MESCİD-İ AKSA GERÇEĞİ
İsrail’in altını oyarak Kutsal Tabut’a ulaşmaya çalıştığı bugünkü Mescidi Aksa, Hz. Süleyman döneminde de bir mescid olarak inşa edilmişti. Bilindiği üzere Kuran’ı Kerim’de de bu mabed, “Mescid’i Aksa” olarak adlandırılır. Oysa Kuran’ı Kerim’in vahyedildiği dönemde Mescidi Aksa’nın bugünkü şekli yoktu. Bugünkü şekli Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan döneminde inşa edilmiştir. Mescidi Aksa tıpkı Mescid’i Haram gibi tevhid inancı üzere inşa edilmiş ve ancak bu inanç doğrultusunda kendisinden istifade edilebilecek bir kutsal mabeddir. Mekke müşrikleri de Hz. İbrahim’in Allah’ın emri doğrultusunda inşa ettiği Kabe’ye sahip çıkıyorlardı ve içini putlarla doldurmuşlardı.
Siyonistlerin Mescidi Aksa’yı ortadan kaldırma girişimleri 1967 Haziran’ında Doğu Kudüs’ü işgal etmelerinden kısa bir süre sonra başladı. 21 Ağustos 1969′da Denis Ruhan adli fanatik bir Yahudi Mescidi Aksa’yı yakma girişiminde bulundu. Nisan 1980′de ünlü Yahudi terörist Meir Kahane, Mescidi Aksa’nın bir yerine bol miktarda patlayıcı madde doldurarak bunu patlatmaya teşebbüs etti. 8 Nisan 1982′de fanatik bir Siyonist terör örgütünün mensupları “Kâh” diye bilinen diğer bir Siyonist terör örgütüyle işbirliği yaparak, Mescidi Aksa’nın ana girişine bol miktarda patlayıcı madde yerleştirdiler ancak bu patlayıcı madde cami görevlileri tarafından son anda patlamadan ortaya çıkarıldı.
Tarihler 10 Nisan 1982′yi gösterdiğinde yine Meir Kahane taraftarlarından bir grup Yahudi terörist, zorla Mescidi Aksa’ya girmek istedi. Cemaatin ve cami görevlilerinin engel olması üzerine çıkan çatışmada cami korumalarından iki kişi öldürüldü. 21 Mart 1983′te Mescidi Aksa’ya gizli bir yoldan girmek için tünel açıldığı tespit edildi. Ancak tünel tamamlanamadan ortaya çıkarıldığı için teşebbüs başarılı olamadı. 27 Şubat 1984′te bir grup silahlı Yahudi, caminin doğu tarafından Rahmet kapısının yakınından içeri girmek istedi. Tecavüzü erken fark eden cami koruma görevlileri onların içeri girip bir katliam gerçekleştirmelerini önlediler.
14 Ocak 1986′da Knesset üyesi bazı parlamenterler askerlerin koruması altında Mescidi Aksa’ya girmek istediler. Ancak İslâmi Hareket mensubu gençler cami kapılarında barikatlar oluşturarak onların içeri girmelerini önlediler. Birkaç kez girişimde bulunan parlamenterler Mescid’i Aksa’nın içine girmeyi başaramayınca geri dönmek zorunda kaldılar. Fakat bu olaydan sonra cami dışında işgalci askerlerin Müslüman gençlere saldırmasıyla başlayan çatışmalarda çok sayıda genç yaralandı.
ŞEYTANİ PLAN: TÜNEL
8 Ekim 1990 tarihinde yine Mescidi Aksa’ya yönelik olarak gerçekleştirilen saldırıda 30 Müslüman şehid olurken, 800 Müslüman da yaralandı. Tarihe “Kudüs katliamı” olarak geçen bu saldırı, Siyonist İsrail yönetiminin bazı fanatik Yahudi gruplarını kışkırtması sonucu gerçekleştirildi. Bu saldırının asıl amacı ise Mescid’i Aksa’nın bazı bölümlerini yıkmak ve zaman içinde tamamını yıkabilmek için ilk adımı atmaktı. 28 Eylül 2000 tarihinde de Sabra ve Şatilla kasabı Şaron, Mescidi Aksa’ya girerek Siyon mabediyle ilgili emellerin yerine getirilmesinin toplumsal alt yapısını oluşturmak istedi.
Ama Müslümanlar büyük bir direnişle ona engel oldular. İşte bu olay Aksa İntifadası’nın kıvılcımını çakan olay oldu. Siyonist işgalciler yukarıda zikredilen girişimleriyle Mescidi Aksa’ya bir zarar veremeyince bu mabedin kendiliğinden yıkılmasını sağlayabilmek için altına tünel kazdılar. Buna önce arkeolojik amaçlı kazı kılıfını uydurdular. Geçmişi üç bin yıl öncesine dayanan bir mabedin altında bu mabedin dayandığı temellerin dışında bir şey olmayacağı kesindi. Üstelik olsa bile varlığı kesin olmayan bir şeyin ortaya çıkarılacağı iddiası varlığı kesin ve gerek itikadi, gerek tarihi yönden böylesine önemli bir binanın tehlikeye girmesine sebep olmak için gerekçe teşkil edemezdi. Nitekim kazılardan bir şey çıkmayınca işgal devleti bu kez tünelin bir yeraltı geçidi olarak kullanılmak amacıyla açıldığını ileri sürdüler. Oysa o bölgede hiçbir trafik yoğunluğu yokken böyle bir yeraltı geçidi açılması son derece anlamsızdı. Eski Likud lideri Netanyahu’nun başbakanlığı döneminde gerçekleştirilen tünelin açılması olayı Müslümanların şiddetli tepkilerine sebep olmuş ve işgal güçleri bu tepkiye de vahşetle karşılık vererek o zaman da bir katliam gerçekleştirmişlerdi.
İsrail’in Mescid’i Aksa ile ilgili bu çalışmalarını daha iyi aydınlatabilmak için özellikle 29-30 Temmuz 2001 tarihinde Kudüs’te gerçekleşen önemli gelişmelere yakın çekim yapalım. Nitekim, Siyon mabedi hayallerinin arka planında duran gerçekler ve Mescidi Aksa’yı ortadan kaldırma çabaları iyiden iyiye gün yüzüne çıksın istiyoruz… Malum, İşgalci Yahudiler, uzun süredir Mescidi Aksa’yı bir şekilde yıkarak yerine Siyon Mabedi veya Süleyman Heykeli adını verdikleri Yahudi mabedini inşa etmek için çalışma yapıyorlar.
Bunun sadece fanatik sivil teröristler tarafından yürütüldüğü sanılmamalı. Bu işi her alanda olduğu gibi iki yüzlü siyaset gütmeyi maharet sanan İsrail işgal devleti bizzat çeşitli şekillerde teşvik ve finanse etmektedir. Biz özellikle, 29 Temmuz Pazar günü Yahudi takvimine göre 9 Ağustos’a denk gelen güne gelelim, çünkü Yahudiler bu tarihin “Siyon mabedinin yıkılışının” yıldönümü olduğunu ileri sürüyorlar. Dolayısıyla söz konusu mabedin yıkılışının 1931. yıldönümü olduğunu iddia ettikleri 29 Temmuz 2001′de artık bu mabedi yeniden inşa etmek için çalışmaların başlatılması gerektiği iddiasıyla günler öncesinden çalışmalar yapmaya başladılar.
Bu amaçla İsrail Devleti tarafından bir araya getirilmiş kendilerini “HEYKEL DAĞI” veya “TAPINAK DAĞI İNANANLARI ” olarak adlandıran zihni yıkama programa uğramış saldırgan gruplar, Kudüs’teki işgalci emniyet teşkilatına yazı göndererek kendilerinin 29 Temmuz Pazar günü temel atma töreni gerçekleştireceklerini bildirdi ve gerekli tedbirlerin alınmasını istediler. Bu arada, İsrail Yüksek Mahkemesi de adı geçen cemaate Mescidi Aksa’nın yani başında bir temel atma töreni gerçekleştirmesi için izin verildiğini açıkladı. Bu cemaat normalde devletten bağımsız ve “aşırı sağcı” bir Yahudi cemaati olarak yansıtılmaktadır ki işin hakikati hiç de öyle değildir.
AĞLAMA DUVARI BURAK DUVARI MI?
Oysa bu cemaat gerçekte, Beyrut kasabı olarak bilinen sonradan Başbakan olan Ariel Şaron’un sahiplendiği, desteklediği ve çalışmalarını finanse ettiği bir cemaattir. Yani işgal devletinin himayesi altındadır ve çalışmaları da işgal yönetimi tarafından teşvik edilmektedir. İşgal güçleri ayrıca birkaç gün önceden, Yahudilerin “Ağlama Duvarı” adnı verdikleri gerçekte ise adı İslam alemince “Burak Duvarı” olan meşhur duvarın önünde birtakım dikkate değer çalışmalar başlattılar. Dönemin Kudüs müftüsü İkrime Sabri, buradaki çalışmanın Siyon mabedinin temelini atmak için bir ön hazırlık çalışması olduğuna dikkat çekmişti.
Yine zikredilen Yahudi cemaatinin mensupları Cumartesi günü sabah erkenden Kudüs’ün değişik yerlerinde el ilanları dağıtarak Yahudileri Pazar günkü temel atma törenlerine davet ettiler. Bu el ilanlarında, Mescidi Aksa’nın enkazı üzerine yapılmış bir Süleyman Heykeli resminin çizilmiş olması dikkat çekiyordu. Bu da Yahudilerin amaçlarını bütün açıklığıyla ortaya koyuyordu.
Bütün bu gelişmeler sebebiyle Filistin tarafından da Müslümanlara çağrı yapılarak Mescidi Aksa’nın korunması için gereken her şeyin yapılması istendi.
Sonunda korkulan Pazar günü geldi ve Yahudiler geceden Mescidi Aksa etrafına ve “Ağlama Duvarı” olarak adlandırdıkları Burak duvarının önündeki meydanda toplanmaya başladılar. İşgal güçleri Müslümanların, Mescidi Aksa’yı koruma konusunda kararlılık göstereceklerini bildiklerinden bu mabedi adeta asker ve polis ablukasına aldılar. Kudüs’e dışarıdan gelecek Müslümanların yollarını kestiler. Ama bütün bu engellemelere rağmen Müslümanlar yine de Mescidi Aksa’ya toplanarak bu kutsal mabedi korumayı başardılar. Yahudilerin yapmak istedikleri sembolik temel atma işlemi için getirilen taşı konulan yerinde bırakmaktı. Sonra da tedrici bir şekilde üstüne yeni eklemeler yapmak ve aynen Hz. İbrahim Camisi’ni gasp etme konusunda izledikleri “zamanla yedirme” politikasıyla Mescidi Aksa’ya yönelen tehlikeyi büyütmek istiyorlardı.
Fakat uyanık Müslümanların tepkileri karşısında o taşı tekrar geri götürmek zorunda kaldılar. Son derece kararlılıkla kurgulanan bu fanatik yahudi gurubu istedikleri sonucu alamadıklarını görünce arkalarındaki asker gücüyle vahşet ve şiddet metodunu kullandılar. Bu da çatışmalara sebep oldu ve Müslümanlardan onlarca insan işgal güçlerinden de 16 polisle birçok sivil terörist yaralandı. Bu durum ayrıca “Aksa İntifadası”nın kıvılcımını çakan girişimdi. Siyon Mabedi Nedir? .. Yeri gelmişken şimdi de Siyonistlerin Mescid’i Aksa’yı hangi gözle gördüklerine değinelim. Zira Siyonist Yahudi Dünya’yı her zaman Şeytani Büyü Mistizmi olan Kabala’nın tütsülediği gözle görür.
Yahudiler bugünkü Mescidi Aksa’nın yerinde daha önce, Süleyman Heykeli diğer adıyla Siyon Mabedi adını verdikleri bir mabedin bulunduğunu ve bu mabetten bugün geriye kalan tek şeyin “Ağlama Duvarı” adını verdikleri duvar olduğunu ileri sürmektedirler.
Bu duvarın Müslümanlar tarafından Burak duvarı olarak adlandırıldığını yukarıda belirtmiştik. Bu yüzden Yahudiler Mescidi Aksa’nın mevcut seklini yıkarak daha önce yerinde bulunduğunu ileri sürdükleri Siyon Mabedi’ni inşa etmeyi amaçlamaktadırlar. Siyonistler bu konudaki niyetlerini gizlemiyorlar. Örneğin hahambaşı Mordohay Elyahu bu konudaki niyetlerini şu şekilde dile getirmişti: “Biz bu camiyi yıkmak, onu buradan tamamen silmek ve yerine Süleyman Heykeli’ni inşa etmek istiyoruz.” Ünlü terörist ve haham Meir Kahane de Israil parlamentosu üyeliğine seçildiğinde, Süleyman Heykeli tepesinde Yahudilerin ibadetlerine baslık etmek ve Mescidi Aksa ile Kubbetu’s Sahra’nın yıkılması için mümkün olan her yola başvuracağı üzere yemin etmişti.
Haham Salom Harokohin de: “Diasporada’ki Yahudilerin bir araya gelmelerinin en önemli sebebi Siyon mabedinin yeniden inşasıdır” demişti. İşgal yönetiminin eski başbakanı Benyamin Netanyahu da başbakanlığı kazanmadan önce aşırı Siyonist hareketlerden birinin liderlerinden olan Yehuda Atsayon’a yazdığı bir mektupta söyle diyordu: “Yahudilere Süleyman Heykeli tepesinde (yani Mescidi Aksa’nın kurulu olduğu mekânda) ibadet imkânı sağlamak ve bu imkânı garantilemek için çalışmak gerekir… Bu konunun gerekli duyarlılıkla ele alınıp çözümlenmesi gerekir.
Likud Partisi’nin yeniden iktidara geldikten sonra bu konuyu uygun bir şekilde sonuca bağlamak için çalışacağını da özellikle vurguluyorum… Yahudi halkının kutsal mekânıyla ilgili hakli tartışma kabul etmez bir haktır.”
Ahd-i Atik Sandukası; Allah’ın Kuran’da bildirdiği ve içinde Hz. Musa ve Hz. Harun’dan da eşyalar barındıran değerli bir sandıktır. İslam alimlerine göre, sandukanın en önemli özelliği ise MÖ. 587 yılından beri nerede olduğunun bulunamaması ve ahir zamanda çıkacak bir şahıs olan Mehdi tarafından bulunacağının kabul edilmesidir ki doğrusunu yine sahibi bilir. Peygamber Efendimiz’in hadislerinde ve çeşitli tarihi kaynaklarda dikkat çekilen bir konu olan “Ahd-i Atik Sandukası”, Allah’ın gönderdiği son ve btnleyici ilahi kitap Kuran’da bildirilmektedir. Ayrıca İlahi bir kitap olarak indirilen ancak sonradan tahrif edilmiş olan Tevrat’ta da bu sanduka hakkında bilgiler yer almaktadır. İslam alimleri tarafından, Kuran ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağı bir dönemin de habercisi olan sanduka hakkında, Kuran’da şu bilgiler yer alır : “Peygamberleri, onlara dedi: “O’nun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un gelmesidir. Onda Rabbiniz’den ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.” (Bakara Suresi, 248)
Ahd-i Atik Sandukası, M.Ö. 587 yılından bu yana bulunamamıştır. Bununla beraber, Yahudiler sandukanın ancak Mesih’in gelişinden sonra ortaya çıkacağına inandıklarından, tarih boyunca sandukayı arayanlar genellikle Yahudiler değil Hıristiyanlar olmuştur. Mabed Tepesi’nde yapılan ve kaydedilmiş ilk “sanduka kazıları”nı 19. yüzyılda Haçlılar döneminde Mabed Şövalyeleri yapmıştır. O tarihte ve yakın tarihte yapılan araştırmalarda sandığın izine rastlanmamış ancak bu konu son dönemlerde tüm araştırmacıların ilgi odağı haline gelmiştir.
TEVRAT VE “AHD-İ ATİK SANDIĞI”
Yarattığı herşeyi sonsuz bir ilim ve hikmet üzerine yaratan Allah, sandukanın varlığını Kuran’ın yanı sıra Tevrat’ta da bildirmiştir. Taş tabletlerin birisinin Sina dağında Hz. Musa’ya verildiği ve bu taş tabletlerin Horeb dağında sandığa konmuş olduğu Tevrat pasajlarında şöyle bildirilmektedir: “Ve Sina dağında, Musa ile söyleşmeyi bitirince, şahadetin iki levhasını ona verdi.” (Kitabı Mukaddes. Çıkış. Bap. 31) İsrailoğulları Mısır’dan çıktıkları zaman, RABBİN onlarla ahdettiği Horeb dağında, sandığın içine Musa’nın koymuş olduğu iki levhadan başka içinde bir şey yoktu.” (Kitabı Mukaddes /Tarihler II. Bap5) Daha sonra bu sandığın Hz. Davud tarafından taşındığı ve Hz. Süleyman tarafından yerine konduğu ise yine Tevrat’ta şu şekilde haber verilmektedir:
“Ve Davud kalktı ve isimle, kerubiler üzerinde oturan ordular Rabbinin ismiyle çağrılan Allah’ın sandığını Baale-yahudadan çıkarmak için, yanındaki bütün kavimle oraya gitti. Ve Allah’ın sandığını yeni bir arabaya koydular ve onu tepede olan Abinadabın evinden kaldırdılar; ve Abinadabın oğulları Uzza ve Ahyo yeni arabayı sürüyorlardı. Ve Allah’ın sandığı ile beraber onu tepede olan Abinadabın evinden kaldırdılar; ve Ahyo sandığın önünde yürüyordu”. (Kitabı Mukaddes / Samuel II. Bap.6)
TABERİYA GÖLÜNDE Mİ?..
Kudüs şehri, Hz. Süleyman’ın yaptırmış olduğu mabed ve “Ahit Sandığı” ile anılan bir tarihe sahiptir. M.S. 70 yılında Kudüs’teki tapınağın tahrip edilip yakıldığı ve kutsal eşyaların Roma’ya götürüldüğü, en yaygın olan görüştür. Ancak öne çıkan diğer bir görüş ise, M.Ö. 587 yılından itibaren kayıp olan sandığın Kudüs’te saklandığı ve Romalı veya başka kavimler tarafından tahrip edilmesin diye muhafaza edilmek üzere -Kudüs güvenli görülmeyip- daha kuzeye, yani Şam yakınlarındaki “Taberiye’ye, Hatay’a hatta Mekke’ye” götürüldüğüdür…
HADİSLERDEKİ KUTSAL TABUT
Ahd-i Atik Sandukası, Kuran’da belirtildiği gibi, Allah’ın “inananlar için bir delili” (Bakara Suresi/ 248) olmasından dolayı, uzun yıllardan beri tüm inananlar tarafından bulunmaya çalışılmaktadır. Bu kadar detaylı araştırmalar sonucunda hala bulunamamış olması ise ahir zamanın birçok alametinin gerçekleştiği dönemimizde bulunabilecek olmasının bir işareti olabilir. Ahir zaman; kıyamete yakın bir vakitte Kuran ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağı ve insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı bir dönemdir.
Geçmiş dönemlerde yaşanan ahlaksızlıklar, baskılar, zulümler, adaletsizlikler ve dejenerasyon bu kutlu dönemde ortadan kalkacak, her türlü sıkıntının yerini bereket, bolluk, zenginlik, güzellik, barış ve huzur alacaktır. Teknolojide çok büyük gelişmeler yaşanacak ve bunlar tüm insanların hayrı ve rahatlığı için kullanılacaktır. Sandık da Allah’ın izniyle bu dönemin bir nişanesi olacak ve tüm insanlık için güzel günlerin müjdecisi olacaktır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’de birçok hadisinde sanduka ve onu bulacak olan şahs-ı manevi olan Mehdi/Kurtarıcı hareketi hakkında bilgiler vermiş ve bu kutlu olayı Müslümanlara müjdelemiştir. Peygamberimiz tarafından bildirilen hadislere göre sandık “Taberiye Gölü” yakınlarındadır. Ahir zaman Mehdisi tarafından bulunup, -aynı Talut’un hükümranlığının belgesi gibi- O’nun hükümranlığının bir sembolü olacaktır. Bu konudaki bir hadis şöyledir:
“Mehdi, Tabut-u Sekine’yi (Kutsal Sandığı) Taberiye gölünden çıkaracak.” (Ikdı’d Dürer, sf.51-a) Ahir zamanla ilgili geçen başka hadislerde de sandığın yeri ile ilgili olarak başka yer isimleri verilir. Bu yer isimlerinin ayrı ayrı olmaları da kutsal emanetlerin yerinin net olarak bilinmediği ve belki de Hz. Mehdi için özel olarak korunduğu anlamında olabilir. “Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır.” (Suyuti, el- Havi li’l Feteva, II. 82) “Ona Mehdi denilmesinin nedeni, Şam’da bulunan dağlardan birine yönelmesidir. Oradan (gerçek) Tevrat kitaplarını çıkaracak, Yahudilere karşı delil getirecektir.” (Suyuti, el-Havi li’l Feteva, II. 81) Bu hadislerle ilgili yorumlara göre, Mehdi zamanında Yahudilerden bir kısmının körüklediği Siyonizm ateşi sönecek ve “İslam’ın hoşgörüsü ve Kuran ahlakı Yahudiler arasında da yaygınlaşacaktır.
” Hadislerde geçen ve “TABERİYE GÖLÜNDEDİR” şeklinde belirtilen yer İslam alimlerince, bir benzetmeye işaret kabul edilmektedir. Taberiye, Şam’a yakın bir yerdedir ve Şam, ahir zaman hadislerindeki anlatımlarda uzak bir yer, Mekke ve Medine’ye uzak olan anlamını da taşır. Bu benzetme, Taberiye için de söz konusudur. Hatta buradan yola çıkan bazı yorumcu ve araştırmacılar sandığın, Kudüs’te, Mekke’de, Taberiye’de, Hatay’da olabileceğine dikkat çeker ve ek olarak “İSTANBUL”a da işaret ederler… Aktarımlarımızın bundan sonrası “KUTSAL TABUT SAVAŞÇILARI”nın fiilleri; “ÖLÜMCÜL SESSİZLİK” gerek !…