MURATS44
Özel Üye
Dünya dışı canlılık yani bilimsel adıyla Ekzobiyoloji konusunda yapılan araştırmaları 3 ana başlık altında incelemek mümkündür.
l- Meteorlarla ilgili araştırmalar
2- Yapay atmosfer araştırmaları
3- Radyoteleskoplarla yapılan Yıldız dinleme operasyonları.
Meteorlarla ilgili araştırmaları şu şekilde özetleyebiliriz.
Yapılan araştırmalar sonucunda, uzaydan dünyamıza sürekli olarak meteor yağmurları olduðu görülmektedir. Dolayısıyla dünyamıza dış uzaydan bazı partiküller gelmektedir. Bunların üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda bilim adamları organizma sporlarına rastlamışlardır. Aminoasitlere, Yağ asitlerine, Hidrokarbonlara ve organik bileşiklere rastlamışlardır.
Hatta Meteoritlerden bir kültür bile oluşturulmuştur.
Radyoteleskoplarla ilgili araştırmaların başında ise, 1960′larda Amerikanın önemli astronomlarından biri olan Prof. Frank Drake tarafından başlatılmış olan Ozma Projesi vardı. Projede o zamanın radyoteleskoplarıyla uzaysal objeden gelen sinyal tipleri dinlenmeye başlandı. Bunun uzantısı olarak günümüzde de hala SETİ (Search for Extra Terrestrial Inteligence ) Dünya Dışı Yaşamı Araştırma Projesi sürdürülmektedir. SETİ projesinin arkasında bugün NASA destekli olmak üzere Planetary Society bulunmaktadır. Ve bu araştırmalar günümüzde de yıldız dinleme projesi olarak devam etmektedir.
Bu çalışmaların paralelini Rusyada da görmekteyiz. Örneğin; Gorki gözlemevi müdürü Prof. Vesvolod Troitsky, “Başka medeniyetlerin bizi elektromanyetik dalgalarla taradığına kuvvetle inanıyoruz. Bunun sonuçlarını er ya da geç alacağız” demektedir. Prof. Troitsky’nin belirttiğine göre, Kuzey Kafkasya Dağları’nda 1973 yılında yeni ve büyük bir gözlemevi açılmıştır. Bu gözlemevinin optik teleskobu Palomar Dağı’ndakİ 200 inçlik teleskoptan daha büyüktür. Radyoteleskobu ise 2000 feet çapındadır. Bu iki teleskop zeki sinyallerin saptanması çalışmalarında dönüşümlü olarak kullanılmaktadır.
Moskova Devlet Üniversitesi Radyo Astronomi Direktörü olan Prof. Josif Shklovsky ise dünya dışı bir medeniyetle temasın çok yakın olduğunu ifade etmektedir. Tüm bu gelişmelerin paralelinde dünyanın çeşitli üniversitelerinde de konuyu incelemek amacıyla “Ekzobiyoloji” adı altında dünya dışı hayat’ı araştıran kürsüler kurulmuştur.
Bunlara örnek olarak: Alabama, Missisipi, Hamburg, Kiel, Utretch, Mainz, Boston Üniversiteleriyle Edison Sommunity, Moorpark Junior, Victor Halley ve Londra’da ki Marley Koleji’ni gösterebiliriz.
Evrende zeki hayat konusunda astronomların matematiksel hesaplamalarına göre Örneğin: Astronom Harlow Shapley’e göre teleskopların görüş alanı içinde (100 Katrilyon) adet yıldız bulunmaktadır. Bu yıldızların binde birinde hayat için elverişli koşulların bulunduğunu kabul ettiğimizde, geriye (100 Trilyon) adet yıldızın kaldığını söylemektedir. Bunların binde birinde hayata uygun atmosferin bulunduğunu farz edersek, geriye (100 Milyar) adet yıldızın bulunabileceğini ileri sürmektedir.
Astronom Harlow Shapley, daha da ileri giderek, bunlarýnda binde birinde hayatın ortaya çıkabileceğini kabul edersek, şu anda üzerinde hayat olan gezegen sayısı (100 Milyon) adettir. Isaac Asimov, “Sadece galaksimiz Samanyolu’ndaki yaşanabilir gezegenlerin sayısının 650 Milyon olması gerektiğini hesaplamıştır. Bu sounca göre en azından gözlenebilir evrenin tümünde, 2 Milyar adet yaşanabilir gezegen bulunmaktadır” demektedir.
EVRENDE ZEKi HAYATIN BİLİMSEL KANITLARI NASA, Ağustos 1989′da insansız uzay aracı Voyager 2′yle Neptün gezegenin yanından geçti ve dünyaya resimler ve çeşitli veriler yolladı. Bu araç dünyaya ışık hızında bile varması 4 saat süren darbe sesleri yolladı. Bu darbeler dünya üzerinde NASA’nın uzay ağını oluşturan radyoteleskopları aracılığıyla yakalandı ve sonra zayıf sinyaller Pasadena / California’da bulunan NASA’nın Jet îtki Laboratuarının gelişmiş tesislerinde elektronik sihirbazlık yoluyla fotoğraflara, tablolara ve diğer veri biçimlerine çevrildi.
Voyager 2 den gelen elektronik sinyaller Helyum, hidrojen ve metan gazlarından oluşan bir atmosferin kucakladığı, dünyanın kasırgalarını küçücük kılan, burgaçlı, yüksek şiddette rüzgarların süpürdüğü güzel bir mavi-yeşil renge sahip, turkuaz bir gezegeni açığa çıkardılar. Beklendiği gibi atmosfer ve yüzey ısıları donma noktasının altındaydı ama Neptün’ün, beklenmedik biçimde, gezegen içinden çıkan bir ısı yaydığı bulundu. Neptün’ün bir gaz devi olduğu yolundaki daha önceki fikirlerin aksine gezegenin, JPL bilimcilerinin kelimeleriyle, üstünde “su buzundan oluşan yarı erimiş bir kanşım”ın yüzdüğü kayalık bir çekirdeğe sahip olduğu, Voyager 2 tarafından belirlendi. Neptün’ün 8 uydusu olduğu saptandı. Ve bu uyduların en büyüğüne Triton adı verildi. Triton’un yapısı da Neptün gezegenine benziyordu. Yakın plan resimleri çok garip bir türden volkanik aktivite olduğunu önermekteydi. Gök cisminin aktif, sıcak iç kısmının dışarıya püskürten erimiş lavlar değil, sulu buz fıskiyeleri olduğu ortaya çıktı. Hazırlık aşamasındaki değerlendirmeler Triton’un geçmişinde yüzeyde akan sular olduğunu, hatta jeolojik ölçeğe göre nispeten yakın zamana kadar yüzeyde göller bile olduğunu belirtmekteydi.
NASA, Voyager 2 uydusu aracılığıyla Uranüs’ün de gazlarla değil sularla kaplı olduğunu ve yüzeyinde sadece bir donmuş su katmanı değil, bir su okyanusu olduğunu ortaya çıkardı. Daha sonra Voyager 2, Uranüs’ün aylarının da kayadan ve sıradan su buzundan oluştuğunu bulmuştu.
NASA, 1974 / 1975′te uzaya gönderilen Mariner 10 adlı insansız uzay aracının dünyaya gönderdiği fotoğraflarda Marsın yüzeyinin su buharıyla kaplı olduğunu gösterdi.
NASA, Viking 2 insansız uzay aracının durduğu yerdeki zeminde don olduğunu bildirmişti. Don tabakasının su, su buzu ve donmuş karbondioksit (kuru buz) içerdiği bulunmuştur. Mars’ın kutuplarındaki buz tabakalarının su buzu ya da kuru buz içerip içermediği tartışması NASA’nın JPL bilimcilerinin Pasadena’daki (Caltech) California Teknoloji Enstitüsünde Ocak 1979′da düzenlenen 2. Uluslararası Mars toplantısında güney kutbu değil ama “kuzey kutbu su buzu içermektedir” diye açıklama yapmalarıyla sonuca bağlandı.
Dünyamızdan 800 kat daha büyük olan Satürn’ün yüzeyine henüz nüfuz edilemedi. Pioneer 11 1979′da Satürn’ün halkalarının ve Aylarının büyük ölçüde olmasa bile, su buzundan ve hatta belki de sıvı sudan oluştuğunu ortaya çıkartmıştır.
UFO NEDİR? UFO (Unidentifıed Flying Object – Tanımlanamayan Uçan Nesne) terimi ilk olarak ABD Hava Kuvvetleri’nde Yüzbaşı olan Edward James Ruppelt tarafindan kullanılmıştır. Yüzbaşı Ruppelt 1951 yılında bu fenomenlerle ilgili olarak Hava Kuvvetlerinde bir araştırma yürütmekteydi. Ruppelt’in araştırmasından önce UFO’lara (Flying Saucers – Uçan Çay Tabakları) adı veriliyordu. Çünkü birçok görgü tanığı bu nesneleri daire şeklinde tasvir ediyordu. Ancak “Uçan Çay Tabakları” terimi çok sayıda gazete ve dergi yazarının gösterdiği kuşkuculuk nedeniyle kısa sürede alay konusu oldu. Yüzbaşı Ruppelt ise sürdürdüğü araştırmaya saygınlık kazandırmak amacıyla “Tanımlanamayan Uçan Nesne” terimini kullandı. UFO terimi, daha belirgin bir niteliğe sahipti. Çünkü tanımlanamayan uçan nesnelerin hepsi tabak şeklinde değildi.
Rapor edilen UFO’ların kabaca % 90 – 95′inin insan yapımı uçak veya bilinmeyen doğa olayları olduğu kanıtlanmıştır. Yaklaşık % 1,5 – 2′si ise, genellikle fotomontaj fotoğraflardan üretilmiş hilelerden oluşmaktadır. Bu hileler çok küçük miktarı oluşturmasına rağmen aşırı miktarda sorun yaratmaktadır. UFO gözlemlerinin geri kalan % 3 – 8,5′i ise, insan ürünü olmayan bir kaynağa sahip hava taşıtı gibi görünmektedir. Araştırmacıların çoğu da bu son gruba girenlerle ilgilenmektedir.