Eski ramazanlar
Her dönemin kendine özgü alışkanlıkları vardır. Bu alışkanlıklar zaman içinde değişir, günün koşullarına uyar, bir kısmı da unutulur gider. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı ile ilgili olarak, yıllar içinde oluşmuş olan bazı alışkanlıklar vardır. Bunlar, bölgeye ve kentlere göre değişirler.
Eski Ramazan adetleri denilince benim aklıma hemen iftar sofraları, Ramazan davulcusu ve iftar topçusu gelir.
Boyabat’ta yaşadığım dönemlerde her evde çalar saat, cep telefonu ve benzer uyandırıcılar olmadığından sahura kaldırma işini Ramazan davulcusu yerine getirirdi. Sabaha karşı mahallemizde dolaşan davulcu maniler okurdu. Benim halen aklımda olan maniler:
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
İki gözüm …. Efendi, (Evin babasının ismi)
Ramazanın mübarek ola.
ya da
Davulumu vura vura
Geldim kapınıza
Hayırlı sahurlar …Efendi, (Evin babasının ismi)
Ramazanın mübarek ola.
Işıklar yanıp evde hareket başlayınca da, davulcu başkalarını uyandırmak üzere uzaklaşırdı. Ramazan’ın on beşinci günü ve arife günü davulcunun bahşiş günleriydi. Bahşişi alan davulcu hemen birkaç mani daha okur davul çalmayı biraz uzatırdı.
Sahur ve iftar coşkusundan etkilenen biz küçükler oruç tutmaya çok hevesliydik ama gün boyu sürecek olan yemek yememeye dayanamayacağımızı düşünen büyüklerimiz bize “tekne orucu” tuttururlardı.
Tekne orucu, küçüklerin büyüyünce tutacakları oruca bir tür alıştırma şekliydi. Büyüklerle birlikte sahura kalkardık, sahur yemeğimizi yerdik. Sabah olunca kahvaltımızı eder öğlene kadar hiçbir şey yemezdik ve içmezdik. Öğlen yemeği ve iftar arası da aynı şekilde geçerdi.
İftar zamanı heyecan dorukta olurdu. O saatte evde hepimizin bir görevi vardı. Biz çocuklar iftar topunu dinleme ve kandillerin yanıp yanmadığını kontrol etmekle görevliydik. Minareyi görebilecek bir yerde beklerken aramızda şifre gibi konuşmalar geçerdi: Atıldı mı? (Bu söz iftar topu içindi), yandı mı? (Bu da kandiller içindi), oldu mu? (Bu ise oruç bozma ve sofraya oturma zamanı geldi mi demekti)
Top sesi ve ezanı duyup, kandillerin yandığını gördüğümüzde çocuksu bir neşeyle çığlıklar atarak “atıldııı”, “olduuuuuu!”, “yandıııııı!” diyerek yemek odasına koşardık. Yemekten önce dedem iftar duası yapar sonra oruçlar açılır, iftarımızı yapardık.
Sofranın gözdesi Ramazan pidesiydi tabii ki. Fırından yeni çıkmış, üzerine biraz yumurta sürülmüş, çörekotu ekilmiş mis gibi kokan pideler bu kutsal ayın sembolüydü. Köyden getirtilen üzeri yine çörekotuyla süslü tereyağı, anneannemin bahçeden toplanan meyvelerle yaptığı reçeller, bahçeden toplanan ceviz, süt kaymağı, hurma, peynir çeşitleri, zeytin, mevsime göre yeşillikler iftariyelik olarak masamızda yerini alırdı. İftar ve sahur sofralarının olmazsa olması demlenmiş çaydı. (Tabii benim için ıhlamur)
Soframızın vazgeçilmez tatlısı ise güllaçtı. Hafif bir tatlı olduğu için anneannem haftada iki kez yapardı. Canım anneannem, bahçedeki güller açtığında gül yapraklarından gül mayası hazırlayıp küçük bir kavanoza koyardı. Gerektiğinde ondan bir çay kaşığı alıp, sulandırarak güllacın üzerine dökerdi, güllaç mis gibi gül kokardı.
Yemekten sonra büyükler teravih namazına gider, biz küçükler bizimle kalan bir veya iki büyüğümüzün nezaretinde oyun oynardık. Gece boyunca radyo dinler, komşularla birbirimizi ziyaret ederdik, sonra da erkenden yatardık.
Bazı geceler uyku tatlı gelir, sahura kalkamazdık, sabah uyanıp da mutfakta geceden kalma tabakları görünce çok üzülürdük.
Bu şekilde acısıyla tatlısıyla hep birlikte nice Ramazanlar geçirdik.
Şimdi düşünüyorum da, küçüklüğünde iftar ve sahur sofrasına oturmayan, Ramazan ritüelini bilmeyen, dolayısıyla Ramazan anısı olmayan çocuklar bence çocukluklarını eksik yaşamış oluyorlar ve çok önemli bir şeyi kaçırıyorlar.
Geriye baktığım zaman o eski günleri ve bu dünyadan göçen büyüklerimi sevgiyle ve rahmetle anıyorum. Şimdi her şey farklı, pek çok şey değişti. Anadolulu Heraklitos “değişmeyen tek şey değişimdir” demiş binlerce yıl önce. Bu anlattıklarımın üzerinden yıllar geçti ama anılarımızda hâlâ yaşıyorlar.
Her dönemin gelenekleri ve ritüelleri farklıdır. Yaşananlar da dönemlere göre değişir. Yukarda anlattığım eski günler eskilerde kaldı. Şimdi her şeyi daha farklı yaşıyoruz. Ben bugünün Ramazanlarını da seviyorum. Geçmişte yaşarak hayat geçmez ama dünü anmak da güzeldir, gelecekle ilgili hayal kurmak da. Benim hayata bakışım , “dünü unutmadan bugünü yaşamak ve gelecek için hazırlık yapmak” tır. Kente akşam inerken duyduğum ezan sesi ve yanan kandiller beni mutlu ediyor. Oruç tutan ve tutmayanlarla birlikte oturulan uzun iftar sofraları, iftariyelikler, yemekler, Ramazan pidesi ve tatlılar bana hâlâ aynı keyfi veriyor.
Her dönemin kendine özgü alışkanlıkları vardır. Bu alışkanlıklar zaman içinde değişir, günün koşullarına uyar, bir kısmı da unutulur gider. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı ile ilgili olarak, yıllar içinde oluşmuş olan bazı alışkanlıklar vardır. Bunlar, bölgeye ve kentlere göre değişirler.
Eski Ramazan adetleri denilince benim aklıma hemen iftar sofraları, Ramazan davulcusu ve iftar topçusu gelir.
Boyabat’ta yaşadığım dönemlerde her evde çalar saat, cep telefonu ve benzer uyandırıcılar olmadığından sahura kaldırma işini Ramazan davulcusu yerine getirirdi. Sabaha karşı mahallemizde dolaşan davulcu maniler okurdu. Benim halen aklımda olan maniler:
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
İki gözüm …. Efendi, (Evin babasının ismi)
Ramazanın mübarek ola.
ya da
Davulumu vura vura
Geldim kapınıza
Hayırlı sahurlar …Efendi, (Evin babasının ismi)
Ramazanın mübarek ola.
Işıklar yanıp evde hareket başlayınca da, davulcu başkalarını uyandırmak üzere uzaklaşırdı. Ramazan’ın on beşinci günü ve arife günü davulcunun bahşiş günleriydi. Bahşişi alan davulcu hemen birkaç mani daha okur davul çalmayı biraz uzatırdı.
Sahur ve iftar coşkusundan etkilenen biz küçükler oruç tutmaya çok hevesliydik ama gün boyu sürecek olan yemek yememeye dayanamayacağımızı düşünen büyüklerimiz bize “tekne orucu” tuttururlardı.
Tekne orucu, küçüklerin büyüyünce tutacakları oruca bir tür alıştırma şekliydi. Büyüklerle birlikte sahura kalkardık, sahur yemeğimizi yerdik. Sabah olunca kahvaltımızı eder öğlene kadar hiçbir şey yemezdik ve içmezdik. Öğlen yemeği ve iftar arası da aynı şekilde geçerdi.
İftar zamanı heyecan dorukta olurdu. O saatte evde hepimizin bir görevi vardı. Biz çocuklar iftar topunu dinleme ve kandillerin yanıp yanmadığını kontrol etmekle görevliydik. Minareyi görebilecek bir yerde beklerken aramızda şifre gibi konuşmalar geçerdi: Atıldı mı? (Bu söz iftar topu içindi), yandı mı? (Bu da kandiller içindi), oldu mu? (Bu ise oruç bozma ve sofraya oturma zamanı geldi mi demekti)
Top sesi ve ezanı duyup, kandillerin yandığını gördüğümüzde çocuksu bir neşeyle çığlıklar atarak “atıldııı”, “olduuuuuu!”, “yandıııııı!” diyerek yemek odasına koşardık. Yemekten önce dedem iftar duası yapar sonra oruçlar açılır, iftarımızı yapardık.
Sofranın gözdesi Ramazan pidesiydi tabii ki. Fırından yeni çıkmış, üzerine biraz yumurta sürülmüş, çörekotu ekilmiş mis gibi kokan pideler bu kutsal ayın sembolüydü. Köyden getirtilen üzeri yine çörekotuyla süslü tereyağı, anneannemin bahçeden toplanan meyvelerle yaptığı reçeller, bahçeden toplanan ceviz, süt kaymağı, hurma, peynir çeşitleri, zeytin, mevsime göre yeşillikler iftariyelik olarak masamızda yerini alırdı. İftar ve sahur sofralarının olmazsa olması demlenmiş çaydı. (Tabii benim için ıhlamur)
Soframızın vazgeçilmez tatlısı ise güllaçtı. Hafif bir tatlı olduğu için anneannem haftada iki kez yapardı. Canım anneannem, bahçedeki güller açtığında gül yapraklarından gül mayası hazırlayıp küçük bir kavanoza koyardı. Gerektiğinde ondan bir çay kaşığı alıp, sulandırarak güllacın üzerine dökerdi, güllaç mis gibi gül kokardı.
Yemekten sonra büyükler teravih namazına gider, biz küçükler bizimle kalan bir veya iki büyüğümüzün nezaretinde oyun oynardık. Gece boyunca radyo dinler, komşularla birbirimizi ziyaret ederdik, sonra da erkenden yatardık.
Bazı geceler uyku tatlı gelir, sahura kalkamazdık, sabah uyanıp da mutfakta geceden kalma tabakları görünce çok üzülürdük.
Bu şekilde acısıyla tatlısıyla hep birlikte nice Ramazanlar geçirdik.
Şimdi düşünüyorum da, küçüklüğünde iftar ve sahur sofrasına oturmayan, Ramazan ritüelini bilmeyen, dolayısıyla Ramazan anısı olmayan çocuklar bence çocukluklarını eksik yaşamış oluyorlar ve çok önemli bir şeyi kaçırıyorlar.
Geriye baktığım zaman o eski günleri ve bu dünyadan göçen büyüklerimi sevgiyle ve rahmetle anıyorum. Şimdi her şey farklı, pek çok şey değişti. Anadolulu Heraklitos “değişmeyen tek şey değişimdir” demiş binlerce yıl önce. Bu anlattıklarımın üzerinden yıllar geçti ama anılarımızda hâlâ yaşıyorlar.
Her dönemin gelenekleri ve ritüelleri farklıdır. Yaşananlar da dönemlere göre değişir. Yukarda anlattığım eski günler eskilerde kaldı. Şimdi her şeyi daha farklı yaşıyoruz. Ben bugünün Ramazanlarını da seviyorum. Geçmişte yaşarak hayat geçmez ama dünü anmak da güzeldir, gelecekle ilgili hayal kurmak da. Benim hayata bakışım , “dünü unutmadan bugünü yaşamak ve gelecek için hazırlık yapmak” tır. Kente akşam inerken duyduğum ezan sesi ve yanan kandiller beni mutlu ediyor. Oruç tutan ve tutmayanlarla birlikte oturulan uzun iftar sofraları, iftariyelikler, yemekler, Ramazan pidesi ve tatlılar bana hâlâ aynı keyfi veriyor.