımı sağlayacaklardır. İmparatorluğun dağılmasın da çıkarları olsun veya olmasın hepsi de din teması üzerinde durmuşlar, bazıları sırf siyasî amaçlar ile, bazıları da Hristiyan olduklarından sevaba girmek düşüncesi ile Ermenileri desteklemişlerdir.
İngiltere, Protestan faaliyetlerini yönlendirmekle hem Çarlık Rusya ve Fransa'nın imparatorluk içerisindeki çalışmalarını dengelemiş, hem de herhangi bir milletlerarası paylaşma durumunda as lan payını alabilmek için aracı bir zümre (Ermeniler) meydana getirme imkânına kavuşmuş idi. İngiltere, güdümlü bağımsız bir Ermeni Devleti'ni Doğu Anadolu'da, Rusya'ya karşı, Osmanlı Devleti'nden daha sağlam bir set çekeceğini sanarak Ermeniliği bir silâh olarak kullanmaya başlayacaktı.Ancak, Rusya'nın da Ermeni unsuruna, ekonomik, nüfuzunu yaymak için ihtiyacı vardı.
Netice olarak, İngiltere ile Rusya'nın siyasî ve ekonomik nüfuz sahalarını genişletme amaçları başka bir ifade ile, İngiliz-Rus rekabeti, mevcut olmayan bir"Ermeni Meselesi" doğuracaktır. Bu arada, Ermeni Patrikhanesi de, Avrupa devletlerinin ilgisini Ermeniler üzerine çekme faaliyetine başlayacaktır.
İmparatorluk'taki Ermenilere Türklerin Hoşgörüsü
Doğu Anadolu'da kasabalarda sanat ve ticaret, köylerde de çiftçilik ile uğraşan Ermeniler, diğer gayrimüslim unsurlar gibi askerlik mükellefiyetinden serbest bulundukları için servetlerini ve nüfuslarını devamlı olarak artırarak Osmanlı toplumu içinde müreffeh bir tabaka teşkil etmişlerdir. Ermenilerin servet sahibi olarak müreffeh bir cemaat haline gelmelerine şüphesiz, tâbiiyetinde oldukları ve adaletine sığındıkları Osmanlılar'ın sebep olduğu tarihî bir vakıadır. Osmanlı Devleti'nin toprakları üzerindeki gayrimüslimlere karşı adaletli bir yönetim tarzı uyguladıklarında tarihçiler müttefiktirler.
Edmond About,"Türkler, dinî hususta dünyanın en müsaadekâr kavimlerinden biridir." diye yazmaktadır.
Tanınmış Alman Türkoloğu F.Giese de, 1914 yılında "Die Velt Des islam" dergisine (BandII/V Heft 23-24) yazdığı "Türkiye'deki Dinî Müsamaha" hakkındaki makalesinde özet olarak şunları yazmaktadır:
"Tolerans mefhumu, Hristiyan memleketlerinde XVI. yüzyıldaki reformlardan sonra ortaya çıktı, son iki asırda hayli yerleşerek, bilhassa 1848'den sonra herkesçe kabul edildi... Batıda durum böyle iken, Müslümanların Hristiyanlara ve Yahudilere karşı nasıl muamele edeceği, Kur'an'da tespit edilmiştir... Gerçek şudur ki, batıda kilise başka inançtakilere karşı oldukça katı ve müsamahasız davranırken, Müslümanlar kendi ülkelerindeki gayrimüslimlere tam bir tolerans gösteriyorlardı. Bu bir gerçektir ve bu yönden İslâmiyet ne kadar övülse azdır... İslâm hukukunun gayrimüslimlere karşı bu müsamahalı turumu Türkler tarafından da tarih boyunca uygulanmıştır. Hatta, Osmanlı İmparatorluğu'nda zaman zaman Gayrimüslimler için şartlar, Müslümanlarınkinden bile daha iyi olmuştur.
Bugün, Osmanlı Devleti'ndeki Hristiyanlar, Avrupa'dakiler kadar huzur içinde yaşamaktadır. 1897 ve 1907 yıllarında Ermenilere yapılan hareketler bir müsamahasızlığın neticesi olmayıp, büyük devletlerin maşası olarak Osmanlı idaresine karşı ayaklanması ile ortaya çıkmıştır."
Milletlerarası Hukuk Profesörü M.Philip Mars-hall Brown, 1914 yılında yayınlanan "Foreigners in Turkey-their juridical Status" adlı kitabında şöyle demektedir:"En kaçınılmaz gerçek, çok büyük zaferler kazanmış olan Türkler'in, kendiliklerinden ve cömertçe -fethettikleri yerlerdeki unsurlara-devlet için hayatî olmayan ve Müslümanlar tarafından kutsal olduğu kabul edilen konularda, kendi yasa ve âdetlerine bağlı kalmalarına izin vermiş olmalarıdır."
Fransız diplomat ve tarihçisi M.Engelhardt da,"Turkey and the Tanzimat" adlı eserinde, Türkiye'deki Gayrimüslimler'in kendi dinî liderlerinin baskısından rahatsız olduklarını ifade etmekte ve "İllerdeki yönetimin de İstanbul Patriği'ne bağlandığı devirden itibaren (XVIII. yüzyıl), ilişkileri daha sık olan paşaların tutumlarından çok, kendi kiliselerinin, kendi liderlerinin giderek artan zulmüne katlanmak zorunda kalmışlardır." demektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kendi dillerini unutan ve Türkçe konuşan Ermenilerin, Avrupa kamuoyunda, Hristiyan Türklerden başka bir şey olmadıkları kanaati bile yer etmiş idi. 1835-1839 yılları arasında Türkiye'de bulunan Helmuth von Moltke İstanbul'da, Osmanlı Başkumandanı (seraskeri)'nın Ermeni tercümanı ve ailesinden bahsederken, Ermeniler hakkında şunları yazıyor: "Bu Ermenilere aslında Hristiyan Türkler demek mümkün, bu hâkim milletin (Türkler'in) âdetlerinden, hattâ lisânından o kadar çok şey almışlar."
XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Polonyalı seyyah Mikoşa, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin durumlarını şöyle tasvir ediyordu:"Ermeniler'e, Türkler tarafından, herhangi bir milletten daha çok saygı gösterilmektedir. Onlar, Rumlardan daha geniş bir din hürriyetine mâliktirler." Mikoşa, Ermenilerin,"eski âdetlerini" tamamen unutmuş olduklarını izah ettikten sonra devam ediyor:"Geçmişte kendilerinin ne oldukları üzerinde kat'iyyen düşünmüyorlar...Fikir bakımından bir ihtilâl plânını kavrayabilecek kaabiliyette değildirler... Hatta, Osmanlı Devleti'nin çökeceği günün yaklaşmakta olduğu kendilerine söylendiği zaman, bundan memnun olmadıkları bile görünmektedir."
Mikoşa'nın bu kanaatini paylaşan bir Ermeni ileri geleni olan Mıgırdiç Dadyan da, 1867 yılında kaleme aldığı bir inceleme yazısında Osmanlı rejimine teşekkür etmekte idi. XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki Ermeni toplumunu anlatan bu yazısında Mıgırdiç Dadyan, Osmanlı Ermenileri'nin tam bir hürriyet içinde, sosyal kalkınmalarını nasıl geliştirdiklerini şüpheye yer bırakmayan bir şekilde göstermektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Ermeniler, Osmanlı Devleti'nde, bu devleti yaratan Türklerden bile daha fazla haklara sahiptiler
"Ermeni Milleti Nizamnamesi"nin İlanı (1863) ve Sonuçları
29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlar tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girdiği görülmektedir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islahat Fermanı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en sadık tebası olarak kabul edilen Ermeniler'e karşı gösterilen bir cemile (iyilik, güzellik) durumundadır. Osmanlı Hükûmeti'nin muvafakati alınarak doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermenilere "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmakta idi. Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdi. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik Ermeniler ise bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil ediyorlardı. Kagik Ozanvan adlı Ermeni yazar, bu nizâmnâmenin, Ermenilerde ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi" nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir.
Babıâli'nin küçük bazı düzenlemeler ile ilân ettiği 99 maddelik "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", Ermeni Patrikhanesi'ne Ermeni cemaatını yönetmede geniş yetkiler tanırken, ayrıca Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaata, 140 üyeden müteşekkil bir Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kurma imkânı da vermekte idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından, 40'ı taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden seçilecek idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında ihdas edilmiş bulunan 14 üyeli Dinî Meclis (Meclis-i Ruhani) ile 20 üyeli Siyasî Meclis (Meclis-i Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak bunların seçiminin Millî Meclis tarafından yapılması hükmü getiriliyordu. Patriğin seçiminin de Millet Meclisince yapılması kaydediliyordu. Böylece, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile değerlendirildiğinde, Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın mutlak olmaktan çıkarak, Ermeni cemaatı ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve Ermeni toplumunun yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin alabileceğini ortaya koymuştur.
Ermenilere, buna benzer bir örgütlenme imkânı da, Çarlık Rusya'da 11 Mart 1836 tarihinde çıkarılan "Pologenia Kanunu" ile tanınmıştır. Ancak, buradaki Ermeni teşkilâtlanması, Osmanlı İmparatorluğu içindeki teşkilâta nazaran, daha ziyade Çar'ın bir kuklası durumuna sokulmuştu.
Böylece, Tanzimat ve Islahat reformları ile bütün gayrimüslim tebaaya tanınan hak ve imtiyazlardan yararlanan Ermeniler, bu nizâmnâme ile bir çeşit anayasa haklarına sahip olmuş, bağımsız bir cemaat muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu geniş imtiyazlardan faydalanan Ermeniler, teşkilâtlandılar, okullar açtılar, gazete ve dergi çıkardılar. Ermenilerin siyasî ve içtimaî varlıkları üzerinde yeni bir devir açan "Ermeni Milleti Nizâmnâme-si"nden yararlanan Patrikhane, adı geçen Nizâmnâmenin verdiği serbestlik ile muhtariyet için uğraşmaya hız vermişti.
Özet olarak, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti'nin bir "Ermeni Meselesi" olmadığı gibi, Ermeni tebaasının da Türk yöneticileri ile halledemedikleri bir mesele mevcut değildi.
Ermeni Kilisesi ve Ruhanileri'nin Bağımsızlık Yolundaki Çalışmaları
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânından sonra Patrikler, daha çok millî ve siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardı. Başka bir ifade ile, "Diplomat Katogigos" ve "Diplomat Patrik" dönemi başlıyordu. Ermeniler, devlet tarafından kendilerine verilen haklara dayanarak, imparatorluk içinde bir "Ruhanî Liderler Ağı" kurma faaliyetine girişeceklerdir. Bu nizâmnâme, Ermenilera muhtariyet için bir adım telâkki olunmuş, Lübnan olayları dolayısı ile vuku bulan Avrupa müdahalesi genişler ise bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümitleri uyanmış idi. Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları arasında) netice vermemişti. Öyle ise sözde Ermenistan için gayret gerekiyordu.
Üçlü Çete:Mıgırdiç Hırimyan, Nerses Varjabedyan ve Mateos İzmirliyan
Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin şampiyonu Patrik Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1S54 yılında 34 yaşında iken, Akdamar Kiiisesi'ne Vartabed olmuş böylece kiliseye intisab etmiştir. 1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden "Van Kartalı", 1863'te Muş'ta St.Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adi gazeteleri neşretmeye başlamıştır. Vaizleri ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir. Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni millî menfaatlanın zirveye tırmanması sonucunu doğuracaktır.
Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz iki esas üzerine çalışmaya başlamıştı:
a. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek,
b. İstanbul Ermeniliğinin, meclisin ve hükûmetin gözlerini Ermenistan'a çevirmek.
Hırimyan, Ermeni Millî Meclisinde yaptığı bir konuşmasında, "Ben Ermenistan'ın acı çeken bir temsilcisiyim. Benden öncekilerin derman aramak için hükümete ne şekilde başvurduklarını biliyorum. Fakat ben daha etkili, acı bir müdahalede bulunacağım." demişti.
Hırimyan'ın, Ermenileri macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banket sarraf ve hükümet memurları ona cephe almışlardı; Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan, 1873 Ağustos'unda istifa etti.
Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'ın da Hırimyan'ın izinden yürüdüğü görülmektedir. 1876'da II.Abdülhamid tahta geçmiş ve Meşrûtiyet ilân edilmişti. Nerses Varjabedyan, Bulgar Meselesi'ni halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hırimyan tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenileri hakkında yapılan sözde baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice alınamamış idi.
Hırimyan zamanında başlayan Patrikhane'nin şikâyet raporları ve müracaatları, Rumeli Hristiyanları meselesinden sonra en şiddetli bir safhaya girecektir. Patrikhane'nin Babıâli'ye ve Avrupa devletlerine verdiği mezâlim raporları, şikâyetnameler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit zabıta olaylarından başka birşey olmadıkları görülür. Patrikhane, bir taraftan sistemli olarak en basit olayı, abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları, siyasî önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermekte idi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savası'ndan önce Ermeniler için iki yol görünüyordu:
a. Osmanlı Devleti'ne ve Türklere sadık kalmak,
b. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerim takip ederek çalışmak ve Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.
Rusya'nın Balkanlar'da "Pan-Slavizm"i sağlamak amacı ve Osmanlı Devleti'nde Hristiyanlara zulüm yapılıyor bahanesi ile 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlılar aleyhine Balkanlar ve Kafkaslar'da başlatmış olduğu savaş, hızla gelişerek Çarlık ordularının Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine gelmeleri ile son bulmuştur.
I. Meşrutiyet Meclisinde,Rusya'nın savaş açtığına dair tebliğ 25 Nisan 1877 tarihinde okunduğu zaman, mecliste büyük bir heyecan meydana gelmiş, Halep'ten Ermeni milletvekili Manon Efendi, "Biz Ermeni ve Hristiyan olduğumuz münasebeti ile ilân ederim ki, Rusya'nın himayesine muhtaç değiliz. Rusya'nın öne sürdüğü himayeyi kat'iyyen kabul etmeyiz ve ona muhtaç da değiliz. Biz hiçbir zaman Müslüman arkadaşlarımızdan ayrılmadık ve ayrılmayacağız." diyordu.
Patrik Nerses ise İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli bir mektubunda: "Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşamaları artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini Hristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Kilikya, Hristiyan yönetimin kurulması gereken yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye Ermenistanı'nda, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hristiyan yönetim istiyorlar." diyordu.
Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi, doğuda bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca, "Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye cevap vermişti. Elçinin Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya, Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz." diye Ermenilerin amacını açıklamış idi.
Hâlbuki savaşın ilk günlerinde, Patrik Nerses, Padişah'a bağlı bir Osmanlı yurtseveri olduğunu açıklamıştı. Savaşın son günlerinde, Varjabedyan'ın başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus Çarı'na başvurmayı kararlaştırdı. Çar'a gönderdikleri bir muhtırada, Doğu Anadolu'da Fırat nehrine kadar olan bölgelerin Türkler'e geri verilmeyip, Rusya'ya ilhak edilmesini, bu olmadığı takdirde, Bulgaristan'a ve "Bulgar milleti"ne verilecek imtiyazların, "Ermeni milleti"ne de verilmesini, işgal edilen toprakların boşaltılması hâlinde ise maddî bir teminât alınmasını ve ıslâhatın tatbik ve tamamlanmasına kadar Rus işgalinin devam etmesini istiyorlardı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Plevne'nin düşmesinden ve Ruslara İstanbul yolunun açılmasından sonra Osmanlıların barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş, barış şartları ise Ayastefanos (Yeşilköy)'ta tespit edilmiştir. Mütâreke görüşmelerinin Edirne'de başlaması üzerine buraya da bir heyet gönderen Nerses Varjabedyan, bu iş için Edirne Başpiskoposu Kevork Vartabed Rusçukliyan ile Türk murahhas heyetinde görevli Stefan Aslanva Paşa ve Hovannes Nuryan Efendiyi görevlendirmişti. Rus murahhas heyetinde bulunan eski İstanbul elçisi İgnatiyef, Ermeni heyetine, Bulgarlara verilen hakların kendilerine verilemeyeceğini, fakat gelecekte Ermenilere bağımsızlık verileceği gün için hazır bulunmalarını bildirdi. Ermeni heyeti, bütün gayretlerine rağmen Edirne Mütârekesi'nde bir netice alamamış, Ermeniler ile ilgili bir hüküm elde edememişti.
Nihayet, Ayastefanos'da devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde koydurmaya muvaffak oldular. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Madde'sinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı Devleti'ne kabul ettirilmiş oluyordu. Ancak bu antlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Çünkü Rusya, Orta Doğu'daki devletlerarası dengeyi bozmuş, bu durum da Osmanlı İmparatorluğu'nün toprak bütünlüğünü koruma politikasını takip eden İngiltere'nin hoşuna gitmemiş idi.
Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberini alan Patrik Varjabedyan, harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir faaliyette bulunmaya başlamıştı. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen Nar Bey, Rusya (St.Petersburg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Ermenilerini himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde davalarını savunmasını rica etmişti. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazanmak için propagandaya çıkmıştı. Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunuyordu.
Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Mançester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin Papazyan'a gönderdiği bir mektupta, siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, İngiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak olduğunu belirtiyor, diğer taraftan 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı tekrar ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin bu projeyi desteklemesini istiyordu.
Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında da büyük devletlere, tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiş idi.
Neticede sun'î Mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Madde'si fazla değişikliğe uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi'nin 61. Madde'si olarak kabul edildi. Böyle ce,"Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezaretinde olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islahat Meselesi" hâlinde tespit edilmiş olunuyordu. 61. Madde, Ermenilere umdukları bağımsızla veya Lübnan benzeri muhtariyeti sağlamamış, ıslahat (reform) vaadinden başka bir şey getirmemiş idi. Ermeniler bu durumdan memnun kalmamışlardı. Bu sebeple az sonra, Ermeniler amaçlarm ulaşmak için Kilise'nin riyasetinde isyan çıkarmak ve kan dökmek sureti ile Avrupa ve Rusya'nın müdahalesini isteyeceklerdir.
Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile talikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan Nuryaz Çeraz, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nden elde edilenler ile Ermeniler'in umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığım vurguluyor ve onlara şöyle hitap ediyordu: "Berlin Kongresi ... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız... Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer." Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa devletlerinin bulunduğu belirtiliyordu.
Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış ve bunu hazırlamak için de Patrikhane'de "Islahat Komisyonu" adı ile bir komisyon kurmuş idi. Bu komisyon tarafından, 1879 yılı ortalarında Piskoposluklara gönderilen genelge, bir cümle ile Ermenileri isyana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdi Ermeni din adamlarına aşağıdaki hususlara riayet etmeleri isteniyordu.
1. Ermenistan Meselesi'nin yaşatılabilmesi içi Gregoryen, Protestan, Katolik ve diğer mezheplerden olan Ermeniler, bu konuda birlik hâlinde tutulmalıdır.
2. Okullardaki çocukların fikirleri Ermenistan Meselesi ile doldurulmalıdır. Okulu olmayan ve öğretmen tutmaya gücü yetmeyen köylerde hiç değilse papazlar, erkek ve kız çocuklarına imza atmasını öğretmelidirler. Ayrıca, şehirlerde ve köylerde; okuma-yazma bilmeyen büyüklere de yazı yazma-yi öğretsinler. Hiç olmazsa imzalarını atabilsinler. Zira bu, ileride lâzım olacaktır,
3. Vilâyetlerdeki Ermeni meclisleri ve başkanları, yabancı konsoloslar ile sık sık görüşüp buluşmalıdırlar. Ermenilerin dertleri konsoloslara açıkça bildirilmeli ve konsoloslar ile tam ve yakın bir ilişki kurulmalıdır,
4. Avrupa,bütün Ermenilerin haklarını gözetir ve arka olur.Avrupa'nın medeni devletleri buna hazırdır.Hristivan Ermeniler'in dertlerini duymak ve onlara derman bulmak, Berlin Kongresi'nin 61. Madde'si gereğidir. Şimdiden biz bu durumu konsoloslara ispat etmeye çalışarak, Ermenilerin becerikli, namuslu, bilgiye susamışlığını göstererek, ıslahat ve emniyeti arzuladığımızı kabul ettirmeliyiz,
5. Her nerede olursa olsun, karşınıza çıkan Avrupalı yolcular, güler yüzle karşılanıp ağırlanmalı, Ermenilerin misafirperverliği gösterilmelidir. Onlara eski Ermenilik hikâyeleri anlatılarak, Ermeni Davası (Hai Tahd)'na yardımcı olmaları sağlanmalıdır.
6. Bu hususlar, kilise cemiyetlerine, papazlara ve kilise cemaatına duyurulmalı ve telkin edilmelidir,
7. Osmanlı Devleti, sizin Avrupalı yolcular ile kuracağınız samimî ilişkilere engel olamayacaktır. Eğer bunun için zulüm ve işkenceye uğranılırsa, mahallî hükümete ve en yakın konsolosa durum bildirilmeli, Patrikhane'ye de olup bitenler bütün ayrıntıları ile yazılmalıdır.
Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş durmuyor, piskoposluklara mektuplar yağdırıyordu. Bu mektuplar tetkik edildiğinde, Patrikhane'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının, hükümeti çıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek olduğu görülmektedir.
Sivas vilâyeti, Ermeniler'in üzerinde hak iddia ettikleri "Alti Vilâyet"(Vilâyât-ı Sitte)'den birisi idi. Başka bir ifade ile kurulması tasarlanan "Ermenistanın en batıdaki toprakları demekti. Bu sebeple, Ermeni iddiaları bakımından ayrı bir önem taşımakta idi. Patrikhane'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırlığı'na rapor edildiği 1881 ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati çekmektedir:
1. Patrikhane piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarını gösteren genelgeler göndermeye başlamıştır,
2. Patrikhane, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve Patrikhanenin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür.), yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları tayin etmiştir,
3. Patrikhane, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet'te çoğunlukta olduklarını gösterme yolunda çalışmalara başlamıştır,
4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermenilerin katli gibi göstermeye çalışmaktadır. Gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri çıkarıyor. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya başlatmıştır,
5. Patrikhane'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası (altını) bulunuyordu. Bu paranın bir bölümü ile Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedailer ile birlikte terör hareketlerini başlattılar,
6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve itaati kökünden yıkmışlardır,
7. Patrikhane, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhane'nin idaresinde ve yönetiminde olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçildi. Vehabedyan, Mıgırdiç Hırimyan ve Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenilerinin durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmış idi. Bu sırada, eski Patrik Hırimyan ve arkadaşları programlarına ve bozgunculuklarına devam ediyorlardı. Diğer taraftan, Ermeni piskoposları da kendilerine verilen programa (talimata) uygun olarak Doğu Anadolu vilâyetlerinde, faaliyette bulunuyorlar ve Avrupa'nın müdahalesini sağlamak için, ne yapmak mümkün ise hepsine başvurmaktan çekinmiyorlardı. Harutyun Vehabedyan, yurt dışında olduğu kadar vilâyetlerde de yavaş yavaş ve gizli olarak yapılan hazırlıklardan haberdar idi. Bu arada, Kudüs Ermeni Patriklik Makamı, Patrik Yesayi Karabedyan (1864-1885)'ın ölümü ile boşalmıştı. Bu hadise ve ileride meydana gelebilecek bazı sıkıntıları ve güçlükleri sezen Harutyun Vehabedyan, Kudüs Patriği olmak için İstanbul Patrikliği'ni terk etmeye karar verdi. Nihayet, kendisi, Bâb-ı Âlî'nin istemeyerek onayı ile Kudüs Patriklik Makamı'na getirildi.
Üç yıl patriklikte kalan Harutyun Vehabedyan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardı. Artık Ermeni milliyetçiliği, başka bir ifade ile muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında, Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçiyordu. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi "Armenagan", 1895 yılında Van'da kuruldu. 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk Marksist partilerini kurdular. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak İhtilâlci Partisi" adım alacaklardır.
Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine, tarafsız bir papaz olarak bilinen İzmit Manastarı Başrahibi Horen Aşıkyan (1888-1894) geçti. Bunun zamanında da, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar tarafından büyütülüyor, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve işkencesi" (!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi isteniyordu. Diğer taraftan, Rusya'da Çar'ın, ülkesindeki radikalizmi yok etmek için uyguladığı baskılar sonucu dağılan Ermenileri birleştirmek amacı ile 1890 yılında Tiflis'te "Ermeni İhtilâlci Federasyonu" (Taşnak) kuruldu. Artık isyanlar, hiç de rastlantısal olmayan bir kronoloji ile birbirini izleyecek idi. 28 Haziran 1890 tarihinde, Erzurum'da kanlı bir isyan çıkartıldı. Bu isyanda binlerce Müslüman kanı akıtıldı. Bunu, 15 Temmuz 1890 tarihinde Kumkapı Nümayişi, Merzifon, Kayseri ve Yozgat isyanları takip etti. Komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen Aşıkyan'a suikast tertip ettiler. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa etti.
Horen Aşıkyan'in yerine, Mısır'ın eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896), İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçildi. İzmirliyan'ın Patrik seçilmesi, Hınçaklar'ı sevindirmisti.O, komitelere bağlı ve üye olan memurları da hizmetine aldı. Kendisi, sadece ihtilâl ve isyan fikrini yaymakla kalmıyor hükümetin yaptığı bütün işleri en ağır bir dille eleştiriyor, İngiliz Büyükelçiliğine ve Londra gazetelerine raporlar gönderiyordu.
Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her vilâyette süratle yayıldı. Bu isyanlar, II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde kısa zamanda bastırılmıştı. İngiliz politikasının ilham ettiği ümitlerin boşa çıktığı gören ve acı bir şekilde hayal kırıklığına uğrayan Ermeniler, artık Mateos İzmirliyan'dan bıkmışlardı. Ayrıca, daha Patrik seçildiği günden itibara onun uzlaşmaz tavrını tasvip etmeyen Ermeni aristokratları ve Bâb-ı Âlî hizmetindeki yüksek seviyeli memurlar ona istifa etmesini tavsiye ediyorlardı. İngiltere Büyükelçisi Philip Currie de ondan desteğini çekmiş idi. Hatta, Ayan Meclisi üyesi Ermen Abraham Kara Kehya Paşa da, ona, kendisinin artık kendi halkına faydalı olamayacağını ve bu sebeple Patriklik Makamı'nda oturmaya devam edemeyeceğini söylemişti. Bütün bu olumsuzluklar Mateos İzmirliyan'ın istifasına sebep oldu. İstifa eden İzmirliyan, 1896 Eylül'ünde Kudüs'e gitti Ancak, II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra İstanbul'a dönebilen İzmirliyan, ikinci defa olarak Patrik (1908-1909) ilân edilecektir.
Patrik Mateos İzmirliyan'ın istifasından sonra Bursa Piskoposu Mgr.Bartolomeos, Patrik vekili olarak tayin edildi. Bâb-ı Âlî, İzmirliyan'ın Patrikliği zamanında mevcut bulunan sivil ve dinî meclislerin yerine, din adamlarından ve 8 lâik üyeden müteşekkil bir Karma Meclis'i geçici olarak görevlendirdi. Az sonra, 26 Ağustos 1896 tarihinde İstanbul'da Taşnak Partisi'nin düzenlediği "Osmanlı Bankası Baskını" vuku buldu. Artin Dadyan Paşa'nın başkanlığında toplanan Karma Meclis ise bu sırada, Malakya Ormanyan'ı İstanbul Ermeni Patriği (1896-1908) olarak seçti. Patrik Ormanyan, Apdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü münasebeti ile, Kumkapı Kilisesi'nde "Allah'a Şükür Ayini" yaptı, ayrıca, Ermeniler'in Osmanlı İmparatorluğu'na bağlılık sebeplerini açıklayan konuşumasının ardından, Padişah'ın iyiliği için dualar okundu. Osmanlı Hükümeti de Ermenilere daha fazla güven vermeye ve onların sadakatini yeniden kazanmaya koyuldu. Padişahın çıkardığı bir af sonunda da, sürgün edilmiş veya hapsedilmiş bütün Ermeniler serbest bırakıldı.
Ermeni din adamları ise bu dönemde de yıkıcı faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Uğranılan hayal kırıklığı ve ümitsizlik Ermenileri yeni maceralara itecek ve yeni hayaller peşine düşürecektir. Nitekim,Adana bölgesi Piskoposu Paul Terziyan, Maraş ve Adana bölgelerini içine alan küçük hayalî bir Ermenistan Devleti'nin kurulması çalışmalarını başlatacaktır. O, Fransız Hariciye Nazırına yazdığı 6 Temmuz 1898 tarihli gizli mektubunda, Osmanlı Hükûmeri'ni şikâyet ederek Fransa'nın himayesinde küçük bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını öngörüyordu. Ancak, bu teklif II. Abdülhamid tarafından öğrenilmiş ve kesinlikle reddedilmiştir.
1899 yılında ise Minaz Çeraz ile çeşitli yerlerden seçilmiş olan heyetler, Lahey Barış Konferansı'na müracaat ederek Ermenistan'ın bağımsızlığı yolunda bir muhtıra vermişlerdi.
Patrikhane tarafından yönlendirilen Ermeni komiteleri de, 1905 yılında Paris'te yaptıkları bir kongrede, Kilikya (Adana, Maraş ve havalisi)'da bir Ermeni Devleti kurulmasına karar vermişlerdi. Aslında bu karar yine, haç ve kılıcın ittifakı idi.
Meşrûtiyet'in İlânı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği, Piskopos Muşeg
23/24 Temmuz 1908 tarihinde II.Mesrûtiyet'in ilânından sonra, ihtilâlci ve politik mahiyete sahip olan Ermeni komiteleri, Meşrûtiyet'e bağlılıklarını ve onun korunmasına çalışacaklarını ilân etmişlerdi. Komiteler, yayınladıkları programlarında da, ihtilâlci görünümlerinden uzaklaştıklarını özellikle beyan ediyorlar ve Osmanlı Devleti'nin yükselmesi için çalışacaklarını vurguluyorlardı. Ancak, komiteler az sonra yavaş yavaş eski faaliyetlerine geçeceklerdi. Komitelerin muhtelif gazetelerinde Meşrûtiyet'in ilk günlerinde Berlin Antlaşması'nın 61. Madde'sinden vazgeçildiği ilân edilmişken, yine eski iddialar üzerine yazılar çıkarmaya başlamıştı. Eski hatıraların ihya edildiği, Ermeni bayraklarının, Ermeni ihtilâl ve isyan telkin eden eserlerin, marşların, millî şiirlerin, millî piyeslerin ortaya çıktığı görülüyordu. Silâh ithalâtına büyük önem veren komiteler, en ufak köylere kadar şubelerini genişletip üyelerinin silâhlanmasına büyük gayretleri ile çalışıyorlardı.
Patrikhane ise bütün varlığı ile tam bir komiteci yatağı olmuştu. Öğretmenler ve vilâyetlerdeki piskoposlar, uzun bir tetkikten sonra, genç ve müfrit papazlardan seçiliyor ve bunlar komiteler hesabına çalışıyorlardı. Komiteciler, Ermenilerin bulunduğu yerlerde hakimiyet ve üstünlük sağlamak için piskoposlukları elde etmeye gayret sarfediyorlardı. Başka bir ifade ile Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün içindeki yerini alıyordu.
Bitlis Rus Konsolosu tarafından İstanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910 tarihli ve 602 numaralı rapor, kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün açıklığı ile gösterir mahiyettedir. Taşnak Komitesi'nin Bitlis ve Muş'daki faaliyetlerinden bahsedilmekte olan Rapor'da:
"Muş'un köylerinde, sözde okullar için para toplayan Ermeni İhtilâlcisi Karnik, Taşnak Komitesi'ne girmeden önce bir papaz idi. Asıl adı, Dacad Vartabed'dir. Sonra ruhanî kisveyi bırakarak Taşnak Komitesi'ne girmiştir. Bundan sonra, diğer Ermeni ihtilâlcileri gibi, o da bir takma ad bulmuştur... Şimdi, Karmen adı ile tanınmaktadır.
Ermeni cemaati ve ruhanî idareleri tarafından temin edilen okullara Taşnak mensupları, müfettiş sıfatı ile gitmektedirler. Taşnak Komitesi üyelerinin, Ermenilerin ruhanî işlerine, geçen yıl içerisinde ve bu yılın başlarında katılmaları önemli bir dereceye çıkmıştır.
Taşnaklar'ın Muş'taki ruhanî işlere müdahaleleri daha fazla hissedilmekte ve buradaki ruhanî memurları kendi arzularına göre zorlamaktadırlar.
Taşnaklar'ın, Muş'un dinî işlerine müdahaleleri, Ermeni din adamlarının vilâyetin diğer bölgelerine gitmeleri hâlinde de kendini göstermektedir. Bir müddet önce, Muş piskoposu Nerses Karahanyan Bitlis'e geldiği zaman, Karmen ondan ayrılmayarak ona refakat etmiştir. Piskopos nereye giderse, Karmen de mutlaka onunla beraber bulunmuştur.
Ermeni ruhanîleri ile Taşnak üyelerinin münasebetleri, siyasî ve diğer konularda tamamen uygunluk arz etmektedir."
Nitekim, 1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermişti. İşte Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerim çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılıyordu. 13 gün süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmış idi.
Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan, 1907 Ekim ayında ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na geçmek için İstanbul'dan hareket ediyordu. Yerine Patrik olarak Yegişe Turyan (1909-1911) getirildi. Az sonra da, Patriklik Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilecektir. Piskopos Muşeg'in 1909'da hazırladığı Adana İsyanı'ndan 1913 yılına kadar geçen dört yıllık devre, başta Ermeni kilisesi olmak üzere, komitecilerin, siyasî görüşmeler, meclislere seçilmeler, yabancı elçiler ve hükümet ileri gelenleri ile yaptıkları temaslar ve komite toplantıları; isyan bayrağı altına daha çok komiteci toplamak, zaman kazanmak ve yıpranmış Ermeni ihtilâlciliğini bütün ruhu ile yeniden canlandırmak amacını taşıyordu.
Osmanlı Devleti'nin seferberlik ilân ettiği günlerde (21 Temmuz 1914), Eçmiyazin Katogigosu V. Kevork (1912-1930), Rusya'nın Kafkasya Umumî Valisi Voronçov-Daşkov'a yaptığı riyakârlık ve dalkavuklukla dolu yazılı müracaatında, Ermenilerin himayesini istiyor, buna karşılık Ruslar ile birlikte Osmanlı Devleti'ne karşı savaşacaklarını taahhüd ediyordu. Yine aynı gün, Voronçov-Daşkov, Tiflis'deki Ermeni Millî Konseyi üyeleri, bu arada şehrin Belediye Başkanı Hadisyan ile görüşüyor ve ona, eğer Türkler'in altı doğu vilâyeti Ermenilerin yardımı ile ele geçirilirse, burada Ermeni muhtariyetinin tanınacağını ilân ediyordu. V.Kevork, ayrıca, Katogigosluğun resmî gazetesi olan "Araraf'ta, bütün Ermenilere hitaben bir beyânname yayınlayarak (Ağustos 1914), isyan çığırtkanlığı yapıyordu.
1915 yılı ilkbaharının başlarında, yani Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden altı ay sonra, kilise güdümlü Ermeni çetelerinin Rusya'nın desteğindeki faaliyetleri şöyle özetlenebilir:
1. Ermeni komiteleri, savaş başlar başlamaz Rus ordusuna katılmayı, onu desteklemeyi, düşman sınırı geçince onlarla birlikte çarpışmayı planlamışlardı,
2. Seferberlik ilânı üzerine askere gitmeyi reddetmişler, silâhlarını alıp dağlara çıkmışlardı,
3. Askere gidenler, silâh ve cephaneleri de çalarak kaçmşlar, komitecilerin emrindeki çetelere katılmışlardı,
4. Doğu Anadolu'nun birçok yerinde gizli komiteler faaliyetlerini arttırmışlar, bomba imalâthaneleri kurmuşlar, silâh depoları teşkil etmişlerdi,
5. Silâhsız ve müdafaasız İslâm ahali üzerine baskınlar yapılmış, günahsız pek çok masum vahşice katledilmişti,
6. Resmî binalara, askerlere, jandarmalara tecavüz ve saldırılar gittikçe şiddetlenmiş, şehit düşen askerlerin sayısı binlerin üzerine çıkmıştı,
7. Çeşitli yerlerde isyanlar başlamış, bilhassa doğuya yaklaştıkça isyan bölgeleri daha sıklaşır olmuştu,
8. Van'da büyük bir isyan başlatılmış, Rus ordusu ve Ermeniler şehri işgal etmeden önce ve ettikten sonra katliam yapılmış, Van ahalisinin büyük bir kısmı öldürülmüştür,
9. Bütün bu hareketlerin başında, Osmanlı Meclisi'ne dahi girmiş bulunan Ermeni milletvekillerinin, tanınmış komitecilerin, papazların, doktor ve avukatların bulunduğu görülmüştür.
Diğer taraftan, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da devlete karşı savaşacak"Ermeni Gönüllü Birlikleri" teşkil edilmişti. Bu amaç için Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulan "Millî Müdafaa Komisyonu"nun üyeleri arasında, Adana eski Piskoposu Muşeg, Ankara eski Piskoposu Papgen, Kütahya Piskoposu Papgen Köleseryan, Feriköy ve Üsküdar eski vaizi rahip Dirayr da bulunuyordu. Komisyonu teşkil eden üyeler, Türkiye'de yıllarca piskoposluk yapmış olan ruhanî liderlerdi.
"Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi"(1916) ile 1918 Nizâmnâmesi'nin İlânı
Ermeni Patrikhanesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhane'ye 1863 yılında devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini gerektirmiştir. 10 Ağustos 1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi" ile biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinde bulunan iki Katogigosluk (Sis ve Akdamar) ve iki Patriklik (İstanbul ve Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hristiyanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur. Patrikhane meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece,Osmanlı Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtuluyorlardı. Kudüs Katogigosluğu'nun görev sahası ise bütün Osmanlı İmparatorluğu'nu kapsıyordu Böylece, yeni nizâmnâme Ermenilere bir ümit olarak gösteriliyor, "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az." diye ders verilmek isteniyordu. Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni cemaatının 1863 yılından beri, bu yeni nizâmnâme gibi bir nizâmnâme ile yönetilmiş olsa idi, dışarıdan gelen kışkırtmaların daha az tesirli olacağını ve 1915 olaylarının çıkmayacağını ileri sürmektedir.
Tanin Gazetesi ise 11 Ağustos 1916 tarihli nüshasında, hükümetin Patrikhane ile ilgili o sıradaki görüşünü belirterek, âdeta devlet içinde devlet sayılan "Millî Meclis-i Umumî" ile Patrikleri ve rahipleri Ermeni Komiteleri'ne yardımcı olmakla suçlamaktadır. Anılan nüshada özetle şöyle denilmektedir:
"Patrikhane'ye, bu meclisi kurma hakkı verildiği günden itibaren (1863), Ermeni meclisi siyasî bir kuruluş hâlini almış, Ermeni partileri kurulmaya başlamış, propagandalar yapılmış, sokaklarda dövüşler, mecliste gürültüler olmuş, dinî işler bir tarafa bırakılarak, siyasî programlar ile uğraşılmaya başlanılmıştır. Bu Ermeni partileri mükemmel ihtilâl programları yapmışlar, kimi İngilizlere kimi Ruslar'a taraftar olmuş, kimi başlı başına bağımsızlık hülyalarına kapılmışlardır. Patrikler, makamlarında durabilmek için bu partiler ile uzlaşmaya mecbur olmuşlar, patrikhane meclisleri de dinî görevlerini bırakıp siyaset ile uğraşmak zorunda kalmışlardır... Dünyanın hiçbir tarafında böyle bir meclis bulunamaz... Patrikhane, patriklerin değil, dışarda her türlü yıkıcılığı yapabilen politikacıların eline düşmüş bulunuyordu. Bu suretle, birtakım yıkıcılar, bir yandan rahipleri yıkıcılık yapacak adamlardan seçtirmişler, diğer taraftan da bu rahipler vasıtası ile yıkıcılığa ve örgütlenmeye devam etmişlerdir."
Osmanlı imparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkacak ve İtilâf Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal edilecekti. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması safhası başlayacaktı.
Ermenilerin hukukî durumları hakkında üçüncü bir düzenleme ise Mondros Mütârekesi'nden sonra, 11 Kasım 1918 tarihinde kurulan Tevfik Paşa Hükümeti tarafından yapılmıştır. İttihat ve Terakki Hükûmeti'nin gerçekleştirdiği 1916 yılındaki düzenlemeye tepki olarak, altı madde hâlinde 18 Kasım 1918 tarihinde yayınlanan ve "27 Ramazan (1) 279/18 Mart 1863 Tarihli Ermeni Katogigos ve Patrikliği Nizâmnâmesi'nin İlgası Hakkında Nizâmnâme (Lâyiha)" adını taşıyan yen nizâmnâme ile 1916 Nizâmnâmesi yürürlükten kaldırılmış, böylece Ermeniler tekrar 1863 Nizâmnâmesi'nin hükümlerine tâbi olmuşlardır. Böylece, 1916 Nizâmnâmesi ile zararlı çalışmaları zapt ü rapt altına alınmış olan Patrikhane, 1863 Nizâmnâmesi'nin tekrardan yürürlüğe konması ile eski faaliyetlerine başlayacaktır.
Patrik Zaven Efendinin Çalışmaları
Mondros Mütarekesi, Ermenistan kurulması ortamı için önemli bir adım idi. 1918 Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi, bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş, silâh, mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi'nden de geniş ölçüde destek alıyordu.
Yoğun bir propaganda ve siyasî faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere-Fransa) kabul göreceğini düşünüyorlardı. Bu sebeple, Türkiye Ermenilerinin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını istemişti. Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda bulunmak üzere Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve oradan da Londra'ya hareket etti. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı Lord Harding ile görüştü, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile müzakerelerde bulundu. Ermeniler'in minnettarlığını arzetmek üzere İngiltere Kralı V. George'u da ziyaret etti. Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok emin görünüyordu. Ancak Ermeniler isteklerinde, demokgrafik, etnik, politik, ekonomik ve diğer bakımlardan haklı olup olmadıklarını düşünmüyorlardı.
Ermeniler, Mondros Mütârekesi'nden sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve propagandaya girişmek üzere Paris'e üç ayrı heyet göndermişlerdi. Bunlar, Bogos Nubar Paşa'nın başkanlığındaki "Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu", "Ermenistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Avedis Aharonyan'ın başkanlığındaki "Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu" ve Kilikya (Sis) Ermeni Katogigosu Paul Terziyan'ın başkanlığında kurulmuş bir din adamları (ruhanî) Delegasyonu idi. Bogos Nubar Paşa ve Avedis Aharonyan, 26 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı'nın "Onlar Şûrası"na verdikleri muhtıra ile Kafkasya'dan Akdeniz'e ve Karadeniz'den Suriye Çölü'ne kadar uzanan bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını teklif etmişlerdi. Ancak özellikle, İngiltere ve Fransa arasındaki bölgeye hakimiyet mücadelesi, konunun bir müddet daha sürümcemede kalmasına sebep olacaktır.
Ermeni Kilisesi Hakkındaki Yorumlar ve Düşünceler
Gevond Turyan'ın Düşünceleri
Ermeni Kilisesi'nin, Ermenilerin ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile daha önce belirtmiştik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan'ın haftalık bir Ermeni dergisi olan Dadjar'da yayınladığı makaleleri daha sonra, bir kitapta toplanmış ve 1917 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni Kilisesi'nin bir itirafnâmesi niteliğinde olup, Ermeni Komiteleri'nin, Patrikhane'nin ve Ermeni Cemiyetleri'nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Gevond Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanîlerinin Osmanlı Devleti'nin yıkılmasındaki rollerini şöyle açıklamaktadır:
"Dinî cemaatlar, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilâl Partileri'nin inkılâp ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralardan hazırlanmıştır. Dinî merkezler, silâh depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dinî liderler, söz ve yazı ile, kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyorlardı. Artık vaazlarda yüce sözler ve İncil'in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk yerine isyan; insanlık yerine kin ve intikam; ahlâk yerine alçaklık ve rezillik vaazediliyordu... Dinî liderler, komiteler tarafından organize edilmiş bayramlara, toplantılara, törenlere başkanlık ediyorlardı."
"Ne Ermeniler'in en yüksek dinî lideri Eçmiyazin Katogigosu, ne Ermenilerin kaderini omuzladığını iddia eden en yüksek Kilise yetkilileri, ne bu ihtilâl partilerinin yetkili şefleri, ne diğer Ermeniler, Türkiye dışında, bizim, diğer hiçbir otoritenin hâkimiyeti altında varlığımızı korumaya muktedir olmadığımız ne açıklayabildiler, ne de kavrayabildiler."
"Ermeniler, 600 yıldan beri, başka hiçbir millet tebaasının ne gördüğü, ne tanıdığı geniş bir sosyal ve dinî hürriyetten istifade ederek Türkiye'nin toprağında Türkler ile yanyana yaşadılar... Komiteler, gerçekleri inkâr etmişler ve en itibarlı tebaa olarak, şanla, şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu ülke üzerinde, kin, nefret ve ayrılık tohumlan ekmişlerdir."
Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan'ın bu kitabını kasıtlı olarak kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş sonrasında, soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yalında Amerika'ya göç etmiş, ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933 tarihinde New York'daki Ermeni Kilisesi'ne bir ayini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri tarafından asılsız davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak öldürülmüştür.
XX. Yüzyıl Sonlarında Anti-Türk Propagandası ve Kilisenin Teröre Desteği
1919-1921 yıllarında Fransız ve İngiliz kuvvetleri ile birlikte Maraş, Urfa ve Antep'te Müslüman ahaliye, akla ve hayale gelmeyen baskı ve zulüm uygulayan Ermenilerin büyük bir bölümü, Ankara Antlaşması'nı müteakip, Fransızlar tarafından Lübnan'a taşınmışlardı. Böylece Lübnan, Orta-Doğu'da geniş bir Ermeni nüfusuna vatan olmuştu. 1970-1985 yılları arasında, Lübnan'da Türkiye'ye karşı Ermeni terör örgütlerinin yeniden kurulduğu görülmektedir. Bu örgütler arasında,ASALA (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu), ASALA-RM (ASALA-İhtilâlci Hareketi), JCAG (Ermeni soy kırımı Adalet Komandoları) ve ARA (Ermeni İhtilâlci Ordusu)'yı sayabiliriz.Bu yıllar arasında, Türk ve yabancı kişi ve kuruluşlarına yöneltilen çok sayıda eylem, anılan terör örgütlerince üstlenildi. Ayrıca, Eçmiyazin (Ermenistan) ve Antilyas (Lübnan) Katogigosları da sözde davalarına destek sağlamak için büyük devletler ile temaslarda bulunmuşlardır.
Bazı Ermenilerin, Türkiye aleyhtarı çalışmalarını 1985 yılından sonra terör ortamından, yoğun bir propaganda ortamına kaydırdıkları görülmektedir. Onlar, bu propagandalarında, Osmanlı Devleti'nin son yüzyılından miras kalan dinî ve etnik problemleri, kasıtlı bir şekilde günümüz Türkiye'sinin politikalarına sokmak gayreti içinde bulunmaktadırlar.
1987 yılında ABD'ye giden Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen, çeşitli eyaletlerde düzenlenen ayinler ve toplantılar sırasında hitap ettiği Ermeni asıllı Amerikalılara, "vatana dönüş" temasını işlemiştir. New York, San Francisco ve Los Angeles'e uğradıktan sonra Kanada'ya geçen I. Vasgen, yaptığı konuşmalarında, Avrupa Parlamentosu'nun (asılsız) soy kırımı kabul etmesinden sonra, ikinci aşamada Birleşmiş Milletler'in de aynı konuda karar alması gerektiğini, soy kırımın tanınmasının, Hristiyan bilincinin ve Hristivan adaletinin temel bir konusu olduğunu, bir gün Ağrı Dağı'nın etrafında yeniden bir araya gelineceği temalarını da işleyerek, Ermeni propagandasındaki dinî motife ağırlık vermiştir. I. Vasgen, dinî otoritesini, Sovyetler Birliği'nin Ermenilik siyasetine uygun olarak ustalıkla kullanan bir Ermeni Katogigosu olarak temayüz etmiştir.
XX. yüzyılın propaganda tarihi yazıldığında, herhalde en etkili kampanya olarak, Ermenilerin Türklere karşı açtıkları propaganda savaşı gösterilecektir. Teröristlerin arkasında, çeşitli Ermeni kuruluşları ile bazı Ermeni kiliselerinin bulunduğu artık bilinmektedir. Asılsız Ermeni Meselesi, Türkiye'yi tedirgin etmek yanında, dünyadaki Ermeni millî bilincini ve kileseye bağlılığı dinç tutmak için devamlı gündeme getirilmektedir. Nitekim, Kuzey Amerika'daki ve Batı Avrupa'daki Ermeni kiliseleri, 20 yıl önce tenhalaşmış ve yoksullaşmış oldukları hâlde, şimdi tıklım tıklımdır. İnanılmayacak kadar etkindir. Muazzam fonlara kavuşmuşlardır. Bu sebepledir ki, Türkiye dışındaki Ermeni kiliseleri, dine, ahlâka ve insanlığa aykırı olarak, hiçbir zaman Ermeni terörizmim tel'in etmemişlerdir.
Meselâ, ABD'de Boston yakınlarındaki Water-town'da yaşayan Ermeni papazı Vartan Hartunyan, Ermeni terörü diye bir şeyin varlığını kabul etmemektedir. Bu papaz için var olan tek şey, yalnızca Ermenilere yöneltilen sözde terördür.
28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan'ı şehit eden ve yargılanarak mahkûm olan Lübnan asıllı Hampig Sasunyan için 21 Kasım 1983 tarihinde California Montebello'daki "Kutsal Haç Ermeni Resul Kilisesi"nde bir "Hampig Gecesi" düzenlendi ve günün anlamını belirtmek için yapılan dinî töreni "Batı Ermeni Resul Kilisesi" Başpiskoposu Yeprem Tabakyan yönetti. Terörist katil Hampig Sasunyan'a verilen bu manevî destek, Ermeni kilisesinden kaynaklanıyordu Ve işin en ilginç ve kaygı verici tarafı da toplantının dinî bir kuruluşta düzenlenmesi ve ABD'nin ileri gelen bir dinî lideri tarafından yönetilmesi idi.
"Ermeni Kutsal Haçı'nın Marifetleri" bununla kalmayacaktı. Nitekim, Lizbon'daki Türk Büyükelçiliğini 27 Temmuz 1983 tarihinde basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için de, 12 Ocak 1984 tarihinde, Washington D.C.'nin mahallesi olan Chevy Chase'deki Surp Haç Kilisesi'nde; 21 Ocak 1984 tarihinde Illionis, Glenview Ermeni Azizler Resul Kilisesi'nde; 22 Ocak 1984 tarihinde Rhode Island'daki St. Vartanantz Kilisesi'nde ve 29 Ocak 1984 tarihinde New Jersey Ridgefield'deki St.Vartanantz Kilisesi'nde "Lizbon Beşlisi" için ayinler düzenlendi. Bu ayinler, Taşnak Partisi tarafından himaye edilmiştir.
Yakın tarihte, 26 Aralık 1994 tarihinde de, Dağlık Karabağ'da Azeri Türklerine karşı çarpışırken ölen Ermeni kuvvetleri komutanı, ASALA-RM (ASALA-İhtilâlci Hareketi)'nin lideri terörist Monte Melkonyan'ın ölümünün birinci yıldönümünde, California, Pasadena'daki St. Gregory Ermeni Kilisesi'nde bir anma töreni düzenlendi. Törene başkanlık eden Başpiskopos Vahe Hovsepyan, Malkonyan'ın sözde kahramanlığından övgü ile bahsetti. Törene, başta Ermeni kilisesi, Ermeni partileri temsilcileri, Ermeni akademisyenler ve Ermeni basını katılmıştı. Şaşırtıcı bir durum. Katil bir terörist, kilisenin riyasetinde bir Ermeni kahramanı hâline getirilmişti.
Ermeni siyasî isteklerinin temelinde yatan sözde "Ermeni Anavatanı"nı kurtarmak amacı ile, Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesi ve onun desteğindeki Ermeni partileri, aşağıdaki doğrultuda bir anti-Türk politika sürdürmektedirler.
1. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, yaptıkları Türk ve Kürt katliamına ait tarihî gerçekleri inkâr etmektedirler.
2. Ermeni Kilisesi ve siyasî partileri, Türklerin Ermenilere soy kırım yaptıkları iddiasını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
3. Ermeni kilisesinin desteğinde terör örgütleri kuran Ermeni siyasî partileri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi yıkıcı faaliyetlerini sürdürmektedirler.
4. Bu konuda, kilise kaynaklarını seferber eden Ermeni partileri, terörizm, rüşvet ve diğer yıkıcı metodları ile sözde "Ermeni Davası" (Hai Tahd)'na destek vermeyen diğer milletlere mensup siyaset adamlarını, hükümet yetkililerim, insan hakları uzmanlarını ve tarihçileri susturmaya gayret etmektedirler.
5. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, bugün Türkiye'de kendi davalarına hizmet edecek misyon kurmak için çaba sarfetmektedirler.
Türkiye dışındaki Ermeni ruhanîleri ve parti liderleri, yukarıda belirtilen yollardan istifade ile, milletlerarası diplomatik camianın, asılsız "Ermeni Meselesi"ni gündemde tutmak için çalışmaktadırlar.
*Erdal İLTER
*Tarih Doktoru, Atatürk Araştırma Merkezi Haberleşme Üyesi
Giriş
Türkiye toprakları üzerinde, Ermenilere siyasî bağımsızlık temini için eskiden beri birçok teşebbüslerde bulunulmuş, fakat bu teşebbüsler her defasında başarısızlık ve hüsranla neticelenmiştir. Bu yolda faaliyet gösterenler, kandırılmış vaadlere kapılarak Ermenileri arkalarından sürükleyenler, daima yabancı güçlerin menfaatlarını temin için çalıştırılan şuursuz birer alet olmuşlardır. Türkiye'yi hedef tutan ve karanlık güçlerin tahrikleri ile yapılan bu hareketlerin başında Ermeni toplumu üzerinde dinî nüfuz sahibi olan bazı katogigosları, patrikleri ve papazları görüyoruz. Bilerek veya bilmeyerek, muhafaza ve himayeye memur oldukları toplumlarını boş bir hayal peşinde koşturan bu şahısların, bu yolda oynadıkları rol çok büyük ve çok ağırdır.
Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi, dinî görevleri yanında, kendisini millî bir otorite ile de mücehhez kılmıştır (teçhiz etmiştir-donatmıştır). Bu sebeple, tarihî süreci içinde Ermeni toplumunun hayatında pay sahibi olduğunu ileri sürerek, aktif bir rol oynamışlardır.
Mezhep ayrılıkları sebebi ile zulmü, dindaşları olan Ortodokslardan gören, Selçuklu İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde müreffeh bir hayata kavuşan Ermeniler, XIX. yüzyıl sonlarında kiliselerinin riyasetinde teröre başladılar ve kanlı eylemler gerçekleştirdiler. İkibuçuk milyon Müslüman Türk ve Kürt, Ermeni ruhanîlerinin yönettiği terör örgütleri tarafından vahşice katledildi.
Katolik ve Protestan Ermenilere de cephe almış olan Gregoryen Kilisesi ruhanîleri, kendi ırkdaşla-nna karşı da zaman zaman acımasızca davranmışlar, kendi toplumlarını sömürmekten de geri kalmayarak kiliseye ve cemaatlarına yardım için toplanan paraları zimmetlerine geçirebilmişlerdir.
Ermeni ruhanîleri, tutuklanan veya ölen insanlık düşmanı teröristler için törenler düzenleyip, kiliselerini bu işe tahsis etmişler, Ermeni teröristlerin eylemlerini de bilfiil tanımış ve onaylamışlardır.
Ermenilerin, aynı ırktan, aynı dinden ve aynı dili konuşan, belirli bir süre belirli bir bölgede topluca yaşamış, o bölgede cereyan eden olaylara karışmış veya olayları yaratmış bir topluluk oldukları kabul edilmekte ve bu sebeple bir tarihlerinin olduğu ifade edilmektedir. Ancak Ermenilerin tarihinden bahseden ve hemen hepsi ruhban sınıfına mensup olan ilk tarihçilerin birçoğu, Ermeni değildir. Bunlar, tarihlerini kendi dillerinde ya Yunanca veya Süryani dili ve yazısı ile yazmışlardır. Menşe itibari ile Ermeni tarihçileri olarak takdim edilenler ise tamamen kilise mensubu olup, eserlerinde Yunan ve Süryani tarihçilerim takip etmişler, hatta onların eserlerini Ermeniliğe mal etmişlerdir.
Sonradan yazılan Ermeni tarihlerine kaynak teşkil eden en önemli ve eski tarihî metin, Ermeni geleneğine göre, V. yüzyılda yaşadığı iddia edilen ve bir Ermeni rahibi olan HorenTi Movses (Movses Horenatsi)'in eseridir. Fakat bugün, HorenTi Movses'in V. yüzyılda değil, VIII. yüzyılda yaşamış bir tarihçi olduğu ve tarihini de Kitâb-ı Mukaddes hikâyelerine göre tertip ettiği ortaya çıkarılmıştır. Yani,VIII. yüzyıldan önce yazılmış Ermenice bir eserin, hatta kısa bir kayıdın varlığını göstermek mümkün değildir. Öyle ise Ermenilerin kendilerine bir tarih yaratma çalışmalarının, VIII. yüzyıldan itibaren kilise mensupları, rahipler tarafından başlatıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ermeni kilisesi, tarihi boyunca, mevcudiyetini koruyabilmek için bir kuvvete, bir devlete ihtiyaç duymuştur. Başka bir ifade ile Ermeni devleti fikrini doğuranlar, Ermeni toplumu değil, Ermeni kilisesi ve ruhban sınıfı olmuştur. Van ve Bitlis'te Rus Başkonsolosluğu yapmış olan General Ma-yevvski de, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:"Ermeni ruhanî reislerinin din hususunda çalışmaları hemen hemen yok gibidir. Fakat buna mukabil, millî fikirlerin yayılması hususunda pek çok hizmetleri geçmekte idi."
Ermenilerde bir kilise kültürünün meydana gelmesi, Ermeni yazısının icadı ve İncil'in Ermeniceye tercümesi ile başlamıştır. Tarihçiler, Ermeni kilisesinin Ermeni milletini yarattığında ve onun, Ermeni milletinin ruhu olduğunda müttefiktirler. Ermeni tarihçisi H.Pasdırmacıyan, kilise için "Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun, yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur." demektedir. Ermeni Patriği M.Ormanyan'a göre de Ermeni Kilisesi, "Kayıp ülkenin görünen ruhu" idi.
Daha sonraki çağlarda ise Ermeni tarihi, hemen tamamen Ermeniler tarafından incelenip yazılmaya başlanmıştır. Bu nedenle de, Ermeniler modern tarih anlayışını kendi mazileri ile karıştırmışlar ve onu bir mitoloji hâline çevirerek, yarattıkları Ermeni Panteonu'na sayısız kahramanlar yerleştirmişlerdir. Bu panteon, her neden ise tamamen Türklere katliam uygulayan şahısların adları ile doldurulmuştur.
Ermeni literatüründe Ermenilerin ilk Hristiyan devlet olarak gösterilmesi, abartılı bir durumdur. Tarihî kayıtlara göre, ilk Hristiyan devlet, Urfa (Edessa=Ruha)'da kurulmuş olan bölgesel hükümdarlıktır. Kral Abgar (179-214)'m hükümdarlığı döneminde, Hristiyanlık devlet dini olarak kabul edilmiştir. O hâlde, Ermenileri ilk Hristiyan cemaat olarak gösterme eğiliminden amaç ne olabilir? Şüphesiz bu eğilimin altında, Avrupa'nın Hristiyanlık taassubu ve tarihleri boyunca göçmen olarak yaşayan Ermenilere bir vatan yaratma anlayışı bulunmaktadır. Nitekim, Sevr Antlaşması (1920)'nda ve Lozan Barış Görüşmeleri (1922-1923)'nde bu husus gündeme getirilecektir.
Ermenilere Hristiyanlık, IV. yüzyıl başında bir-Part'lı (İran'lı) olan Gregor (Kirkor) Lusavoriç (302-325) tarafından getirilmiştir. Lusavoriç, nurlandıran, aydınlatıcı anlamlarına gelmektedir. Gregor Lusavoriç, bu nedenle Ermenilerin ilk ruhanî reisi kabul edilmiştir. Gregor, eski mabetleri yıktırarak yerlerine kiliseler kurdurmuş ve Muş'taki Ardaşad şatosunu kendisine ilk dinî merkez yapmıştır. Bu ruhanî makam, 439 yılına kadar Gregor'un oğullarında kalmış, bu ailenin son lideri I.Sahak (387-439)'ın çocuğu olmadığından, bu tarihten sonra dinî liderler, Doğu Kilisesi usulüne uyularak, rahipler arasından seçimle tayin edilmeye başlanmıştır.
Ermeni dinî liderleri kendilerine, Ermenice "Milletin Temsilcisi" demek olan Katogigos (Batı'da Katolikos) unvanını verdiler. Bunlar, dinî liderler olmakla beraber, siyasî işlerde de büyük roller oynamışlardır. Aziz Kirkor (Gregor)'un dini merkez ittihaz ettiği Ardaşad, siyasî nedenlerden dolayı önce Eçmiyazin'e, V. yüzyılda Dvin'e, 901 yılında Ani'ye, 1147 yılında Rumkale'ye nakledilmiştir. Bir ara, Van Gölü'ndeki Akdamar adasına nakledilen Katogigosluk, buradan Ani yakınlarındaki Argina'ya görürülünce, Akdamar Patriği kendisini Katogigos ilân etmiştir. Ermeni Kilisesi Sinod'u bu durumu onaylamasa da Akdamar Katogigosluğu 1895 yılına kadar devam etmiş, son Katogigos Haçarur Çiroyan (1864-1895), 1895'te ölünce yerine kimse seçilmemiş ve Katogigosluk Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Osmanlı Devleti tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Rumkale'deki Katogigosluk ise 1292 yılına kadar burada kalmış, kalenin Memlûklar'in eline geçmesi ile 1292'de Sis'e nakledilmiştir. Kilikya Ermeni Baronluğu, 1375 yılında ortadan kalktıktan sonra da Katogigosluk Sis(Kozan)'de bir süre daha kalmış, sonra Roma Katolik Kilisesi'nin nüfuzuna girdiklerini gören Sinod, Eçmiyazin'e geri gitmek kararı almış, 1441'de bu karar tatbik edilmiş, fakat bu defa Sis'deki Katogigosluk da devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Katogigosluk Sis'den Beyrut yakınlarındaki Antilyas'a nakledilmiştir.
Böylece 1895 yılına kadar, Eçmiyazin, Akdamar ve Sis Katogigoslukları olmak üzere üç büyük kilise doğmuş, bunların dışında biri İstanbul'da, diğeri Kudüs'te olmak üzere iki de Patriklik ortaya çıkmıştır.
İstanbul Patrikliği, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ermenilerin başı durumunda olduğundan, Akdamar ve Sis Katogigoslukları dinî bakımdan kendisinden üstün olmasına rağmen, imparatorluk içinde en kuvvetli dinî lider mevkiinde bulunuyordu. İstanbul Ermeni Patrikliği, bağımsız olmakla beraber, zaman zaman Eçmiyazin Katogigosluğu'nun kontrolü altına girmiştir. Bugün, Ecmiyazin'in dinî nüfuz sahası içinde yer almaktadır
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Erivan bölgesi Ermenileri Eçmiyazin'i, Doğu Anadolu Ermenileri Akdamar'ı, Sis(Kozan), Adana, Maraş, Zeytûn(Süleymanlı), Firnûs, Gürün, Darende, Divrik Malatya, Behisni (Besni), Yozgat, Urfa, Rumkale, Birecik, Nizib, Ayıntab(Gaziantep), Halep, Antakya, Lazkiye, Suriye ve Kıbrıs Ermenileri de Sis'i kendilerine dinî merci tanımışlardı. Eçmiyazin kilisesinin eskiliği ve Katogigosların seçim yolu ile gelmeleri, Ermeniler'in çoğunun o tarafta bulunması sebebi ile bu Katogigosluk diğerlerinden daha çok şöhret bulmuş ve İstanbul Ermenileri de burasını kendilerine merkez tanımışlardı. Ecmiyazin Kilisesi, Ermeniler'in eski dinî merkezi olması sebebi ile, Sis Katogigosu da Ermeni mezhebince kutsal sayılan emanetleri yanında bulundurması ve eski Katogigoslar'ın neslinden gelmesi sebebi ile, birbirlerine karşı üstünlük iddiasında bulunuyorlardı. Katogigoslar'ın, kendi bölgelerinde diğer alt derecedeki ruhanileri seçmek yetkileri bulunmaktadır. Patrikler'in ise böyle bir selâhiyetleri yoktur.
Bugünkü kilise teşkilâtına göre iki Katogigosluk bulunmaktadır: Ermenistan'da Ecmiyazin Gregoryen Katogigosluğu, Lübnan'da Antilyas Gregoryen Katogigosluğu (Kilikya veya Sis Katogigosluğu). Hiyerarşik olarak Ecmiyazin Katogigosu bütün Ermeniler'in dinî lideri olup, nazarî olarak Antilyas Katogigosu'nun üstü sayılmaktadır. Ancak, Antilyas Katogigosu tamamen müstakildir. Bunların yanında iki de Patrikhane mevcuttur. Bunlardan biri, İstanbul Kumkapı Gregoryen Ermeni Patrikhanesi, diğeri Kudüs Gregoryen Ermeni Patrikhanesi'dir. İstanbul'daki patrikhane, Fatih Sultan Mehmed'in emri ve izni ile kurulmuş, Kudüs'deki patrikhane ise Osmanlı yönetimini Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında tanımış ve onun izni ile varlığını sürdürebilmiştir.
Ermenilerin büyük kısmının mensup olduğu mezhebe, Ermeni kilisesinin esaslarını kuran Gregor'un adına izafeten Gregoryen denilmiştir. Hristiyan dünyasında Ermeniler'in millî kiliselerine, Ermeni Apostolik (Gregoryen) Kilisesi denilmektedir. Ermeni Kilisesi'ne "millî" sıfatı ise Osmanlı yönetimi tarafından verilmiştir.
Ermeni Gregoryen Kilisesi, Doğu Kilisesi (Ortodoks) içinde yer almaktadır. Bugün, dünyanın birçok ülkesinde Ermeni kiliseleri de bulunmaktadır. Gregoryenler, Ortodoks mezhebi akidelerinden genelde ayrıldıkları için Ermeniler, Gregoryen Kilisesi'nin bulunmadığı yerlerde dinî vecibelerini, Ortodoks Kilisesi'ne giderek yerine getirmektedirler. Bu sebeple, birçok eserde, Ermeni Gregoryan Kilisesi'nin adı Ermeni Ortodoks Kilisesi adı ile de anılmaktadır. Ermeni Ortodoks tabirinden, Ermeni Gregoryen anlaşılmalıdır.
Netice olarak denilebilir ki, Hristiyan Dünyası'nda siyasî platformda ön saflara geçmek isteyen Ermeni Kilisesi, bütün tarihi boyunca terör atmosferini yaratmış ve büyük Ermenistan'ı yaratabilmek için terörist faaliyetlere karşı sessiz kalarak, Ermeni teröristlerin eylemlerini zımnen desteklemişti
Ermenilerin İmparatorluk İçindeki Statüleri ve Dini Gruplar
Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi vardır. III. ve IV. yüzyıllarda Hunlar ve bazı küçük Türk boylarının Ermeniler ile ilişki içerisinde bulundukları ve bu ilişkilerin Selçuklular döneminde yoğunlaşarak kökleştiği bilinmektedir.
Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde ve burada yurt edinme faaliyetine başladıkları dönemlerde, Doğu Anadolu'da herhangi bir Ermeni siyasî teşekkülü bulunmamakta idi. Selçuklular tarihinin hiçbir döneminde Ermeniler, Bizans'ın yaptığı gibi tehcire tâbi tutulmamışlar, özellikle dinî inanç ve faaliyetlerine hiçbir şekilde müdahalede bulunulmamıştır. Bu sebeple Ermeniler, Türkler'i Bizans'a karşı bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.
Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin ise Orhan Bey (1326-1362) zamanında başladığını söylemek mümkündür. 1326 yılında Bursa'yı alarak başkent yapan Orhan Bey, Ermenilerin, Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir cemaat olarak örgütlenmelerine müsaade etmiş ve Kütahya'daki Ermeni ruhanî merkezini de Bursa'ya nak-lettirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra Bursa'daki dinî lider Başpiskopos Hovagim, 1461 yılında yeni başkent İstanbul'a getirilmiş ve bir ferman ile Samatya'daki Sulu Manastır'da Ermeni Patrikhanesi kurulmuş, böylece Ermenilere hürriyet sağlayan idarî ve dinî imtiyazlar verilmiştir. Anılan tarihten sonra Ermeniler, "Millet Sistemi" içerisinde, "Gregoryen Milleti" olarak örgütlenmişlerdi. Mezhep yönünden birlik göstere-memeleri sebebi ile, millî harslarını koruyamamış, Türkleşmiş hatta dil olarak bile Türkçeyi benimsemiş bir topluluk olan Ermeniler, XIX. yüzyıl başlarında "Millet-i Sâdıka" adı ile adlandırılıyorlardı. 1839 yılında Tanzimat Fermânı'nın yayınlanması ile diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de Türkler ile aynı haklara ve hatta fazlasına sahip oldukları görülmektedir.
Ermeniler dinî sahada en iyi zamanlarını, 1461-1630 yılları arasında geçirmişlerdir. 1630'dan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne paralel olarak, Ermeniler arasında mezhep kavgaları başlamıştır. Bir kısım Ermeniler, Roma Katolik Kilisesi'ne temayül ederek, 1701-1702 tarihlerinde Katolikliği kabul ettiler. Nihayet 1831'de Fransa elçisinin tavassutu ile, II.Mahmud, Ermeni Katolikleri'ni bir cemaat olarak kabul etti. Böylece bir kısım Ermeni, Osmanlı İmparatorluğu'nda Eçmivazin ve Sis (Kozan) Katogigoslukları yanında, Roma ve Fransa'nın politik koruyuculuğu altına düşmüşlerdi. XVIII. yüzyıl, Ermenilik ruhunun manastırlarda yeniden doğuşu dönemi olarak bilinmektedir. Bu dönemde, entelektüel din adamları yetiştirmek için okullar açıldı. Mihitarist Mikâel Çamçiyan'ın, Venedik'te 1784-1786 tarihleri arasında üç cilt olarak Ermenice basılan,"Ermeni Tarihi", Ermenilerde millî bilinçlenme ruhunu ve hareketini kamçıladı, genel olarak tarih alanında ilgi uyandırdı.
İngiltere de Ermeni cemaatı üzerindeki çalışmalara katılmış, 1840 yılında Kudüs'te bir Protestan Kilisesi inşaası için izin aldıktan sonra, bu kilisenin 1845 yılında hizmete girmesini sağlamıştı. Böylece İngilizler de Ermenilere dinî kanallardan ulaşmayı deniyorlardı. 1846 yılında İngiliz elçisinin muavenet ve himayesi ile İstanbul'da bir "Protestan Cemaatı İdare Hey'eti" teşekkül etmiş ve 1850 yılında da bir ferman ile bunlar "Ermeni Protestan Milleti" olarak tanınmışlardı. Bir müddet sonra, İngiltere'nin ardından, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Almanya da devreye girmiş, gönderdikleri Protestan misyonerleri ile, İngiliz Elçiliği'nin de yardımları sayesinde, Protestan mezhebini birlikte yayma çabasına girişmişlerdi.
Böylece, Gregoryen, Protestan ve Katolik Ermeniler, dil ve tarih çalışmalarını başlatarak Osmanlı İmparatorluğu'nun XIX. yüzyılın ikinci yarısında çok huzursuz kılacak olan Ermeni milliyetçiliği duygusuna katkıda bulunacaklardı. 1856 Islahat Fermânı'ndan sonra Ermeniler, valilik, genel müfettişlik, elçilik, hatta bakanlık mevkilerine bile getirilmeye başlamışlardı. 1856 Islahat Fermânı'nın getirdiği vicdan özgürlüğü ilkesi, din ve mezhep propagandası çalışmalarını sürdüren dış güçlerin, Protestan ve Katolik misyonerler aracılığı ile mezhep değiştirmeyi sağlamaya yönelik faaliyetlere hız vermelerine sebep olmuştur. Misyoner okullarında Ermenilere Ermenice öğretiliyor, tarih ve kültürleri hakkında dersler veriliyordu. Ayrıca, pek çok zengin Ermeni aileleri çocuklarını Fransa'ya ve başka Avrupa ülkelerine gönderiyorlardı. Bu gençler orada milliyetçilik fikirleri ile donanıyor ve dönüşlerinde radikal reform taraftarı oluyorlardı. Böylece, misyonerler sayesinde, Ermeniler arasında millî kültürleri ile ilgili bir uyanma göze çarpmakta idi.
Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist devletlerin nazarında yıkılacak bir devlet idi. Bu büyük imparatorluğun mirasından her devlet kendisine daha fazla pay alabilmek için akla hayale gelmeyen politik oyunlar icat ediyordu. Bu sebeple, Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında kiliseye en büyük yardımı sağlayacaklardır. İmparatorluğun dağılmasın da çıkarları olsun veya olmasın hepsi de din teması üzerinde durmuşlar, bazıları sırf siyasî amaçlar ile, bazıları da Hristiyan olduklarından sevaba girmek düşüncesi ile Ermenileri desteklemişlerdir.
İngiltere, Protestan faaliyetlerini yönlendirmekle hem Çarlık Rusya ve Fransa'nın imparatorluk içerisindeki çalışmalarını dengelemiş, hem de herhangi bir milletlerarası paylaşma durumunda as lan payını alabilmek için aracı bir zümre (Ermeniler) meydana getirme imkânına kavuşmuş idi. İngiltere, güdümlü bağımsız bir Ermeni Devleti'ni Doğu Anadolu'da, Rusya'ya karşı, Osmanlı Devleti'nden daha sağlam bir set çekeceğini sanarak Ermeniliği bir silâh olarak kullanmaya başlayacaktı.Ancak, Rusya'nın da Ermeni unsuruna, ekonomik, nüfuzunu yaymak için ihtiyacı vardı.
Netice olarak, İngiltere ile Rusya'nın siyasî ve ekonomik nüfuz sahalarını genişletme amaçları başka bir ifade ile, İngiliz-Rus rekabeti, mevcut olmayan bir"Ermeni Meselesi" doğuracaktır. Bu arada, Ermeni Patrikhanesi de, Avrupa devletlerinin ilgisini Ermeniler üzerine çekme faaliyetine başlayacaktır.
İmparatorluk'taki Ermenilere Türklerin Hoşgörüsü
Doğu Anadolu'da kasabalarda sanat ve ticaret, köylerde de çiftçilik ile uğraşan Ermeniler, diğer gayrimüslim unsurlar gibi askerlik mükellefiyetinden serbest bulundukları için servetlerini ve nüfuslarını devamlı olarak artırarak Osmanlı toplumu içinde müreffeh bir tabaka teşkil etmişlerdir. Ermenilerin servet sahibi olarak müreffeh bir cemaat haline gelmelerine şüphesiz, tâbiiyetinde oldukları ve adaletine sığındıkları Osmanlılar'ın sebep olduğu tarihî bir vakıadır. Osmanlı Devleti'nin toprakları üzerindeki gayrimüslimlere karşı adaletli bir yönetim tarzı uyguladıklarında tarihçiler müttefiktirler.
Edmond About,"Türkler, dinî hususta dünyanın en müsaadekâr kavimlerinden biridir." diye yazmaktadır.
Tanınmış Alman Türkoloğu F.Giese de, 1914 yılında "Die Velt Des islam" dergisine (BandII/V Heft 23-24) yazdığı "Türkiye'deki Dinî Müsamaha" hakkındaki makalesinde özet olarak şunları yazmaktadır:
"Tolerans mefhumu, Hristiyan memleketlerinde XVI. yüzyıldaki reformlardan sonra ortaya çıktı, son iki asırda hayli yerleşerek, bilhassa 1848'den sonra herkesçe kabul edildi... Batıda durum böyle iken, Müslümanların Hristiyanlara ve Yahudilere karşı nasıl muamele edeceği, Kur'an'da tespit edilmiştir... Gerçek şudur ki, batıda kilise başka inançtakilere karşı oldukça katı ve müsamahasız davranırken, Müslümanlar kendi ülkelerindeki gayrimüslimlere tam bir tolerans gösteriyorlardı. Bu bir gerçektir ve bu yönden İslâmiyet ne kadar övülse azdır... İslâm hukukunun gayrimüslimlere karşı bu müsamahalı turumu Türkler tarafından da tarih boyunca uygulanmıştır. Hatta, Osmanlı İmparatorluğu'nda zaman zaman Gayrimüslimler için şartlar, Müslümanlarınkinden bile daha iyi olmuştur.
Bugün, Osmanlı Devleti'ndeki Hristiyanlar, Avrupa'dakiler kadar huzur içinde yaşamaktadır. 1897 ve 1907 yıllarında Ermenilere yapılan hareketler bir müsamahasızlığın neticesi olmayıp, büyük devletlerin maşası olarak Osmanlı idaresine karşı ayaklanması ile ortaya çıkmıştır."
Milletlerarası Hukuk Profesörü M.Philip Mars-hall Brown, 1914 yılında yayınlanan "Foreigners in Turkey-their juridical Status" adlı kitabında şöyle demektedir:"En kaçınılmaz gerçek, çok büyük zaferler kazanmış olan Türkler'in, kendiliklerinden ve cömertçe -fethettikleri yerlerdeki unsurlara-devlet için hayatî olmayan ve Müslümanlar tarafından kutsal olduğu kabul edilen konularda, kendi yasa ve âdetlerine bağlı kalmalarına izin vermiş olmalarıdır."
Fransız diplomat ve tarihçisi M.Engelhardt da,"Turkey and the Tanzimat" adlı eserinde, Türkiye'deki Gayrimüslimler'in kendi dinî liderlerinin baskısından rahatsız olduklarını ifade etmekte ve "İllerdeki yönetimin de İstanbul Patriği'ne bağlandığı devirden itibaren (XVIII. yüzyıl), ilişkileri daha sık olan paşaların tutumlarından çok, kendi kiliselerinin, kendi liderlerinin giderek artan zulmüne katlanmak zorunda kalmışlardır." demektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kendi dillerini unutan ve Türkçe konuşan Ermenilerin, Avrupa kamuoyunda, Hristiyan Türklerden başka bir şey olmadıkları kanaati bile yer etmiş idi. 1835-1839 yılları arasında Türkiye'de bulunan Helmuth von Moltke İstanbul'da, Osmanlı Başkumandanı (seraskeri)'nın Ermeni tercümanı ve ailesinden bahsederken, Ermeniler hakkında şunları yazıyor: "Bu Ermenilere aslında Hristiyan Türkler demek mümkün, bu hâkim milletin (Türkler'in) âdetlerinden, hattâ lisânından o kadar çok şey almışlar."
XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Polonyalı seyyah Mikoşa, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin durumlarını şöyle tasvir ediyordu:"Ermeniler'e, Türkler tarafından, herhangi bir milletten daha çok saygı gösterilmektedir. Onlar, Rumlardan daha geniş bir din hürriyetine mâliktirler." Mikoşa, Ermenilerin,"eski âdetlerini" tamamen unutmuş olduklarını izah ettikten sonra devam ediyor:"Geçmişte kendilerinin ne oldukları üzerinde kat'iyyen düşünmüyorlar...Fikir bakımından bir ihtilâl plânını kavrayabilecek kaabiliyette değildirler... Hatta, Osmanlı Devleti'nin çökeceği günün yaklaşmakta olduğu kendilerine söylendiği zaman, bundan memnun olmadıkları bile görünmektedir."
Mikoşa'nın bu kanaatini paylaşan bir Ermeni ileri geleni olan Mıgırdiç Dadyan da, 1867 yılında kaleme aldığı bir inceleme yazısında Osmanlı rejimine teşekkür etmekte idi. XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki Ermeni toplumunu anlatan bu yazısında Mıgırdiç Dadyan, Osmanlı Ermenileri'nin tam bir hürriyet içinde, sosyal kalkınmalarını nasıl geliştirdiklerini şüpheye yer bırakmayan bir şekilde göstermektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Ermeniler, Osmanlı Devleti'nde, bu devleti yaratan Türklerden bile daha fazla haklara sahiptiler
"Ermeni Milleti Nizamnamesi"nin İlanı (1863) ve Sonuçları
29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlar tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girdiği görülmektedir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islahat Fermanı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en sadık tebası olarak kabul edilen Ermeniler'e karşı gösterilen bir cemile (iyilik, güzellik) durumundadır. Osmanlı Hükûmeti'nin muvafakati alınarak doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermenilere "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmakta idi. Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdi. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik Ermeniler ise bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil ediyorlardı. Kagik Ozanvan adlı Ermeni yazar, bu nizâmnâmenin, Ermenilerde ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi" nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir.
Babıâli'nin küçük bazı düzenlemeler ile ilân ettiği 99 maddelik "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", Ermeni Patrikhanesi'ne Ermeni cemaatını yönetmede geniş yetkiler tanırken, ayrıca Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaata, 140 üyeden müteşekkil bir Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kurma imkânı da vermekte idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından, 40'ı taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden seçilecek idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında ihdas edilmiş bulunan 14 üyeli Dinî Meclis (Meclis-i Ruhani) ile 20 üyeli Siyasî Meclis (Meclis-i Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak bunların seçiminin Millî Meclis tarafından yapılması hükmü getiriliyordu. Patriğin seçiminin de Millet Meclisince yapılması kaydediliyordu. Böylece, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile değerlendirildiğinde, Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın mutlak olmaktan çıkarak, Ermeni cemaatı ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve Ermeni toplumunun yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin alabileceğini ortaya koymuştur.
Ermenilere, buna benzer bir örgütlenme imkânı da, Çarlık Rusya'da 11 Mart 1836 tarihinde çıkarılan "Pologenia Kanunu" ile tanınmıştır. Ancak, buradaki Ermeni teşkilâtlanması, Osmanlı İmparatorluğu içindeki teşkilâta nazaran, daha ziyade Çar'ın bir kuklası durumuna sokulmuştu.
Böylece, Tanzimat ve Islahat reformları ile bütün gayrimüslim tebaaya tanınan hak ve imtiyazlardan yararlanan Ermeniler, bu nizâmnâme ile bir çeşit anayasa haklarına sahip olmuş, bağımsız bir cemaat muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu geniş imtiyazlardan faydalanan Ermeniler, teşkilâtlandılar, okullar açtılar, gazete ve dergi çıkardılar. Ermenilerin siyasî ve içtimaî varlıkları üzerinde yeni bir devir açan "Ermeni Milleti Nizâmnâme-si"nden yararlanan Patrikhane, adı geçen Nizâmnâmenin verdiği serbestlik ile muhtariyet için uğraşmaya hız vermişti.
Özet olarak, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti'nin bir "Ermeni Meselesi" olmadığı gibi, Ermeni tebaasının da Türk yöneticileri ile halledemedikleri bir mesele mevcut değildi.
Ermeni Kilisesi ve Ruhanileri'nin Bağımsızlık Yolundaki Çalışmaları
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânından sonra Patrikler, daha çok millî ve siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardı. Başka bir ifade ile, "Diplomat Katogigos" ve "Diplomat Patrik" dönemi başlıyordu. Ermeniler, devlet tarafından kendilerine verilen haklara dayanarak, imparatorluk içinde bir "Ruhanî Liderler Ağı" kurma faaliyetine girişeceklerdir. Bu nizâmnâme, Ermenilera muhtariyet için bir adım telâkki olunmuş, Lübnan olayları dolayısı ile vuku bulan Avrupa müdahalesi genişler ise bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümitleri uyanmış idi. Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları arasında) netice vermemişti. Öyle ise sözde Ermenistan için gayret gerekiyordu.
Üçlü Çete:Mıgırdiç Hırimyan, Nerses Varjabedyan ve Mateos İzmirliyan
Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin şampiyonu Patrik Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1S54 yılında 34 yaşında iken, Akdamar Kiiisesi'ne Vartabed olmuş böylece kiliseye intisab etmiştir. 1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden "Van Kartalı", 1863'te Muş'ta St.Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adi gazeteleri neşretmeye başlamıştır. Vaizleri ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir. Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni millî menfaatlanın zirveye tırmanması sonucunu doğuracaktır.
Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz iki esas üzerine çalışmaya başlamıştı:
a. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek,
b. İstanbul Ermeniliğinin, meclisin ve hükûmetin gözlerini Ermenistan'a çevirmek.
Hırimyan, Ermeni Millî Meclisinde yaptığı bir konuşmasında, "Ben Ermenistan'ın acı çeken bir temsilcisiyim. Benden öncekilerin derman aramak için hükümete ne şekilde başvurduklarını biliyorum. Fakat ben daha etkili, acı bir müdahalede bulunacağım." demişti.
Hırimyan'ın, Ermenileri macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banket sarraf ve hükümet memurları ona cephe almışlardı; Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan, 1873 Ağustos'unda istifa etti.
Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'ın da Hırimyan'ın izinden yürüdüğü görülmektedir. 1876'da II.Abdülhamid tahta geçmiş ve Meşrûtiyet ilân edilmişti. Nerses Varjabedyan, Bulgar Meselesi'ni halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hırimyan tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenileri hakkında yapılan sözde baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice alınamamış idi.
Hırimyan zamanında başlayan Patrikhane'nin şikâyet raporları ve müracaatları, Rumeli Hristiyanları meselesinden sonra en şiddetli bir safhaya girecektir. Patrikhane'nin Babıâli'ye ve Avrupa devletlerine verdiği mezâlim raporları, şikâyetnameler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit zabıta olaylarından başka birşey olmadıkları görülür. Patrikhane, bir taraftan sistemli olarak en basit olayı, abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları, siyasî önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermekte idi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savası'ndan önce Ermeniler için iki yol görünüyordu:
a. Osmanlı Devleti'ne ve Türklere sadık kalmak,
b. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerim takip ederek çalışmak ve Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.
Rusya'nın Balkanlar'da "Pan-Slavizm"i sağlamak amacı ve Osmanlı Devleti'nde Hristiyanlara zulüm yapılıyor bahanesi ile 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlılar aleyhine Balkanlar ve Kafkaslar'da başlatmış olduğu savaş, hızla gelişerek Çarlık ordularının Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine gelmeleri ile son bulmuştur.
I. Meşrutiyet Meclisinde,Rusya'nın savaş açtığına dair tebliğ 25 Nisan 1877 tarihinde okunduğu zaman, mecliste büyük bir heyecan meydana gelmiş, Halep'ten Ermeni milletvekili Manon Efendi, "Biz Ermeni ve Hristiyan olduğumuz münasebeti ile ilân ederim ki, Rusya'nın himayesine muhtaç değiliz. Rusya'nın öne sürdüğü himayeyi kat'iyyen kabul etmeyiz ve ona muhtaç da değiliz. Biz hiçbir zaman Müslüman arkadaşlarımızdan ayrılmadık ve ayrılmayacağız." diyordu.
Patrik Nerses ise İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli bir mektubunda: "Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşamaları artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini Hristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Kilikya, Hristiyan yönetimin kurulması gereken yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye Ermenistanı'nda, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hristiyan yönetim istiyorlar." diyordu.
Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi, doğuda bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca, "Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye cevap vermişti. Elçinin Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya, Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz." diye Ermenilerin amacını açıklamış idi.
Hâlbuki savaşın ilk günlerinde, Patrik Nerses, Padişah'a bağlı bir Osmanlı yurtseveri olduğunu açıklamıştı. Savaşın son günlerinde, Varjabedyan'ın başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus Çarı'na başvurmayı kararlaştırdı. Çar'a gönderdikleri bir muhtırada, Doğu Anadolu'da Fırat nehrine kadar olan bölgelerin Türkler'e geri verilmeyip, Rusya'ya ilhak edilmesini, bu olmadığı takdirde, Bulgaristan'a ve "Bulgar milleti"ne verilecek imtiyazların, "Ermeni milleti"ne de verilmesini, işgal edilen toprakların boşaltılması hâlinde ise maddî bir teminât alınmasını ve ıslâhatın tatbik ve tamamlanmasına kadar Rus işgalinin devam etmesini istiyorlardı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Plevne'nin düşmesinden ve Ruslara İstanbul yolunun açılmasından sonra Osmanlıların barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş, barış şartları ise Ayastefanos (Yeşilköy)'ta tespit edilmiştir. Mütâreke görüşmelerinin Edirne'de başlaması üzerine buraya da bir heyet gönderen Nerses Varjabedyan, bu iş için Edirne Başpiskoposu Kevork Vartabed Rusçukliyan ile Türk murahhas heyetinde görevli Stefan Aslanva Paşa ve Hovannes Nuryan Efendiyi görevlendirmişti. Rus murahhas heyetinde bulunan eski İstanbul elçisi İgnatiyef, Ermeni heyetine, Bulgarlara verilen hakların kendilerine verilemeyeceğini, fakat gelecekte Ermenilere bağımsızlık verileceği gün için hazır bulunmalarını bildirdi. Ermeni heyeti, bütün gayretlerine rağmen Edirne Mütârekesi'nde bir netice alamamış, Ermeniler ile ilgili bir hüküm elde edememişti.
Nihayet, Ayastefanos'da devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde koydurmaya muvaffak oldular. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Madde'sinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı Devleti'ne kabul ettirilmiş oluyordu. Ancak bu antlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Çünkü Rusya, Orta Doğu'daki devletlerarası dengeyi bozmuş, bu durum da Osmanlı İmparatorluğu'nün toprak bütünlüğünü koruma politikasını takip eden İngiltere'nin hoşuna gitmemiş idi.
Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberini alan Patrik Varjabedyan, harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir faaliyette bulunmaya başlamıştı. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen Nar Bey, Rusya (St.Petersburg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Ermenilerini himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde davalarını savunmasını rica etmişti. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazanmak için propagandaya çıkmıştı. Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunuyordu.
Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Mançester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin Papazyan'a gönderdiği bir mektupta, siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, İngiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak olduğunu belirtiyor, diğer taraftan 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı tekrar ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin bu projeyi desteklemesini istiyordu.
Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında da büyük devletlere, tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiş idi.
Neticede sun'î Mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Madde'si fazla değişikliğe uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi'nin 61. Madde'si olarak kabul edildi. Böyle ce,"Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezaretinde olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islahat Meselesi" hâlinde tespit edilmiş olunuyordu. 61. Madde, Ermenilere umdukları bağımsızla veya Lübnan benzeri muhtariyeti sağlamamış, ıslahat (reform) vaadinden başka bir şey getirmemiş idi. Ermeniler bu durumdan memnun kalmamışlardı. Bu sebeple az sonra, Ermeniler amaçlarm ulaşmak için Kilise'nin riyasetinde isyan çıkarmak ve kan dökmek sureti ile Avrupa ve Rusya'nın müdahalesini isteyeceklerdir.
Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile talikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan Nuryaz Çeraz, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nden elde edilenler ile Ermeniler'in umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığım vurguluyor ve onlara şöyle hitap ediyordu: "Berlin Kongresi ... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız... Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer." Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa devletlerinin bulunduğu belirtiliyordu.
Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış ve bunu hazırlamak için de Patrikhane'de "Islahat Komisyonu" adı ile bir komisyon kurmuş idi. Bu komisyon tarafından, 1879 yılı ortalarında Piskoposluklara gönderilen genelge, bir cümle ile Ermenileri isyana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdi Ermeni din adamlarına aşağıdaki hususlara riayet etmeleri isteniyordu.
1. Ermenistan Meselesi'nin yaşatılabilmesi içi Gregoryen, Protestan, Katolik ve diğer mezheplerden olan Ermeniler, bu konuda birlik hâlinde tutulmalıdır.
2. Okullardaki çocukların fikirleri Ermenistan Meselesi ile doldurulmalıdır. Okulu olmayan ve öğretmen tutmaya gücü yetmeyen köylerde hiç değilse papazlar, erkek ve kız çocuklarına imza atmasını öğretmelidirler. Ayrıca, şehirlerde ve köylerde; okuma-yazma bilmeyen büyüklere de yazı yazma-yi öğretsinler. Hiç olmazsa imzalarını atabilsinler. Zira bu, ileride lâzım olacaktır,
3. Vilâyetlerdeki Ermeni meclisleri ve başkanları, yabancı konsoloslar ile sık sık görüşüp buluşmalıdırlar. Ermenilerin dertleri konsoloslara açıkça bildirilmeli ve konsoloslar ile tam ve yakın bir ilişki kurulmalıdır,
4. Avrupa,bütün Ermenilerin haklarını gözetir ve arka olur.Avrupa'nın medeni devletleri buna hazırdır.Hristivan Ermeniler'in dertlerini duymak ve onlara derman bulmak, Berlin Kongresi'nin 61. Madde'si gereğidir. Şimdiden biz bu durumu konsoloslara ispat etmeye çalışarak, Ermenilerin becerikli, namuslu, bilgiye susamışlığını göstererek, ıslahat ve emniyeti arzuladığımızı kabul ettirmeliyiz,
5. Her nerede olursa olsun, karşınıza çıkan Avrupalı yolcular, güler yüzle karşılanıp ağırlanmalı, Ermenilerin misafirperverliği gösterilmelidir. Onlara eski Ermenilik hikâyeleri anlatılarak, Ermeni Davası (Hai Tahd)'na yardımcı olmaları sağlanmalıdır.
6. Bu hususlar, kilise cemiyetlerine, papazlara ve kilise cemaatına duyurulmalı ve telkin edilmelidir,
7. Osmanlı Devleti, sizin Avrupalı yolcular ile kuracağınız samimî ilişkilere engel olamayacaktır. Eğer bunun için zulüm ve işkenceye uğranılırsa, mahallî hükümete ve en yakın konsolosa durum bildirilmeli, Patrikhane'ye de olup bitenler bütün ayrıntıları ile yazılmalıdır.
Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş durmuyor, piskoposluklara mektuplar yağdırıyordu. Bu mektuplar tetkik edildiğinde, Patrikhane'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının, hükümeti çıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek olduğu görülmektedir.
Sivas vilâyeti, Ermeniler'in üzerinde hak iddia ettikleri "Alti Vilâyet"(Vilâyât-ı Sitte)'den birisi idi. Başka bir ifade ile kurulması tasarlanan "Ermenistanın en batıdaki toprakları demekti. Bu sebeple, Ermeni iddiaları bakımından ayrı bir önem taşımakta idi. Patrikhane'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırlığı'na rapor edildiği 1881 ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati çekmektedir:
1. Patrikhane piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarını gösteren genelgeler göndermeye başlamıştır,
2. Patrikhane, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve Patrikhanenin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür.), yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları tayin etmiştir,
3. Patrikhane, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet'te çoğunlukta olduklarını gösterme yolunda çalışmalara başlamıştır,
4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermenilerin katli gibi göstermeye çalışmaktadır. Gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri çıkarıyor. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya başlatmıştır,
5. Patrikhane'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası (altını) bulunuyordu. Bu paranın bir bölümü ile Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedailer ile birlikte terör hareketlerini başlattılar,
6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve itaati kökünden yıkmışlardır,
7. Patrikhane, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhane'nin idaresinde ve yönetiminde olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçildi. Vehabedyan, Mıgırdiç Hırimyan ve Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenilerinin durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmış idi. Bu sırada, eski Patrik Hırimyan ve arkadaşları programlarına ve bozgunculuklarına devam ediyorlardı. Diğer taraftan, Ermeni piskoposları da kendilerine verilen programa (talimata) uygun olarak Doğu Anadolu vilâyetlerinde, faaliyette bulunuyorlar ve Avrupa'nın müdahalesini sağlamak için, ne yapmak mümkün ise hepsine başvurmaktan çekinmiyorlardı. Harutyun Vehabedyan, yurt dışında olduğu kadar vilâyetlerde de yavaş yavaş ve gizli olarak yapılan hazırlıklardan haberdar idi. Bu arada, Kudüs Ermeni Patriklik Makamı, Patrik Yesayi Karabedyan (1864-1885)'ın ölümü ile boşalmıştı. Bu hadise ve ileride meydana gelebilecek bazı sıkıntıları ve güçlükleri sezen Harutyun Vehabedyan, Kudüs Patriği olmak için İstanbul Patrikliği'ni terk etmeye karar verdi. Nihayet, kendisi, Bâb-ı Âlî'nin istemeyerek onayı ile Kudüs Patriklik Makamı'na getirildi.
Üç yıl patriklikte kalan Harutyun Vehabedyan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardı. Artık Ermeni milliyetçiliği, başka bir ifade ile muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında, Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçiyordu. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi "Armenagan", 1895 yılında Van'da kuruldu. 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk Marksist partilerini kurdular. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak İhtilâlci Partisi" adım alacaklardır.
Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine, tarafsız bir papaz olarak bilinen İzmit Manastarı Başrahibi Horen Aşıkyan (1888-1894) geçti. Bunun zamanında da, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar tarafından büyütülüyor, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve işkencesi" (!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi isteniyordu. Diğer taraftan, Rusya'da Çar'ın, ülkesindeki radikalizmi yok etmek için uyguladığı baskılar sonucu dağılan Ermenileri birleştirmek amacı ile 1890 yılında Tiflis'te "Ermeni İhtilâlci Federasyonu" (Taşnak) kuruldu. Artık isyanlar, hiç de rastlantısal olmayan bir kronoloji ile birbirini izleyecek idi. 28 Haziran 1890 tarihinde, Erzurum'da kanlı bir isyan çıkartıldı. Bu isyanda binlerce Müslüman kanı akıtıldı. Bunu, 15 Temmuz 1890 tarihinde Kumkapı Nümayişi, Merzifon, Kayseri ve Yozgat isyanları takip etti. Komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen Aşıkyan'a suikast tertip ettiler. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa etti.
Horen Aşıkyan'in yerine, Mısır'ın eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896), İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçildi. İzmirliyan'ın Patrik seçilmesi, Hınçaklar'ı sevindirmisti.O, komitelere bağlı ve üye olan memurları da hizmetine aldı. Kendisi, sadece ihtilâl ve isyan fikrini yaymakla kalmıyor hükümetin yaptığı bütün işleri en ağır bir dille eleştiriyor, İngiliz Büyükelçiliğine ve Londra gazetelerine raporlar gönderiyordu.
Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her vilâyette süratle yayıldı. Bu isyanlar, II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde kısa zamanda bastırılmıştı. İngiliz politikasının ilham ettiği ümitlerin boşa çıktığı gören ve acı bir şekilde hayal kırıklığına uğrayan Ermeniler, artık Mateos İzmirliyan'dan bıkmışlardı. Ayrıca, daha Patrik seçildiği günden itibara onun uzlaşmaz tavrını tasvip etmeyen Ermeni aristokratları ve Bâb-ı Âlî hizmetindeki yüksek seviyeli memurlar ona istifa etmesini tavsiye ediyorlardı. İngiltere Büyükelçisi Philip Currie de ondan desteğini çekmiş idi. Hatta, Ayan Meclisi üyesi Ermen Abraham Kara Kehya Paşa da, ona, kendisinin artık kendi halkına faydalı olamayacağını ve bu sebeple Patriklik Makamı'nda oturmaya devam edemeyeceğini söylemişti. Bütün bu olumsuzluklar Mateos İzmirliyan'ın istifasına sebep oldu. İstifa eden İzmirliyan, 1896 Eylül'ünde Kudüs'e gitti Ancak, II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra İstanbul'a dönebilen İzmirliyan, ikinci defa olarak Patrik (1908-1909) ilân edilecektir.
Patrik Mateos İzmirliyan'ın istifasından sonra Bursa Piskoposu Mgr.Bartolomeos, Patrik vekili olarak tayin edildi. Bâb-ı Âlî, İzmirliyan'ın Patrikliği zamanında mevcut bulunan sivil ve dinî meclislerin yerine, din adamlarından ve 8 lâik üyeden müteşekkil bir Karma Meclis'i geçici olarak görevlendirdi. Az sonra, 26 Ağustos 1896 tarihinde İstanbul'da Taşnak Partisi'nin düzenlediği "Osmanlı Bankası Baskını" vuku buldu. Artin Dadyan Paşa'nın başkanlığında toplanan Karma Meclis ise bu sırada, Malakya Ormanyan'ı İstanbul Ermeni Patriği (1896-1908) olarak seçti. Patrik Ormanyan, Apdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü münasebeti ile, Kumkapı Kilisesi'nde "Allah'a Şükür Ayini" yaptı, ayrıca, Ermeniler'in Osmanlı İmparatorluğu'na bağlılık sebeplerini açıklayan konuşumasının ardından, Padişah'ın iyiliği için dualar okundu. Osmanlı Hükümeti de Ermenilere daha fazla güven vermeye ve onların sadakatini yeniden kazanmaya koyuldu. Padişahın çıkardığı bir af sonunda da, sürgün edilmiş veya hapsedilmiş bütün Ermeniler serbest bırakıldı.
Ermeni din adamları ise bu dönemde de yıkıcı faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Uğranılan hayal kırıklığı ve ümitsizlik Ermenileri yeni maceralara itecek ve yeni hayaller peşine düşürecektir. Nitekim,Adana bölgesi Piskoposu Paul Terziyan, Maraş ve Adana bölgelerini içine alan küçük hayalî bir Ermenistan Devleti'nin kurulması çalışmalarını başlatacaktır. O, Fransız Hariciye Nazırına yazdığı 6 Temmuz 1898 tarihli gizli mektubunda, Osmanlı Hükûmeri'ni şikâyet ederek Fransa'nın himayesinde küçük bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını öngörüyordu. Ancak, bu teklif II. Abdülhamid tarafından öğrenilmiş ve kesinlikle reddedilmiştir.
1899 yılında ise Minaz Çeraz ile çeşitli yerlerden seçilmiş olan heyetler, Lahey Barış Konferansı'na müracaat ederek Ermenistan'ın bağımsızlığı yolunda bir muhtıra vermişlerdi.
Patrikhane tarafından yönlendirilen Ermeni komiteleri de, 1905 yılında Paris'te yaptıkları bir kongrede, Kilikya (Adana, Maraş ve havalisi)'da bir Ermeni Devleti kurulmasına karar vermişlerdi. Aslında bu karar yine, haç ve kılıcın ittifakı idi.
Meşrûtiyet'in İlânı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği, Piskopos Muşeg
23/24 Temmuz 1908 tarihinde II.Mesrûtiyet'in ilânından sonra, ihtilâlci ve politik mahiyete sahip olan Ermeni komiteleri, Meşrûtiyet'e bağlılıklarını ve onun korunmasına çalışacaklarını ilân etmişlerdi. Komiteler, yayınladıkları programlarında da, ihtilâlci görünümlerinden uzaklaştıklarını özellikle beyan ediyorlar ve Osmanlı Devleti'nin yükselmesi için çalışacaklarını vurguluyorlardı. Ancak, komiteler az sonra yavaş yavaş eski faaliyetlerine geçeceklerdi. Komitelerin muhtelif gazetelerinde Meşrûtiyet'in ilk günlerinde Berlin Antlaşması'nın 61. Madde'sinden vazgeçildiği ilân edilmişken, yine eski iddialar üzerine yazılar çıkarmaya başlamıştı. Eski hatıraların ihya edildiği, Ermeni bayraklarının, Ermeni ihtilâl ve isyan telkin eden eserlerin, marşların, millî şiirlerin, millî piyeslerin ortaya çıktığı görülüyordu. Silâh ithalâtına büyük önem veren komiteler, en ufak köylere kadar şubelerini genişletip üyelerinin silâhlanmasına büyük gayretleri ile çalışıyorlardı.
Patrikhane ise bütün varlığı ile tam bir komiteci yatağı olmuştu. Öğretmenler ve vilâyetlerdeki piskoposlar, uzun bir tetkikten sonra, genç ve müfrit papazlardan seçiliyor ve bunlar komiteler hesabına çalışıyorlardı. Komiteciler, Ermenilerin bulunduğu yerlerde hakimiyet ve üstünlük sağlamak için piskoposlukları elde etmeye gayret sarfediyorlardı. Başka bir ifade ile Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün içindeki yerini alıyordu.
Bitlis Rus Konsolosu tarafından İstanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910 tarihli ve 602 numaralı rapor, kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün açıklığı ile gösterir mahiyettedir. Taşnak Komitesi'nin Bitlis ve Muş'daki faaliyetlerinden bahsedilmekte olan Rapor'da:
"Muş'un köylerinde, sözde okullar için para toplayan Ermeni İhtilâlcisi Karnik, Taşnak Komitesi'ne girmeden önce bir papaz idi. Asıl adı, Dacad Vartabed'dir. Sonra ruhanî kisveyi bırakarak Taşnak Komitesi'ne girmiştir. Bundan sonra, diğer Ermeni ihtilâlcileri gibi, o da bir takma ad bulmuştur... Şimdi, Karmen adı ile tanınmaktadır.
Ermeni cemaati ve ruhanî idareleri tarafından temin edilen okullara Taşnak mensupları, müfettiş sıfatı ile gitmektedirler. Taşnak Komitesi üyelerinin, Ermenilerin ruhanî işlerine, geçen yıl içerisinde ve bu yılın başlarında katılmaları önemli bir dereceye çıkmıştır.
Taşnaklar'ın Muş'taki ruhanî işlere müdahaleleri daha fazla hissedilmekte ve buradaki ruhanî memurları kendi arzularına göre zorlamaktadırlar.
Taşnaklar'ın, Muş'un dinî işlerine müdahaleleri, Ermeni din adamlarının vilâyetin diğer bölgelerine gitmeleri hâlinde de kendini göstermektedir. Bir müddet önce, Muş piskoposu Nerses Karahanyan Bitlis'e geldiği zaman, Karmen ondan ayrılmayarak ona refakat etmiştir. Piskopos nereye giderse, Karmen de mutlaka onunla beraber bulunmuştur.
Ermeni ruhanîleri ile Taşnak üyelerinin münasebetleri, siyasî ve diğer konularda tamamen uygunluk arz etmektedir."
Nitekim, 1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermişti. İşte Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerim çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılıyordu. 13 gün süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmış idi.
Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan, 1907 Ekim ayında ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na geçmek için İstanbul'dan hareket ediyordu. Yerine Patrik olarak Yegişe Turyan (1909-1911) getirildi. Az sonra da, Patriklik Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilecektir. Piskopos Muşeg'in 1909'da hazırladığı Adana İsyanı'ndan 1913 yılına kadar geçen dört yıllık devre, başta Ermeni kilisesi olmak üzere, komitecilerin, siyasî görüşmeler, meclislere seçilmeler, yabancı elçiler ve hükümet ileri gelenleri ile yaptıkları temaslar ve komite toplantıları; isyan bayrağı altına daha çok komiteci toplamak, zaman kazanmak ve yıpranmış Ermeni ihtilâlciliğini bütün ruhu ile yeniden canlandırmak amacını taşıyordu.
Osmanlı Devleti'nin seferberlik ilân ettiği günlerde (21 Temmuz 1914), Eçmiyazin Katogigosu V. Kevork (1912-1930), Rusya'nın Kafkasya Umumî Valisi Voronçov-Daşkov'a yaptığı riyakârlık ve dalkavuklukla dolu yazılı müracaatında, Ermenilerin himayesini istiyor, buna karşılık Ruslar ile birlikte Osmanlı Devleti'ne karşı savaşacaklarını taahhüd ediyordu. Yine aynı gün, Voronçov-Daşkov, Tiflis'deki Ermeni Millî Konseyi üyeleri, bu arada şehrin Belediye Başkanı Hadisyan ile görüşüyor ve ona, eğer Türkler'in altı doğu vilâyeti Ermenilerin yardımı ile ele geçirilirse, burada Ermeni muhtariyetinin tanınacağını ilân ediyordu. V.Kevork, ayrıca, Katogigosluğun resmî gazetesi olan "Araraf'ta, bütün Ermenilere hitaben bir beyânname yayınlayarak (Ağustos 1914), isyan çığırtkanlığı yapıyordu.
1915 yılı ilkbaharının başlarında, yani Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden altı ay sonra, kilise güdümlü Ermeni çetelerinin Rusya'nın desteğindeki faaliyetleri şöyle özetlenebilir:
1. Ermeni komiteleri, savaş başlar başlamaz Rus ordusuna katılmayı, onu desteklemeyi, düşman sınırı geçince onlarla birlikte çarpışmayı planlamışlardı,
2. Seferberlik ilânı üzerine askere gitmeyi reddetmişler, silâhlarını alıp dağlara çıkmışlardı,
3. Askere gidenler, silâh ve cephaneleri de çalarak kaçmşlar, komitecilerin emrindeki çetelere katılmışlardı,
4. Doğu Anadolu'nun birçok yerinde gizli komiteler faaliyetlerini arttırmışlar, bomba imalâthaneleri kurmuşlar, silâh depoları teşkil etmişlerdi,
5. Silâhsız ve müdafaasız İslâm ahali üzerine baskınlar yapılmış, günahsız pek çok masum vahşice katledilmişti,
6. Resmî binalara, askerlere, jandarmalara tecavüz ve saldırılar gittikçe şiddetlenmiş, şehit düşen askerlerin sayısı binlerin üzerine çıkmıştı,
7. Çeşitli yerlerde isyanlar başlamış, bilhassa doğuya yaklaştıkça isyan bölgeleri daha sıklaşır olmuştu,
8. Van'da büyük bir isyan başlatılmış, Rus ordusu ve Ermeniler şehri işgal etmeden önce ve ettikten sonra katliam yapılmış, Van ahalisinin büyük bir kısmı öldürülmüştür,
9. Bütün bu hareketlerin başında, Osmanlı Meclisi'ne dahi girmiş bulunan Ermeni milletvekillerinin, tanınmış komitecilerin, papazların, doktor ve avukatların bulunduğu görülmüştür.
Diğer taraftan, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da devlete karşı savaşacak"Ermeni Gönüllü Birlikleri" teşkil edilmişti. Bu amaç için Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulan "Millî Müdafaa Komisyonu"nun üyeleri arasında, Adana eski Piskoposu Muşeg, Ankara eski Piskoposu Papgen, Kütahya Piskoposu Papgen Köleseryan, Feriköy ve Üsküdar eski vaizi rahip Dirayr da bulunuyordu. Komisyonu teşkil eden üyeler, Türkiye'de yıllarca piskoposluk yapmış olan ruhanî liderlerdi.
"Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi"(1916) ile 1918 Nizâmnâmesi'nin İlânı
Ermeni Patrikhanesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhane'ye 1863 yılında devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini gerektirmiştir. 10 Ağustos 1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi" ile biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinde bulunan iki Katogigosluk (Sis ve Akdamar) ve iki Patriklik (İstanbul ve Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hristiyanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur. Patrikhane meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece,Osmanlı Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtuluyorlardı. Kudüs Katogigosluğu'nun görev sahası ise bütün Osmanlı İmparatorluğu'nu kapsıyordu Böylece, yeni nizâmnâme Ermenilere bir ümit olarak gösteriliyor, "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az." diye ders verilmek isteniyordu. Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni cemaatının 1863 yılından beri, bu yeni nizâmnâme gibi bir nizâmnâme ile yönetilmiş olsa idi, dışarıdan gelen kışkırtmaların daha az tesirli olacağını ve 1915 olaylarının çıkmayacağını ileri sürmektedir.
Tanin Gazetesi ise 11 Ağustos 1916 tarihli nüshasında, hükümetin Patrikhane ile ilgili o sıradaki görüşünü belirterek, âdeta devlet içinde devlet sayılan "Millî Meclis-i Umumî" ile Patrikleri ve rahipleri Ermeni Komiteleri'ne yardımcı olmakla suçlamaktadır. Anılan nüshada özetle şöyle denilmektedir:
"Patrikhane'ye, bu meclisi kurma hakkı verildiği günden itibaren (1863), Ermeni meclisi siyasî bir kuruluş hâlini almış, Ermeni partileri kurulmaya başlamış, propagandalar yapılmış, sokaklarda dövüşler, mecliste gürültüler olmuş, dinî işler bir tarafa bırakılarak, siyasî programlar ile uğraşılmaya başlanılmıştır. Bu Ermeni partileri mükemmel ihtilâl programları yapmışlar, kimi İngilizlere kimi Ruslar'a taraftar olmuş, kimi başlı başına bağımsızlık hülyalarına kapılmışlardır. Patrikler, makamlarında durabilmek için bu partiler ile uzlaşmaya mecbur olmuşlar, patrikhane meclisleri de dinî görevlerini bırakıp siyaset ile uğraşmak zorunda kalmışlardır... Dünyanın hiçbir tarafında böyle bir meclis bulunamaz... Patrikhane, patriklerin değil, dışarda her türlü yıkıcılığı yapabilen politikacıların eline düşmüş bulunuyordu. Bu suretle, birtakım yıkıcılar, bir yandan rahipleri yıkıcılık yapacak adamlardan seçtirmişler, diğer taraftan da bu rahipler vasıtası ile yıkıcılığa ve örgütlenmeye devam etmişlerdir."
Osmanlı imparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkacak ve İtilâf Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal edilecekti. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması safhası başlayacaktı.
Ermenilerin hukukî durumları hakkında üçüncü bir düzenleme ise Mondros Mütârekesi'nden sonra, 11 Kasım 1918 tarihinde kurulan Tevfik Paşa Hükümeti tarafından yapılmıştır. İttihat ve Terakki Hükûmeti'nin gerçekleştirdiği 1916 yılındaki düzenlemeye tepki olarak, altı madde hâlinde 18 Kasım 1918 tarihinde yayınlanan ve "27 Ramazan (1) 279/18 Mart 1863 Tarihli Ermeni Katogigos ve Patrikliği Nizâmnâmesi'nin İlgası Hakkında Nizâmnâme (Lâyiha)" adını taşıyan yen nizâmnâme ile 1916 Nizâmnâmesi yürürlükten kaldırılmış, böylece Ermeniler tekrar 1863 Nizâmnâmesi'nin hükümlerine tâbi olmuşlardır. Böylece, 1916 Nizâmnâmesi ile zararlı çalışmaları zapt ü rapt altına alınmış olan Patrikhane, 1863 Nizâmnâmesi'nin tekrardan yürürlüğe konması ile eski faaliyetlerine başlayacaktır.
Patrik Zaven Efendinin Çalışmaları
Mondros Mütarekesi, Ermenistan kurulması ortamı için önemli bir adım idi. 1918 Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi, bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş, silâh, mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi'nden de geniş ölçüde destek alıyordu.
Yoğun bir propaganda ve siyasî faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere-Fransa) kabul göreceğini düşünüyorlardı. Bu sebeple, Türkiye Ermenilerinin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını istemişti. Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda bulunmak üzere Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve oradan da Londra'ya hareket etti. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı Lord Harding ile görüştü, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile müzakerelerde bulundu. Ermeniler'in minnettarlığını arzetmek üzere İngiltere Kralı V. George'u da ziyaret etti. Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok emin görünüyordu. Ancak Ermeniler isteklerinde, demokgrafik, etnik, politik, ekonomik ve diğer bakımlardan haklı olup olmadıklarını düşünmüyorlardı.
Ermeniler, Mondros Mütârekesi'nden sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve propagandaya girişmek üzere Paris'e üç ayrı heyet göndermişlerdi. Bunlar, Bogos Nubar Paşa'nın başkanlığındaki "Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu", "Ermenistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Avedis Aharonyan'ın başkanlığındaki "Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu" ve Kilikya (Sis) Ermeni Katogigosu Paul Terziyan'ın başkanlığında kurulmuş bir din adamları (ruhanî) Delegasyonu idi. Bogos Nubar Paşa ve Avedis Aharonyan, 26 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı'nın "Onlar Şûrası"na verdikleri muhtıra ile Kafkasya'dan Akdeniz'e ve Karadeniz'den Suriye Çölü'ne kadar uzanan bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını teklif etmişlerdi. Ancak özellikle, İngiltere ve Fransa arasındaki bölgeye hakimiyet mücadelesi, konunun bir müddet daha sürümcemede kalmasına sebep olacaktır.
Ermeni Kilisesi Hakkındaki Yorumlar ve Düşünceler
Gevond Turyan'ın Düşünceleri
Ermeni Kilisesi'nin, Ermenilerin ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile daha önce belirtmiştik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan'ın haftalık bir Ermeni dergisi olan Dadjar'da yayınladığı makaleleri daha sonra, bir kitapta toplanmış ve 1917 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni Kilisesi'nin bir itirafnâmesi niteliğinde olup, Ermeni Komiteleri'nin, Patrikhane'nin ve Ermeni Cemiyetleri'nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Gevond Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanîlerinin Osmanlı Devleti'nin yıkılmasındaki rollerini şöyle açıklamaktadır:
"Dinî cemaatlar, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilâl Partileri'nin inkılâp ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralardan hazırlanmıştır. Dinî merkezler, silâh depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dinî liderler, söz ve yazı ile, kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyorlardı. Artık vaazlarda yüce sözler ve İncil'in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk yerine isyan; insanlık yerine kin ve intikam; ahlâk yerine alçaklık ve rezillik vaazediliyordu... Dinî liderler, komiteler tarafından organize edilmiş bayramlara, toplantılara, törenlere başkanlık ediyorlardı."
"Ne Ermeniler'in en yüksek dinî lideri Eçmiyazin Katogigosu, ne Ermenilerin kaderini omuzladığını iddia eden en yüksek Kilise yetkilileri, ne bu ihtilâl partilerinin yetkili şefleri, ne diğer Ermeniler, Türkiye dışında, bizim, diğer hiçbir otoritenin hâkimiyeti altında varlığımızı korumaya muktedir olmadığımız ne açıklayabildiler, ne de kavrayabildiler."
"Ermeniler, 600 yıldan beri, başka hiçbir millet tebaasının ne gördüğü, ne tanıdığı geniş bir sosyal ve dinî hürriyetten istifade ederek Türkiye'nin toprağında Türkler ile yanyana yaşadılar... Komiteler, gerçekleri inkâr etmişler ve en itibarlı tebaa olarak, şanla, şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu ülke üzerinde, kin, nefret ve ayrılık tohumlan ekmişlerdir."
Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan'ın bu kitabını kasıtlı olarak kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş sonrasında, soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yalında Amerika'ya göç etmiş, ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933 tarihinde New York'daki Ermeni Kilisesi'ne bir ayini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri tarafından asılsız davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak öldürülmüştür.
XX. Yüzyıl Sonlarında Anti-Türk Propagandası ve Kilisenin Teröre Desteği
1919-1921 yıllarında Fransız ve İngiliz kuvvetleri ile birlikte Maraş, Urfa ve Antep'te Müslüman ahaliye, akla ve hayale gelmeyen baskı ve zulüm uygulayan Ermenilerin büyük bir bölümü, Ankara Antlaşması'nı müteakip, Fransızlar tarafından Lübnan'a taşınmışlardı. Böylece Lübnan, Orta-Doğu'da geniş bir Ermeni nüfusuna vatan olmuştu. 1970-1985 yılları arasında, Lübnan'da Türkiye'ye karşı Ermeni terör örgütlerinin yeniden kurulduğu görülmektedir. Bu örgütler arasında,ASALA (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu), ASALA-RM (ASALA-İhtilâlci Hareketi), JCAG (Ermeni soy kırımı Adalet Komandoları) ve ARA (Ermeni İhtilâlci Ordusu)'yı sayabiliriz.Bu yıllar arasında, Türk ve yabancı kişi ve kuruluşlarına yöneltilen çok sayıda eylem, anılan terör örgütlerince üstlenildi. Ayrıca, Eçmiyazin (Ermenistan) ve Antilyas (Lübnan) Katogigosları da sözde davalarına destek sağlamak için büyük devletler ile temaslarda bulunmuşlardır.
Bazı Ermenilerin, Türkiye aleyhtarı çalışmalarını 1985 yılından sonra terör ortamından, yoğun bir propaganda ortamına kaydırdıkları görülmektedir. Onlar, bu propagandalarında, Osmanlı Devleti'nin son yüzyılından miras kalan dinî ve etnik problemleri, kasıtlı bir şekilde günümüz Türkiye'sinin politikalarına sokmak gayreti içinde bulunmaktadırlar.
1987 yılında ABD'ye giden Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen, çeşitli eyaletlerde düzenlenen ayinler ve toplantılar sırasında hitap ettiği Ermeni asıllı Amerikalılara, "vatana dönüş" temasını işlemiştir. New York, San Francisco ve Los Angeles'e uğradıktan sonra Kanada'ya geçen I. Vasgen, yaptığı konuşmalarında, Avrupa Parlamentosu'nun (asılsız) soy kırımı kabul etmesinden sonra, ikinci aşamada Birleşmiş Milletler'in de aynı konuda karar alması gerektiğini, soy kırımın tanınmasının, Hristiyan bilincinin ve Hristivan adaletinin temel bir konusu olduğunu, bir gün Ağrı Dağı'nın etrafında yeniden bir araya gelineceği temalarını da işleyerek, Ermeni propagandasındaki dinî motife ağırlık vermiştir. I. Vasgen, dinî otoritesini, Sovyetler Birliği'nin Ermenilik siyasetine uygun olarak ustalıkla kullanan bir Ermeni Katogigosu olarak temayüz etmiştir.
XX. yüzyılın propaganda tarihi yazıldığında, herhalde en etkili kampanya olarak, Ermenilerin Türklere karşı açtıkları propaganda savaşı gösterilecektir. Teröristlerin arkasında, çeşitli Ermeni kuruluşları ile bazı Ermeni kiliselerinin bulunduğu artık bilinmektedir. Asılsız Ermeni Meselesi, Türkiye'yi tedirgin etmek yanında, dünyadaki Ermeni millî bilincini ve kileseye bağlılığı dinç tutmak için devamlı gündeme getirilmektedir. Nitekim, Kuzey Amerika'daki ve Batı Avrupa'daki Ermeni kiliseleri, 20 yıl önce tenhalaşmış ve yoksullaşmış oldukları hâlde, şimdi tıklım tıklımdır. İnanılmayacak kadar etkindir. Muazzam fonlara kavuşmuşlardır. Bu sebepledir ki, Türkiye dışındaki Ermeni kiliseleri, dine, ahlâka ve insanlığa aykırı olarak, hiçbir zaman Ermeni terörizmim tel'in etmemişlerdir.
Meselâ, ABD'de Boston yakınlarındaki Water-town'da yaşayan Ermeni papazı Vartan Hartunyan, Ermeni terörü diye bir şeyin varlığını kabul etmemektedir. Bu papaz için var olan tek şey, yalnızca Ermenilere yöneltilen sözde terördür.
28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan'ı şehit eden ve yargılanarak mahkûm olan Lübnan asıllı Hampig Sasunyan için 21 Kasım 1983 tarihinde California Montebello'daki "Kutsal Haç Ermeni Resul Kilisesi"nde bir "Hampig Gecesi" düzenlendi ve günün anlamını belirtmek için yapılan dinî töreni "Batı Ermeni Resul Kilisesi" Başpiskoposu Yeprem Tabakyan yönetti. Terörist katil Hampig Sasunyan'a verilen bu manevî destek, Ermeni kilisesinden kaynaklanıyordu Ve işin en ilginç ve kaygı verici tarafı da toplantının dinî bir kuruluşta düzenlenmesi ve ABD'nin ileri gelen bir dinî lideri tarafından yönetilmesi idi.
"Ermeni Kutsal Haçı'nın Marifetleri" bununla kalmayacaktı. Nitekim, Lizbon'daki Türk Büyükelçiliğini 27 Temmuz 1983 tarihinde basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için de, 12 Ocak 1984 tarihinde, Washington D.C.'nin mahallesi olan Chevy Chase'deki Surp Haç Kilisesi'nde; 21 Ocak 1984 tarihinde Illionis, Glenview Ermeni Azizler Resul Kilisesi'nde; 22 Ocak 1984 tarihinde Rhode Island'daki St. Vartanantz Kilisesi'nde ve 29 Ocak 1984 tarihinde New Jersey Ridgefield'deki St.Vartanantz Kilisesi'nde "Lizbon Beşlisi" için ayinler düzenlendi. Bu ayinler, Taşnak Partisi tarafından himaye edilmiştir.
Yakın tarihte, 26 Aralık 1994 tarihinde de, Dağlık Karabağ'da Azeri Türklerine karşı çarpışırken ölen Ermeni kuvvetleri komutanı, ASALA-RM (ASALA-İhtilâlci Hareketi)'nin lideri terörist Monte Melkonyan'ın ölümünün birinci yıldönümünde, California, Pasadena'daki St. Gregory Ermeni Kilisesi'nde bir anma töreni düzenlendi. Törene başkanlık eden Başpiskopos Vahe Hovsepyan, Malkonyan'ın sözde kahramanlığından övgü ile bahsetti. Törene, başta Ermeni kilisesi, Ermeni partileri temsilcileri, Ermeni akademisyenler ve Ermeni basını katılmıştı. Şaşırtıcı bir durum. Katil bir terörist, kilisenin riyasetinde bir Ermeni kahramanı hâline getirilmişti.
Ermeni siyasî isteklerinin temelinde yatan sözde "Ermeni Anavatanı"nı kurtarmak amacı ile, Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesi ve onun desteğindeki Ermeni partileri, aşağıdaki doğrultuda bir anti-Türk politika sürdürmektedirler.
1. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, yaptıkları Türk ve Kürt katliamına ait tarihî gerçekleri inkâr etmektedirler.
2. Ermeni Kilisesi ve siyasî partileri, Türklerin Ermenilere soy kırım yaptıkları iddiasını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
3. Ermeni kilisesinin desteğinde terör örgütleri kuran Ermeni siyasî partileri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi yıkıcı faaliyetlerini sürdürmektedirler.
4. Bu konuda, kilise kaynaklarını seferber eden Ermeni partileri, terörizm, rüşvet ve diğer yıkıcı metodları ile sözde "Ermeni Davası" (Hai Tahd)'na destek vermeyen diğer milletlere mensup siyaset adamlarını, hükümet yetkililerim, insan hakları uzmanlarını ve tarihçileri susturmaya gayret etmektedirler.
5. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, bugün Türkiye'de kendi davalarına hizmet edecek misyon kurmak için çaba sarfetmektedirler.
Türkiye dışındaki Ermeni ruhanîleri ve parti liderleri, yukarıda belirtilen yollardan istifade ile, milletlerarası diplomatik camianın, asılsız "Ermeni Meselesi"ni gündemde tutmak için çalışmaktadırlar.