YOLDA YÜRÜRKEN, ya da arabanızla ağaçların yanından geçerken etrafı kaplamış hanımeli kokularını duydunuz mu bugün?..
Gitmek istemeyen baharla, gelmek isteyen yazın paylaşamadığı rüzgarlar bugün olabildiğince dağıtıyordu bu mis gibi kokuları…
Bir de sapsarı bir dolunay vardı, henüz binalar arasından ayrılıp göğe yükselmemiş..
Dolunay burcu burcu hanımeli kokuyordu bugün..
Güneş tüm hararetiyle yanarken, uzaklardan kara bir bulut geliyor, birkaç damla yağmuru serpiştirip yeni açmış güllerin üzerine, geri gidiyordu.. Etraf serinliyor, çiçekler ışıldıyor ve sanki ferahlıyordu.. Gök ağlıyordu sanki ve bu hüzne güller, hanımelleri, menekşeler, leylaklar katılıyor da onlar da yapraklarının kenarından sarkıttıkları birer damla yaş ile katılıyorlardı…
Ağlamak, sessiz sedasız olduğunda nasıl ferahlatıyor, nasıl bir lütuf oluyordu.
Ağlamak, hüznün, bazen çaresizliğin, bazen muhtaçlığın, bazen hüsranın taşıp gözlerden akmasıyla aslında insanoğlunun acizliğinin bir tecellisi, bir resmi oluyordu..
Ağlıyordu insan..
Elinden bir şey gelmediğinde, çaresiz kaldığında, kalbinde bir sızı duyduğunda, incindiğinde, canı yandığında, merhamet duyguları kabardığında..
Ağlıyordu insan..
Ne çok ağlayan insan gördüm.. Ne çok incinen ruh.. Ne çok yorgun beden..
Ama ben, bu gözyaşlarını sevdim.. Çünkü benliğin eridiğini gördüm gözyaşlarında..
Çaresizlik ifadesiyle yücelen yüce ruhlar tanıdım..
Bencillik yoktu gözyaşlarında, kibir yoktu..Sadece usul usul akan bir ruh vardı..
Hiç ağlamayan, kalbi burkulmayan, ağlamaya ihtiyaç hissetmeyen katı kalplerdense, acizliği yaşayıp hüzünlenen ve aslında ağlayarak Rahmet’e kalbini açanları sevdim.
Başka bir branş var mıdır acaba bu kadar gözyaşına şahit olan?..
Yoksa doktorlar mıdır insanların en gizli acılarına ortak olan?...
Uzun tedavi süreci sonrası taburculuğunda ağlayan, aylar sonra kontrole geldiğinde hislenip ağlayan, bazen kimsesizliğinden, bazen yoksulluğundan ama hep “çaresizlikten” ağlayan insanlar..
İşte zahirde çok büyük üzüntünün müsebbibi olacak bu manzaraları, sürekli gülüp oynayan ve kendini hiç çaresiz hissetmeyen daha büyük insan topluluklarıyla kıyasladığımda, kalbime daha yakın, daha munis, daha aziz ve daha kıymetli görünüyor.
Çünkü tüm donanımlara, tüm nimetlere sahip bir şekilde yaşayıp tüketen insanların pek çoğu belki ihtiyaç duymayı ve nimeti vereni bilmiyor.. Nimeti Veren’e yönelip ondan gözyaşlarıyla bir şey istemiyor..Her şey zaten avuçlarında, öyle hissediyor..Sanki dünyaya hükmedebilir, kendini öyle güçlü sanıyor..
Oysa ne kadar güçsüz ve acizdir insan..Aldığı havadan, içtiği bir damla suya kadar nasıl da muhtaç… Hayal yetisinden hafızaya, konuşmadan işitmeye kadar bunca kabiliyete nasıl da ihtiyacı var.. İhtiyacı var, ama farkında değil, çünkü eksikliğini hissetmemiş henüz..
İşte şahit olduğum nice gözyaşı, hep kainatın gerçek Sahibi’ne iltica edilecek bir dua ile sonuçlanıyordu..Bir şeyler noksandı, ve Noksansız olandan talep edilecekti..
Acizdi, Aciz Olmayan’a yönelecekti o noktada insan..
İşte gözyaşı sessiz sedasız ve şekvasız aktığında bu nedenle pek kıymetli, pek güzeldi..
Hisseden, samimi bir kalbin işaretiydi..
Bunun için artık gözyaşlarını seviyorum..Artık gözyaşlarını akıtan hastalar gördüğümde, “sabır” diyorum..”Sabır, geçecek, sadece birazcık sabır”….
Evet, kolay değil sabretmek bazen, biliyorum..Ama zahmette rahmet var ve Cennette yüksek makamlara erişmek kolay olmasa gerek..Bu nedenle belki ahiretteki mekanı yüce olacak kimselere daha çok gözyaşı ve daha çok sabretme imkanı sunuluyor kim bilir..
Akan gözyaşları ve gözyaşlarına karışık dualar kim bilir sonsuzlukta nasıl bir hal alacak ve nasıl bir güzelliğe götürecek bir gün sahiplerini…
İşte bu yüzden,
Artık, gözyaşlarını ve gözü yaşlı olanları seviyorum..
Rabia Nazik Kaya
Gitmek istemeyen baharla, gelmek isteyen yazın paylaşamadığı rüzgarlar bugün olabildiğince dağıtıyordu bu mis gibi kokuları…
Bir de sapsarı bir dolunay vardı, henüz binalar arasından ayrılıp göğe yükselmemiş..
Dolunay burcu burcu hanımeli kokuyordu bugün..
Güneş tüm hararetiyle yanarken, uzaklardan kara bir bulut geliyor, birkaç damla yağmuru serpiştirip yeni açmış güllerin üzerine, geri gidiyordu.. Etraf serinliyor, çiçekler ışıldıyor ve sanki ferahlıyordu.. Gök ağlıyordu sanki ve bu hüzne güller, hanımelleri, menekşeler, leylaklar katılıyor da onlar da yapraklarının kenarından sarkıttıkları birer damla yaş ile katılıyorlardı…
Ağlamak, sessiz sedasız olduğunda nasıl ferahlatıyor, nasıl bir lütuf oluyordu.
Ağlamak, hüznün, bazen çaresizliğin, bazen muhtaçlığın, bazen hüsranın taşıp gözlerden akmasıyla aslında insanoğlunun acizliğinin bir tecellisi, bir resmi oluyordu..
Ağlıyordu insan..
Elinden bir şey gelmediğinde, çaresiz kaldığında, kalbinde bir sızı duyduğunda, incindiğinde, canı yandığında, merhamet duyguları kabardığında..
Ağlıyordu insan..
Ne çok ağlayan insan gördüm.. Ne çok incinen ruh.. Ne çok yorgun beden..
Ama ben, bu gözyaşlarını sevdim.. Çünkü benliğin eridiğini gördüm gözyaşlarında..
Çaresizlik ifadesiyle yücelen yüce ruhlar tanıdım..
Bencillik yoktu gözyaşlarında, kibir yoktu..Sadece usul usul akan bir ruh vardı..
Hiç ağlamayan, kalbi burkulmayan, ağlamaya ihtiyaç hissetmeyen katı kalplerdense, acizliği yaşayıp hüzünlenen ve aslında ağlayarak Rahmet’e kalbini açanları sevdim.
Başka bir branş var mıdır acaba bu kadar gözyaşına şahit olan?..
Yoksa doktorlar mıdır insanların en gizli acılarına ortak olan?...
Uzun tedavi süreci sonrası taburculuğunda ağlayan, aylar sonra kontrole geldiğinde hislenip ağlayan, bazen kimsesizliğinden, bazen yoksulluğundan ama hep “çaresizlikten” ağlayan insanlar..
İşte zahirde çok büyük üzüntünün müsebbibi olacak bu manzaraları, sürekli gülüp oynayan ve kendini hiç çaresiz hissetmeyen daha büyük insan topluluklarıyla kıyasladığımda, kalbime daha yakın, daha munis, daha aziz ve daha kıymetli görünüyor.
Çünkü tüm donanımlara, tüm nimetlere sahip bir şekilde yaşayıp tüketen insanların pek çoğu belki ihtiyaç duymayı ve nimeti vereni bilmiyor.. Nimeti Veren’e yönelip ondan gözyaşlarıyla bir şey istemiyor..Her şey zaten avuçlarında, öyle hissediyor..Sanki dünyaya hükmedebilir, kendini öyle güçlü sanıyor..
Oysa ne kadar güçsüz ve acizdir insan..Aldığı havadan, içtiği bir damla suya kadar nasıl da muhtaç… Hayal yetisinden hafızaya, konuşmadan işitmeye kadar bunca kabiliyete nasıl da ihtiyacı var.. İhtiyacı var, ama farkında değil, çünkü eksikliğini hissetmemiş henüz..
İşte şahit olduğum nice gözyaşı, hep kainatın gerçek Sahibi’ne iltica edilecek bir dua ile sonuçlanıyordu..Bir şeyler noksandı, ve Noksansız olandan talep edilecekti..
Acizdi, Aciz Olmayan’a yönelecekti o noktada insan..
İşte gözyaşı sessiz sedasız ve şekvasız aktığında bu nedenle pek kıymetli, pek güzeldi..
Hisseden, samimi bir kalbin işaretiydi..
Bunun için artık gözyaşlarını seviyorum..Artık gözyaşlarını akıtan hastalar gördüğümde, “sabır” diyorum..”Sabır, geçecek, sadece birazcık sabır”….
Evet, kolay değil sabretmek bazen, biliyorum..Ama zahmette rahmet var ve Cennette yüksek makamlara erişmek kolay olmasa gerek..Bu nedenle belki ahiretteki mekanı yüce olacak kimselere daha çok gözyaşı ve daha çok sabretme imkanı sunuluyor kim bilir..
Akan gözyaşları ve gözyaşlarına karışık dualar kim bilir sonsuzlukta nasıl bir hal alacak ve nasıl bir güzelliğe götürecek bir gün sahiplerini…
İşte bu yüzden,
Artık, gözyaşlarını ve gözü yaşlı olanları seviyorum..
Rabia Nazik Kaya