MURATS44
Özel Üye
1919’da Osmanlı hükûmeti, İttihatçıların yol açtığı sıkıntıları telâfi etmeye çalıştı. 1919’da Ermeni katliâmının faillerini mahkûm etti.
1915’de İttihatçı hükümet, Anadolu Ermenilerini, Ruslara müttefik olurlar vehmiyle, Suriye çöllerine göçürmüştü. Bu hâdise, Osmanlı İmparatorlu’nun sancılı tasfiyesindeki acı sahnelerden biridir. Böylece 900 bin kişi tehcir edildi. Sürgünler, Suriye şehirlerinde % 5’i geçmemek üzere iskân edilecekti. Bunların ancak yarısı Suriye’ye varabildi. Mühim bir kısmı yolda soğuk, açlık ve hastalıktan; bir kısmı da Kürt, Türk ve Çerkez çetelerinin baskınlarında öldüler. İttihatçılar, bu tehcirde Ermenilere çok eziyet edildiğini, tehcir kervanına mezâlim icra eden çetelerin, mahallî idarecilerin emrinde hareket ettiklerini itirafa mecbur kaldı. Bu acı hâdiseler, Meds Yeghem (Büyük Felâket) adıyla Ermenilerin maşerî hafızalarına kazıldı.
Ermeni sürgünler Deyrizor çöllerinde
“Mezarsız bırakmayın!”
Zeytun (Maraş), Antakya ve Van gibi yerlerde, tehcir emrine direnmek suretiyle çıkan isyanlar kanlı bir şekilde bastırıldı. Ordu kumandanlığından vilâyetlere “Ermeni halkını, ekmeksiz, meskensiz, mezarsız bırakmayınız!” emri tamim edildiği halde, yüzbinlerce insanın, hazırlıksız ve teşkilatsız bir şekilde binlerce kilometre uzağa sevkedilmesi, felâketin ta kendisiydi. Suriye’ye varabilenler, toplama kamplarına yerleştirildi; kâfi yiyecek verilmediği için, burada açlıktan ve hastalıklardan çoğu hayatını kaybetti. İttihatçıların üç direğinden Suriye Valisi Cemal Paşa’nın yaveri Ali Fuad (Erden) Bey’in Suriye Hatıraları’nda, bu hususu görmek mümkündür. Bir deri-bir kemik kalmış muhacirlerin acıklı hâlini görüp, Cemal Paşa’ya ordu deposundan zahire dağıtılmasını teklif eden Fuad Bey’e, Cemal Paşa, “Sen hâlâ bizim maksadımızı anlamadın mı?” diye cevap vermiş; üstelik tehcir esnasında Ermenileri katleden çetecilere hüsnü kabul göstermiştir.
Bazı Ermeni yetimler Yunanistan'a götürülüyor - 1919
Hemen hepsi zanaat sahibi olan Ermenilerin sürülmesi ile memleket ekonomisi ve sosyal hayat darbe aldı. Zira şehir ve kasabalarda ticaret ile nalbantlık, dokumacılık, kuyumculuk, kumaş boyacılığı gibi zanaatlar hep Ermeniler tarafından icra edilirdi. Ermenilerden kalan binlerce gayrımenkul de hazineye alınıp iç edildi. Tehcir, iki asırdır Ermenilerle rekabet eden Yahudilerin bir zaferi olarak görüldü; hatta bunu, Sadrazam Talat Paşa’ya, Karaso’nun telkin ettiği söylenir. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinde rol oynayan meşhur Yahudi milletvekili Emmanuel Karaso, Sadrazam Talat Paşa’nın sırdaşı ve bankeriydi. Hatta Talat Paşa, yurt dışına kaçarken, bütün servetini buna emanet etmişti. O devirde Türkiye, Almanya’nın nüfuzu altındaydı. Tehcirin, Almanların arzusu dışında gerçekleşmesi de mümkün değildir.
Kafkasya Ermenileri, gönüllü birlikler kurarak, 1916 yılında Rus işgal kuvvetleriyle Anadolu’ya girdiler. 1917 ihtilâli sebebiyle Ruslar çekilince, intikamı için katliama başladılar. Batıya göç etmemiş Doğu Anadolu halkından, güçlerinin yettiklerini katlettiler. Şimdi bulunan bazı toplu mezarlar o günlerden kalmadır. Bir kimsenin işlediği suçtan, o kişinin kavmi, dindaşları, hatta ailesi mesul tutulamaz. Kur’an-ı kerimde “Kimse kimsenin suçunun cezasını çekmez!” der. Üstelik asırlarca sessiz sedasız yaşayan ve “millet-i sâdıka” diye tanınan Ermenilerin niye kıpırdandığını kimse tahlil etmemiş; o zamanki idarecilerin basiretsizlikleri görmezden gelinmiştir. Bu bakımdan 1915 hadiseleri, hukukî değil; politiktir.
Suriye'de bir Ermeni sürgün kadın ve çocukları
Hâdisenin adlî dosyası
Savaş kaybedilip İttihatçılar iktidardan düşünce, 1919’da İstanbul’da yapılan muhakemelerde, Ermeni tehciri de ele alındı. Bazı resmî ve sivil şahıslar cezaya çarptırıldı. Hatta üç vâli, Ermenilere kötü muamelede bulunduğu için idama mahkûm oldu. Dolayısıyla meselenin adlî dosyası kapandı. Meselenin gerçek mesulleri olup gıyaben idama mahkûm edilen İttihatçı büyükbaşlar, kaçtıkları ecnebi şehirlerde Ermeni fedailerce öldürüldü. Ancak 1922’de kurulan Ankara hükûmeti, İstanbul’un 1918’deki işgalinden sonra Osmanlı hükûmetin aldığı kararları geçersiz saydığı için, meselenin hallini güçleşmektedir.
Ermeni sürgünler Urfa'da
I. Cihan Harbi’nden sonra imzalanan milletlerarası anlaşmalarda, tazminat ve toprak gibi talepler için muayyen bir müddet (1 yıl) tanınmış; bu müddetin geçmesiyle talep imkânının düşmüş sayılacağı hükme bağlanmıştı. Bu zaman zarfında, böyle bir talep olmamış ya da kimse buna cesaret bulamamıştır. Çok az sayıda Ermeni Anadolu’ya geri dönebildi. Çoğu Suriye’den Fransa ve Amerika başta olmak üzere Batı’ya veya Ermenistan’a göçtü
Ermeni sürgünü kadın ve çocuğu ekmek almaya çalışırken
Erzurum Ermenileri sürgün yolunda
Türkiye’nin XXI. asırda dünya üzerindeki yerini alması, İttihatçıların kirli mirasını savunarak değil, ancak imparatorluk mirasına sarılarak üniversel değerlere varmak suretiyle mümkün olabilir. Şu halde devletin Birinci Cihan Harbi sıralarında Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve Arap aslından Osmanlı vatandaşlarının yaşadığı sıkıntı ve çektiği acılar için üzgün olduğunu beyan etmesi bile, müspet bir gelişme olarak görülmelidir.
Van'da Ermeni sürgünlere saldıran bir çete
1915’de İttihatçı hükümet, Anadolu Ermenilerini, Ruslara müttefik olurlar vehmiyle, Suriye çöllerine göçürmüştü. Bu hâdise, Osmanlı İmparatorlu’nun sancılı tasfiyesindeki acı sahnelerden biridir. Böylece 900 bin kişi tehcir edildi. Sürgünler, Suriye şehirlerinde % 5’i geçmemek üzere iskân edilecekti. Bunların ancak yarısı Suriye’ye varabildi. Mühim bir kısmı yolda soğuk, açlık ve hastalıktan; bir kısmı da Kürt, Türk ve Çerkez çetelerinin baskınlarında öldüler. İttihatçılar, bu tehcirde Ermenilere çok eziyet edildiğini, tehcir kervanına mezâlim icra eden çetelerin, mahallî idarecilerin emrinde hareket ettiklerini itirafa mecbur kaldı. Bu acı hâdiseler, Meds Yeghem (Büyük Felâket) adıyla Ermenilerin maşerî hafızalarına kazıldı.
Ermeni sürgünler Deyrizor çöllerinde
“Mezarsız bırakmayın!”
Zeytun (Maraş), Antakya ve Van gibi yerlerde, tehcir emrine direnmek suretiyle çıkan isyanlar kanlı bir şekilde bastırıldı. Ordu kumandanlığından vilâyetlere “Ermeni halkını, ekmeksiz, meskensiz, mezarsız bırakmayınız!” emri tamim edildiği halde, yüzbinlerce insanın, hazırlıksız ve teşkilatsız bir şekilde binlerce kilometre uzağa sevkedilmesi, felâketin ta kendisiydi. Suriye’ye varabilenler, toplama kamplarına yerleştirildi; kâfi yiyecek verilmediği için, burada açlıktan ve hastalıklardan çoğu hayatını kaybetti. İttihatçıların üç direğinden Suriye Valisi Cemal Paşa’nın yaveri Ali Fuad (Erden) Bey’in Suriye Hatıraları’nda, bu hususu görmek mümkündür. Bir deri-bir kemik kalmış muhacirlerin acıklı hâlini görüp, Cemal Paşa’ya ordu deposundan zahire dağıtılmasını teklif eden Fuad Bey’e, Cemal Paşa, “Sen hâlâ bizim maksadımızı anlamadın mı?” diye cevap vermiş; üstelik tehcir esnasında Ermenileri katleden çetecilere hüsnü kabul göstermiştir.
Bazı Ermeni yetimler Yunanistan'a götürülüyor - 1919
Hemen hepsi zanaat sahibi olan Ermenilerin sürülmesi ile memleket ekonomisi ve sosyal hayat darbe aldı. Zira şehir ve kasabalarda ticaret ile nalbantlık, dokumacılık, kuyumculuk, kumaş boyacılığı gibi zanaatlar hep Ermeniler tarafından icra edilirdi. Ermenilerden kalan binlerce gayrımenkul de hazineye alınıp iç edildi. Tehcir, iki asırdır Ermenilerle rekabet eden Yahudilerin bir zaferi olarak görüldü; hatta bunu, Sadrazam Talat Paşa’ya, Karaso’nun telkin ettiği söylenir. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinde rol oynayan meşhur Yahudi milletvekili Emmanuel Karaso, Sadrazam Talat Paşa’nın sırdaşı ve bankeriydi. Hatta Talat Paşa, yurt dışına kaçarken, bütün servetini buna emanet etmişti. O devirde Türkiye, Almanya’nın nüfuzu altındaydı. Tehcirin, Almanların arzusu dışında gerçekleşmesi de mümkün değildir.
Kafkasya Ermenileri, gönüllü birlikler kurarak, 1916 yılında Rus işgal kuvvetleriyle Anadolu’ya girdiler. 1917 ihtilâli sebebiyle Ruslar çekilince, intikamı için katliama başladılar. Batıya göç etmemiş Doğu Anadolu halkından, güçlerinin yettiklerini katlettiler. Şimdi bulunan bazı toplu mezarlar o günlerden kalmadır. Bir kimsenin işlediği suçtan, o kişinin kavmi, dindaşları, hatta ailesi mesul tutulamaz. Kur’an-ı kerimde “Kimse kimsenin suçunun cezasını çekmez!” der. Üstelik asırlarca sessiz sedasız yaşayan ve “millet-i sâdıka” diye tanınan Ermenilerin niye kıpırdandığını kimse tahlil etmemiş; o zamanki idarecilerin basiretsizlikleri görmezden gelinmiştir. Bu bakımdan 1915 hadiseleri, hukukî değil; politiktir.
Suriye'de bir Ermeni sürgün kadın ve çocukları
Hâdisenin adlî dosyası
Savaş kaybedilip İttihatçılar iktidardan düşünce, 1919’da İstanbul’da yapılan muhakemelerde, Ermeni tehciri de ele alındı. Bazı resmî ve sivil şahıslar cezaya çarptırıldı. Hatta üç vâli, Ermenilere kötü muamelede bulunduğu için idama mahkûm oldu. Dolayısıyla meselenin adlî dosyası kapandı. Meselenin gerçek mesulleri olup gıyaben idama mahkûm edilen İttihatçı büyükbaşlar, kaçtıkları ecnebi şehirlerde Ermeni fedailerce öldürüldü. Ancak 1922’de kurulan Ankara hükûmeti, İstanbul’un 1918’deki işgalinden sonra Osmanlı hükûmetin aldığı kararları geçersiz saydığı için, meselenin hallini güçleşmektedir.
Ermeni sürgünler Urfa'da
I. Cihan Harbi’nden sonra imzalanan milletlerarası anlaşmalarda, tazminat ve toprak gibi talepler için muayyen bir müddet (1 yıl) tanınmış; bu müddetin geçmesiyle talep imkânının düşmüş sayılacağı hükme bağlanmıştı. Bu zaman zarfında, böyle bir talep olmamış ya da kimse buna cesaret bulamamıştır. Çok az sayıda Ermeni Anadolu’ya geri dönebildi. Çoğu Suriye’den Fransa ve Amerika başta olmak üzere Batı’ya veya Ermenistan’a göçtü
Ermeni sürgünü kadın ve çocuğu ekmek almaya çalışırken
Erzurum Ermenileri sürgün yolunda
Türkiye’nin XXI. asırda dünya üzerindeki yerini alması, İttihatçıların kirli mirasını savunarak değil, ancak imparatorluk mirasına sarılarak üniversel değerlere varmak suretiyle mümkün olabilir. Şu halde devletin Birinci Cihan Harbi sıralarında Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve Arap aslından Osmanlı vatandaşlarının yaşadığı sıkıntı ve çektiği acılar için üzgün olduğunu beyan etmesi bile, müspet bir gelişme olarak görülmelidir.
Van'da Ermeni sürgünlere saldıran bir çete