Gök-Türklerde İdari ve Sosyal Yapı

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Göktürklerde  siyaset
Göktürklerde siyaset
Gök-Türklerde en yüksek siyasi teşekkülün il (devlet) olduğu, bu devletin tarihinin kaynakları, Çin yıllıkları ve Türkçe Orhun Abideleri sayesinde açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Yani bugünkü anlamda devletin karşılığı olan il, “aile”den (oguş) başlayıp, sırasıyla aileler birliği (uruğ), boy (kabileler) birliğinden geçerek halklarının en gelişmiş ve son şekli olarak belirmektedir. Gök-Türk tarihinin başlangıcında, devletin kuruluşunu anlatan Çince tarihi kaynakta (Chou Shu 50. bölüm) devletin Kağanı Bumin, o sırada tabi olduğu Juan-juanlar’ı (Moğollar) bozguna uğrattıktan sonra, devlet karşılığı olan “il” ile hükümdarlık unvanı “kağan”ı birlikte zikretmiştir (İl Kağan devletin hükümdarı). Başka bir ifade ile artık bağımsız hale gelinmiş, yani il (devlet) olunmuştur. 552 yılında vuku bulan bu olaydan sonra ortada bir Gök-Türk Devleti söz konusudur[1]. Devlet mevcut olduğuna göre onun sistemi, bir teşkilatı, müesseseleri, hukuku da olmalıdır.

İslamiyet’ten önce ve sonra Orta Asya bozkır sahasında kurulmuş diğer Türk devletlerinde olduğu gibi, Gök-Türk Devleti de sosyal yapı açısından yukarıda belirttiğimiz birbirine bağlı halkalar zincirine sahipti[2]. Sosyal yapının çekirdeğini aile oluşturuyordu. Aileler birliğine urug denilmesine rağmen henüz bunun tam fonksiyonu anlaşılamamıştır. Bir sonraki halka boy aileler ve uruglar birliği idi; boyların başında beyler bulunurdu. Bir siyasi birliğe dahil olmuş boylara ok denirdi. Boyların da birliğine bodun denirdi ki; başında arazisinin genişliğine göre yabgu, şad, ilteber gibi idareciler bulunurdu.
Bilindiği gibi bir devletin (yani il’in) bağımsız olabilmesi için bazı şartlara sahip olması gerekmektedir. Bunlar siyasi istiklal, ülke, halk ve kanundur[3].
Gök-Türklerin, Moğol asıllı Juan-Juanlar’ı hezimete uğratmadan önce istiklallerini kazanma yolunda önemli adımlar attıklarını Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz.545 yılından önce Çin Seddinin kuzeyindeki ve Çin sınırlarının dışındaki pazarlarda ipek alışverişine vb. ticarete başlayan Bumin Kağan, Çin ile münasebet tesis etmek istemişti. Bunu karşılıksız bırakmak istemeyen Çin’deki Batı Wei İmparatoru, 545 yılında bir elçiyi Gök-Türk merkezine gönderdi. Kaynağın ifadesine göre, elçi vardığında Gök-Türkler sevinmişler ve birbirlerini tebrik ederek “Şimdi büyük ülkenin elçisi geldi, bundan dolayı bizim ülkemiz yükselecektir” demişlerdi[4]. Gök-Türklerin bu olaya sevinmesinin esas sebebi kendilerinin ilk defa siyasi varlık olarak tanınmaları dır. Yine aynı kaynağın ifadesine göre bu olaydan dolayı birbirlerini tebrik ediyorlardı.

Gök-Türklerin istiklallerini kazanışları, kaybedişleri, Orhun Abidelerinde oldukça önem verilerek anlatılmış, istiklalin kaybedilişinin millet için adeta bir ölüm, kazanılmasının ise yeniden diriliş olduğu, milletin bundan çok ders alması gerektiği önemle tavsiye edilmiştir[5]. 630-680 yıllan arasında devletin Çin esaretine düştüğü sırada birçok bağımsızlık hareketi meydana gelmiş, en sonunda 679′da başlayan isyan kıvılcımı, 682′de devletin yeniden istiklalini kazanmasına sebep olmuştur; Devlet tekrar istiklalini kazanınca, kağanlar, Çin’de kalmış Türk boylarını kurtarmak için olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Bu da Gök-Türk devletinde istiklale verilen önemi gösteren en önemli vesikalardandır[6].Bağımsız olan her devletin varlığını sürdürdüğü bir coğrafi mekana sahip olması gerektiği herkesçe malumdur. Ancak, eski Türk ilinde bu coğrafi mekan, yani ülke toprağa diğer çağdaşı devletlerde olduğu gibi hükümdarın serbestçe kullanabildiği bir arazi parçası değil, korumakla vazifeli olduğu ata yadigarı idi. Bu durum ve vatan sevgisi, Orhun Abidelerinde gayet açık bir şekilde anlatılmıştır.

Ayrıca merkez Ötüken kutsal sayılmıştır (Iduk Ötüken). Aslında Orhun Kitabeleri (Türk millerinin acı tatlı hatıralarının gelecek nesillere unutulmaması için taşa yazdırılıp dikilmesi), ancak, o toprakların ilelebet Türk vatanı olarak kalacağı düşüncesinin neticesi idi. Çin kaynakları Gök-Türk sınırlarını doğudan batıya 10 bin li (beş bin km’den fazla), güneyden kuzeye 5 bin li (iki bin beş yüz km’den fazla) olduğunu bildirmektedir[7].Ülke, hükümdarın şahsi malı gibi bir dominium olarak değil, benzeri sadece eski çağlarda Roma’da görülen İmperium düşüncesi ile yönetiliyordu.Gök-Türk Devletinde halkın (kün) şahsi hukukla donatılmış, iktisaden hür ve özel mülkiyete sahip olduğu görülür. Tarım arazisi üzerinde de özel mülkiyet geçerli oluyordu. II. Gök-Türk Devleti zamanında 698 yılında Kapgan, Çin’den bir sürü istekle bulunmuştu. Bunların arasında otuz bin ölçek tohumluk dan da vardı. Bu tohumluk darının halkın tarlalarında kullanılması için olduğu muhakkaktır. Diğer taraftan Bizans kaynağı Tactica da Gök Türklerin hür insanlar olduğunu zikretmektedir. Özel mülkiyet kişi hak ve hürriyetlerinin teminatı olduğundan, insan ona sahip olup kullandığı ölçüde hür olabilmektedir. Gök-Türklerde hürriyetin ne kadar önemli ve fazla olduğunu göz önüne alırsak, bu devletin çağdaşlarına göre insan hakları yönünden epey ileride olduğunu anlamış oluruz.

KÖLELİK YOKTU

Eski çağlarda ve diğer Gök-Türk çağdaşı kültürlerde, insanlar, yaşamak için gerekli enerjiyi (çekme ve taşıma gücünü)aralarındaki zayıf ve vasıfsız kişilerin kol kuvvetini çalıştırma suretiyle sağlıyorlardı. Asalak ve yerleşik köylü kültürde bunun başka çaresi yoktu.

Ekonomik açıdan hayvan yetiştiriciliğine, çobanlığa dayanan bozkır Gök Türk, kültüründe ise bu ihtiyaç, başta en yüksek adale gücüne sahip at olmak üzere hayvan gücü ile karşılanıyordu. Orman kavimlerinde ve yerleşik topluluklarda hakimiyeti ele geçiren gruplar zorbalık yolu ile kendilerine hiçbir siyasi ve mülki hak tanımadıkları mahkum kütleleri (Moğollarda çeşitli kölelik müesseseleri, Slav kavimlerinde meşhur köle ticareti, Mısır’da köle kütleleri, Çin’de enselerine boyunduruk vurularak çalıştırılanlar, Hindistan’da paryalar,eski Yunan’da Aristoteles’in ehli hayvan ve canlı alet dediği doğrudan mülk sayılan insanlar, Roma’da benzeri köleler), sınıf, kast cenderesine alarak cemiyet düzenini öyle devam ettirmek için asırlar boyunca türlü tedbirlere (özel kanunlara) başvururlarken, insanın kol kuvvetine ihtiyaç duyulmayan bozkır kültüründe özel mülkiyet ve hür çalışma sayesinde gelişen sosyal gelenekler, zamanla töre (anayasa) hükümleri halinde kesinlik kazanmıştı[8].

Gök-Türkçe vesikalarda 14 yerde kul tabiri geçmektedir. Ancak, bunlarda mülkten, haktan mahrum kimseler değil, bazı siyasi ve medeni haklardan yoksun olmak söz konusudur ve esirlik ifade edilmek istenmiştir Esirlik ve kölelik sosyal ve hukuki bakımdan farklıdır. Eski Yunan’da, Roma’da ve Moğollarda kölelerin yanında, fakat onlardan ayrı olarak esirler (özellikle savaş esirleri) de vardı. Öte taraftan köle kelimesi hiçbir Gök-Türkçe metinde geçmemektedir. Genel olarak herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşmasında üç faktör önemli rol oynamaktadır:1) Geniş araziye sahip olmak (ekonomik).2) Askeriliği meslek edinmek (idari-askeri).3) Ruhani (dini) zümreye mensup bulunmak.

Bu durum göz önüne alınarak, Gök Türk Devleti’ne baktığımızda şunları görürüz. Her şeyden önce Gök-Türklerde ziraatın çok az yer tutmasından dolayı toprak köleliği (servage) söz konusu olamaz. Eli silah tutan herkesin asker olduğu bozkır toplumunda, askerliğin ayrı bir meslek olduğu düşünülemez. Zaten, Gök-Türkleri anlatan Çin kaynakları Gök-Türk ordusundan bahsederken, çoğu kez asker kelimesi yerine kullanmıştır. Çünkü, herkesin asker sayılmasından dolayı ayırım yapmaya gerek duymamışlardır. Bozkır sahasında kurulmuş bütün diğer eski Türk devletleri gibi Gök Türk Devleti de siyasi ve askeri karakter taşıyor, dini karakter taşımıyordu.

Yazıtlarda geçen Kara-Bodun deyiminin asıl büyük kalabalık diye adlandırılması gerekmektedir. Yani büyük halk kütleleri ifade olunmak istenmiştir, kesinlikle sınıf farklığı söz konusu değildir[9].

Eski Türk devletlerinde bazı yüksek memuriyetlerin irsi olduğu bir zamanlar iddia edilmiş olsa da, kaynaklarda bunu doğrulayan bir kayda rastlanmamaktadır. Üstelik tayinlerin yapıldığını, Gök-Türk tarihini başlangıcından sonuna kadar takip ederek öğrenebiliyoruz. Kısacası Gök-Türklerde sınıflaşma veya sosyal tabakalaşma olduğuna dair kaynaklarda herhangi bir malumat yoktur[10].

Hatta daha da ileri giderek şunu diyebiliriz ki; devleti kuran ye başarılı yapan millet idi: “Türk bodun, illedik ilin… kaganladuk kaganın yitiru idmış = Türk milleti il yaptığı ilini… kagan yaptığı kaganım kaybedivermiş”. Halkın, devletin kuruluşuna katılışı ise: “babam (Üteriş) 17 er ile harekete geçti. Haberi işiten ormandakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler, 70 kişi, sonra 700 kişi oldular… kaganlığı atalarının törelerinde kurdular”[11].

İstiklalin, ülkenin ve halkın mevcut olduğu Gök Türk ülkesinde insan hayatını düzenleyen mutlaka bir kanunlar sistemi de olması gerekmektedir. Orhun Kitabeleri’nde bildirdiği üzere, Gök-Türk Devleti’ndeki kanunlar bütününe töre deniyordu. Kitabelerde töre kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun altısında il (devlet) deyimiyle birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de il ile alakası açıkça belirlidir. Bu da Gök-Türk Devletinin töreye (kanun) ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle devletin varlığı törenin varlığına sıkı sıkıya bağlı idi: “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler…”, “ey Türk bodunu devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi.”, “devletin töresini terk etmiş…”, “O (İlteriş), atalarının töresine göre bodunu (milletini) teşkilatlandırdı…”, “Töre gereğince amucam tahta oturdu…” [12]

Töre hükümleri değişik şartlar altında etkinliğini sürdürebilmek için değişebilirdi. Ancak, törenin bazı hükümleri kesinlikle değişmez idi: Bunlar könilik (adalet), uzluk (iyilik, faydalılık), tüzlük (eşitlik), kişilik (insanlık) idi. Diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Gök-Türk Devleti’ni de yerleşik ve kabilevi devletlerden ayıran başlıca özellikler şunlar idi: Velayet-i amme, özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık, hükümranlığın karizmatik oluşu, birleştiricilik, askeri karakter, dini tolerans, imperium telakkisi; töre (kanunilik), besicilik-çobanlık. Fakat, özellikle vurgulanması gereken nokta, Gök-Türk Devletini diğer kabile devletlerden ayıran en önemli özelliğin kamu hukukunun olmasıdır.

Öte taraftan Gök-Türk ilinde vatan anlayışının bir devlet felsefesi halinde geliştiğini görmekteyiz. Devlet, hükümdar yani kağandan önce gelmektedir. Bu sebepten bütün Gök-Türk yazıtlarında il (devlet) sözü kağandan önce zikredilmiştir. Devletin yıkılması ise Gök-Türkler için en büyük felaket olarak acı bir şekilde telakki ediliyordu.

Devlet Tanrı tarafından verilir, kağanın ve milletin durumu Tanrı tarafından yaşanır ve tayin edilirdi: il berigme Tengri (il veren Tanrı)”. Kötü kağanlar ile yolundan çıkmış Türk millerini, Tanrı zaman zaman cezalandırıyordu ve elinden alıyordu[13].

HÜKÜMDAR

Gök-Türklerde hükümdarlık, yani devlet başkanlığı kağanlık ile temsil edilmektedir. Devlet başkam da Kağan unvanı taşıyordu. Kaynaklardan anlaşıldığına göre otağ, örgin (taht), tuğ (kurt başlı sancak), davul (sorguç-köbrüge) ve yay hükümdarlık sembolleri idi. Yine diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Gök-Türklerde de bu unsurlar aynı fonksiyonu taşımaktadır. Gök-Türk Devleti’ne yönelik entrika faaliyetlerini sık süt: uygulama safhasına koydukları sırada, Çinliler destekledikleri Gök-Türk prenslerine birer kurt başlı sancak ve davul göndermişlerdir. Bu şekilde onları hükümdar olarak tanıdıklarını ifade etmek istemişlerdir. Kağan unvanının yanında sadece Tonyukuk yazıtında bir kere han unvanı kullanılmıştır.
Kağanı, konumuz açısından ele aldığımızda göze çarpan en önemli nokta, despotizma ile yönetilen eski bazı kültürlerde olduğu gibi milletin vazifesi ona bakmak değil, bilakis kağanın vazifesi millete bakıp, gözetmek, doyurmak, boyları bir arada tutmak ve düşmanlara karşı korumaktır. Aşağıdaki sözler onun millete karşı sorumlu olduğunu, hesap verdiğini gösteren en açık misallerindendir: “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı irade ettiği ve lütfettiği için ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip, kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler, başka kağanlı milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim.”[14]

Gök-Türklerde siyasi iktidar kut tabiri ile ifade olunuyordu. Milleti için gece gündüz çalışmayan kağan, milletine karşı vazifelerini yerine getiremediği için, kutunun Tanrı tarafından geri alındığı gerekçesiyle iktidardan düşünülürdü. 716 yılında İnel’in tahttan indirilmesi bu sebeple olmuştu.

Hükümranlık (erklik) karizmatik idi. Kağanlık, kişiye Tanrı tarafından verilirdi. Türk hükümdarı kanunları (töre) uygular, kendisi de uyar, fakat kanun yapamazdı. Kısacası başka milletlerde olduğu gibi mutlak hükümdar değildi[15]. Siyasi iktidarı Tanrı verdiği için, milli irade, insaf duygusundan kurtulmuştu. Kağanın icraatı millet tarafından meclis vasıtasıyla kontrol ediliyordu. Bilge Kağan’ın (716-734) ileri sürdüğü teklifler (Gök-Türk şehirlerinin etrafının surla çevrilmesi ve Budizm’in ülkede propaganda edilmesi) meclis tarafından kabul edilmemişti. Bu meclis kağanı meşrulaştırdığı gibi gerekçe göstererek reddedebiliyordu. Mesela, 581 yılında Ta-lo-pi-en’i annesi Türk olmadığı için kağan olarak tanımamış, yerine amcası İşbara’yı cesur ve kahraman olduğu için kağanlığa layık görerek, onu seçmişti[16].

Kağanların devleti çok sert idare etmeleri, kötü davranmaları, milletin isyanına sebep oluyordu. Çin kaynaklarına göre Gök-Türk kağanı Kapgan’ın halka kötü davranması yüzünden, Gök-Türk ülkesinde sık sık isyanlar çıkmış, nihayet bunlardan birinin bastırılması akabinde, Kapgan, ormana pusu kuran asi Bayırku boyunun reisi tarafından öldürülmüştü (716)[17]. Bu olay bir bakıma kendisine kötü davranan kağana karşı Gök-Türk halkının tepkisi idi.
Gök-Türk Kağanları da diğer Türk devletlerinin hükümdarları gibi unvanlar da almışlardı. Bunlar: “Büyük Kağan, Kutlug, Beğçor, Yüce Gökten Almış, Tanrıya Benzer, Gök Yaratmış, Türk Bilge Kagan,Gökte Doğmuş, Gök-Türkler’in ve Dünyanın Mukaddes Hükümdarı” idi[18].

Gök-Türk devletinde kağanın milletine karşı sorumlu olduğunu gösteren bir başka delil de yine Çin kaynaklarında kaydedilmiş olan tahta çıkma törenidir. Buna göre tören sırasında kağanın boğazı bir ipek ile sarılır, sonra sıkılıp bırakılarak kaç sene kağanlık yapacağı sorulur[19]. Kağan zor durumda kalarak kızarır, bozarır, söylediği sözler millet tarafından dikkatlice dinlenir, tasdik ve tahkik edilirdi. Aslında bundan önce devlet adamları onu bir keçe üzerinde oturturlar, güneş yönünde doğudan batıya doğru çevirirlerdi. Her çevirişte halkın hepsi onu eğilerek selamlardı.

Bir Türk’ün başarılı bir kağan olabilmesi için Tanrı tarafından kendisine verilmiş başlıca üç özelliği kendine toplaması gerekiyordu. Bunlar yarlıg, kut ve kısmet (ülüg) idi. Yarlıg, Tanrı adına verilen emir iken, sonraları değişerek Tanrı’nın bağışlaması anlamına gelmekte idi: “Tanrı yarlıg verdiği için 14 yaşında Tarduş milleti üzerine şad olarak oturdum. Amcam kağan ile birlikte Gök Irmak’a ve Şan-tung Ovası’na kadar akın yaptık.” İl (devlet) gibi, kağanlık da millete ait bir kurum idi: “Türk milleti illediği ilini elinden çıkarmış, kaganladığı kaganını kaybedivermiş…” “İllileri ilsiz kılmış; kaganlıları kagansız kılmış.” Diğer taraftan Tanrı’nın verdiği kut, yarlıg ve ülüg ile dünyanın bütün ülkelerini idare etmekle görevli Gök-Türk kaganları üniversal (cihanşümul) devlet anlayışına sahip idiler. Böyle bir devlet ve hükümdar anlayışı dünya hukuk tarihinde önemli yer tutmaktadır[20].

Gök-Türk hükümdarları hakkında yukarıda söylediklerimizi toparlarsak, Gök-Türk kağanının milletine karşı başlıca şu vazifeleri vardı:1) Ordusunun başında olmak.2) Halkı doyurup giydirmek.3) Halkı kondurup iskan ettirmek.4) Halkın kalbini kazanmak ve onun sevgi ve saygısına mazhar olmak. Öte yandan kağan olacak kişinin taşıması gereken en önemli özellikler; bilge, alp, doğru sözlü ve erdemli olması idi.
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
MECLİS

Bir devlette yasama kurulu niteliğinde meclisin olması hukuk tarihi açısından çok önemlidir. Üstelik onun çağdaşı olan devletlerin hiçbirinde böyle bir meclis yoksa bu, onun önemini çok daha fazla artırmaktadır.

Gök-Türk Devletinde öyle bir meclisin var olduğunu Çin kaynaklarından ve Orhun Yazıtlarından çok açık bir şekilde anlamaktayız. Yasama kurulu niteliğini taşıyan bu meclis, aslında milattan önceki devirlerden beri devam eden bir kurumdu. Gök-Türklerde meclis kelimesinin karşılığı toy idi. Bütün diğer Türk lehçelerine ve Türkçeden geçtiği bütün yabancı dillerde de meclis, toplantı anlamına gelmektedir. Bu meclisin üyelerine Toygun (Çince Taguan) denirdi[21].

Gök-Türk kağanları meclisin tabii başkanı oluyorlardı. Kağan olmadığı zaman meclise hanedana mensup olmayan Aygucı ve Ügeler başkanlık ederlerdi. Bu kişiler ayrıca başbakan konumunda idiler. Önemle belirtmek gerekir ki; çok önemli bir hukuki kurum olan meclis (toy) Gök-Türk tarihinde mühim yer tutmuş, hükümdarların tahta geçirip indirilmesinde büyük roller oynamıştır. Gök-Türkler hakkında ilk bilgileri veren Çin kaynağı Chou Shu’ un 50. bölümünde, Gök-Türklerin henüz devlet olarak kurulmadıkları devreye ait bilgileri verirken, bazı rivayetlerden bahsedilmektedir. Bu rivayetlerden sonra esas tarihi kısma geçilirken tam doğruluğundan emin olunmasa bile çok çarpıcı misalden bahsedilmektedir. Daha boy aşamasında olan Gök-Türkler, kendi aralarında şeflerini seçmek için hepsi bir araya toplanmış, ağaçlık bir yerde yükseğe sıçrama yarışması düzenlenmiştir. Neticede en yükseğe sıçrayan şef olarak seçilmiştir. Böylece meclis takdirini en layık olan lehine kullanmıştır. 545 yılında ilk Çin elçisi An-no-p’an-t’uo, Gök-Türk merkezine vardığında, Gök-Türkler, reisleri Bumin (T’u-men) ile birlikte sevinmişler, “şimdi büyük ülkenin elçisi geldi, bundan dolayı ülkemiz gelecekte yükselecektir” diyerek birbirlerini tebrik etmişlerdi. Bu kayıtlar ile Gök-Türkler’in henüz devlet haline gelmeden bile meclis veya ona benzer fonksiyonu icra eden bir müesseseye sahip olduklarını anlıyoruz[22].

Meclisin kağan seçiminde oynadığı rolü gösteren en iyi delil 582′de taht değişikliği sırasında meydana gelen olaylardır: Yukarıda bahsettiğimiz gibi T’a-po (Tabo) Kağanın ölümünden sonra, onun ölmeden önce kağan olarak tayin ve vasiyet ettiği Ta-lo-pien meclis tarafından kağan olarak tanınmadı ve İşbara daha layık görülerek kağan seçildi[23]. Kısacası meclis takdirini ve yetkisini bu yönde kullanmıştı. Demek ki, söz konusu bu meclis kağan nasbında tam yetki sahibi idi. Yeni hükümdarı uygun diye meşrulaştırdığı gibi gerekçe göstererek reddedebiliyordu.

593 yılında cereyan eden bir başka hadise de meclisin fonksiyonunu göstermesi açısından epey etkileyicidir. Tou-lan (Dolan) Kağan’ın Çin asıllı eşi Çin’de kendi sülalesini yıkıp iş başına gelen Sui Hanedanı’na karşı bazı Çinliler’le ve Soğdlar’la irtibat kurarak, birtakım gizli faaliyetlerde bulunuyordu. Bunu öğrenen Sui Hanedanı durumu kağana bildirdi. Kağan önce bunlara müdahale etmek istemedi ise de, Çin elçisi Gök-Türk toygunlarından (ta-guan) birine rüşvet vererek, kağanın hatununun kurduğu gizli planı ortaya çıkartınca devlet meclisi üyelerinin hepsi, bu gizli plandan dolayı kağanla alay ettiler. Zor durumda kalan kağan, bunun üzerine Çinliler’i (asi olanları) ve Soğdlar’ı cezalandırdı[24]. Bilge Kağan’ın 723 yılında ileri sürdüğü teklifler Gök-Türk devlet meclisinde kabul edilmemişti[25].

Diğer taraftan halkın tahta çıkma töreninde kağanı bir keçe üzerine koyarak, havaya kaldırması, kağanın seçimine halkın iştiraki olarak düşünülmüştür. Toylara katılan toygunlar, tegin, kül-çor, apa, erkin, tudun, ilteber, tarhan gibi unvanlar taşırlardı. Toylarda önce dini-milli törenler yapılarak başlanır, devletin bütün meseleleri görüşülür, sonra ziyafetler verilirdi.

HÜKUMET

Orhun Kitabelerinde geçtiği üzere, Gök-Türklerde hükumetin karşılığı ayukı tabiri idi[26]. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi memleket meseleleri devlet meclisi toyda görüşülüyordu. Ancak, coğrafi şartlar ve ülkenin içinde bulunduğu durum sebebiyle toyun her zaman toplanması mümkün olamıyordu. Memleket işlerinin asıl görüşülmesi gerektiği anlarda ayukı (hükumet) devreye giriyor, bütün asıl meseleler, o an için ayukıda konuşuluyordu. Çin kaynaklarına göre Gök-Türk hükümeti 9 bakandan oluşuyordu. Bakanların yazıtlardaki karşılığı ise buyruk idi. Hükumet üyelerinin taşıdıkları unvanlarından ve kitabelerdeki ifadelerden gayet önemli kişiler olduklarını görüyoruz (çor, ilteber, buyruk-çor vb.). Bazı hükumet üyelerinin merkezin dışındaki bölgelerde özellikle askeri vali durumunda oldukları, bazılarının tudunluk yaparak, vergi toplama işleriyle meşgul oldukları bilinmektedir[27].
Hükumetin başında ise hanedandan olmayan aygucılar veya ügeler bulunurdu. Bunlara ilaveten devlet merkezinde ayrıca tamgacı ve bitigçiler bulunurdu. Tamgacılar, katip ve mühürdar, bitigçiler ise haberleşmelerden sorumlu katip idiler.

Görüldüğü gibi Gök-Türk devlet teşkilatında, devlet başkanlığı, yasama kurulu (toy) ve hükumet birbirlerinden farklı kurumlar idi. Yani ayrı fonksiyonlar icra ediyorlardı. Ancak, hükümdarlığı şahsında temsil eden kağan (devlet başkanı) ülkeden birinci derecede sorumlu olduğu için bütün iktidarı elinde bulunduruyordu. Başbakanları o tayin ediyor, töre değişikliklerini o teklif ediyor, devlet mahkemesine (yargu) başkanlık ediyordu. Çünkü Tanrının siyasi iktidar ile donattığı tek kişi o idi. Diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi, Gök-Türklerde de milletin hemen her şeyi ondan beklemesi (doymak, giyinmek, çoğalmak, huzur ve asayiş) tam otoriteyi doğuruyordu. Öte taraftan askeri karakter de taşıyan eski Türk idare mekanizması “tam otorite” uygulamasını kolaylaştırıyordu. Ancak, kaynakların ifadesi ile sıkı bir şekilde uygulama altında tutulan törenin hükümleri sayesinde söz konusu tam otorite hiçbir zaman zalim olmadığı gibi, militarist diktatörlüğe dönüşmüyordu.

Gök-Türk devlet sisteminde Çin kaynaklarının ifadesi ile 28′den fazla unvan olduğu gibi, bu unvanları taşıyan kişilerin birer makama da sahip olmaları gayet tabiidir. Gök-Türk yazıtları da unvanlar hakkında epey malumat vermektedir. Kitabelere göre devlet hiyerarşisi şöyle sıralanmaktadır: Kağan, ailesi, bodun, şadapıt beyler, tarhanlar, buyruk beyler, dokuz-oğuz beyleri vb. Çin kaynaklan ise kağan ve hatunu söyledikten sonra en büyük unvan olarak Yabgu, sonra şad, tegin, tudun, ilteber, erkin’den bahsetmektedir.

YARGI VE HUKUKİ CEZALANDIRMA

Gök-Türk devletinde yüksek devlet mahkemesine yargu denirdi. Yine kaynaklar araştırıldığında Gök-Türk devletinde bir adliye (köni’lik) müessesesi olduğunu anlıyoruz. Yarguların vazifeleri töreyi ve örfi hukuku uygulamak idi. Ünlü Gök-Türk devlet adamı Tonyukuk, mahkeme başkanlığı yani yarganlık yapmıştı. Hükümdarlar da yarganlık yaparlardı[28].

Kaynaklardan anlaşıldığına göre Gök-Türk ülkesinde cari cezai hükümler şunlar idi:

-Zina yapan evlilerin cezası: idam.-Adam öldürme: idam.-Soygun yapan, bağlı at çalan: idam.-Genç kızları aldatanların, ağır bir şekilde mal ile tazminat ödemek zorunda sonra, o kızla mutlaka evlenmesi gerekirdi.-Adam yaralayanlar, yararının derecesine göre mal mülk ödemek suretiyle suçlarını tazmin ederlerdi.-At ve koyun çalanlar, on katından fazlasını ödemeye mahkum edilirdi.-Diğer hafif suçlar 10 günü geçmemek üzere cezalandırıldı.-Vatana ihanet edenler, ordudan kaçanlar ölüme mahkum edilirdi[29].
Ceza işlemleri herkese hiçbir fark gözetmeksizin aynen uygulanırdı.

ÖZEL HUKUK

Gök-Türk Devleti’nde kulluğun ve köleliğin olmadığını yukarıda belirtmiştik. Yani insanların hepsi hürdü. Kadınların da toplumda önemli yerleri vardı. Devlet yönetiminde hatunların da söz sahibi olduğunu 585 ve 615 yıllarına ait vesikalardan anlıyoruz. 585 yılında Çin elçilerinin karşılanmasında kağanın etkilenip Çin vassalı olduğunu kabul etmesine ve 615 yılında Yen-men’da Çin imparatorunu kuşatan Shih-pi (şi-bi) Kağanın kaldırmasında yalan söyleyerek kağanı etkilemesinde çok önemli menfi rol oynamışlardı[30]. Yine kitabelerde mevcut olan, Bilge Kağanın annesi hakkında övgü dolu sözleri ve onu bir Tanrıçaya benzetmiş olması, kadına Gök-Türkler tarafından verilen önemi gösteren çok kıymetli bir vesikadır. “Gelinlik kızın cariye oldu” ibaresi de kadınların yüksek bir yeri olduğu ve cariye durumuna düşmesinin çok utanç ve acı verici olduğunun belirtilmesi de kadına Gök-Türklerin verdiği değeri gösteren çok değerli bilgilerdir. Bunun cariyeliğin hiç hoş olmadığını, aksine aşağılayıcı bir durum olduğunu göstermesi de kültür tarihimiz açısından dikkate değerdir. Zaten yazıtlardaki cariye anlamına gelen küng (kün) kelimesi aslen Çincedir (ch’üen).
Bir erkek bir kızı sevdiğinde akrabalarından birini kızın ailesine göndererek teklifte bulunurdu. Ölen babaların, amcaların, erkek kardeşlerin eşleriyle evlenme (leviratüs) vardı. Bu yolla, ortada kalan eşlerin zor duruma düşmeleri önlenirdi. Bir başka ifade ile ailenin bütünlüğü korunmaya çalışılırdı. Dışarıdan evlenme (egzogami) vardı[31].

Vergileri at ve koyun idi. Arabaların kenarlarına çentik atılarak hesap yapılırdı. Yerleşik olmayan bir hayat tarzını devam ettiren Gök-Türklerin hesaplarını bu şekilde tutmaları gayet normal olmalıdır.Bunun yanında altın uçlu oklar balmumuna sürülür ve mühür (tamga) şeklinde kullanılırdı.
Özel mülkiyet mevcut olduğundan Gök-Türk Devletinde herkesin bir parça toprağa sahip olduğunu anlıyoruz. Çünkü bazı Türk boylarının bugünkü Batı Türkistanın doğu bölgelerine yakın bir yerde bitki (ağaç, vb.) yetiştiriyordu. Kız çocuklarına da önem verilir, kızın miras hakkı çeyiz olarak koca evine giderdi.

Gök-Türk Devletinde savaşırken ölmek büyük bir şerefti, hasta yatağında ölmek istenmezdi. Ceza hükümlerinin kesin hükme bağlanması kan gütmeyi önlüyordu. Selamlama ise Gök-Türk yazıtlarında baş eğme ve diz çökme olarak ifadesini bulmuştur.

GÖK-TÜRKLERİN KÖKENLERİ

Gök-Türklerin kökeni, kaynaklarda efsanelerle karışık anlatıldığı için kesin bir neticeye varmak zordur. Ancak, yine de efsanevi metinlerin içinden bazı noktalar tespit etmek mümkündür. Arkeolojik ve bazı kesin tarihi bilgiler buna ilave edildiği zaman ortaya çıkan sonuç, Gök-Türklerin 542 yılı öncesinde Altay Dağlarının güney eteklerinde yaşıyor olmaları ve Hunların kuzey boylarından gelmeleridir[32].

Genel olarak kökenle ilgili bilgilere baktığımızda Hunlardan geldikleri ifadesi dikkat çekerken, mevki olarak Turfanın kuzeybatısı, Altayların güney etekleri kayıtları bulunmaktadır. Diğer taraftan ilk çıktıkları yer olarak atalarının Ötüken’in yaklaşık 250 km. batısının gösterilmesi dikkat çekmektedir.
Netice olarak, Hunların bir kolu olan Gök-Türkler, önce Altay Dağlarının kuzeyinde bulunuyorlardı. Sonradan adı geçen dağların güney eteklerinde yerleştiler. Yerleştikleri bölgenin doğu sınırı Turfan ve Etsin Göl Bataklıkları’dır. Bir başka ifade ile Yenisey Nehrinin doğduğu kaynakların havzası Gök-Türklerin ilk yurdu idi[33].

Kaynak metinlerinde Gök Türklerin kökeni hakkında iki efsane kaydedilmiştir. Gerçek dışı olaylarla bezenmiş olsalar dahi söz konusu metinler büyük tarihi önem taşımaktadır. Birincisi kurttan türeme, ikincisi Hunların kuzeyindeki Suo ülkesinden çıkma hadisesidir.

Gök Türklerin kökenine dair başka bir rivayet de Büyük Hun İmparatorluğunun yıkılışından sonra Çin’in kuzeyine giden Hunların kurduğu devletlerden biri olan Kuzey Liang Devletiyle ilgilidir. Buna göre, 439 yılında Tabgaç hükümdarı T’ai-wu tarafından yıkılan adı geçen devletin reisi A-shih-na, beş yüz aile ile Juan-Juanlar’a sığınmıştı. Daha sonra bu beş yüz aile Altay Dağları’nda oturarak Gök-Türkleri meydana getirdiler[34].

Gök-Tüklerin tarih sahnesine çıktığı sırada onların da vassal olarak bağlı bulundukları Moğol asıllı Juan-Juanlar, Moğolistan coğrafyası başta olmak üzere Orta Asyanın doğusuna hakimdiler. Çin’de ise 386 yılında Türk asıllı boylar tarafından kurulan Tabgaç Devleti, zamanla Budizmin etkisiyle Çinlileşip Wei adını alarak varlığını devam ettirdi. Nihayet, 534 yılında Doğu ve Batı Wei olmak üzere ikiye ayrıldı. Doğu Wei Devleti 550 yılında yıkılıp yerini Kuzey Ch’i hanedanına bıraktı. Batı Wei Devleti ise 557 yılında Chou Hanedanı’na dönüştü. Batı Türkistan’da ise 350′li yıllarda Juan-Juanlar’dan bağımsızlığını kazanarak Maveraünnehir ve Semerkand merkezli devlet kuran Akhunlar, İran ve Afganistan’a kadar genişleyen büyük bir devlet kurmuşlardır. İran’da ise Sasani Devleti vardı. Yukarıda menşeiler ile ilgili bilgilerinden bahsettiğimiz Gök-Türklerin tarih sahnesinde kesin bir şekilde çıkmaları 542 yılındadır. Bu tarihle ilgili verilen bilgiye göre senelerdir kışın Wei Nehri’nin buzlarla kaplanmasından istifade eden Gök-Türkler, Çin’in Suei-yüan eyaletini yağmalıyorlardı. Yü Wen-tse adlı generali gönderen Batı Wei devleti Gök-Türklere geldiğinde ateşler yakarak, büyük ordu görüntüsü verdi. Neticede Gök-Türkler geri çekildiler[35].

Bu kayıt bize 542 yılında onların Çine akın yapacak kadar güçlü olduklarını göstermektedir. Nitekim, daha sonra kuzey Çin pazarlarında ipek ticaretine başlayacaklardır. Artık, askeri gücünün arttığı, nüfusunun kalabalıklaştığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla reisleri Bumin, resmi dış ilişki yolunda faaliyetlerine girişti. Bir başka ifade ile bağımsızlık yolunda önemli bir adım atmak istiyordu. Bunun için harekete geçtiğinde Çin’deki Batı Wei Devletinden hemen cevap geldi. Adı geçen devletin başbakanı Türkleri yakından tanıyan bir Soğdlu’yu[36] Gök-Türklere elçi olarak gönderdi (545)[37]. Çinli başbakan ülkesinin geleceğine yatırım yapmış, kendisi 557′de tahtı ele geçirip Chou Hanedanını kurunca Gök-Türklerden çok yardım alarak karşılığını görmüştür. İlk defa bir devlet tarafından resmi bir elçinin kendilerine gönderilmesine çok memnun olan Gök-Türkler olayı sevinçle karşılayıp adeta bayram yapmışlardı. Ertesi yıl (546) karşı elçi gönderen Bumin, Batı Wei’e kendi ülkesinde yetişen ürünlerden sunmuş, milletler arası münasebetlerde önemli adımlar atmıştır[38].
ÇİN KAYNAKLARI:
CS: Chou Shu, CTS: Chiou T’ang Shu, HTS: Hsin T’ang Shu, PS: Pei Shih, SS: Suei Shu, TCTC: Tsu-chih T’ung-chien, TFYK: Ts’e-fu Yüan-kuei, PCS: Pei Ch’i Shu, TC: T’ung Chih, TT: T’ung Tien,WHTK: Wen-hsien T’ung-k’ao.
[1] Çin kaynakları: CS 50, s. 908-909; SS 84, s. 1864; PS 87, s.3286-3287; HTS 215 A, s.6028
[2] Bk. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1984, s.215 vd.
[3] age, s.220,235.
[4] CS 50, s.908; ayrıca bk. Liu Mau-tsai, Die Chinesischen Nahcrihten zur Geschichte der Ost Türken (T’u-küe), Wiesbwden, 1958,1, s.6; A. Taşağıl, Gök-Türk Ülkesine Gelen Çinli Elçilerin Raporlarına Göre Gök-Türk – Çin ilişkileri (630-680), İÜ Sos. Bil.Enst .Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1989, s.43,119.
[5] Orhun Abidelerindeki İstiklal ile ilgili satırlar, Kül Tigin, Doğu Cephesi 7,9,10,22; güney cephesi 6; kuzey cephesi 2,4,6. Bilge Kagan, doğu cephesi 9, 18, 19; Tonyukuk, 3,10 vb. (M. Ergin, “Orhun Abideleri”,İstanbul, 1980).
[6] CTS 194 A, s.5169-5170; HTS 215A, s.6045-6046; ayrıca bk. A. Taşağıl, “Kapgan Kagan Devrinde Gök-Türk-Çin Münasebetleri,” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 65,1990, s.309-312.
[7] CS 50, s.909; PS 87, s.3287.
[8] Kafesoğlu, s.233-235; B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1988,s.452.
[9] Halk için bk. Orhun Yazıtları: Kül Tigin, doğu cephesi 6, 7, 8, 11, 13. Bilge Kağan, doğu cephesi 1,7,8,21,22, Tonyukuk, 51.
[10] CS 50. bölüm; SS 84. bölüm; PS 87. bölüm; CTS 194. bölüm (A kısmı); HTS 215. bölüm (A kısmı).
[11] Ögel, aynı eser, s.436.
[12] Orhun Yazıtlarında Töre için bk. Kül Tigin, doğu cephesi 2, 3,26-27 vb. Bilge Kagan, doğu cephesi 4,21,22 vb.
[13] Bk.Ögel,s.570-580.
[14] Bilge Kagan Yazıtı, doğu cephesi 27-30.
[15] Orhun Yazıtları’nda hükümranlık için bk. Kül Tigin, doğu cephesi 25, 27; güney cephesi 1,9,10. Bilge Kagan, doğu cephesi 1,7,8,21,22. Tonyukuk 51.
[16] SS 84, s. 1865; PS 87, s.3290; TCTC 175, s.5449 vd.
[17] CTS194 A, s.5173; HTS 215 A, s.6049. Ayrıca bk. Liu, aynı eser, I, s.171 vd.; R. Giraud, L’Empire des Turc Celestes, Paris, 962, s.52
[18] Ögel, s.593-594.
[19] CS 50, s.909; TFYK 961, s.11311.
[20] Ögel, s.571.
[21] Kafesoğlu, s.250.
[22] CS 50, s.908.
[23] SS 84, s.1865; Liu, s.45-52.
[24] SS 51, s.1332-1333; Taşağıl, Gök-Türk ülkesine gelen…, s.21.
[25] CTS 194 A, s. 5174-5175; HTS 215 A, s.6045.
[26] Orhun Abideleri’nde hükümet için bk. Kül Tigin, batı cephesi I; doğu cephesi 3,5, 1, Bilge Kagan, doğu cephesi 4,6,2,3.141 Kafesoğlu, s.283.
[27] Kafesoğlu, s.283.
[28] Bu konu için tafsilen bk. Kafesoğlu, s.280.
[29] CS 50, s.909; SS 84, s.1863 vd.; TFYK 961, s.11311.
[30] SS 84, s.1876.
[31] W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Ankara 1942, s.76 vd.; Ögel, s.241-248; Kafesoğlu, s.216.
[32] CS 19, s.454.
[33] CS 50, s.909; PS 99, s.3285; TT 197, 1067 c; TFYK 958, 23a; TC 636, lc; VVHTK 343, 2687 a; HTS 215 a, s.6028.
[34] SS 84, s. 1863; TT 197,1067, c; TFYK 956,30a; WHTK 343, la.
[35] CS 27, s.454.
[36] Chiou-Ch’üan’li An-nuo-p’an-t’uo’yu.
[37] CS 50, s.908; TC TC 159, s.4926 ayrıca s. 1643.
[38] CS 50 s.908.
 
Üst Alt