Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte 1960′lı yıllardan itibaren yapılan araştırmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlandığını ortaya koymaktadır. Araştırmalar derinleştirildikçe, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tümünün, insanın yaşamı için tam olmaları gereken şekilde düzenlendikleri birer birer bulunmuştur. Batılı bilim adamları bugün bu olağanüstü yaratılışa “İnsani İlke” (Anthropic Principle) adını vermektedirler. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla yaratılmıştır.
Evrenin içinde yaklaşık 300 milyar galaksi, galaksilerin her birinde bir o kadar da yıldız vardır. Bu yıldızlardan biri olan Güneş’in etrafında büyük bir uyum içinde dönmekte olan 9 gezegen bulunur. Bunlardan sadece Dünya, yaşam için elverişli koşullara sahiptir. Evrenin bir patlama sonucunda etrafa rastgele saçılmış bir madde yığını olmadığı, rastgele saçılan maddelerin düzenli galaksileri oluşturamayacağı, maddenin belirli noktalarda rastgele sıkışıp toplanarak yıldızları meydana getiremeyeceği gibi pek çok imkansızlık bugün birçok bilim adamının itiraf konusudur. Big Bang teorisine uzun yıllar karşı çıkmış olan Sir Fred Hoyle, bu durum karşısında duyduğu şaşkınlığı şöyle ifade eder:
Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.1
Evrenin başlangıcındaki muhteşem dengeden, ünlü Science dergisindeki bir makalede ise şöyle söz edilir:
Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, o zaman Einstein’ın genel görecelik kuramına göre evren, atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkanı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer… Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.2Evrim teorisinin savunucuları ise evrendeki bu olağanüstü düzeni tesadüfi etkilerle açıklamaya çalışırlar. Tesadüflerin iç içe geçmiş, kompleks düzenler meydana getirmesini beklemek kuşkusuz akla ve mantığa aykırıdır. Tesadüf matematiksel bir terim olduğu için böyle bir ihtimalin imkansızlığını olasılık hesapları üzerinden görmek de mümkündür. Nitekim Big Bang gibi bir patlamayla canlılık için uygun bir ortamın oluşma olasılığı 10 üzeri 10 üzeri 123′te bir ihtimal olarak hesaplanmıştır. Bu sayıyı ünlü İngiliz matematikçi -Stephen Hawking’in yakın çalışma arkadaşı- Roger Penrose hesaplamıştır. Matematikte 1050′de 1′den daha küçük olasılıklar, “sıfır ihtimal” sayılır. Söz konusu sayı, 1050′de 1′in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Bu sayı, evrenin tesadüfle açıklanmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Roger Penrose, akıl sınırlarını çok aşan bu sayı hakkında şu yorumu yapar:
Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123′te 1 ihtimal, Yaratıcının amacının ne kadar keskin ve belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10 üzeri 123 tane sıfır koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.3
Kaynak:
1-Fred Hoyle, The Intelligent Universe, London, 1984, ss.184-185
2-Bilim ve Teknik, sayı 201, s.16 (Science dergisinden tercüme)
3-Roger Penrose, The Emperor’s New Mind, 1989; Michael Denton, Nature’s Destiny, The New York: The Free Press, 1998, s.9