Ey Kullarım!” Hitâbındaki Rabbânî İltifâtın Sıcaklığı
Âlemlerin Rabb’i olan Yüce
’ın “Ey kullarım!” hitabındaki iltifâta bak da, O’nun bu iltifâtına karşılık olarak ne yapman gerektiğini iyice düşün ve O’na hürmette ve itaatte kusur etmemeye azami derecede gayret göster.
İmam Müslim’in rivayet ettiği bir kudsî hadiste, Peygamber sallü aleyhi ve sellem, Yüce
’tan rivâyet ederek şöyle buyurmuştur:
“Ey kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldığım gibi, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyle ise birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım! Benim doğru yola ilettiklerimden başka, hepiniz doğru yolu şaşırmış kimselersiniz. Öyle ise benden hidâyet isteyiniz ki, sizi doğru yola hidâyet edeyim.
Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka, hepiniz açsınız. Öyle ise benden yiyecek isteyiniz ki, sizi doyurayım.
Ey kullarım! Benim donattıklarımdan başka, hepiniz çıplaksınız. Öyle ise giydirmemi isteyiniz ki, sizi giydireyim.
Ey kullarım! Gece gündüz günah işliyorsunuz. Ben de bütün günahları bağışlıyorum. Öyle ise bana istiğfar ediniz (bağışlanmasını benden isteyiniz) ki, sizi mağfiret edeyim.
Ey kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, bana zarar veresiniz. Hem bana menfaat vermek de elinizden gelmez ki, bana faydanız dokunabilsin.
Ey kullarım! Sizden evvelkiler ve sonrakiler, bütün insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en iyi ve en muttakî bir insanın kalbine (duygu ve düşüncesine) sahip olsalar, bu benim mülkümde en küçük bir şeyi bile artırmaz.(Benim sizin ibâdet ve itâatinize hiç mi hiç ihtiyâcım yok.)
Ey kullarım! Sizden evvelkiler ve sonrakiler, bütün insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en kötü ve en günahkâr bir insanın kalbine (duygu ve düşüncesine) sahip olsalar; bu benim mülkümde en küçük bir şeyi bile eksiltmez.
Ey kullarım! Sizden evvelkiler ve sonrakiler, bütün insanlarınız ve cinleriniz, bir yerde toplanıp benden bir şeyler isteseler, ben de herkesin isteğini yerine getirsem; bu benim hazinemden ancak iğne denize daldırıldığında onun denizden eksilttiği kadar eksiltir. (Yani hiçbir şey eksiltmez.)
Ey kullarım! Ancak sizin amellerinizdir ki, onları sizin için saklar, sonra da onların karşılığını eksiksiz olarak size veririm. Şu halde kim bir hayra ve iyiliğe nâil olursa, o kimse (o hayrı, iyiliği ve bereketi
’tan bilsin ve)
’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulur ve karşılaşırsa, (başına gelen o şerlerden, zararlardan ve kötülüklerden dolayı başkasını değil de) sadece kendisini kınasın.”
Müslim’in bu hadîsi kendisinden rivâyet ettiği Saîd b. Abdülaziz diyor ki: “Ebû İdrîs, bu kudsî hadîsi rivâyet ederken (hadisin içerdiği İlâhî hitaplar, Rabbânî azametler ve Rahmânî iltifatlar karşısında iki büklüm olurdu da) diz çökerdi.” (Müslim, Birr, 55)
* * *
Bu İlâhî hitapta gerçekten büyük bir iltifat, şefkat dolu bir baş okşama, sevgi dolu bir sırt sıvazlama ve eşsiz bir şeref tâcı vardır.
Bu noktada Kâdî Iyâd’ın dediğine katılmamak elde değil. O şöyle diyor:
ım! Benim şeref ve itibarımı artıran ve beni âdetâ ayaklarımla Süreyyâ Yıldızlarını çiğniyor gibi yükselten senin ( Ey Kullarım!) sözüne dâhil olmam ve bir de Hz. Ahmed-i Muhtâr’ı bana Peygamber kılmandır. (Bed’ül emâlî hâşiyesi)
Kâdî Iyâd’ın işâret ettiği âyet-i kerîme’de Yüce Mevlâ bu dünyada iken gereği gibi îmân edip takvâ sahibi olan kullarına âhirette şöyle seslenecektir:
“Ey benim âyetlerime îmân edip de Müslüman olan kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur. Siz mahzun da olmayacaksınız.” (Zuhruf Sûresi, 68-69)
İşte “Ey Kullarım!” hitâbındaki Rahmânî iltifâtın ve Rabbânî tebessümün sıcaklığını ruhunda hisseden kâmil bir mü’min, öyle bir îman olgunluğuna ve öyle bir ma’rifet ve muhabbet kuvvetine sâhip bulunur ve ruhu o derece dâimî sürur ve saâdetlere gark olur ki, o olgunluk ve o kuvvetle kâinâta meydan okur. Faraza dünya bomba olup başında patlasa bile yine haktan yüz çevirmez, istikâmetten asla taviz vermez ve azim ile gayretten kesinlikle fütur göstermez. Çünkü bir kısım ağır baskılar ve ithamlar ve şiddetli tehditler ve hücumlar, îmanlı ve faziletli ehl-i hamiyet için bir gevşekliğe ve bir zayıflığa değil; tam aksine onların ruhlarında ilâhî rızânın daha sağlam yerleşmesine, kalplerinde îman nûrunun daha çok parlamasına, vicdanlarında ebedî feyzin daha fazla celbine vesîle olur ve bütün bunlar ebedi saâdete kavuşma yolunda, onların ruhlarına sürekli olarak aşk ve şevk, azim ve gayret aşılar.
Yüce Mevlâ’nın zikredilen kudsî hadiste geçen “Ey Kullarım!” hitâbına karşılık olarak, bir kulun “Buyur; emrine hazırım ve fermanına âmâdeyim Ey Rabb’im!” diyerek, mukâbelede bulunma şuuruna ermesi, başlı başına bir aşk ve şevk kaynağıdır. Bunun sırrı ise şudur:
Bu şuura eren bir kimse, kendisine “Ey kullarım!” şeklinde yapılan İlâhî iltifât ile sunulan Rahmânî teveccühün ve ezeli merhabanın ebedî sıcaklığını ve yüce rahmetin kendisine olan Rabbânî tebessümünün sıcaklığını ruhunun derinliklerinde hissettikten sonra öyle mest olur ki, başkaları- nın teveccühlerini ve merhabalarını ne bilip görür, ne de bilip görmeye ihtiyaç duyar.
Öyle ise, “Derdini ummâna döküp, âsumâna inlemek” yerine, onların ve her şeyin sahibi ve mâliki olan Yüce Mevlâ’ya teveccüh et. Derdini yalnız O’na dök ve sadece O’nun huzurunda inle. Çünkü O’ndan izinsiz hiçbir şey, senin yardımına gelemez.
Hem köle olan haddini bilmelidir. Çünkü köleye haddi- ni bilmek düşer. Nitekim köleye en fazla yakışan da, özellikle efendisine karşı haddini bilmesidir. Nâz makamını bırakıp veya şımarıklığı andıran tutum ve davranışlardan uzak durup, niyâz makamında hayat sürdürmesi ve edep dolu davranışlar sergilemesi ve bundan zevk alması ve haz duymasıdır.
Cenabı Hak, biz kullarına da “Ey kullarım!” hitâbındaki iltifâtın sıcaklığını hissettirsin ve bizleri bu hitâba lâyıkıyla muhatap olma şerefiyle bahtiyâr kılsın.
Âlemlerin Rabb’i olan Yüce
İmam Müslim’in rivayet ettiği bir kudsî hadiste, Peygamber sallü aleyhi ve sellem, Yüce
“Ey kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldığım gibi, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyle ise birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım! Benim doğru yola ilettiklerimden başka, hepiniz doğru yolu şaşırmış kimselersiniz. Öyle ise benden hidâyet isteyiniz ki, sizi doğru yola hidâyet edeyim.
Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka, hepiniz açsınız. Öyle ise benden yiyecek isteyiniz ki, sizi doyurayım.
Ey kullarım! Benim donattıklarımdan başka, hepiniz çıplaksınız. Öyle ise giydirmemi isteyiniz ki, sizi giydireyim.
Ey kullarım! Gece gündüz günah işliyorsunuz. Ben de bütün günahları bağışlıyorum. Öyle ise bana istiğfar ediniz (bağışlanmasını benden isteyiniz) ki, sizi mağfiret edeyim.
Ey kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, bana zarar veresiniz. Hem bana menfaat vermek de elinizden gelmez ki, bana faydanız dokunabilsin.
Ey kullarım! Sizden evvelkiler ve sonrakiler, bütün insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en iyi ve en muttakî bir insanın kalbine (duygu ve düşüncesine) sahip olsalar, bu benim mülkümde en küçük bir şeyi bile artırmaz.(Benim sizin ibâdet ve itâatinize hiç mi hiç ihtiyâcım yok.)
Ey kullarım! Sizden evvelkiler ve sonrakiler, bütün insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en kötü ve en günahkâr bir insanın kalbine (duygu ve düşüncesine) sahip olsalar; bu benim mülkümde en küçük bir şeyi bile eksiltmez.
Ey kullarım! Sizden evvelkiler ve sonrakiler, bütün insanlarınız ve cinleriniz, bir yerde toplanıp benden bir şeyler isteseler, ben de herkesin isteğini yerine getirsem; bu benim hazinemden ancak iğne denize daldırıldığında onun denizden eksilttiği kadar eksiltir. (Yani hiçbir şey eksiltmez.)
Ey kullarım! Ancak sizin amellerinizdir ki, onları sizin için saklar, sonra da onların karşılığını eksiksiz olarak size veririm. Şu halde kim bir hayra ve iyiliğe nâil olursa, o kimse (o hayrı, iyiliği ve bereketi
Müslim’in bu hadîsi kendisinden rivâyet ettiği Saîd b. Abdülaziz diyor ki: “Ebû İdrîs, bu kudsî hadîsi rivâyet ederken (hadisin içerdiği İlâhî hitaplar, Rabbânî azametler ve Rahmânî iltifatlar karşısında iki büklüm olurdu da) diz çökerdi.” (Müslim, Birr, 55)
* * *
Bu İlâhî hitapta gerçekten büyük bir iltifat, şefkat dolu bir baş okşama, sevgi dolu bir sırt sıvazlama ve eşsiz bir şeref tâcı vardır.
Bu noktada Kâdî Iyâd’ın dediğine katılmamak elde değil. O şöyle diyor:
Kâdî Iyâd’ın işâret ettiği âyet-i kerîme’de Yüce Mevlâ bu dünyada iken gereği gibi îmân edip takvâ sahibi olan kullarına âhirette şöyle seslenecektir:
“Ey benim âyetlerime îmân edip de Müslüman olan kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur. Siz mahzun da olmayacaksınız.” (Zuhruf Sûresi, 68-69)
İşte “Ey Kullarım!” hitâbındaki Rahmânî iltifâtın ve Rabbânî tebessümün sıcaklığını ruhunda hisseden kâmil bir mü’min, öyle bir îman olgunluğuna ve öyle bir ma’rifet ve muhabbet kuvvetine sâhip bulunur ve ruhu o derece dâimî sürur ve saâdetlere gark olur ki, o olgunluk ve o kuvvetle kâinâta meydan okur. Faraza dünya bomba olup başında patlasa bile yine haktan yüz çevirmez, istikâmetten asla taviz vermez ve azim ile gayretten kesinlikle fütur göstermez. Çünkü bir kısım ağır baskılar ve ithamlar ve şiddetli tehditler ve hücumlar, îmanlı ve faziletli ehl-i hamiyet için bir gevşekliğe ve bir zayıflığa değil; tam aksine onların ruhlarında ilâhî rızânın daha sağlam yerleşmesine, kalplerinde îman nûrunun daha çok parlamasına, vicdanlarında ebedî feyzin daha fazla celbine vesîle olur ve bütün bunlar ebedi saâdete kavuşma yolunda, onların ruhlarına sürekli olarak aşk ve şevk, azim ve gayret aşılar.
Yüce Mevlâ’nın zikredilen kudsî hadiste geçen “Ey Kullarım!” hitâbına karşılık olarak, bir kulun “Buyur; emrine hazırım ve fermanına âmâdeyim Ey Rabb’im!” diyerek, mukâbelede bulunma şuuruna ermesi, başlı başına bir aşk ve şevk kaynağıdır. Bunun sırrı ise şudur:
Bu şuura eren bir kimse, kendisine “Ey kullarım!” şeklinde yapılan İlâhî iltifât ile sunulan Rahmânî teveccühün ve ezeli merhabanın ebedî sıcaklığını ve yüce rahmetin kendisine olan Rabbânî tebessümünün sıcaklığını ruhunun derinliklerinde hissettikten sonra öyle mest olur ki, başkaları- nın teveccühlerini ve merhabalarını ne bilip görür, ne de bilip görmeye ihtiyaç duyar.
Öyle ise, “Derdini ummâna döküp, âsumâna inlemek” yerine, onların ve her şeyin sahibi ve mâliki olan Yüce Mevlâ’ya teveccüh et. Derdini yalnız O’na dök ve sadece O’nun huzurunda inle. Çünkü O’ndan izinsiz hiçbir şey, senin yardımına gelemez.
Hem köle olan haddini bilmelidir. Çünkü köleye haddi- ni bilmek düşer. Nitekim köleye en fazla yakışan da, özellikle efendisine karşı haddini bilmesidir. Nâz makamını bırakıp veya şımarıklığı andıran tutum ve davranışlardan uzak durup, niyâz makamında hayat sürdürmesi ve edep dolu davranışlar sergilemesi ve bundan zevk alması ve haz duymasıdır.
Cenabı Hak, biz kullarına da “Ey kullarım!” hitâbındaki iltifâtın sıcaklığını hissettirsin ve bizleri bu hitâba lâyıkıyla muhatap olma şerefiyle bahtiyâr kılsın.