TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Gök-Türklerde en yüksek siyasi teşekkülün il (devlet) olduğu, bu devletin tarihinin kaynakları, Çin yıllıkları ve Türkçe Orhun Abideleri sayesinde açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Yani bugünkü anlamda devletin karşılığı olan il, “aile”den (oguş) başlayıp, sırasıyla aileler birliği (uruğ), boy (kabileler) birliğinden geçerek halklarının en gelişmiş ve son şekli olarak belirmektedir. Gök-Türk tarihinin başlangıcında, devletin kuruluşunu anlatan Çince tarihi kaynakta (Chou Shu 50. bölüm) devletin Kağanı Bumin, o sırada tabi olduğu Juan-juanlar’ı (Moğollar) bozguna uğrattıktan sonra, devlet karşılığı olan “il” ile hükümdarlık unvanı “kağan”ı birlikte zikretmiştir (İl Kağan devletin hükümdarı). Başka bir ifade ile artık bağımsız hale gelinmiş, yani il (devlet) olunmuştur. 552 yılında vuku bulan bu olaydan sonra ortada bir Gök-Türk Devleti söz konusudur[1]. Devlet mevcut olduğuna göre onun sistemi, bir teşkilatı, müesseseleri, hukuku da olmalıdır.
İslamiyet’ten önce ve sonra Orta Asya bozkır sahasında kurulmuş diğer Türk devletlerinde olduğu gibi, Gök-Türk Devleti de sosyal yapı açısından yukarıda belirttiğimiz birbirine bağlı halkalar zincirine sahipti[2]. Sosyal yapının çekirdeğini aile oluşturuyordu. Aileler birliğine urug denilmesine rağmen henüz bunun tam fonksiyonu anlaşılamamıştır. Bir sonraki halka boy aileler ve uruglar birliği idi; boyların başında beyler bulunurdu. Bir siyasi birliğe dahil olmuş boylara ok denirdi. Boyların da birliğine bodun denirdi ki; başında arazisinin genişliğine göre yabgu, şad, ilteber gibi idareciler bulunurdu.
Bilindiği gibi bir devletin (yani il’in) bağımsız olabilmesi için bazı şartlara sahip olması gerekmektedir. Bunlar siyasi istiklal, ülke, halk ve kanundur[3].
Gök-Türklerin, Moğol asıllı Juan-Juanlar’ı hezimete uğratmadan önce istiklallerini kazanma yolunda önemli adımlar attıklarını Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz.545 yılından önce Çin Seddinin kuzeyindeki ve Çin sınırlarının dışındaki pazarlarda ipek alışverişine vb. ticarete başlayan Bumin Kağan, Çin ile münasebet tesis etmek istemişti. Bunu karşılıksız bırakmak istemeyen Çin’deki Batı Wei İmparatoru, 545 yılında bir elçiyi Gök-Türk merkezine gönderdi. Kaynağın ifadesine göre, elçi vardığında Gök-Türkler sevinmişler ve birbirlerini tebrik ederek “Şimdi büyük ülkenin elçisi geldi, bundan dolayı bizim ülkemiz yükselecektir” demişlerdi[4]. Gök-Türklerin bu olaya sevinmesinin esas sebebi kendilerinin ilk defa siyasi varlık olarak tanınmaları dır. Yine aynı kaynağın ifadesine göre bu olaydan dolayı birbirlerini tebrik ediyorlardı.
Gök-Türklerin istiklallerini kazanışları, kaybedişleri, Orhun Abidelerinde oldukça önem verilerek anlatılmış, istiklalin kaybedilişinin millet için adeta bir ölüm, kazanılmasının ise yeniden diriliş olduğu, milletin bundan çok ders alması gerektiği önemle tavsiye edilmiştir[5]. 630-680 yıllan arasında devletin Çin esaretine düştüğü sırada birçok bağımsızlık hareketi meydana gelmiş, en sonunda 679′da başlayan isyan kıvılcımı, 682′de devletin yeniden istiklalini kazanmasına sebep olmuştur; Devlet tekrar istiklalini kazanınca, kağanlar, Çin’de kalmış Türk boylarını kurtarmak için olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Bu da Gök-Türk devletinde istiklale verilen önemi gösteren en önemli vesikalardandır[6].Bağımsız olan her devletin varlığını sürdürdüğü bir coğrafi mekana sahip olması gerektiği herkesçe malumdur. Ancak, eski Türk ilinde bu coğrafi mekan, yani ülke toprağa diğer çağdaşı devletlerde olduğu gibi hükümdarın serbestçe kullanabildiği bir arazi parçası değil, korumakla vazifeli olduğu ata yadigarı idi. Bu durum ve vatan sevgisi, Orhun Abidelerinde gayet açık bir şekilde anlatılmıştır.
Ayrıca merkez Ötüken kutsal sayılmıştır (Iduk Ötüken). Aslında Orhun Kitabeleri (Türk millerinin acı tatlı hatıralarının gelecek nesillere unutulmaması için taşa yazdırılıp dikilmesi), ancak, o toprakların ilelebet Türk vatanı olarak kalacağı düşüncesinin neticesi idi. Çin kaynakları Gök-Türk sınırlarını doğudan batıya 10 bin li (beş bin km’den fazla), güneyden kuzeye 5 bin li (iki bin beş yüz km’den fazla) olduğunu bildirmektedir[7].Ülke, hükümdarın şahsi malı gibi bir dominium olarak değil, benzeri sadece eski çağlarda Roma’da görülen İmperium düşüncesi ile yönetiliyordu.Gök-Türk Devletinde halkın (kün) şahsi hukukla donatılmış, iktisaden hür ve özel mülkiyete sahip olduğu görülür. Tarım arazisi üzerinde de özel mülkiyet geçerli oluyordu. II. Gök-Türk Devleti zamanında 698 yılında Kapgan, Çin’den bir sürü istekle bulunmuştu. Bunların arasında otuz bin ölçek tohumluk dan da vardı. Bu tohumluk darının halkın tarlalarında kullanılması için olduğu muhakkaktır. Diğer taraftan Bizans kaynağı Tactica da Gök Türklerin hür insanlar olduğunu zikretmektedir. Özel mülkiyet kişi hak ve hürriyetlerinin teminatı olduğundan, insan ona sahip olup kullandığı ölçüde hür olabilmektedir. Gök-Türklerde hürriyetin ne kadar önemli ve fazla olduğunu göz önüne alırsak, bu devletin çağdaşlarına göre insan hakları yönünden epey ileride olduğunu anlamış oluruz.
KÖLELİK YOKTU
Eski çağlarda ve diğer Gök-Türk çağdaşı kültürlerde, insanlar, yaşamak için gerekli enerjiyi (çekme ve taşıma gücünü)aralarındaki zayıf ve vasıfsız kişilerin kol kuvvetini çalıştırma suretiyle sağlıyorlardı. Asalak ve yerleşik köylü kültürde bunun başka çaresi yoktu.
Ekonomik açıdan hayvan yetiştiriciliğine, çobanlığa dayanan bozkır Gök Türk, kültüründe ise bu ihtiyaç, başta en yüksek adale gücüne sahip at olmak üzere hayvan gücü ile karşılanıyordu. Orman kavimlerinde ve yerleşik topluluklarda hakimiyeti ele geçiren gruplar zorbalık yolu ile kendilerine hiçbir siyasi ve mülki hak tanımadıkları mahkum kütleleri (Moğollarda çeşitli kölelik müesseseleri, Slav kavimlerinde meşhur köle ticareti, Mısır’da köle kütleleri, Çin’de enselerine boyunduruk vurularak çalıştırılanlar, Hindistan’da paryalar,eski Yunan’da Aristoteles’in ehli hayvan ve canlı alet dediği doğrudan mülk sayılan insanlar, Roma’da benzeri köleler), sınıf, kast cenderesine alarak cemiyet düzenini öyle devam ettirmek için asırlar boyunca türlü tedbirlere (özel kanunlara) başvururlarken, insanın kol kuvvetine ihtiyaç duyulmayan bozkır kültüründe özel mülkiyet ve hür çalışma sayesinde gelişen sosyal gelenekler, zamanla töre (anayasa) hükümleri halinde kesinlik kazanmıştı[8].
Gök-Türkçe vesikalarda 14 yerde kul tabiri geçmektedir. Ancak, bunlarda mülkten, haktan mahrum kimseler değil, bazı siyasi ve medeni haklardan yoksun olmak söz konusudur ve esirlik ifade edilmek istenmiştir Esirlik ve kölelik sosyal ve hukuki bakımdan farklıdır. Eski Yunan’da, Roma’da ve Moğollarda kölelerin yanında, fakat onlardan ayrı olarak esirler (özellikle savaş esirleri) de vardı. Öte taraftan köle kelimesi hiçbir Gök-Türkçe metinde geçmemektedir. Genel olarak herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşmasında üç faktör önemli rol oynamaktadır:1) Geniş araziye sahip olmak (ekonomik).2) Askeriliği meslek edinmek (idari-askeri).3) Ruhani (dini) zümreye mensup bulunmak.
Bu durum göz önüne alınarak, Gök Türk Devleti’ne baktığımızda şunları görürüz. Her şeyden önce Gök-Türklerde ziraatın çok az yer tutmasından dolayı toprak köleliği (servage) söz konusu olamaz. Eli silah tutan herkesin asker olduğu bozkır toplumunda, askerliğin ayrı bir meslek olduğu düşünülemez. Zaten, Gök-Türkleri anlatan Çin kaynakları Gök-Türk ordusundan bahsederken, çoğu kez asker kelimesi yerine kullanmıştır. Çünkü, herkesin asker sayılmasından dolayı ayırım yapmaya gerek duymamışlardır. Bozkır sahasında kurulmuş bütün diğer eski Türk devletleri gibi Gök Türk Devleti de siyasi ve askeri karakter taşıyor, dini karakter taşımıyordu.
Yazıtlarda geçen Kara-Bodun deyiminin asıl büyük kalabalık diye adlandırılması gerekmektedir. Yani büyük halk kütleleri ifade olunmak istenmiştir, kesinlikle sınıf farklığı söz konusu değildir[9].
Eski Türk devletlerinde bazı yüksek memuriyetlerin irsi olduğu bir zamanlar iddia edilmiş olsa da, kaynaklarda bunu doğrulayan bir kayda rastlanmamaktadır. Üstelik tayinlerin yapıldığını, Gök-Türk tarihini başlangıcından sonuna kadar takip ederek öğrenebiliyoruz. Kısacası Gök-Türklerde sınıflaşma veya sosyal tabakalaşma olduğuna dair kaynaklarda herhangi bir malumat yoktur[10].
Hatta daha da ileri giderek şunu diyebiliriz ki; devleti kuran ye başarılı yapan millet idi: “Türk bodun, illedik ilin… kaganladuk kaganın yitiru idmış = Türk milleti il yaptığı ilini… kagan yaptığı kaganım kaybedivermiş”. Halkın, devletin kuruluşuna katılışı ise: “babam (Üteriş) 17 er ile harekete geçti. Haberi işiten ormandakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler, 70 kişi, sonra 700 kişi oldular… kaganlığı atalarının törelerinde kurdular”[11].
İstiklalin, ülkenin ve halkın mevcut olduğu Gök Türk ülkesinde insan hayatını düzenleyen mutlaka bir kanunlar sistemi de olması gerekmektedir. Orhun Kitabeleri’nde bildirdiği üzere, Gök-Türk Devleti’ndeki kanunlar bütününe töre deniyordu. Kitabelerde töre kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun altısında il (devlet) deyimiyle birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de il ile alakası açıkça belirlidir. Bu da Gök-Türk Devletinin töreye (kanun) ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle devletin varlığı törenin varlığına sıkı sıkıya bağlı idi: “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler…”, “ey Türk bodunu devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi.”, “devletin töresini terk etmiş…”, “O (İlteriş), atalarının töresine göre bodunu (milletini) teşkilatlandırdı…”, “Töre gereğince amucam tahta oturdu…” [12]
Töre hükümleri değişik şartlar altında etkinliğini sürdürebilmek için değişebilirdi. Ancak, törenin bazı hükümleri kesinlikle değişmez idi: Bunlar könilik (adalet), uzluk (iyilik, faydalılık), tüzlük (eşitlik), kişilik (insanlık) idi. Diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Gök-Türk Devleti’ni de yerleşik ve kabilevi devletlerden ayıran başlıca özellikler şunlar idi: Velayet-i amme, özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık, hükümranlığın karizmatik oluşu, birleştiricilik, askeri karakter, dini tolerans, imperium telakkisi; töre (kanunilik), besicilik-çobanlık. Fakat, özellikle vurgulanması gereken nokta, Gök-Türk Devletini diğer kabile devletlerden ayıran en önemli özelliğin kamu hukukunun olmasıdır.
Öte taraftan Gök-Türk ilinde vatan anlayışının bir devlet felsefesi halinde geliştiğini görmekteyiz. Devlet, hükümdar yani kağandan önce gelmektedir. Bu sebepten bütün Gök-Türk yazıtlarında il (devlet) sözü kağandan önce zikredilmiştir. Devletin yıkılması ise Gök-Türkler için en büyük felaket olarak acı bir şekilde telakki ediliyordu.
Devlet Tanrı tarafından verilir, kağanın ve milletin durumu Tanrı tarafından yaşanır ve tayin edilirdi: il berigme Tengri (il veren Tanrı)”. Kötü kağanlar ile yolundan çıkmış Türk millerini, Tanrı zaman zaman cezalandırıyordu ve elinden alıyordu[13].
HÜKÜMDAR
Gök-Türklerde hükümdarlık, yani devlet başkanlığı kağanlık ile temsil edilmektedir. Devlet başkam da Kağan unvanı taşıyordu. Kaynaklardan anlaşıldığına göre otağ, örgin (taht), tuğ (kurt başlı sancak), davul (sorguç-köbrüge) ve yay hükümdarlık sembolleri idi. Yine diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Gök-Türklerde de bu unsurlar aynı fonksiyonu taşımaktadır. Gök-Türk Devleti’ne yönelik entrika faaliyetlerini sık süt: uygulama safhasına koydukları sırada, Çinliler destekledikleri Gök-Türk prenslerine birer kurt başlı sancak ve davul göndermişlerdir. Bu şekilde onları hükümdar olarak tanıdıklarını ifade etmek istemişlerdir. Kağan unvanının yanında sadece Tonyukuk yazıtında bir kere han unvanı kullanılmıştır.
Kağanı, konumuz açısından ele aldığımızda göze çarpan en önemli nokta, despotizma ile yönetilen eski bazı kültürlerde olduğu gibi milletin vazifesi ona bakmak değil, bilakis kağanın vazifesi millete bakıp, gözetmek, doyurmak, boyları bir arada tutmak ve düşmanlara karşı korumaktır. Aşağıdaki sözler onun millete karşı sorumlu olduğunu, hesap verdiğini gösteren en açık misallerindendir: “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı irade ettiği ve lütfettiği için ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip, kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler, başka kağanlı milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim.”[14]
Gök-Türklerde siyasi iktidar kut tabiri ile ifade olunuyordu. Milleti için gece gündüz çalışmayan kağan, milletine karşı vazifelerini yerine getiremediği için, kutunun Tanrı tarafından geri alındığı gerekçesiyle iktidardan düşünülürdü. 716 yılında İnel’in tahttan indirilmesi bu sebeple olmuştu.
Hükümranlık (erklik) karizmatik idi. Kağanlık, kişiye Tanrı tarafından verilirdi. Türk hükümdarı kanunları (töre) uygular, kendisi de uyar, fakat kanun yapamazdı. Kısacası başka milletlerde olduğu gibi mutlak hükümdar değildi[15]. Siyasi iktidarı Tanrı verdiği için, milli irade, insaf duygusundan kurtulmuştu. Kağanın icraatı millet tarafından meclis vasıtasıyla kontrol ediliyordu. Bilge Kağan’ın (716-734) ileri sürdüğü teklifler (Gök-Türk şehirlerinin etrafının surla çevrilmesi ve Budizm’in ülkede propaganda edilmesi) meclis tarafından kabul edilmemişti. Bu meclis kağanı meşrulaştırdığı gibi gerekçe göstererek reddedebiliyordu. Mesela, 581 yılında Ta-lo-pi-en’i annesi Türk olmadığı için kağan olarak tanımamış, yerine amcası İşbara’yı cesur ve kahraman olduğu için kağanlığa layık görerek, onu seçmişti[16].
Kağanların devleti çok sert idare etmeleri, kötü davranmaları, milletin isyanına sebep oluyordu. Çin kaynaklarına göre Gök-Türk kağanı Kapgan’ın halka kötü davranması yüzünden, Gök-Türk ülkesinde sık sık isyanlar çıkmış, nihayet bunlardan birinin bastırılması akabinde, Kapgan, ormana pusu kuran asi Bayırku boyunun reisi tarafından öldürülmüştü (716)[17]. Bu olay bir bakıma kendisine kötü davranan kağana karşı Gök-Türk halkının tepkisi idi.
Gök-Türk Kağanları da diğer Türk devletlerinin hükümdarları gibi unvanlar da almışlardı. Bunlar: “Büyük Kağan, Kutlug, Beğçor, Yüce Gökten Almış, Tanrıya Benzer, Gök Yaratmış, Türk Bilge Kagan,Gökte Doğmuş, Gök-Türkler’in ve Dünyanın Mukaddes Hükümdarı” idi[18].
Gök-Türk devletinde kağanın milletine karşı sorumlu olduğunu gösteren bir başka delil de yine Çin kaynaklarında kaydedilmiş olan tahta çıkma törenidir. Buna göre tören sırasında kağanın boğazı bir ipek ile sarılır, sonra sıkılıp bırakılarak kaç sene kağanlık yapacağı sorulur[19]. Kağan zor durumda kalarak kızarır, bozarır, söylediği sözler millet tarafından dikkatlice dinlenir, tasdik ve tahkik edilirdi. Aslında bundan önce devlet adamları onu bir keçe üzerinde oturturlar, güneş yönünde doğudan batıya doğru çevirirlerdi. Her çevirişte halkın hepsi onu eğilerek selamlardı.
Bir Türk’ün başarılı bir kağan olabilmesi için Tanrı tarafından kendisine verilmiş başlıca üç özelliği kendine toplaması gerekiyordu. Bunlar yarlıg, kut ve kısmet (ülüg) idi. Yarlıg, Tanrı adına verilen emir iken, sonraları değişerek Tanrı’nın bağışlaması anlamına gelmekte idi: “Tanrı yarlıg verdiği için 14 yaşında Tarduş milleti üzerine şad olarak oturdum. Amcam kağan ile birlikte Gök Irmak’a ve Şan-tung Ovası’na kadar akın yaptık.” İl (devlet) gibi, kağanlık da millete ait bir kurum idi: “Türk milleti illediği ilini elinden çıkarmış, kaganladığı kaganını kaybedivermiş…” “İllileri ilsiz kılmış; kaganlıları kagansız kılmış.” Diğer taraftan Tanrı’nın verdiği kut, yarlıg ve ülüg ile dünyanın bütün ülkelerini idare etmekle görevli Gök-Türk kaganları üniversal (cihanşümul) devlet anlayışına sahip idiler. Böyle bir devlet ve hükümdar anlayışı dünya hukuk tarihinde önemli yer tutmaktadır[20].
Gök-Türk hükümdarları hakkında yukarıda söylediklerimizi toparlarsak, Gök-Türk kağanının milletine karşı başlıca şu vazifeleri vardı:1) Ordusunun başında olmak.2) Halkı doyurup giydirmek.3) Halkı kondurup iskan ettirmek.4) Halkın kalbini kazanmak ve onun sevgi ve saygısına mazhar olmak. Öte yandan kağan olacak kişinin taşıması gereken en önemli özellikler; bilge, alp, doğru sözlü ve erdemli olması idi.
İslamiyet’ten önce ve sonra Orta Asya bozkır sahasında kurulmuş diğer Türk devletlerinde olduğu gibi, Gök-Türk Devleti de sosyal yapı açısından yukarıda belirttiğimiz birbirine bağlı halkalar zincirine sahipti[2]. Sosyal yapının çekirdeğini aile oluşturuyordu. Aileler birliğine urug denilmesine rağmen henüz bunun tam fonksiyonu anlaşılamamıştır. Bir sonraki halka boy aileler ve uruglar birliği idi; boyların başında beyler bulunurdu. Bir siyasi birliğe dahil olmuş boylara ok denirdi. Boyların da birliğine bodun denirdi ki; başında arazisinin genişliğine göre yabgu, şad, ilteber gibi idareciler bulunurdu.
Bilindiği gibi bir devletin (yani il’in) bağımsız olabilmesi için bazı şartlara sahip olması gerekmektedir. Bunlar siyasi istiklal, ülke, halk ve kanundur[3].
Gök-Türklerin, Moğol asıllı Juan-Juanlar’ı hezimete uğratmadan önce istiklallerini kazanma yolunda önemli adımlar attıklarını Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz.545 yılından önce Çin Seddinin kuzeyindeki ve Çin sınırlarının dışındaki pazarlarda ipek alışverişine vb. ticarete başlayan Bumin Kağan, Çin ile münasebet tesis etmek istemişti. Bunu karşılıksız bırakmak istemeyen Çin’deki Batı Wei İmparatoru, 545 yılında bir elçiyi Gök-Türk merkezine gönderdi. Kaynağın ifadesine göre, elçi vardığında Gök-Türkler sevinmişler ve birbirlerini tebrik ederek “Şimdi büyük ülkenin elçisi geldi, bundan dolayı bizim ülkemiz yükselecektir” demişlerdi[4]. Gök-Türklerin bu olaya sevinmesinin esas sebebi kendilerinin ilk defa siyasi varlık olarak tanınmaları dır. Yine aynı kaynağın ifadesine göre bu olaydan dolayı birbirlerini tebrik ediyorlardı.
Gök-Türklerin istiklallerini kazanışları, kaybedişleri, Orhun Abidelerinde oldukça önem verilerek anlatılmış, istiklalin kaybedilişinin millet için adeta bir ölüm, kazanılmasının ise yeniden diriliş olduğu, milletin bundan çok ders alması gerektiği önemle tavsiye edilmiştir[5]. 630-680 yıllan arasında devletin Çin esaretine düştüğü sırada birçok bağımsızlık hareketi meydana gelmiş, en sonunda 679′da başlayan isyan kıvılcımı, 682′de devletin yeniden istiklalini kazanmasına sebep olmuştur; Devlet tekrar istiklalini kazanınca, kağanlar, Çin’de kalmış Türk boylarını kurtarmak için olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Bu da Gök-Türk devletinde istiklale verilen önemi gösteren en önemli vesikalardandır[6].Bağımsız olan her devletin varlığını sürdürdüğü bir coğrafi mekana sahip olması gerektiği herkesçe malumdur. Ancak, eski Türk ilinde bu coğrafi mekan, yani ülke toprağa diğer çağdaşı devletlerde olduğu gibi hükümdarın serbestçe kullanabildiği bir arazi parçası değil, korumakla vazifeli olduğu ata yadigarı idi. Bu durum ve vatan sevgisi, Orhun Abidelerinde gayet açık bir şekilde anlatılmıştır.
Ayrıca merkez Ötüken kutsal sayılmıştır (Iduk Ötüken). Aslında Orhun Kitabeleri (Türk millerinin acı tatlı hatıralarının gelecek nesillere unutulmaması için taşa yazdırılıp dikilmesi), ancak, o toprakların ilelebet Türk vatanı olarak kalacağı düşüncesinin neticesi idi. Çin kaynakları Gök-Türk sınırlarını doğudan batıya 10 bin li (beş bin km’den fazla), güneyden kuzeye 5 bin li (iki bin beş yüz km’den fazla) olduğunu bildirmektedir[7].Ülke, hükümdarın şahsi malı gibi bir dominium olarak değil, benzeri sadece eski çağlarda Roma’da görülen İmperium düşüncesi ile yönetiliyordu.Gök-Türk Devletinde halkın (kün) şahsi hukukla donatılmış, iktisaden hür ve özel mülkiyete sahip olduğu görülür. Tarım arazisi üzerinde de özel mülkiyet geçerli oluyordu. II. Gök-Türk Devleti zamanında 698 yılında Kapgan, Çin’den bir sürü istekle bulunmuştu. Bunların arasında otuz bin ölçek tohumluk dan da vardı. Bu tohumluk darının halkın tarlalarında kullanılması için olduğu muhakkaktır. Diğer taraftan Bizans kaynağı Tactica da Gök Türklerin hür insanlar olduğunu zikretmektedir. Özel mülkiyet kişi hak ve hürriyetlerinin teminatı olduğundan, insan ona sahip olup kullandığı ölçüde hür olabilmektedir. Gök-Türklerde hürriyetin ne kadar önemli ve fazla olduğunu göz önüne alırsak, bu devletin çağdaşlarına göre insan hakları yönünden epey ileride olduğunu anlamış oluruz.
KÖLELİK YOKTU
Eski çağlarda ve diğer Gök-Türk çağdaşı kültürlerde, insanlar, yaşamak için gerekli enerjiyi (çekme ve taşıma gücünü)aralarındaki zayıf ve vasıfsız kişilerin kol kuvvetini çalıştırma suretiyle sağlıyorlardı. Asalak ve yerleşik köylü kültürde bunun başka çaresi yoktu.
Ekonomik açıdan hayvan yetiştiriciliğine, çobanlığa dayanan bozkır Gök Türk, kültüründe ise bu ihtiyaç, başta en yüksek adale gücüne sahip at olmak üzere hayvan gücü ile karşılanıyordu. Orman kavimlerinde ve yerleşik topluluklarda hakimiyeti ele geçiren gruplar zorbalık yolu ile kendilerine hiçbir siyasi ve mülki hak tanımadıkları mahkum kütleleri (Moğollarda çeşitli kölelik müesseseleri, Slav kavimlerinde meşhur köle ticareti, Mısır’da köle kütleleri, Çin’de enselerine boyunduruk vurularak çalıştırılanlar, Hindistan’da paryalar,eski Yunan’da Aristoteles’in ehli hayvan ve canlı alet dediği doğrudan mülk sayılan insanlar, Roma’da benzeri köleler), sınıf, kast cenderesine alarak cemiyet düzenini öyle devam ettirmek için asırlar boyunca türlü tedbirlere (özel kanunlara) başvururlarken, insanın kol kuvvetine ihtiyaç duyulmayan bozkır kültüründe özel mülkiyet ve hür çalışma sayesinde gelişen sosyal gelenekler, zamanla töre (anayasa) hükümleri halinde kesinlik kazanmıştı[8].
Gök-Türkçe vesikalarda 14 yerde kul tabiri geçmektedir. Ancak, bunlarda mülkten, haktan mahrum kimseler değil, bazı siyasi ve medeni haklardan yoksun olmak söz konusudur ve esirlik ifade edilmek istenmiştir Esirlik ve kölelik sosyal ve hukuki bakımdan farklıdır. Eski Yunan’da, Roma’da ve Moğollarda kölelerin yanında, fakat onlardan ayrı olarak esirler (özellikle savaş esirleri) de vardı. Öte taraftan köle kelimesi hiçbir Gök-Türkçe metinde geçmemektedir. Genel olarak herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşmasında üç faktör önemli rol oynamaktadır:1) Geniş araziye sahip olmak (ekonomik).2) Askeriliği meslek edinmek (idari-askeri).3) Ruhani (dini) zümreye mensup bulunmak.
Bu durum göz önüne alınarak, Gök Türk Devleti’ne baktığımızda şunları görürüz. Her şeyden önce Gök-Türklerde ziraatın çok az yer tutmasından dolayı toprak köleliği (servage) söz konusu olamaz. Eli silah tutan herkesin asker olduğu bozkır toplumunda, askerliğin ayrı bir meslek olduğu düşünülemez. Zaten, Gök-Türkleri anlatan Çin kaynakları Gök-Türk ordusundan bahsederken, çoğu kez asker kelimesi yerine kullanmıştır. Çünkü, herkesin asker sayılmasından dolayı ayırım yapmaya gerek duymamışlardır. Bozkır sahasında kurulmuş bütün diğer eski Türk devletleri gibi Gök Türk Devleti de siyasi ve askeri karakter taşıyor, dini karakter taşımıyordu.
Yazıtlarda geçen Kara-Bodun deyiminin asıl büyük kalabalık diye adlandırılması gerekmektedir. Yani büyük halk kütleleri ifade olunmak istenmiştir, kesinlikle sınıf farklığı söz konusu değildir[9].
Eski Türk devletlerinde bazı yüksek memuriyetlerin irsi olduğu bir zamanlar iddia edilmiş olsa da, kaynaklarda bunu doğrulayan bir kayda rastlanmamaktadır. Üstelik tayinlerin yapıldığını, Gök-Türk tarihini başlangıcından sonuna kadar takip ederek öğrenebiliyoruz. Kısacası Gök-Türklerde sınıflaşma veya sosyal tabakalaşma olduğuna dair kaynaklarda herhangi bir malumat yoktur[10].
Hatta daha da ileri giderek şunu diyebiliriz ki; devleti kuran ye başarılı yapan millet idi: “Türk bodun, illedik ilin… kaganladuk kaganın yitiru idmış = Türk milleti il yaptığı ilini… kagan yaptığı kaganım kaybedivermiş”. Halkın, devletin kuruluşuna katılışı ise: “babam (Üteriş) 17 er ile harekete geçti. Haberi işiten ormandakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler, 70 kişi, sonra 700 kişi oldular… kaganlığı atalarının törelerinde kurdular”[11].
İstiklalin, ülkenin ve halkın mevcut olduğu Gök Türk ülkesinde insan hayatını düzenleyen mutlaka bir kanunlar sistemi de olması gerekmektedir. Orhun Kitabeleri’nde bildirdiği üzere, Gök-Türk Devleti’ndeki kanunlar bütününe töre deniyordu. Kitabelerde töre kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun altısında il (devlet) deyimiyle birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de il ile alakası açıkça belirlidir. Bu da Gök-Türk Devletinin töreye (kanun) ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle devletin varlığı törenin varlığına sıkı sıkıya bağlı idi: “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler…”, “ey Türk bodunu devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi.”, “devletin töresini terk etmiş…”, “O (İlteriş), atalarının töresine göre bodunu (milletini) teşkilatlandırdı…”, “Töre gereğince amucam tahta oturdu…” [12]
Töre hükümleri değişik şartlar altında etkinliğini sürdürebilmek için değişebilirdi. Ancak, törenin bazı hükümleri kesinlikle değişmez idi: Bunlar könilik (adalet), uzluk (iyilik, faydalılık), tüzlük (eşitlik), kişilik (insanlık) idi. Diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Gök-Türk Devleti’ni de yerleşik ve kabilevi devletlerden ayıran başlıca özellikler şunlar idi: Velayet-i amme, özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık, hükümranlığın karizmatik oluşu, birleştiricilik, askeri karakter, dini tolerans, imperium telakkisi; töre (kanunilik), besicilik-çobanlık. Fakat, özellikle vurgulanması gereken nokta, Gök-Türk Devletini diğer kabile devletlerden ayıran en önemli özelliğin kamu hukukunun olmasıdır.
Öte taraftan Gök-Türk ilinde vatan anlayışının bir devlet felsefesi halinde geliştiğini görmekteyiz. Devlet, hükümdar yani kağandan önce gelmektedir. Bu sebepten bütün Gök-Türk yazıtlarında il (devlet) sözü kağandan önce zikredilmiştir. Devletin yıkılması ise Gök-Türkler için en büyük felaket olarak acı bir şekilde telakki ediliyordu.
Devlet Tanrı tarafından verilir, kağanın ve milletin durumu Tanrı tarafından yaşanır ve tayin edilirdi: il berigme Tengri (il veren Tanrı)”. Kötü kağanlar ile yolundan çıkmış Türk millerini, Tanrı zaman zaman cezalandırıyordu ve elinden alıyordu[13].
HÜKÜMDAR
Gök-Türklerde hükümdarlık, yani devlet başkanlığı kağanlık ile temsil edilmektedir. Devlet başkam da Kağan unvanı taşıyordu. Kaynaklardan anlaşıldığına göre otağ, örgin (taht), tuğ (kurt başlı sancak), davul (sorguç-köbrüge) ve yay hükümdarlık sembolleri idi. Yine diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Gök-Türklerde de bu unsurlar aynı fonksiyonu taşımaktadır. Gök-Türk Devleti’ne yönelik entrika faaliyetlerini sık süt: uygulama safhasına koydukları sırada, Çinliler destekledikleri Gök-Türk prenslerine birer kurt başlı sancak ve davul göndermişlerdir. Bu şekilde onları hükümdar olarak tanıdıklarını ifade etmek istemişlerdir. Kağan unvanının yanında sadece Tonyukuk yazıtında bir kere han unvanı kullanılmıştır.
Kağanı, konumuz açısından ele aldığımızda göze çarpan en önemli nokta, despotizma ile yönetilen eski bazı kültürlerde olduğu gibi milletin vazifesi ona bakmak değil, bilakis kağanın vazifesi millete bakıp, gözetmek, doyurmak, boyları bir arada tutmak ve düşmanlara karşı korumaktır. Aşağıdaki sözler onun millete karşı sorumlu olduğunu, hesap verdiğini gösteren en açık misallerindendir: “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı irade ettiği ve lütfettiği için ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip, kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler, başka kağanlı milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim.”[14]
Gök-Türklerde siyasi iktidar kut tabiri ile ifade olunuyordu. Milleti için gece gündüz çalışmayan kağan, milletine karşı vazifelerini yerine getiremediği için, kutunun Tanrı tarafından geri alındığı gerekçesiyle iktidardan düşünülürdü. 716 yılında İnel’in tahttan indirilmesi bu sebeple olmuştu.
Hükümranlık (erklik) karizmatik idi. Kağanlık, kişiye Tanrı tarafından verilirdi. Türk hükümdarı kanunları (töre) uygular, kendisi de uyar, fakat kanun yapamazdı. Kısacası başka milletlerde olduğu gibi mutlak hükümdar değildi[15]. Siyasi iktidarı Tanrı verdiği için, milli irade, insaf duygusundan kurtulmuştu. Kağanın icraatı millet tarafından meclis vasıtasıyla kontrol ediliyordu. Bilge Kağan’ın (716-734) ileri sürdüğü teklifler (Gök-Türk şehirlerinin etrafının surla çevrilmesi ve Budizm’in ülkede propaganda edilmesi) meclis tarafından kabul edilmemişti. Bu meclis kağanı meşrulaştırdığı gibi gerekçe göstererek reddedebiliyordu. Mesela, 581 yılında Ta-lo-pi-en’i annesi Türk olmadığı için kağan olarak tanımamış, yerine amcası İşbara’yı cesur ve kahraman olduğu için kağanlığa layık görerek, onu seçmişti[16].
Kağanların devleti çok sert idare etmeleri, kötü davranmaları, milletin isyanına sebep oluyordu. Çin kaynaklarına göre Gök-Türk kağanı Kapgan’ın halka kötü davranması yüzünden, Gök-Türk ülkesinde sık sık isyanlar çıkmış, nihayet bunlardan birinin bastırılması akabinde, Kapgan, ormana pusu kuran asi Bayırku boyunun reisi tarafından öldürülmüştü (716)[17]. Bu olay bir bakıma kendisine kötü davranan kağana karşı Gök-Türk halkının tepkisi idi.
Gök-Türk Kağanları da diğer Türk devletlerinin hükümdarları gibi unvanlar da almışlardı. Bunlar: “Büyük Kağan, Kutlug, Beğçor, Yüce Gökten Almış, Tanrıya Benzer, Gök Yaratmış, Türk Bilge Kagan,Gökte Doğmuş, Gök-Türkler’in ve Dünyanın Mukaddes Hükümdarı” idi[18].
Gök-Türk devletinde kağanın milletine karşı sorumlu olduğunu gösteren bir başka delil de yine Çin kaynaklarında kaydedilmiş olan tahta çıkma törenidir. Buna göre tören sırasında kağanın boğazı bir ipek ile sarılır, sonra sıkılıp bırakılarak kaç sene kağanlık yapacağı sorulur[19]. Kağan zor durumda kalarak kızarır, bozarır, söylediği sözler millet tarafından dikkatlice dinlenir, tasdik ve tahkik edilirdi. Aslında bundan önce devlet adamları onu bir keçe üzerinde oturturlar, güneş yönünde doğudan batıya doğru çevirirlerdi. Her çevirişte halkın hepsi onu eğilerek selamlardı.
Bir Türk’ün başarılı bir kağan olabilmesi için Tanrı tarafından kendisine verilmiş başlıca üç özelliği kendine toplaması gerekiyordu. Bunlar yarlıg, kut ve kısmet (ülüg) idi. Yarlıg, Tanrı adına verilen emir iken, sonraları değişerek Tanrı’nın bağışlaması anlamına gelmekte idi: “Tanrı yarlıg verdiği için 14 yaşında Tarduş milleti üzerine şad olarak oturdum. Amcam kağan ile birlikte Gök Irmak’a ve Şan-tung Ovası’na kadar akın yaptık.” İl (devlet) gibi, kağanlık da millete ait bir kurum idi: “Türk milleti illediği ilini elinden çıkarmış, kaganladığı kaganını kaybedivermiş…” “İllileri ilsiz kılmış; kaganlıları kagansız kılmış.” Diğer taraftan Tanrı’nın verdiği kut, yarlıg ve ülüg ile dünyanın bütün ülkelerini idare etmekle görevli Gök-Türk kaganları üniversal (cihanşümul) devlet anlayışına sahip idiler. Böyle bir devlet ve hükümdar anlayışı dünya hukuk tarihinde önemli yer tutmaktadır[20].
Gök-Türk hükümdarları hakkında yukarıda söylediklerimizi toparlarsak, Gök-Türk kağanının milletine karşı başlıca şu vazifeleri vardı:1) Ordusunun başında olmak.2) Halkı doyurup giydirmek.3) Halkı kondurup iskan ettirmek.4) Halkın kalbini kazanmak ve onun sevgi ve saygısına mazhar olmak. Öte yandan kağan olacak kişinin taşıması gereken en önemli özellikler; bilge, alp, doğru sözlü ve erdemli olması idi.