Bir üniversite hocası talebelerini imtihan etmiş ve aynı konu hakkında Gazzâlî ve İbni Teymiyye’den alıntıladığı iki pasajı değerlendirmelerini istemiş.
Selefîliğin yaygın olduğu bir coğrafyada gerçekleşen bu imtihanda, öğrenciler İbni Teymiyye’nin görüşlerinin ne kadar da isâbetli olduğunu uzun uzun yazarlarken Gazzâlî’nin hatalarını da tek tek sıralamışlar.
Ne ki neticeler açıklandığında öğrenciler tam bir hayal kırıklığına uğramış.
Hoca durumu izah etmiş:
“İbni Teymiyye’nin zannederek ne kadar doğru olduğunu uzun uzadıya anlattığınız sözler gerçekte Gazzâlî’ye aitti. Hatalarını bir bir saydığınız kişi ise aslında İbni Teymiyye idi. İsimleri yer değiştirmiştim.”
Bir arkadaşımın anlattığı bu ibretamiz hâdise, genel bir insanî ârızayı en yalın hâliyle gözler önüne sermesi bakımından şâyân-ı dikkattir. İnsanlar ne söylendiğinden ziyâde kimin söylediğine bakarlar. Sözün ne dediği nasıl dendiğinin ardında kalıverir çok kere…
Çokluk öze bakmaktansa kabukla meşgûl olur. Nitekim markalar, etiketler kaliteden bîhaber genel halk kitlesi içindir. İşi bilen adamlarsa markayla değil malın kendisiyle ilgilenir. Pazarda durum bu olduğu gibi, fikir ve inanç dünyasında da vaziyet bundan farklı değildir. Zira düşünmeyi becerebilmek büyük nisbette doğuştan gelen bir kâbiliyet değil, tâlim ve terbiye ile ele geçen bir mahârettir ki; bu yüzden külfetli ve zahmetli ve yine bu yüzden biraz sıkıcı ve sevimsiz ve yine bu yüzden pek az kişinin yapmayı tercih ettiği bir uğraştır.
Bu sebeple insanlar çoğu kez bilerek inanmaktansa inanarak bilme yolunu tercih ederler. Doğru, onlar doğru olduğunu düşündükleri için doğrudur; gerçekten düşünüp de doğruyu bulduklarından ötürü değil… Bu, herhangi bir coğrafya veya zamana has bir durum değil, tarih boyunca bütün insan topluluklarının umumî ve müşterek bir vasfıdır.
Selefîliğin yaygın olduğu bir coğrafyada gerçekleşen bu imtihanda, öğrenciler İbni Teymiyye’nin görüşlerinin ne kadar da isâbetli olduğunu uzun uzun yazarlarken Gazzâlî’nin hatalarını da tek tek sıralamışlar.
Ne ki neticeler açıklandığında öğrenciler tam bir hayal kırıklığına uğramış.
Hoca durumu izah etmiş:
“İbni Teymiyye’nin zannederek ne kadar doğru olduğunu uzun uzadıya anlattığınız sözler gerçekte Gazzâlî’ye aitti. Hatalarını bir bir saydığınız kişi ise aslında İbni Teymiyye idi. İsimleri yer değiştirmiştim.”
Bir arkadaşımın anlattığı bu ibretamiz hâdise, genel bir insanî ârızayı en yalın hâliyle gözler önüne sermesi bakımından şâyân-ı dikkattir. İnsanlar ne söylendiğinden ziyâde kimin söylediğine bakarlar. Sözün ne dediği nasıl dendiğinin ardında kalıverir çok kere…
Çokluk öze bakmaktansa kabukla meşgûl olur. Nitekim markalar, etiketler kaliteden bîhaber genel halk kitlesi içindir. İşi bilen adamlarsa markayla değil malın kendisiyle ilgilenir. Pazarda durum bu olduğu gibi, fikir ve inanç dünyasında da vaziyet bundan farklı değildir. Zira düşünmeyi becerebilmek büyük nisbette doğuştan gelen bir kâbiliyet değil, tâlim ve terbiye ile ele geçen bir mahârettir ki; bu yüzden külfetli ve zahmetli ve yine bu yüzden biraz sıkıcı ve sevimsiz ve yine bu yüzden pek az kişinin yapmayı tercih ettiği bir uğraştır.
Bu sebeple insanlar çoğu kez bilerek inanmaktansa inanarak bilme yolunu tercih ederler. Doğru, onlar doğru olduğunu düşündükleri için doğrudur; gerçekten düşünüp de doğruyu bulduklarından ötürü değil… Bu, herhangi bir coğrafya veya zamana has bir durum değil, tarih boyunca bütün insan topluluklarının umumî ve müşterek bir vasfıdır.