Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Sultanın sarayında birgün Çin ressamları: "Biz, Türk ressamlarından daha ileri, daha hünerliyiz
" diye bir iddiada bulunurlar
Buna karşılık Türk ressamları: Hayır, biz daha üstünüz
Bizim hünerimiz daha ileridir" diyerek bu iddiaya karşı gelirler
Bunu işiten sultan, ressamları imtihan etmeye karar verir
Her iki memleketin ressamları hazırlanır, birbirine nazır iki ayrı odaya çekilirler
Çin ressamları, kendilerine ayrılan odanın duvarlarını renk renk resimlerle donatırlar
Türk ressamları ise odanın karşısına gelen kendi odalarının duvarlarını sadece cilalar, ayna gibi parlatırlar
Öyle ki, Çin ressamlarının yaptıkları resimler, Türk ressamlarının odalarının duvarına daha parlak bir görünüşle aksetmektedir
Sultan, önce Çin ressamlarının odasına girer, resimleri beğenir
Sonra da Türk ressamlarının odasına girince, aynı resimleri daha parlak, daha güzel görür ve Türk ressamlarını takdîr eder
Böylece Türk ressamları, hiçbir resim yapmadan, sadece Çin ressamlarının eserlerini binbir hünerle cilaladıkları duvarda aksettirdikleri için daha hünerli sayılırlar
MESNEVİ: "Sofiler, Türk ressamları gibidirler
Onların, ezberlenecek dersleri, kitapları yoktur
Yani zahiri ilimlerin muhtevası içinde sıkışıp kalmaz, onu aşarlar
) buyurur: "Benden sonraki ümmetinı hakkında üç şeyden korkarım: 1
Heva ve hevesat sapıklığından, 2
Mide ve kadın şehvetine uymaktan, 3
İlimden sonra gaflete düşmekten
" * İlim kitabîdır
İrfan ise onun kamil ve şahsîleşmiş şeklidir
Bu sebeple ilmi irfan haline getirmeyenler, sığ ve kuru kalabilme tehlikesindedir
Kainat, gönül gözü ile seyredildiğinde, ince gayeler ve nazenin hikmetlerin cümbüşü olduğu açıktır
Alemin bir ibretler meşheri (sergisi) olduğu kavranır
Her haliyle bu dünya, imtihan havası dolu bir îman dershanesidir
İlahî terbiye ve idarenin hakim olduğu bu alemde, abeslerin çalkantıları içinde, nezih vasfini ziyan edenler, hakîki saadet mahrumları ve hayat öksüzleridir
Şehevatın girdapları içinde çukurlaşıp kaybolurlar
Ahiretin zarurî zuhur ve hakîkatini bildirmek için ALLAH (c
c
) buyurur: "Hayır
Bilecekler, sonra muhakkak öğrenecekler
" Peygamber göndermek, onların diliyle, ilmiyle, irşad ve ahlakıyla beşeriyyeti kemale erdirmek gibi tecellîler, hep ilahî lütuf ve ikramların tezahürleridir
İnsan, bir kendine, bir de muhîtine alıcı ve idrak edici gözle bakınca, derhal kavrar ki; "" Akibetin; düşünen her idrak sahibi kolayca anlar ki; sonsuz isteklere, zevk ü safalara, gelgeç fanî sevdalara bir sınır çizmek, muhabbetleri ilahî maksada yönlendirmek, yaratılış gayesinin zaruretidir
Cami' ve tekkelerin levhalarındaki "HOŞ GÖR YA HU", "BU DA GEÇER YA HU", "EDEB YA HU" nihayet "HİÇ" lafızları ne müthiş haîkat sinyalleri ve ihtar talimatlarıdır
''Okumadan teşekkür edenlere gül verenlere şimdiden teşekkür ederim''Bakalım kaç kişi görecek bu teşekkür yazımı Hz
Peygamber (s
a
) buyurur: "Eğer ALLAH (c
c
)'dan gereği gibi korkarsanız, gerçek bir bilgi ile eşyayı tanımaya başlarsınız
Eğer ALLAH (c
c
)'ı gereği gibi tanırsanız, dualarınız ile dağlar yerinden oynar
" İmamı Gazali Hazretleri ilmin zirvesinde iken kendini anlatır: "Aklî ve şer'î ilimlerle iştigaldeydim
Çok talebelerim vardı
Halimi düşündüm
Gördüm ki, çeşitli iptilalar ile sarılmışım
İlimdeki niyetimi düşündüm
Halis ALLAH (c
c
) rızası için olmayıp, makam sevdaları ve şöhretlerle karışık buldum
Yakînen anladımki, helak sahilindeyim
Uçurumun kenarındayım
Kendi kendime: "Hadi çabuk ol, ömründen çok az kaldı
Kazandığın ilim hakîkate geçmez ise, bir aldatmacadan ibarettir
Şimdi gereksiz alakaları kesmez, engelleri kaldırmaz isen sonun ne olacak?" dedim
O zaman bir hal oldu
Dünya ve dünyacılardan kaçmak, dünya arzuları ve Ahiret isteği arasında hayret vadisinde altı ay şaşkın, inler ve ağlar halde kaldım
Kalbim muzdarib oldu
Aczimi gördüm ve anladım
İhtiyarınını bütün sükütunu ve düşüşünü seyrettim
Devasız derde, çaresiz hastalığa duçar olan bir kimse gibi ALLAH (c
c
)'a yanarak, yalvararak ve sızlanarak iltica ve tazarruda bulundum
Nihayet, Neml Suresi Ayet 62'de mealen: "Muzdar olan (sıkıntıya düşen) kimse dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip fenalığı kaldıran
" buyurulduğu gibi, ALLAH (c
c
) duamı kabul buyurup kalbimi uyandırdı
İçimdeki mal, makam arzusu kaldırıldı
Hepsine yüz çevirdim
Zikir, uzlet, halvet, mücahede, riyazet, nefsin tezkiyesi ve ahlakın mükemmelleşmesi ile meşgul oldum, îlmi yakîn ile bildim ki, ALLAH (c
c
)' a kavuşanlar ve hidayet yolunun yolcusu olanlar, bilhassa tasavvuf ehli olan büyüklerdir
En güzel sîret ve ahlak onlardadır
Zîra onların zahir ve batınındaki haller, peygamberlik nürundan alınmıştır
Yeryüzünde peygamberlik nürunun ötesinde bir nur yoktur
Resulullah (s
a
): "İçine nur giren kalp açılır ve genişler
" buyurur
"Bunun alameti nedir?" diye sorulunca: "Fani dünyadan uzaklaşmak, ebedî olan ahiret yurduna gönül vermek ve gelmeden evvel ölüme hazırlanmaktır
" buyururlar
Sahabîden Harise (r
a
): "Dünyanın nefsanî arzularından el etek çekince, gündüzlerim susuz, gecelerim uykusuz hale geldi
Rabbimin arşını açıkça görür gibi oldum
Birbirini ziyaret eden cennet ehli ile yekdiğerine düşman kesilen cehennem ehlini görür gibiyim
" demiştir
Sehl B
Abdulah (k
a
) a: "Süfî kimdir?" diye sorulunca:
"Kalbi ALLAH (c c
) ile dolan, kaderi safa haline getiren, altın ile toprağı eşit gören zattır