Gönlümüzün Gülü ..

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Gönlümüzün Gülü ..



Bütün türleriyle ayrı ayrı güzelliklere tercüman olacak şekilde yaratılmış çiçekler arasında ‘gül’e gösterilen alâka ve sevgi bambaşkadır Farsçada çiçek mânâsına gelen ‘gul, gol’ kelimelerinden dilimize bu nadide çiçeğin adı, ‘gül’ olarak inceltilerek geçmiştir
Tarihin ilk devirlerinden bu yana gül, el üstünde tutulmuş; gerek tezyinat ve ıtriyatta (süsleme ve kozmetik), gerekse edebiyatımızda vazgeçilmez bir unsur olmuştur
Ünlü tarihçi Herodot’a göre, Kral Midas, Perslere yenildikten sonra ülkesini terk edip Makedonya’ya göçerken güllerini de beraberinde götürmüş ve Makedonya’da yeni gül bahçeleri kurmuştur Yine, Romalılar zamanında İmparator Neron’un ziyafetlerde çok miktarda gül kullandığı ve misafirlerinin altına gülden yapılmış döşekler serdiği rivayet edilmektedir
Avrupa’da çiçeklerin kraliçesi olarak kabul edilen gül, Osmanlı saraylarının da olmazsa olmaz çiçeklerindendi Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan o zamanki adıyla Yeni Saray, şimdiki adıyla Topkapı Sarayı Külliyesi’ni kuzey, batı ve doğu yönünden çevreleyen Hasbahçe bölümünde, saray mutfaklarının ihtiyaçlarını karşılamak gâyesiyle kırmızı gül ve sakız gülü yetiştirilirdi Bu bölgeye verilen Gülhâne ismi bu gül bahçelerinden ötürüdür
Osmanlı döneminde Erzurum ve Van gibi Anadolu şehirlerinde gül bahçeleri ünlü idi İçerisindeki gül bahçeleri sebebiyle bugünkü Kırşehir, “Gülşehri” adını taşıyordu
Sarıyer civarında Güldere’nin bulunduğu vadi, gül bahçelerinin bolluğu sebebiyle Güller Vadisi olarak tanınmıştı İstanbul halkı buraya; dinlenmek, gül kokusunu duymak ve bülbül sesleri arasında gezinti yapmak için giderdi
19 yy’da Eyüp bostanlarında okka gülü yetiştiriliyordu Halk, reçel ve şurup yapmak için burada kurulan gül pazarına geliyordu Gülcülük, güzel sanatlardan biri olarak kabul ediliyordu
Bu dönemde yirmi beş kadar süs gülü çeşidi bulunuyordu Acem, beyaz, frenk, hafız, kan, kayısı, misk, muska, sakız, şam, yediveren vs
Güllere koku, renk veya kullanılış gâyelerine uygun olarak bir kısmına Türkçe; sarı gül, pembe gül, misk gülü, sakız gülü, yağ gülü, çit gibi isimler verilmiştir Tezyinat güllerine ise genellikle Arapça ve Farsça isimler veriliyordu Arapçada gül mânâsına gelen ‘verd’ kelimesi bizde de kullanılmıştır Gül-i zîbâ (süslü gül), verd-i ebyaz (beyaz gül), verd-i hândân (gülen gül), verd-i Muhammedî (Peygamber gülü) vs
Güller gün doğmadan evvel veya akşam serinliğinde toplanır, aynı gün kaynatılarak işlenmeye başlanırdı
Itriyat sahasında ise gül, kokusu ve yağı için kullanılmıştır Gül yağı, Osmanlı’da halk arasında önemli bir koku maddesiydi Gül yağı, küçük bir şişede, yelek içinde veya kuşak arasında taşınır, “Gül Muhammed’in (sas) teridir” inancıyla saç ve sakala sürülürdü
Gül yağı elde edilirken oluşan gül suyu, yan üründür Gül suyu “gülâbdân” denen özel bir ibriğe konurdu Bakırdan, camdan, gümüş kakmalı gülâbdânlar, özellikle dinî toplantılarda ve mevlitlerde gelenlere gül suyu dağıtmak için kullanılmıştır
Gül suyu ile ilgili en eski bilgi İbn-i Batuta’nın Seyahatname’sindedir Evliya Çelebi ise Edirne’de elde edilen gül suyunun bakır kazanlar içinde İstanbul’a getirildiğini ve satışı ile Edirneli hatunların ilgilendiğini yazar
Gülden gül suyu ve gül yağı dışında, güllaç (güllü aş), bir çeşit gül reçeli olan gülbeşeker, celencebin (gülbalı), güllâbiye, gül mayası, gül şerbeti, gül şurubu, gül reçeli gibi tatlı ve içecekler hazırlanırdı Bunların yapımında bilhassa kuvvetli kokusu olan kırmızı çiçekli okka gülü veya Şam gülü kullanılmıştır
Osmanlı döneminde gül Kur’ân-ı Kerim, dua kitabı, fermanlar, cilt kapakları, ağaç eşya ve mezar taşları üzerinde lâle ile birlikte süsleme motifi olarak sıkça tercih edilmiştir
Divan edebiyatında “gülden” bahsetmeyen şair yok gibidir Divan şairleri, şiirlerinde gül ile ilgili en ince hususları dahi göz ardı etmemiştir
Divan edebiyatında gülün ortaya çıkışıyla ilgili birçok rivayet vardır Folklora en çok konu olan rivayet şudur: Gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş Bülbül güle âşıkmış Gül, kendisi için yanıp tutuşan bülbüle hiç yüz vermiyormuş Bu duruma dayanamayan bülbül gidip gülün dalına konuvermiş Dikenler bülbülün gövdesine batınca akan kanlar gülün dibine dökülmüş ve kanlar gülün köklerinden damarlarına sirayet etmiş Böylelikle gül, o günden sonra kırmızı açmaya başlamış Utanan kişinin yüzünün kızarıp gül rengini alması dolayısıyla gül daima utangaç ve haya sahibi olarak ele alınır Âşığın göz yaşları da gül renginde akar
Divan şiirinde gül, mecâzî olarak “sevgili” mânasında kullanılmıştır Gül-bülbül aşkı dillere destandır Gül, bülbülün sevgilisidir Bülbülle gül hiçbir zaman bir araya gelemez Çünkü, gül, bülbüle karşılık vermez, hattâ bülbülün feryat etmesi, gülden karşılık bulamadığı içindir Şair bunu şöyle dile getirir:
“Gel, gül, dedi, bülbül güle; gül, gülmedi gitti
Gül, bülbüle; bülbül, güle yâr olmadı gitti”
“Diken ise âşığın rakibidir Ancak gül ile diken, iyilik ile kötülük kolay ile zor, dost ile düşman vs zıtlıkların timsalidir” Şair, dikeni menzile ulaşmada aşılması gereken engelin veya cefa çekmeden sefânın olamayacağını vurgulamak için kullanır
Gül, nârindir; elden ele dolaşınca çabuk solar Gül, çekicidir ve geçicidir Bu yönüyle dünyanın çekiciliğine ve geçiciliğine benzetilir

Gül,
Cennet çiçeği olarak kabul edilir Hz İbrahim (as) ateşe atılınca Allah’ın (cc) lütfuyla ateş, gül bahçesine dönüşmüştür inancı, gülün değerine değer katmaktadır
Gülün, Anadolu insanının nezdinde de özel yeri vardır Nihat Sami Banarlı bir hatırasını şöyle nakletmektedir:
“Doğu Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden İstanbul’a, Ankara’ya ve başka büyük şehirlere akın eden halkımız var Bunlar ailece gelip apartmanlarda kapıcılık, iç hizmetleri ve başka işler yapıyorlar
Adlarını öğreniyorum Bilhassa kadın adları dikkatimizi çekiyor: Gül, Gönlügül, Yazgülü, Gülşah, Güldalı, Güldâne, Gülizâr, Kırgülü, Gülbeyaz hattâ erkek adı olarak da bazen: Gülbey
Bu güllü isimlerin, bu Anadolu’muzu gül bahçelerine çeviren güzel adların, bu derece ısrarla niçin konulduklarını ben biliyorum Ama yine bilmezlikten gelerek soruyorum:
- Sizin oralarda gül bahçeleri çok olmalı Köy evlerinin bahçelerinde çok mu çiçek yetiştirirsiniz?
Adı, Güldalı olan kadın cevap veriyor:
- Hayır beğ, bizim oralarda çiçek bahçesi ne gezer? Biz toprağı tarla diye kullanırız
- Peki kızlarınıza bu kadar çok ve bu kadar güzel gül adlarını yoksa “gül”e hasret duyduğunuz için mi koyuyorsunuz?
- Hayır beğ, bizim hasret duyduğumuz başkadır Bizim oralarda inanılır ki gül, Hz Muhammed’in (sas) remzidir
Remz kelimesini de biliyordu Verdiği cevap, aslında benim beklediğim cevaptı İslâm dünyasında, bilhassa Müslüman Türkler arasında on dört asırdan beri, tam bir gönül temizliğiyle ve büyük aşkla sevilen bu büyük Peygamber’e (sas) alem olduğunu ve bilhassa Anadolu halkının, gül adını bunun için koyduklarını nice şehirlilerimiz bilemez; ama köylümüz bilir”
Tasavvuf edebiyatımızda gül, Hz Peygamber’dir (sas), sevgilidir Özellikle kırmızı gül denince akla Hz Peygamber (sas) gelir Rivayet odur ki, Mi’rac Gecesi, Hz Peygamber’in (sas) mübarek vücudunda oluşan terler, yeryüzüne düşünce kırmızı gül bitivermiştir
Yunus Emre ne güzel dile getirmiş:
Gül Muhammed deridür, bülbül onun yâridür
Ol gül ile ezeli cihana bile geldüm
Mevlid Kandili’nde Müslümanların birbirine kırmızı gül hediye etmesinin altında tamamen “Gül, Muhammed’in (sas) teridir” anlayışı yatmaktadır
Eskiden çeşme başlarına yazılan Su Kasidesi’nde Fuzûlî, Hz Peygamber’in (sas) güzel yüzünün, güllerin en güzeli olduğunu söylemektedir:
Suya virsün bağ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâre su
(Bahçıvan boşuna zahmet çekmesin; gül bahçesini sele versin Çünkü bin tane gül bahçesini sulasa, senin yüzün gibi bir gül açılmaz, bir gül yetiştiremez)
Gül, çok kıymetlidir Anadolu ve insanlık güle hasrettir Çünkü gül açılınca bahar gelir Dünya ve ukbaya bahar getirecek olan gül, Hz Peygamber’dir (sas)
_______________
Kaynaklar
- Prof Dr Turhan Baytop, Türkiye’deki Eski Bahçe Gülleri, s4, Kültür Bakanlığı, Ankara 2001
- Prof Dr İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s 208, Akçağ Yayınları, Ankara 1995
- Nihat Sami Banarlı, Türkçe’nin Sırları, s186, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 1975
Melek ALTUN
 
Üst Alt