Hz. Muhammed (sav ) FAZİLETLER BİRLİĞİ (Hilfu’l-Füdul)

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
FAZİLETLER BİRLİĞİ (Hilfu’l-Füdul)
FAZİLETLER BİRLİĞİ (Hilfu’l-Füdul)
FAZİLETLER BİRLİĞİ (Hilfu’l-Füdul)

Ben, Abdullah b. Cüd’ân’nın evinde öyle bir anlaşmaya mensup oldum ki, onu en güzel kızıl develerle dahi değişmem. İslâm çağında dahi böyle bir anlaşmaya çağırılsam, tereddüt etmeden kabul ederim. (Hz. Muhammed sav)

Arap yarımadası büyük oranda çöldür. Çölün yaşamayı zorlaştıran şartları, eski çağlarda, çölde yaşayanlar arasında acımasız rekabete dayanan bir hayat tarzının oluşmasına yol açmıştı. Çöl, sadece hayat tarzını değil, duyguları da etkileyip şekillendirmişti. Çöl halkının duyguları da, doğup hayatlarını sürdürdükleri çöl gibi çok çabuk ve kolaylıkla değişebilen bir özelliğe sahipti. Çok basit nedenlerden dolayı birbirleriyle kanlı kavgalara tutuşuyorlar, hatta yarımadanın önemli kısmını etkisi altına alan savaşlara girişiyorlardı. İki kişi arasında başlayan küçük bir çekişme, kolaylıkla aileler ve hatta kabileler arasında gerçekleşen savaşların açığa çıkmasına sebep olabiliyordu.

Ayrıca, Arap yarımadasının güçlü bir siyasî ve askerî iradenin altında bulunmaması, farklı bölgelerde, birbirinden büyük oranda bağımsız toplulukların iradesini geçerli kılmıştı. Bu ise seyahat ve ticaret güvenliğini ciddi düzeyde tehdit ediyordu. Sebebi ne olursa olsun, insanların can ve mal güvenliği ile seyahat etmelerini engelleyecek yığınla olumsuz şart ve durum vardı. Halbuki çöl halkının en önemli gelir kaynağı ticaretti ve ticaret, ancak seyahat güvenliğinin olduğu ortamlarda, can ve mal güvenliğinin sağlandığı şartlarda gerçekleştirilebilirdi.

Yarımadanın bu genel durumuna karşılık, Mekke ve yakın çevresinin durumu daha da özel bir öneme sahipti. Mekkelilerin en önemli gelir kaynaklarını, ticaretin yanı sıra, hatta daha fazlasıyla, Kabe ve Kabe’deki putlar nedeniyle diğer bölgelerdeki insanların hac ve dini ziyaret amaçlı olmak üzere Mekke’ye gelişleri oluşturuyordu. Kabe’nin ve putların koruyuculuğunu yaptıkları için elde ettikleri itibar Mekkelilerin ticarî faaliyetlerine önemli katkılar sağlıyordu. Bu nedenle, Mekke’ye ulaşan yolların güvenliği Mekkeliler için büyük önem taşıyordu. Yolların güvenliğini tehlikeye sokacak durumlar, Mekke’nin hayat damarlarının kesilmesi anlamına geliyordu.

Mekke dışındaki putperest Araplar ise putlarını ziyaret edebilmek için Mekke’ye gitmek zorundaydılar. Bu ise çölden geçen uzun yolculukları gerektiriyordu. Seyahatin amacına ulaşabilmesi ve herhangi bir zarara uğramadan tekrar evlerine dönebilmeleri için yolculuklarının güvenlik içerisinde gerçekleşmesi önemliydi. Tüm bu ve benzeri sebeplerden dolayı, genelde yarımadanın tüm sakinleri, özelde ise Mekkeliler güvenlik probleminin önemini kavramış ve ilk defa ne zaman başladığını bilmediğimiz çok eski tarihlerden itibaren belirli zamanları barış ve güvenlik dönemleri olarak kabul etmişlerdi. Bu barış ve güvenlik dönemlerinde (Haram Aylar: Eşhuru’l- Hurum) mevcut kavga ve savaşlar sona eriyor, yeni kavga ve savaş çıkmasına en azından dönem sonuna kadar hiçbir şekilde izin verilmiyordu. Haram ayların gereğine uygun davranmayanlar tepkiyle karşılanıyor ve elbirliğiyle mütecavizlerin girişimlerine engel olunuyordu. Bu barış ve güvenlik aylarının tahsisi, belki de Hz. İbrahim ve sonrasında bir süre tevhid inancının merkezi olan Mekke’ye diğer bölgelerdeki müminlerin gelişini kolaylaştırmak için Hz. ibrahim veya O’nun muvahhid halefleri tarafından gerçekleştirilmişti. Belki de daha sonraları, şartların zorlamasıyla oluşturulmuştu. Ancak başlatıcısı her kim olursa olsun, yılın belirli aylarında geçerli olan ‘barış ve güvenlik dönemi’ uygulaması, yarımadanın tüm insanlarının çıkarlarının gerektirdiği bir uygulamaydı. Ve bu uygulama, yerine getirdiği işlevin önemi nedeniyle Araplar arasında son derece anlamlı ve değerli bulunuyordu.

Yılın 11., 12. ve 1. aylarını teşkil eden ve birbirini takip eden Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayları ile, 7. ay olan Recep olmak üzere toplam dört ay, Mekke-Medine-Taif üçgeni arasında yaşayan toplulukların barış ve güvenlik aylarını oluşturuyordu. Bu aylarda Mekke civarında Ukâz, Zülmecâz, Mina ve Mecenne panayırları kurulur, ticarî faaliyetler güvenlik içerisinde yürütülür, ticaret kervanları can ve mal güvenliği açısından herhangi bir endişe söz konusu olmadan yollarına devam edebilir, hacılar herhangi bir güvenlik sıkıntısı yaşamadan Mekke’ye gelip gidebilirlerdi.

Barış ve güvenlik aylarından herkes memnundu ve ihlâli genel bir tepkiye neden oluyordu. Güvenlik döneminde insanların can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak her türlü girişim veya davranış ‘doğru yoldan ayrılmak’, ‘yanlış bir işe kalkışmak olarak değerlendiriliyor, bu nedenle böylesi bir işe kalkışanlar facir’ olarak niteleniyorlardı. Ancak buna rağmen, bildiğimiz kadarıyla, dört defa olmak üzere barış ve güvenlik dönemlerinin gerektirdiği barışa uyma ilkesi çiğnendi. Son derece önemsiz nedenlerden kaynaklanan bölgesel savaşlar patlak verdi. çıkardığı ‘ficar’ savaşları bazı bölgelerde güvenliği yok etti. İnsanlar, gurk döneminin ilkelerini çiğneyen fâcirler yüzünden, dört defa olmak üzere seyehat, ticaret, hac faaliyetlerini yapamaz hale geldiler. Bu savaşlardan sonuncusu Kureyş ile Kays kabilesi arasında gerçekleştiğinden, bir Kureyşli olarak, henüz gençliğinin ilk yıllarında olan Muhammed de amcalarının yanında savaşa katıldı. Savaş sırasında düşman tarafının attığı okları toplayıp kendi tarafının savaşçılarına vererek, onlara savaş malzemesi ikmalinde bulundu.

Savaş zamanlarında; kin ve düşmanlıkla, intikam duygularıyla hareket edilen anlarda akıl etkisini büyük oranda yitirir; insanlar doğru düşünmekte zorlanırlar. Dördüncü Ficar savaşında da böyle oldu. Savaş günlerinde birbirlerine acımasızca saldıran, birbirlerine karşı ölüm çığlıkları atanlar; canları, malları büyük zararlara uğramış bir halde sürecin sonuna ulaşınca, yaptıkları işin ne kadar yanlış olduğu düşünmeye başladılar. Savaş sebebiyle bölgenin güvenliği yok olduğu için, insanların ticaret yapamaz hale gelişleri, yolculuk yapamamaları, düşünüp gerçeği fark edebilenleri üzdü. Barış ve güvenlik döneminin, can ve mal güvenliği açısından öneminin anlaşılmasının yanı sıra, geleneğe büyük değer veren bu insanların en önemli geleneksel değerlerini çiğnemiş olmaları, daha da üzülmelerine, bir daha böylesi fâcirce durumun gerçekleşmesini önlemenin hâl çarelerini düşünmelerine yol açtı. Dördüncü Ficar savaşının zararlarının insanları etkilediği, maddî ve manevî yaraların iyileşmediği, facir’ce kalkışmaların önlenmesi gerektiği düşüncelerinin herkesin zihnini meşgul ettiği günlerin birisinde yaşanan bireysel bir olay ise, önemli bir adımm atılmasına yol açtı. İnsanların güvenliğini tehlikeye sokacak girişim ve davranışların önlenmesi amacına sahip bir birliğin doğmasına imkân sağladı. Dördüncü Ficar savaşı sonrasında yaşanan bireysel olay ve bu olayı takiben haksızlıklara engel olmayı hedeflemiş birliğin doğmasını sağlayan süreç şu şekilde gerçekleşti.

Sehm’li bir tüccar, satmak amacıyla Mekke’ye bir miktar mal getirmişti. Mekke’nin ileri gelen ailelerinden birisine mensup olan Âs b. Vâil, tüccarın malını aldı ama bedelini vermeye yanaşmadı. Anlaşıldığı kadarıyla, dördüncü Ficar savaşının etkilerinin henüz canlı olduğu o günlerde, Âs b. Vâil zorbalıkla adamın malına el koyduğu zaman hiç kimsenin böylesi bireysel bir duruma müdahale etmeyeceğini düşünmüştü. Tüccar parasını istedi, rica etti, yalvardı ama As’m bunlara kulak asmak gibi bir niyeti yoktu. Çaresiz kalan tüccar, kendisine yardımcı olmaları ve As b. Vâil’den hakkını almaları için Abdüddâr, Cümah, Selim, Mahzûm ve Adiyy soylarının ileri gelenlerine başvurdu. Fakat her kime başvurduysa, Âs b. Vâil e karşı yapacakları bir şey olmadığı cevabını aldı. Hatta bazıları, böylesi bir duruma müdahil olmak istemedikleri için, tüccarı yanlarından kovdular.

Tüccar son bir çare olarak, Mekke’ye hakim noktadaki Ebû Kubeys dağına çıktı ve Kabe’nin gölgesinde oturan Mekke eşrafının da duyabileceği bir şekilde, uğradığı haksızlığı bağırarak anlatıp, yardım istedi: ‘Ey insanlar.’ Yurdundan ve kabilesinden uzakta kalan, Mekke’de malı elinden alınan ve hâlâ geçtiği yolların tozu üzerinde, duran hu mazlum adama yardım edin. Ey Kabe’nin gölgesinde oturan adamlar} Bilesiniz ki Mescid-i Haram onuru tam olan insanlara aittir; hainlik ve günahkârlık elbisesini giyenlere deği. Sehm’li tüccarın bu girişimi etkisini o anda gösterdi. Abdûlmuttalib’in oğlu Zubeyr ayağa kalkarak, hakkı gaspedilmiş bu adama yardım etmenin üzerlerine düşen bir sorumluluk olduğunu söyledi. Zubeyr’in görüşü anında destek buldu. Hemen gerekli girişimlere başlandı. Fâcirce davranışlara müsaade edilmemesi gerektiği görüşünde olanlar Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde toplandılar. Bu toplantı için, gençliğinde her türlü haksızlığı, zorbalığı bir hayat tarzı olarak benimsemiş, ama bilmediğimiz nedenlerden dolayı gidişatını tamamıyla değiştirip Mekke’nin yardımsever, dürüst, cömert insanlarından birisi haline gelmiş olan Abdullah b. Cüd’ân’ın evinin seçilmiş olması ise manidardır. Herhalde fâcirligi bizzat kendi hayatında en ayrıntılı şekilde yaşayan ve yaptıklarına pişman olan Abdullah b. Cüd’ân, fâcirleri engelleyecek hayırlı bir girişimin aktif mensuplarından birisi olmayı arzulamıştı. Toplantıya katılanlar arasında Kureyş’i temsilen Haşim, Muttalib, Muhammed’in anne tarafından akrabası olan Yesrib’in önemli ailelerinden Zühre ve Kureyş’in müttefiklerinden Teym, Esed, Ehâbiş soy ve kabilelerinin temsilcileri vardı.

Temsilciler hep birlikte Kabe’ye giderek Hacerû’l Esved’i yıkadılar. Hacerü’l Esved’i yıkamakta kullandıkları suyu bir kaba topladılar. Yapılacak anlaşmanın kutsal bir yönünün olmasını arzuladıkları için bu suyu içip, yemin ettiler. Faziletli kimselerin anlaşması anlamına gelen Hılfû’l Füdûl birliğinin oluşumunu başlatan yemin şöyleydi:

Allah’a yemin ederiz ki, zulme uğrayanın yanında, zalim olanın karşısında yer alacağız. Mazlumun hakkını zalimden alma konusunda hepimiz birlik ve beraberlik içinde olacağız. Bu birlik ve beraberlik, denizin bir kılı aşındırıp yok etmesine, Hirâ ve Sabir dağlarının yeryüzünde yok olmasına kadar devam edecek; herkes verdiği söze, yaptığı yemine sadık kalacak.

Birliğin üyeleri, ilk iş olarak, Âs b. Vâil’in zorbalığına engel oldular; Sehm’li tüccarın hakkını iade ettiler. Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde temeli atılan ve sonraları, haksızlığa uğrayanları koruma konusunda önemli işler yapan bu birliğin üyeleri arasında o sıralar yirmi yaşında olan Muhammed de vardı. O, böyle bir birliğin üyesi olmaktan hep onur duydu ve bunu yıllar sonra ‘Ben Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde öyle bir anlaşmaya dahil oldum ki, onu en güzel kızıl develerle dahi değişmem, islâm çağında dahi böyle bir anlaşmaya çağınlsam tereddüt etmeden kabul ederim. diye dile getirirdi.

Söz konusu birlik üyelerinin ve özellikle de bu topluluğun önde gelen üyelerinden Muhammed’in, birlik oluşmasını sağlayan amacı layıkıyla yerine getirdikleri kaynaklardaki bazı rivayetlerden açıkça anlaşılmaktadır. Bunun örneklerinden birkaçı şöyledir:

Yemen’li bir tüccar, kızı ile birlikte Mekke’ye gelmişti. Mekke’nin nüfuzlu ve zorba şahsiyetlerinden Nübeyh b. el-Haccac, kızı zorla babasından alıp evine kapattı. Durumdan haberdar olan Hılfû’l Füdûl üyeleri, birlikte giderek Nübeyh’in evini kuşattılar ve kızı alıp babasına teslim ettiler.

Sümale kabilesinden bir tüccar mal satmak için geldiği Mekke’de Ubeyy b. Ha-Lepin oyununa geldi ve satışını yaptığı malın bedelini alamadı. Tüccar, ismini duyduğu Hılfû’l Füdûl üyelerine başvurdu. Başvurduğu üye veya üyeler tüccara, ubeyy’e gitmesini ve Hılfû’l Füdûl üyelerinin durumdan haberdar olduğunu, parasını vermesini, yoksa birlik üyelerinin işe karışacağını söylemesini bildirdiler. Tüccar denileni yaptı. Ubeyy hiç itiraz etmeden adamın parasını ödedi.

Zubeyd kabilesinden bir tüccar mallarını satmak üzere Mekke’ye geldi. Tüccarın mallarını ucuz bir fiyata almayı tasarlayan Ebû Cehil, o malları alması muhtemel kişilerle görüşerek, diğer tüccarları söz konusu kişinin mallarını almaktan vazgeçirdi. Hiç kimse Ebû Cehil nedeniyle o adamın mallarını almaya yanaşmadı. Tüccar oynanan oyunu fark ederek, yardımını isteyecek birisini aramaya başladı. Kendisine Hılfû’l Füdûl üyeleriyle görüşmesi tavsiye edildi. Görüşebileceği en uygun kişinin Muhammed olacağı özellikle söylendi. Çünkü birliğin amacını en çok önemseyen O idi. Tüccar, Muhammed’i bularak durumu anlattı. Muhammed, tüccardan mallarının gerçek bedelini sordu. Tüccar mallarının gerçek bedelini söyleyince, Muhammed parayı çıkarıp tüccara verdi ve bütün malı satın aldığını bildirdi. Ebû Cehil durumdan haberdar olunca öfkelendi; o öfke ile yanına gelerek Muhammed’e sataştı. Fakat yapacağı bir şey yoktu. Haksızlığı açığa çıkmış birisi olarak oradan uzaklaşmak zorunda kaldı.
 
Üst Alt