ceylannur
Yeni Üyemiz
Gözlerimizi yıkamalı başka türlü bakmalı
Efendimiz Ömer'e diyordu ki: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça iman etmiş sayılmazsın!".
Ayet de diyordu ki:"İman edenler ALLAH'ı daha şiddetle sever!".
Bilindiği
gibi aşk kelimesinin bir anlamı da " sevgide ölçüyü aşmak, sınırın
ötesine geçmek" demektir. Her aşk, sevginin dozu çoğaltılmış
drajeleridir. Bu yüzden her sevgi aşka olamaz; ama aşk mutlaka
damıtılmış sevgidir.
Arifler katında aşka düşen kişinin dört hali vardır:
Kabz (tutukluk, sıkıştırılmışlık hissi ve hesaba çekme),
bast ( açıklık; zihnin açık, gönlün şen olması),
sekr ( sarhoşluk, kayıtlardan ve alakalardan kurtulup yalnızca sevgi ile oluş, onda kendini yitiriş hali)
ve sahv (ayıklık, kendinden geçen aşığın yeniden kendine gelmesi).
Âşık
kabz halindeyken bir türlü davranır, bast halindeyken bir türlü. Sekr
halindeyken bir türlü konuşur da, sahv halinde belki konuşmayı bile
istemez.
Aşkın en aşkın ve taşkın hali sekrdir. Sekr halinde
âşık ne yaptığını da ne söylediğini de bilmez. Burada bilinçsizlik
değil, iradesizlik söz konusudur. Belki önce kâmil, ardından vasl ve
nihayet fani olmuş bir aşığın özle ve özenilesi hali söz konusudur.
İşte bu yüzden sekr halindeki aşığa yaptıklarından ve söylediklerinden
dolayı sorgu sual caiz olmaz. Sarhoşa yalpalama denilebilir mi? Belki
neden içki içip sarhoş oldun, denilebilir. Çünkü sarhoş olduktan sonra
kişi kendine hâkim değildir. Bilakis aşk ona hâkimdir. Aşkın hâkimiyeti
insanı sekre sürüklediği gibi, irade de aşkı giderip kişiyi sahv haline
döndürür. Aşk sekr halindeyken ağızdan çıkan şath (şathiye, paradoksal
söylemler, görünüşte küfür ve saçmalık gibi görünen ama yorumlandığı
vakit derin anlamları olan sözler) yüzünden sorguya çekilemeyeceği gibi
sahv halinde iken de bu söylediğini yalanlamaz. Çünkü bunlar aşığı
değil bizzat aşkın çıkarımları, sevgide aşırı gitmenin sonuçlarıdır.
Öyle
ki bu ileri gidiş, aşığı maşukta kaybeder, seven ile seveni
aynileştirir. Seven kendisini sevilende yok edince sevilenin kimliğine
bürünür. İşte Hallac'ın " Enelhakk"demesi de,
Bistami'nin "Subhani ma'azama şani" demesi de,
hatta Nesime'ye atfedilen " Leyse fi cübbeti ill
" sözü de, Yunus'un "Ete kemiğe büründü/Yunus diye göründü" dizeleri de
bu
bakımdan hor görülemez, bu sözlerinden dolayı bu âşıklar sorgulanamaz.
Belki onlara sorulması gereken soru " neden böyle söylediniz?" değil de
"neden sırrı açığa vurdunuz" biçiminde olmalıdır. Çünkü aşk içinde sır
gerektir ki, hakikat yolunu göstersin. Bu açıdan bakıldığında, onarlın
bu sözleri ile " La ilahe ill-ALLAH" demek arasında bir fark bulunmaz.
Ama eğer aynı sözleri sahv halinde iken söylemiş olurlarsa o vakit
küfürleri icap eder. Nitekim Hallac'ın Enelhakk sözü Firavun'unun
ağzından da çıkmıştır; ama bu defa "Ben Hakk'ım!" yerine " Ben
Tanrıyım!" anlamına bürünmüştür.
Bütün bunlardan sonra
düşünmek ve görmek lazımdır ki, seven de sevilen de yalnızca O'dur.
Sevindirir diye de ummamız işte O'ndan!...
İSKENDER PALA
Efendimiz Ömer'e diyordu ki: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça iman etmiş sayılmazsın!".
Ayet de diyordu ki:"İman edenler ALLAH'ı daha şiddetle sever!".
Bilindiği
gibi aşk kelimesinin bir anlamı da " sevgide ölçüyü aşmak, sınırın
ötesine geçmek" demektir. Her aşk, sevginin dozu çoğaltılmış
drajeleridir. Bu yüzden her sevgi aşka olamaz; ama aşk mutlaka
damıtılmış sevgidir.
Arifler katında aşka düşen kişinin dört hali vardır:
Kabz (tutukluk, sıkıştırılmışlık hissi ve hesaba çekme),
bast ( açıklık; zihnin açık, gönlün şen olması),
sekr ( sarhoşluk, kayıtlardan ve alakalardan kurtulup yalnızca sevgi ile oluş, onda kendini yitiriş hali)
ve sahv (ayıklık, kendinden geçen aşığın yeniden kendine gelmesi).
Âşık
kabz halindeyken bir türlü davranır, bast halindeyken bir türlü. Sekr
halindeyken bir türlü konuşur da, sahv halinde belki konuşmayı bile
istemez.
Aşkın en aşkın ve taşkın hali sekrdir. Sekr halinde
âşık ne yaptığını da ne söylediğini de bilmez. Burada bilinçsizlik
değil, iradesizlik söz konusudur. Belki önce kâmil, ardından vasl ve
nihayet fani olmuş bir aşığın özle ve özenilesi hali söz konusudur.
İşte bu yüzden sekr halindeki aşığa yaptıklarından ve söylediklerinden
dolayı sorgu sual caiz olmaz. Sarhoşa yalpalama denilebilir mi? Belki
neden içki içip sarhoş oldun, denilebilir. Çünkü sarhoş olduktan sonra
kişi kendine hâkim değildir. Bilakis aşk ona hâkimdir. Aşkın hâkimiyeti
insanı sekre sürüklediği gibi, irade de aşkı giderip kişiyi sahv haline
döndürür. Aşk sekr halindeyken ağızdan çıkan şath (şathiye, paradoksal
söylemler, görünüşte küfür ve saçmalık gibi görünen ama yorumlandığı
vakit derin anlamları olan sözler) yüzünden sorguya çekilemeyeceği gibi
sahv halinde iken de bu söylediğini yalanlamaz. Çünkü bunlar aşığı
değil bizzat aşkın çıkarımları, sevgide aşırı gitmenin sonuçlarıdır.
Öyle
ki bu ileri gidiş, aşığı maşukta kaybeder, seven ile seveni
aynileştirir. Seven kendisini sevilende yok edince sevilenin kimliğine
bürünür. İşte Hallac'ın " Enelhakk"demesi de,
Bistami'nin "Subhani ma'azama şani" demesi de,
hatta Nesime'ye atfedilen " Leyse fi cübbeti ill
bu
bakımdan hor görülemez, bu sözlerinden dolayı bu âşıklar sorgulanamaz.
Belki onlara sorulması gereken soru " neden böyle söylediniz?" değil de
"neden sırrı açığa vurdunuz" biçiminde olmalıdır. Çünkü aşk içinde sır
gerektir ki, hakikat yolunu göstersin. Bu açıdan bakıldığında, onarlın
bu sözleri ile " La ilahe ill-ALLAH" demek arasında bir fark bulunmaz.
Ama eğer aynı sözleri sahv halinde iken söylemiş olurlarsa o vakit
küfürleri icap eder. Nitekim Hallac'ın Enelhakk sözü Firavun'unun
ağzından da çıkmıştır; ama bu defa "Ben Hakk'ım!" yerine " Ben
Tanrıyım!" anlamına bürünmüştür.
Bütün bunlardan sonra
düşünmek ve görmek lazımdır ki, seven de sevilen de yalnızca O'dur.
Sevindirir diye de ummamız işte O'ndan!...
İSKENDER PALA