Günümüzde ki Çeyrek Tesettür
Egemen güçlerin bunca saldırısı ve zulmüne rağmen çarşılara, pazarlara baktığımızda başörtülü kızlardan geçilmiyor. Bardağın neresine bakalım? Hiç yoktan başı örtülü bayanların sayısı hâlâ çok sayıda diye sevinelim mi; yoksa başörtüsü ruhundan giderek soyutlandı, çarşılar başörtülü mankenlerin boy gösterdiği podyuma döndü, örtü sokağa (ayağa) düştü diye üzülelim mi?
Sürpriz olan hangisi? Az-çok kültürlü kızların başörtülü olabilmesi mi, yoksa her yönden gayri İslami yaşama biçiminin kuşattığı ve modern Batı standartlarını içselleştirmiş, özgürlük putunun kurbanı ve sosyal hayatın, sokak ve çarşının tutsağı olmuş başörtülü kızların her aklı başında müslümana “bu kadar da yozlaşma olmaz!” dedirtecek anormallikleri mi? Okullarda karma eğitimin tezgâhından geçmiş, televizyon dizileriyle büyümüş, kadın-erkek eşitliğini ve kadın özgürlüğünü bayraklaştırmış, dünyevileşmiş, İslam’ı yeterince bilmeyen, bildiklerini tümüyle yaşamanın getirdiği bedellere hazır olmayan kızların çeyrek tesettürü mü?
Şuurlu müslümanların başörtüsü mücadelesini önemli bir cihad gibi görmelerinin sebebi, onun Kur’an’ın bir emri, tesettürün ayrılmaz bir parçası, İslami inanç ve yaşama biçiminin dışa yansıyan bir göstergesi, müslüman hanımın hayâ ve iffetinin bir işareti olduğu içindi.
Müslüman hanımın başörtüsüyle birlikte dış kıyafetinin özelliklerini özetin özeti mahiyette hatırlatalım: Müslüman bir kadının yabancı erkeklerle ve müslüman olmayan bayanlara karşı yüzü, bileklere kadar elleri dışında vücudunun tamamı avrettir, örtmeleri gerekir. Hanımların, ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Ayette şöyle buyrulur: “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Ahzab 59)
Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Elbise şeffaf ve çok ince olmamasına rağmen uzuvları belli edecek şekilde darsa ve organların şeklini ortaya koyarsa yine tesettür gerçekleşmemiş olur. Giyilen kıyafetin, örtünen başörtüsünün, erkeklerin dikkatini çekecek şekillerde olmaması, cinsel cazibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir.(O yüzden şekil ve renk olarak sade, daha çok koyu-siyah-renkte giysi ve örtü, yirminci asra kadar bütün dünya müslümanlarının riayet ettiği ölçü kabul edilmiştir.)
Kim ne yorum yaparsa yapsın; başörtüsü Kur’an’ın emridir: “Mümin hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, namus ve iffetlerini muhafaza etsinler. Görünen kısmı müstesna olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtünsünler…” (Nur 31)
Başörtüsü teferruat değildir. Allahın Kur’an’da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek teferruat ise, mesela göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için taviz verilecek basitlikte görülemez, olmasa da olur denilecek bir husus kabul edilemez.
Müslüman hanım, Ahzab suresi 59. ayete göre sadece vücudunu ve başını örtmekle emrolunmamış, aynı zamanda yabancı erkeklerden eziyet görmeyecek ölçüde ve iffetli olduklarını gösterecek biçimde cilbab (çekici olamayan ve baştan ayağa örten geniş ve kalın bir dış giysi) ile örtüneceklerdir. Bu özellik, başörtüsünün şeklini de, başörtüsü dışında dış giyimin nasıl olması gerektiğini ve bunun hikmetlerinide içermektedir. Vücudu örttüğü halde dış giysinin (cilbabın) içindeki bol elbise, -cilbabsız olarak- nasıl dışarıda tesettür için yeterli görülmüyorsa, aynı şekilde elbise desenlerinden daha çekici, allı güllü, bol süslü eşarplar ve kadını cazip gösteren kıyafetlerin de tesettürdeki temel espri ve hikmeti taşımayacağı bilinmelidir.
Bilindiği gibi, Nur suresi 31. ayeti, kadınlara-istisna edilen şahıslar dışında- hiçbir erkeğe ziynetlerini göstermemelerini emretmekte.
Ziynet, kadını güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherat ve elbise gibi şeyleri içine almaktadır.
Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak şarttır. “Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da ‘onun kokusu şöyle şöyleydi’diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir.” (Ebu Davud, hadis no: 351)
Konuşurken ciddi olma mecburiyeti vardır: “…Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.” (Ahzab 32). Müslüman hanımın davranışı, yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: “…Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).” (Nur 31)
Tesettürdeki gaye ve hikmet, ulemanın ittifakı ve ümmetin icmâı ile kadının yabancı erkeklere karşı cinsi cazibesini gizlemektir. O yüzden, kadının bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsü ya da giysinin kullanımına da izin vermez. Nur suresi 31. ayet, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Hâlbuki şimdiki başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir? Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa o yiyeceğin hali ne olur?
Başörtüsü, mü’min hanımlara üniversitede değil, gelişmeye başladığı andan itibaren farz olmaktadır. Ayrıca üniversite gibi resmi kurumlarda ve erkeklerle kızların karma eğitim yaptıkları ya da içli dışlı oldukları yerde sadece başörtüsü değildir farz olan; onu tamamlayan diğer giysiler ve cinsi özellik ve cazibelerin tümünden arınmış, fitne ortamına hiç yer vermeyecek davranışlar da şarttır.
Müslüman bayan, erkeklerin de bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşru ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayatta tesettür her şey değil; bir şeydir. Onsuz olmaz ama onunla da her şey tamamlanmış değildir. Kahkaha gibi aşırı ve sesli gülme, yabancı erkeklerle şakalaşma, gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler, yapmacık eda ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslümanlarca yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan kaçınılması gerekir.
Müslüman hanımın bu ölçülere riayet etmeden sosyal hayatta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem davasına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslam’a ve hem de müslüman kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok büyük zararlar verecektir.
Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta, masa ve kasa başında, başörtülü bayanların “örtülü çıplak” diye tanımlanabilecek başörtülü yozlaşmanın görüntülerini de şöyle özetleyelim: Çarşaf ya da bol ve uzun pardösü benzeri bir dış giysinin tamamlamadığı bir kıyafet. Dış giysi cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya pantolon, üstüne bluz, elbise cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere(iş arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) gözükmek.
Yasak savma cinsinden bile kabul edilmeyecek tarzda, çok ince veya şok kısa ya da çok dar pardösümsü bir dış giysi
Başörtünün altından sırıtan çirkinlik: Yüzde makyaj, dudaklarda ruj, yanaklarda allık, gözlerde boya ve hatta başörtüsünün rengine uygun özel lens, kaşlarda inceltme ve vücutta ağır parfüm kokusu gibi acayiplikler.
Yani, başörtülü sekreter ve başörtülü tezgâhtar bayanların büyük çoğunluğu başta olmak üzere ev hanımı veya ev kızı olmadıkları imajını her haliyle yansıtmaya çalışarak entel takılan genç bayanların da önemli bir kesiminin çarşıda, okulda, işte… başörtülü mankenlere benzeme gayreti. Üstü kapalı altı havalı, uygunsuz etek üstü türban, altta dar kot pantolon üstte başörtüsü, bacakları açık ama başı kapalı tipler; Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedirtecek şekilde, altı kaval üstü şişhane görüntüsü…
Süslü kubbesi olan bir caminin alt katının tapınak olarak kullanıma açılması gibi bir şey. Başında sarık, ayağında mayo olan imam kıyafeti ne ise onun gibi. Ne var bunda demeyin, sarıklı imamın giydiği mayonun HaŞeMa yani, Hakiki Şeriat Mayosu değil; Batılıların giydiği cinsten iki parmaklık mayo olduğunu düşünün. Sakallı ve başında sarığı olan genç bir imamın sosyete plajında bakınarak gezinmesi ne ise, aynısı ve belki daha ağırı değil midir, çarşı ve pazarda (hal diliyle “şişşt, baksana bana!” diye konuşan giysi içinde) kendine baktırarak gezinen başörtülü kızın tavrı.
İkişer kelimelik kısa tanımlarla özetlersek: “Başörtülü açıklık”; “örtülü çıplaklık”; “tesettürsüz örtü.” Şunlarda üçer kelimelik: “Cilalı baş devri”; “cennetle cehennem koalisyonu”; “sulandırılmış İslam’ın görüntüsü”; “zakkum aşılanmış çiçek”; “zehir karıştırılmış bal.”
Konserlerde alkış ve ıslıkla da yetinmeyip dans eder gibi hareketlerle tempo tutup sanatçının ezgisine/şarkısına koro elemanı gibi katılan başörtülü kızlar kimse tarafından yadırganmıyor artık. Çarşılarda özgürce gezmekle tatmin olmayan başörtülü bayanların bir kısmı, deniz kenarlarında, park ve pastanelerde özgür takılıyorlar, herkesin içinde şuh kahkahalar atabiliyor, çarşıda (şimdilik) kız arkadaşlarıyla öpüşebiliyor, çok rahat tavır ve cıvık cinsellik kokan davranışlardan, bazen kol kola bir yabancı erkekle fingirdeşmekten bile çekinmiyorlar.
Peygamberimiz(s.a.s)’in “giyinik olduğu halde çıplak gibi görünen kadınları, Cehennem ehlinden” saymasının(Müslim)sebebi üzerinde düşünülüyor mu dersiniz? Hz. Peygamber, bunların Cennete giremeyeceği gibi, Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir. Kimdir bu örtülü çıplaklar? Bunlar şeriatın koyduğu ölçülere uymayan, yani ince, dar ve uzuvları gösteren elbiseler giyen ya da vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadınlardır. Kadınların bu şekilde giyinmesi, küçük günahlardan olsaydı, Hz. Peygamber, onları Cehennem ehlinden saymaz, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını söylemezdi. Farzedelim ki, söz konusu şekilde giyinmek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar etmenin, günahı büyüteceğini bilmiyorlar mı? Bilinmelidir ki, “sürekli yapılan hiçbir günah küçük; tevbe edilen hiçbir günah da büyük değildir.
Hasan Basri gibi: “Siz sahabeyi görseydiniz deli (öcü) derdiniz, onlar da sizi görseydi müslüman (tesettürlü) demezdi” demeyeceğim; daha hafifini tercih edeceğim: Günümüz Mekke ve Medine’sinde, hatta Tahran’ında, Afrika’nın nice ülkesinde, Malezya’da… erkek ve hanım müslümanlar, bu giysi ve davranış sahiplerine hiç duraksamadan kötü kadın damgası vurabilirler, kendilerinden saymayacakları gibi, hicaplı/tesettürlü sınıfı küçük düşürdükleri için ajan muamelesi yaparlar. Ama Batı ülkelerinde bu kıyafet ve tavrın, tepki almadan kabul göreceğinden emin olabilirsiniz.
Başörtüsü dışındaki bu giysi ve davranışı kendi standartlarında gördüklerinden, “herhalde başı keldir de kapatma ihtiyacı duyuyordur veya başına bir bez bağlamaktan zevk alıyordur, imaj anlayışıdır, bu tür değişiklikle dikkat çekmek istiyordur” şeklinde değerlendirmeler yaparlar. Türkiye’deki fanatik laikler ve Kemalistler gibi (çoğunluğun tavrı ve çoğu özelliğiyle) ahı gitmiş vahı kalmış başörtümsü cicili bez karşısında katı ve uzlaşmaz tavır takınmazlar.
“Bunlar (iki inanç, iki grup) arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar, benziyorlar) ne bunlara. Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın.” (Nisa 143). Hem Allah’ı hem şeytanı razı etmeye çalışmak, sadece şeytanı razı edecek gülünç tavırlara, aldatış ve aldanışlara götürür insanı. “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası ancak dünya hayatında rezillik, rüsvaylıktır; Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. (Bakara 85) “Yoksa onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri şeriat (dini kaide) kılan şirk koştukları ortakları mı var?
Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir(işleri bitirilir)di. Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21)
Hakla batılın koalisyonu, güzel bir içeceğin zehirle karıştırılmışı gibidir. Altısı içinden, altısı dışından tavırlar dinle alay etme gibi değerlendirilebilir. Müslümanlığı çok kötü temsil eden kimsenin zararları, müslüman olmayanlarınkinden daha büyük olur çoğu zaman; akılsız dost ve akıllı düşman misali. İslam’a en büyük zarar; tarih boyunca hep içeridekilerden gelmiştir. Dini yanlış temsil ile “müslümanlar işte böyle!” dedirtecek tavizci anlayışa ve kötü örnek olarak dini de küçük düşüren tavırlara kimsenin hakkı yoktur.
Bütün bunların yanında saçının tekinin bile gözükmemesine ciddi özen gösterilerek takınılan ve çoğunlukla “bone”li başörtüsü; rengârenk, bin bir desen, cıvıl cıvıl. Anadolu’daki fazla kültürlü olmayan bayanların kıyafetinin diğer bölümlerinde bu denli yozlaşma olmasına rağmen, başörtüsü bağlama konusunda biraz ihmalkâr biraz alışkanlık gereği, yer yer saçlarından bir kısmının bazen veya devamlı gözükebilecek şekilde başörtüsünde gevşek davranmalarına tam ters bir uygulamayı andırıyor, büyük şehirlerdeki bu fotoğraf. Çok kültürlü olmayan halk sınıfından geleneksel örtünmeyi sürdüren bayanlar, başörtü örtme biçimine kadar örfleştirip adetleştirdikleri şuursuzca örtünme görüntüsü sergilerken, onlardan ayrıldığını gösterme ihtiyacı duyan ve kültürlü olduğunu düşünen modern örtülü bayanlar da, saçlarını örtme konusunda gösterdikleri titizliği; başörtüsünün süslü cazibiyetinden kaçınma hususunda, başörtüsü dışındaki giysi ve tavır konusunda(sanki bilinçli ve kasıtlı bir tavırla) göstermekten kaçınıyorlar.
Renk-renk, moda moda başörtüler; atlası, ipeği, yerlisi, ithali, bin bir çeşit… Ama farklı etiketlere, değişik firma isimlerine aldanmayın; hepsinin markası tek: “Bak Bana!” marka.
Dışı kâfirleri hala yakmayı sürdüren başörtüsü, içi müslümanları yakmaya başladı. Batıl cephesinde yeni bir şey yok; ilkeli de çağdaşı da aynı. Batının ve her çeşit batılın geleneksel tavrı değişmiyor: Zorla hakkından gelemediği hakkı, hile ile yozlaştırıp tahrif etmek. Yaşadığımız coğrafyada da bu filmin başörtülü versiyonu vizyona kondu; kanun ve baskılara alt edemedikleri, önünü alamadıkları başörtüsünü cıvıklaştırarak yozlaştırdılar. Light İslam, sulandırılmış, kitabına uydurulmuş, ılımlı Müslümanlık diye dillendirilen İslamizasyon anlayışının ne ölçüde tutacağını başörtülüler üzerinde test ettiği global ifsat çeteleri ve maalesef umutlanacakları netice aldılar.
İmanla, tevhidle bağı koparılan, hiç değilse zayıflatılan ibadetler, adetlere dönüşür. Başörtüsü de öyle oldu. Kültürsüz halk kesiminde ninelerin, hizmetçilerin, temizlikçilerin ya da köylü kadınların geleneksel başörtüsü, adet kabilinden değerlendirildiği için egemen güçlerin bunu hoşgörüyle (en azından düşman olunmaya gerekli olmayan, tahammül edilebilir şekilde) karşıladıkları bilinen husus. Şehirli bayanların, kültürlü kesimin de başörtüsü, çok yönlü yönlendirmelerle âdete dönüştürülüyor. Böylece derin egemen güçler, onu irticai (yeni adıyla İslami, siyasal) simge görmeyecek, âdete dönüşen başörtüsüyle uzlaşacaklar. Yeter ki imanın yansıması olarak örtülmesin örtü, yoksa bir kimlik alameti ve Müslümanlık sembolü olmaktan çık(arıl)mış bir bez parçasıyla kimsenin bir alıp veremediği olmaz. Bizim açımızdan, yukarıda resmedilen şekliyle sorun ne kadar büyürse, zalimler için de o oranda sorun olmaktan çıkacaktır başörtüsü. Bu değerlendirme ışığında, çok yakın bir zamanda başörtüsü meselesi çözülmüş olacak. Az kaldı, yozlaşmanın çapı ve şümulü tamamlansın; başörtüsü AB standartları ve Batılı modern bayanların tüm olumsuz imajlarıyla arasında çok az kalan farklılıkları kaldırsın, başörtüsü sorun olmaktan çıkacaktır.
Derin devlet, yani formalite icabı hükümette olanlar değil; devleti fiilen yöneten iktidar gücü her ne kadar şimdiye kadar hiç taviz vermiyor görünse, on yıl sonrasına bile yeşil ışık yakmayacak izlenimi verse de, tek taraflı olarak başörtülülerin kahir ekseriyeti, her çeşit tavizi vermeye hazır olduğunu gösterdi. Ruhu soyutlanmış, tesettür görevi yaptığı çok şüpheli hale gelmiş başörtüsüne İslam düşmanları niye taviz vermesin ki!? Hele o verecekleri taviz, bundan sonra alacakları muhtemel taviz yanında çok az kalıyorsa. Ama dejenerasyonun yeterli olmadığını düşünüyor o çevreler besbelli. Taviz tavizi doğurur, “dur bakalım ne olacak?” diye bekliyor sadece başörtüsü vurgusu yapan çevreler. Öteki taraf, başörtüsüzlerin her türlü olumsuz giyim ve tavırlarına bulaştırdıkları başörtülüleri “bu müslümancıklar, açık göbek modasına ve başörtüsü altına mayo ya da mini etek garabetine kadar işi vardıracaklar mı” diye test etmeye devam ediyor ve sebeb oldukları bu tablodan sadistçe zevk alıyorlar.
Başörtüsü, modern giyim(sizlik) tarzıyla, Batılı modern tavırla, vücudun diğer giysilerdeki cinselliği açığa vuran çağdaş özelliklere uyuştuğu oranda modern güçler ve düzen de başörtüsüyle uyuşacak. Başörtülü; Kur’ani çizgi, takva giysisi ve yaşama biçiminden ne kadar taviz verip uzaklaşırsa, kendini doğuran bağla irtibatını koparırsa, o oranda İslam düşmanı çevrelerin tavizini görecek. Görünen maalesef o ki; başörtülülerin kahir ekseriyeti, bugünkü halleri ve gelecekte sergileyecekleri daha büyük yozlaşma sürecine girmeleriyle kendilerine taviz verilmeyi hak ettiler. Ama yine de Kenan Evren’in tabiriyle “sinek küçük ama mide bulandırır” diye düşünüyorlar.
Kur’an bu güçlerin portresini şöyle çiziyor: “Sen onların dinine uyuncaya kadar Yahudiler de Hıristiyanlar da (onların izinden giden müşrikler de) senden asla razı olmazlar.” (Bakara 120)
Başörtüsünün imanla irtibatının çoğu kızımızda çözüldüğünü gören ayette belirtilen sınıflar, başörtüsü problemini çözmek için girişimlerine başlama sinyalleri verdi biliyorsunuz. İktidar değişimlerini finanse eden dolar milyarderi Amerikalı Yahudi Soros, kendi emir kulları olan radikal laik çevrelere “yeter artık, bu kadarı kâfi” demeye başladı ve ekledi: “Başörtüsü sorununu ben çözeceğim.”
Bu sözü, tabii ki kendi adına değil; Batı adına, Amerika namına, yani çoğunluğu Hıristiyan olduğu değerlendirilen kesim adına, Hıristiyan Batıyı temsilen dillendirdi ve üstüne üstlük; kısa zaman önce
başörtüsü sorununun çözümünün İsrail’den geçtiği yetkili ve etkili çevrelerin ağzından dökülmeye başladı. Demek ki, başörtülülerin bu yozlaşmasından razı oldular, neticesi alındığı için artık baskının kalkması gerektiğine karar verdiler. Bakara 120’nin ışığında bu durumu yorumladığımızda, işin vehâmeti daha iyi anlaşılacaktır.
Bu demektir ki, kendini tesettürde zannedenlerin çok önemli bir bölümünün taktığı başörtüsü, Allah’ın razı olmayacağı şekle geldi. İsrail’in, ABD’nin razı olduğu başörtüsü, artık Avrupa Birliği’ne girmek üzere. Onlardan yeşil ışık yakılmaya başlandığına göre, onların emir kulları egemen güçler de kamusal alan dedikleri etkin yerlerde değilse de, sözgelimi bazı üniversitelerdeki kırmızı ışıkların bir bölümünü söndürecekler. Yoksa radikaller “İslam’ın en önemli emirlerine bile yasak koyan üniversite, diğer okul ve resmi kurumlar ve de buraları bu hale getiren düzen olmaz olsun!” deyip uzlaşmayı tümüyle reddedebilirler; küçük de olsa böyle bir ihtimali hesap eden Batılı güçler, büyük tavizler alındığına emin olduğu için küçük taviz vermekten yana.
Amerika’lardan fetvalar veren“teferruat”çılar, hizmetin (kime, neye ve nasıl hizmetse?!) Allah’ın emrinden daha önemli olduğunu bağlılarına ve sempatizanlarına duyurdular. Üniversitedeki öğrenciler veya eğitim kurumları başta olmak üzere kimi alanlarda çalışan bayanlar başörtüsünü çözerek problemi çözmüş oldular. Yirmi sekiz şubat sonrası psikolojik baskılar başörtüsü bedelinin hafif olmadığını gösterdiği için bazı başörtülüler kolay yolu tercih etti. Hemen açılmakta zorlananlar, büyük bir buluşa imza atarak bere ile peruk ile tesettür olabileceğini icat ettiler. Derken çığır açıldı, iş çığırından çıktı. Hâlâ başörtüsünü çıkarmayanlar da başörtüsündeki ruhu çıkardı. Bunun yanında, özellikle büyük şehirlerdeki “ben de müslümanım” diyenlerin en az yarısı zaten ne başörtüsünü ne de başörtüsünü emreden İlahi emir ve yasakları takıyor. Eh, tavizi hâlâ hak etmesinler mi Batılıların gözünde.
Evet, üç vakte kadar (bu üç vakit, üç ay mı olur, üç yıl mı, başörtülülerin dejenerasyonun ve düzene uygun yaşam tarzının yeterli görülmesine bağlı) başörtüsü sorunu çözülecek. Ruhundan soyutlanmış, aksesuara dönüşmüş modern başörtüsü artık kamusal alanda tümüyle değilse, yavaş yavaş müsaade edilir hale gelecek. Bu ülkedeki hayranları tarafından da yadırgansa da, Avrupa Birliği veya Kirliliği denilen İslam düşmanı birlik standartları da zaten bunu gerektirmektedir. Buna rağmen, bunun çok kısa zamanda gerçekleşeceğini de düşünmüyorum. Çünkü bu coğrafyadaki örtü düşmanı egemen çevreler, kendi uyduruk dinlerine tavizsiz bağlı fanatik İslam düşmanı oldukları ve müslümanların dışa yansıyan en basit, en masum, şirk düzenine de hiç zararı olmayan görüntülerine karşı bile acımasızlar. Evet, er-geç başörtüsü sorunu çözülecek, çözülüyor; sevinin müslümanlar, sevinebilirsiniz!
Bu, başörtüsü mücadelesinin bir zaferi midir, 28 Şubat süreciyle hızlanan light İslam’ın Kur’an ve Sünnet İslam’ına-şimdilik- bir galebesi mi, değerlendirin. Müslümanlar başörtüsüne şeklen değilse ruhen çözdüler, sıra örtü düşmanlarının lütfedip çözmesine kaldı. İktidarda olduğu sanılan sanal hükümet mi? Güldürmeyin adamı, onlar kendi hanımlarının başörtülerini bile savunamıyorlar; İslam’ın İ’sini ağızlarına alamıyorlar (Eee n’apsınlar canım, yoksa gerginlik çıkar…) “Biraz daha zamanı var, zamanı geldiğinde gerginlik çıkmadan, konsensusla bu sorunu çözeceğiz” diyen hükümetin başının bu sözünün anlamı, bu açıklamalar ışığında daha iyi anlaşılmıştır herhalde.
Gazinoda, pavyon ve plajda, yani en azından gözlerin haramlarla meşgul olduğu bir mekânda başında “imam sarığı” ile dolaşmanın durumuna benziyor; çarşı-pazardaki dikkat çekici tavırlarıyla başörtülü kızın tavrı. İmamın sarığı beyaz olduğundan, en küçük bir leke kaldırmadığı ve hemen göze battığı gibi, taç gibi başlara yerleşen ve sarık kadar simgesel ve ulvi değeri olan başörtüsü de, takılan başı baştan aşağı güzelleştirmeli. Yoksa sarığı ve başörtüsünü kirletenler, farkında olmadan da olsa “din” e düşman kazandırmanın vebalini taşımış olurlar başlarında örtü yerine. İslam’ı yanlış tanıtıp kötü örnek olarak bu modern başörtülü kızlar, bilmeden ve istemeden de olsa İslam’a zarar veriyorlar. Buna rağmen, “Ne biçim Müslüman kız bunlar!”, müslüman! “kız bunlara” diyemiyoruz. Kendimiz kız(a)mıyoruz, acıyoruz bu kızlarımıza. Bunların konumu, Müslümanlığın bu ülkede ne hale getirildiğini gösteriyor. Cahil bağlıların ya da kendini bağlı zanneden mensuplarının dine bakışını ele veriyor.
Yozlaştırılmış, sulandırılmış, ılımlaştırılmış dinin başörtüsü versiyonu da böyle oluyor demek ki. Amerikancı müslümanlığın, düzene uygun demokrat müslümanlığın, fri(özgür) takılmanın, özgürleşmenin yansıması bunlar. Dine karşı din, başörtüsüne karşı başörtüsü. İçi boşaltılmış tesettür. Vitrinci, slogancı tavrın neticesi. Modern muharref müslümanlığın göstergesi, hakla batılın giysideki koalisyonu.
Çeyrek Tesettürk Anlayışı, Çeyrek Din Anlayış Demektir.
Aslında, kadınıyla erkeğiyle günümüz Türkiye müslümanı, çoğunlukla diğer dini algılayış ve yaşayış konularında da benzer tavır içinde. Başörtüsü, başların üstünde olduğu ve sokakta çarşıda (sevinemiyoruz maalesef) çokça başörtülü boşta gezen (ya da görücüye çıkıp bir şeyler arayan) kız olduğu için göze batıyor da ondan. Hani bir zamanlar yetkili bir Türk büyüğü(!) öyle diyordu ya: “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” Bu sözdeki komünizm kelimesini başörtüsüyle değiştirerek aynı sözü söylüyor şimdiki etkili ve yetkililer.
Ve getirdikleri başörtüsü de bu. “Olmaz olsun böyle başörtüsü!” dedirtmek istiyorlar topluma. Önceleri sosyete çıplakları şöyle diyordu: “Biz ne çarşaflılar gördük, ne haltlar ediyorlar…” Bu cümleden sonraki ifadeleriyle %99,9 yalan söylüyorlardı. Ama şimdi artık sadece sosyeteler değil, halkıyla elitiyle, her kesimden insan hem de nice gerçek olaylar ve gerçek görüntülerle delillendirerek “biz ne başörtülüler gördük, ne haltlar ediyorlar…” diyebiliyor, hiçbir müslümanın onaylayamayacağı cinsten aşırı özgür tavırları, yanındaki erkeklerle fingirdeşen başörtülüleri, cıvık davranış ve başörtüsüyle taban tabana zıt giysi veya giysisizlikleri, makyajlı rujlu, allıklı pudralı, manken yürüyüşlü başörtülüleri gösteriyor.
Güler misiniz, ağlar mısınız? Ben ağlanılması gerektiğini, ama ağlamaya bile vaktimizin olmadığını, bunların bizim insanımız, en azından bizim mesajımıza düşman olmayan, bize yakın insanlar olduğunu değerlendirmekten yanayım. Bütün bu yanlış/çirkin tavırlar gösteriyor ki, şuurlu müslümanlara, hepimize çok iş düşüyor. Eğer biz yeterince İslam’ı, tevhidi, Allah’ı, O’nun emir ve yasaklarını, bütüncül olarak doğru bir şekilde anlatabilseydik, söylediklerimizi yaşayabilseydik, çevremizdeki çirkinlikleri nehy edebilseydik bu anormal manzaralarla kesinlikle karşılaşmazdık. Nitekim din eğitimi yönüyle temeli sağlam atılmış olan köklü ve sahih din/tevhid öğretimi ve eğitimi/terbiyesi alan kızlarda savrulma daha az olmakta.
İçinde bulunulan mekânın inanca ve yaşayışa büyük tesiri vardır. Cahili eğitim veren kurumlara, cahiliye köle pazarlarını andıran çarşı ve pazarlara salıveren insanların da bulunduğu ortamdan etkilenmemesi için çok ama çok sağlam bir tevhidi şuura, her bedelini ödemeye hazır güçlü bir imana ihtiyaçları vardır. Meyve veren her bitkinin her toprakta yetişmediğini, bazı yerlerin ayrık otlarına, kaktüs ve zehirli bitkilere çok müsait olduğunu hatırlayalım. Başında güzel meyve cinsinden başörtüsü bulunduran kızlarımız birer fidandır. O fidanın her bir yanını ahtapot kollarıyla zehirli sarmaşıklar sarıyor ve meyve verecek özünü vampir dişleriyle emmeye çalışıyorsa, öyle bir genç ağaçtan güzel bir meyve bekleme şansımız pek olmayacaktır.
Balık için su ne ise, tesettür de müslüman hanım için odur. Su, balığın içinde yaşayamayacağı oranda pislenmiş, zehirli atıklarla bulanmış ise balığın halı ne olur? Tâğuti düzeni ve kurumları reddetmeden, çocukların aldıkları çarpık eğitimi hatta onaylayan bir tavır içinde, televizyonun yetiştirmesine açık şekilde ve nefsanî tarzda özgürce, yani başıboş tarzda caddelerde, sokaklarda gezip tozmayı, bakıp baktırmayı ihtiyaç sayan kızlarımız yetişirken sonucun böyle olacağını hesap etmemiz gerekiyordu. Uzun da olmayan etekleriyle diz altlarını, hele yırtmaçlı etekleriyle bacaklarını, kot ve benzeri pantolonla bluz veya tişörtle vücut hatlarını, üstünde hala duruyorsa pardösü demeye bin şahit isteyen mont türünden ve daracık dış giysisiyle belinin inceliğini göstermekten çekinmeyen başörtülü kızlarımız, başı açıklara geç de olsa uyarak düşük pantolon ve açık göbek modasına da uyar ve teşhirciliğin bu kadar rezilcesine de atılırsa şaşmamak lazım.
Başında başörtüsü var ya yeter, o kendini kapalı sayıyor. Zaten yozlaşma ve dejenerasyon yavaş yavaş büyüdüğünden toplum şaşmıyor, yadırgamıyor, doğal karşılıyor bütün bunları.
Hicabın, tesettürün içi boşaltılmış, sadece başörtüsü, varsa yoksa türban kalmış. Onun da suyunu çıkartarak cıvıttılar; örtüsüz örtü gibi zıtlık ve tuhaflıklar ortalığı kapladı. Her şeye rağmen başörtülü kızlar bu ülkenin gülleri, fidanları, meyve vermesi beklenen ağaçları. Kökü kuruyan ağacın yaprakları da tabii kısa zaman sonra kuruyacaktır. Ağacın kökü iman idi, sulanmadı, beslenmedi, gıdasız bırakıldı bu ağaç. Hatta su diye kurutacak zehir verildi özellikle resmi kurumlarca. Kuruyan kökün başörtüsü şeklindeki yaprakları döküldü. Sulanması gereken bazı fidanlar ise sulanmadı, ama sulandırıldı; cahiliye kültürünün hormonlu bilgi kirliliğiyle yetişen körpe fidanlar çürümeye başladı.
Hormonla ve yanlış aşılarla özü kaybettirilen, genlerini/fıtratına müdahale edilen ağaçların meyveleri durumundaki başörtüleri de kanserojen özellikler taşımaya başladı. Çöplükte gül bitebilir, ama gübrelikte gül bitmez; bitse bile kokusu da aldığı gıda cinsinden olur; başörtüsü gibi açan goncası/çiçeği huzur vermek yerine, çirkin görüntüsü ve kocaman dikenleri göze batar.
Türkiye’de İslam’la savaşan laik putperestler, İslam’ın hayata yansıyan ve kimlik görüntüsü veren özelliğinden dolayı başörtüsüne tavizsiz bir düşmanlık göstermektedir. Bu topraklarda hakla batıl arasındaki savaş bazı simgesel alanlarda yapılıyor. O alanlardan biri de başörtüsü denilen savaş alanı. Başörtüsünü teferruat gören ve açmanın en fazla küçük bir günah olduğunu düşünenler, başörtüsünün simgesel konumunu, yani İslam’ın günümüzdeki önemli bir sembolü olduğunu görmezden geliyorlar. Sancağın/bayrağın basit bir bez parçası olmadığını, onun çok önemli bir misyonu temsil ettiğini kabul eden kimseler, başörtüsünün de dava açısından bundan farksız olduğunu unutuyorlar.
Bu topraklarda her müslüman, başörtüsünü, belki normal ülkelerde ve normal zamanlarda olduğundan daha fazla (râyet/sancak gibi) önemsemek zorundadır. Tamam da, bu simgesel özelliğin abartılıp putlaştırılmasına da olumlu bakmamız herhalde beklenilmemelidir. Tevhidi bağlamından koparılmış dini özelliklerin insanı ve toplumu kurtarması beklenemez. İbadetlerin adetleşmesi, ya da modern seküler hayatın bir parçası, kapitalizmin işleyen bir çarkı konumuna girmesi, insanı da yozlaştıracak ve yobazlaştıracaktır. Olan da budur. Sanıldığının aksine; yozluk-yobazlık da modern insana geleneksel kişilerden çok daha yakındır.
İfrat ve tefrit hemen bütün insanımızı kuşatmış. Herkes başörtüsünün bir tarafını çekiştirdi. Başörtüsünün abartılı düşmanlarına karşı, bizim mahallede bazıları onu teferruat sayarken, bazıları da onu fazla abarttı ve sloganlarının başına çıkardı. Giderek başörtüsü putlaştırılmadan da yakasını kurtaramadı. Sanki başka zulüm yokmuş, daha önemli başka farzlara baskı yokmuş gibi bir tavırla, başörtüsüne gereğinden fazla vurgu yapıldı. Üniversitelerden istenilen tek istek o idi. Altyapıya önem vermeden, iman ve tevhid vurgusu yapılmadan, takvanın gereği olarak hayâ ve edebe atıfta bulunulmadan; tam tersine “demokratik hak”, “insan hak ve özgürlüğü”, “anayasanın verdiği onay”, “Zübeyde Hanım’ın da yaptığı/taktığı gibi” referanslarla ve onu doğuran temel değerden yalıtılmış şekilde ve sloganlaştırılarak yalnızlaştırılan “başörtüsü” evet, itiraf edilip dillendirilmesi zor olsa da putlaştırılmış oldu. Allah’tan bağımsız peygamber sevgisi dâhil, her çeşit aşırılık putlaştırma olur da başörtüsü gibi baş tacı putlaştırılmaz mı? Varsa yoksa başörtüsü diyen ve başka hiçbir talebi olmayanlara cevap da hak ettikleri cinsten oldu: Öyleyse alın size başörtüsü; sosyal alanlardaki sulandırılmış şekliyle alın başınıza çalın!
Parçacı yaklaşım, uzlaşmacı yaklaşımdır.
Parçayı bütün sanan, bütünü asla aramayacak, bütünü hepten yitirecek, bütünle bağlarını koparacaktır. Bu, hikmetin yitirilmesi değildir sadece; dinin de yitirilmesine giden yoldur aynı zamanda. Parça, bütünden koparılınca bütünün değerlerini kaybeder. Ağaçtan koparılan bir dal, bitkiden koparılan bir çiçek, insandan koparılan bir el, göz, kulak veya baş kısa zamanda ne duruma düşerse, tesettür ve takva örtüsünden, ona alt yapı olan iman ve Allah korkusundan koparılan başörtüsü de o duruma düşer/düştü. Başörtüsü, diğer İslami kıyafetle birlikte ve iman dayanan bir davranış/yaşayış biçimiyle değerini alır; bunlardan bağımsız başörtüsünün Hindistan’ın milli kıyafetinden farkı olmaz. Şuurlu ümmete “bu şekliyle başörtüsü, uğrunda can verilecek bir değer değildir” dedirtir, sahibine Allah indinde rıza ödülü kazandırmaz.
Hakları kalmasın, bu manzarada yeşil sermayenin, “başörtülü tezgâhtar aranıyor” diye kapısına yazı yazan yeşil holdingden, hacı amca tuhafiyecisine kadar esnafın, manken tipli başörtülü eleman arayanların, başörtülüleri plajlara alıştıran Kapris Oteli ve benzerlerinin, tesettür mayolarının, bu sektörden geçinen çeşitli alandaki iş piyasasının, özellikle tekstil firmalarının, ha bir de Tekbir(!) giyimlerin ve başörtüsü defilelerinin büyük rolü var; Avrupa Birliği duysa başörtüsünü Avrupa kriterlerine uydurdukları için bunlara ne tür ödül vereceğini şaşırır.
Müslüman, İmam-Hatiplerde ve üniversitelerde fazla bir şey değil, sadece başörtüsü istiyor artık. Kitabın tümüne inanması, İlahi hükümlerin hepsine teslim olması gereken müslüman, imandan da önce gelen tâğutun kurum ve kurallarını, cahiliye anlayış ve uygulamalarını tümüyle reddetmiyor.
Hakkını, hem de insan ve müslüman olmanın gerektirdiği binlerce haktan küçük bir hakkını, müslüman; mücahide has bir üslupla değil; demokratik yollardan, sadece imza toplayarak, telgraf çekerek, yürüyüş yaparak istemeyi tercih ediyor. Kâfirler de canları isterse, bir lütuf ve bağış olarak, karşılığında, müslümanlardan nicelerini kendi saflarına çekme ve nice tavizler alıp, müslümanları iğdiş etme pahasına lütfen kabul edecekler. Etmeseler ne olacak? Hiiiç!
Ayrıca, bugünkü düzen içinde ve bu eğitim sisteminde başörtüsü tümüyle serbest olsa iş bitecek, sorumluluk gidecek, istekler sona erecek, din tamamlanacak mıdır? Müslüman, nelere rıza gösteriyor, neleri savunma durumuna geliyor, ne için çırpınıyor, ne isteyip nelerle yetiniyor, kimin rızası için ne yapıyor… Kur’an ışığında bunları iyi düşünmesi lazımdır.
Tesettür anlayışı konusunda İslam’la bugünkü müslüman arasında dağlar kadar fark oluşmuş durumda. İslam, sadece başörtüsünü, sadece türbanı emretmiyor elbette. Tesettür bununla bitmiyor. Sınıflarda pardösü çıkarılarak etek-bluzla oturan; kanı kaynayan genç erkeklerin ve öğretmenlerin her türlü bakış ve tavırlarına, sözle ve gözle saldırılarına muhatap korumasız bir kızcağız. Evinde erkek misafirlere bile gözükmeyen hoca-hacı çocuğu bu müslüman kızların, anfi ve sınıflardaki, kantinlerdeki kızlı erkekli karma eğitim ve eritim içinde bulunmasının nasıl bir tezat teşkil ettiği kimsenin eleştirisini bile almıyor.
Bir müslüman kızın başörtüsüne, hayâ ve namusuna Alman gâvurundan da fazlaca saldıran bir zihniyet; özellikle eğitim adına gencin imanına, ahlakına… zarar vermiyor, saldırmıyor mu dersiniz? “Bir kızın üniversitede başının açılması basit bir olay mıdır, tepki gösterilmesin mi yani?” denebilir. Evet, bu büyük bir haram, vahşi bir cinayettir. Fakat ondan daha önemlisi odur ki: Kâfirlerin işgaline uğramış olan müslümanların yaşadığı hemen tüm ülkelerde mü’minlerin okullarda imanına müsaade edilmiyor. Putlar ister istemez sevdiriliyor, övdürülüyor. Ders diye nice terslikler oluyor, küfür kelimeleri söylettiriliyor, en azından dinlettiriliyor, puta tapma törenleri icra ettiriliyor… Bunlara normal gözle bakılır, ses çıkarılmaz, tepki gösterilmezken, tesettür ve hicab görevini ne kadar yaptığı da şüpheli olan salt türbana hücum mu sadece tepki gösterilmesi gereken? Din ve imandan daha mı önemli bu?
İnsan sadece diliyle konuşmaz. Eskilerin hal dili dediği iç lisanı da vardır. Beden dili denilen, vücudun aldığı şekille, organlarının gösterdiği özel tavırla da konuşur. Araştırmaların gösterdiği çarpıcı sonuç; beden dilinin, konuşma dilinden çok daha etkili olduğu şeklindedir. Beden dili, sadece organların değil, aynı zamanda organların örtüldüğü giysi ile de yakından ilgilidir. Yani, insan üzerindeki elbisenin de bir dili vardır, o da konuşur.
Davet eder, mesafe koyar, karşısındaki ile samimiyet veya resmiyeti ifade eder. Elbise, aynı zamanda bir kimliktir, şahsiyet belirtisidir, örfün tercümanıdır. İnsanın temizliği, pejmürdeliği, düzeni, zevki, kültürü, muhataplarına verdiği değer ve saygısı da giysisinden anlaşılabilir. Her şeyden önemlisi, elbise bazen insanın hangi dini tercih ettiğini, ya da diniyle ne tür bir ilişki içinde olduğunu da belirtir. Mesajdır giysi, çağrıdır, ya da korunmadır.
Giysinin temel olarak üç özelliği vardır: Tesettür/örtme, koruma ve süs. Bunlar içinde en önemlisi, giysinin insanı örtme özelliğidir, yani tesettür. Giysiden mahrum kalmak, çıplaklık, insanı cennetten çıkaran isyanın görüntüsü olduğu gibi, şeytanın bu yolla insanı belaya uğratıp cennete girmesine engel olmasına fırsat vermektir. Şeytan cennette Hz. Âdem ve eşinin çıplak olması için bütün planlarını kurmuş ve onların cennetten çıkarılmalarına sebeb olmuştu. Onlar da birlikte Rablerine yönelip af talebinde bulundular, örtündüler ve Allah da onları affetti. “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana babanızı(Âdem ve Havva’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir fitneye/belaya düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları kıldık.” (Araf 27). Hz. Âdem ve Havva’da isyanın sonucu, Cennetten çıkarılmanın alameti olarak ortaya çıkan çıplaklık, bu kişilerin nesillerinde Cennete girmeye engel sebeplerden biri, isyanın görüntüsü, şeytana uymanın özelliğidir.
Bir başörtüsü sektörü oluştu; kapitalizmin örtülü versiyonu olarak türban rantı ortaya çıktı. Bin bir çeşit desen ve renk cümbüşüyle Doğu zevkine hitap edip başörtüsü üreten yüzlerce yerli ve yabancı firma, ithalatçılar, sadece başörtüsü satan mağazalar, başörtü modaları, başörtü defileleri, başörtülüler için özel mayolar…
İçinde müslümanların da yaşadığı kapitalist düzenlerde finans kurumları nasıl bir görüntüyle, hangi görevi yerine getirmek için kurulmuş ve düzen açısından nasıl sakıncasız (hatta faydalı) görülmüşse; başörtülü kızlar o amaç için “Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler olan” (Müslim)çarşı ve pazarlara çıkarılmıştır. Kapitalizmin nimetlerinden(!) mahrum olmadan faizden kaçmak isteyen kimselerin paralarını piyasaya, dolayısıyla kendi kasalarına çekmek isteyenlerin finans kurumları aracığıyla bu işi yaptıkları gibi; açık-saçıklardan biraz rahatsız olanların paralarını ve ilgisini çekmenin kapitalistçe yolu oldu başörtülü tezgâhtarlar, başörtülü sekreterler. Bunca işsiz erkek varken, bu kızlar, hangi özellikleriyle tercih ediliyor dersiniz? Ya da ille bayan gerekiyorsa, niye özürlü bir bayan, yaşlı bir bayan değil de; manken ölçülerine uygun yapıda genç bayanlar isteniyor?
Telefona bakmak, ya da müşteriyle ilgilenmek için manken gibi olmanın avantajını insani akıl ve İslami kültür mü, yoksa şeytani düzen ve sömürücü görüş mü söylüyor? Kime ve neye hizmet ettiğini, neyi alet edip sömürdüğünü para denilen cazip şeytan haydi işverene düşündürtmüyor; ya siz başörtülü kızlar, bunların sizi sömürüp kullanmasına, bundan da kötüsü sizin örtünüzü istismar etmesine, güzelim örtüyü sizin elinizle katran kazanına koymalarına, dünyada izzetinizin, ahirette cennetinizin çalınmasına nasıl rıza gösteriyorsunuz?
Değer mi üç kuruş para veya meymenetsiz insanların keyfi/beğenisi için bunlar? Özgürlük mü zannediyorsunuz bu köleliği, bu kullanılmayı, bu meta ve nesne haline getirilmeyi; hala akletmiyor musunuz? Başörtüsünü başınıza aldığınız gibi aklınızı da başınıza alın, şeytanın ve şeytanlaşanların oyuncağı, kölesi olmayın.
Düşünebiliyor musunuz, İslam’ın cihad bayrağını dalgalandırma şerefi gibi hanımlara üstünlük verdiren o başların tacı, kapitalizmin hizmetinde, daha kötüsü (söylemesi zor da olsa söyleyeyim cinselliğin, göz zinasının hizmetinde.
Kapitalist ve materyalist dünya her şeyi o denge(sizlik) de tutuyor: Arz-talep. Üretim ve tüketim için bu böyle olduğu gibi, çeyrek tesettürlü bayanlar konusunda da böyle:
Çıplaklardan hoşlanmayan, hele onlarla asla evlenmek istemeyen çok sayıda muhafazakâr genç erkek var; bunlar için de çarşıda pazarda delikanlıların ilgisini kendisine çekmeye çalışan ve bu erkeklerin zevkle bakıp (tabii iyi niyetle canım, ona ne şüphe!) hoşlanacağı tipler gerekli. Piyasa şartları böyle oluşacak, bir taraftan fitne kazanı kaynarken, bir taraftan başörtüsü sektörü piyasaları canlandıracak, her çeşidiyle sömürü artmış olacak.
“Günün hatta akşamın her saatinde bunca başörtülü kızın çarşıda sokakta ne işi var?” diyen bile artık yok. Evi hapishane gibi gören kızlar ve genç kadınlar artık sokaklarda göz hapsinde yaşadıklarını, özgürlük adına erkeklerin göz zevklerine gönüllü kölelik yaptıklarını ya düşünmüyor, ya da bundan şeytani şekilde zevk alıyorlar. İslami ahlakın sokaklara hâkim olmadığı bugünkü çarşı ve pazarlar, hanımıyla erkeğiyle müslümanların, özellikle gençlerin ancak çok zaruri bir işleri varsa, zaruret miktarı çıkıp dönecekleri (benzetme yerinde ise tuvalet gibi) mekânlardır. Kapitalistleşen ve Allah korkusundan sıyrılan insanların mabedi ve köle pazarı haline gelen, kapitalizmin can damarı çarşı ve pazarların Allah nazarındaki yerini Peygamberimiz belirtiyor: “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim)
Makyajın rengine uygun başörtüsü ya da başörtüsüne uygun renk ve biçimde kıyafet; başörtüsü modası denilen yeni moda türedi. Her dışarıya çıkmadan önce ütüden geçirilen, ayna karşısında yarım saat uğraşılarak takılan, kendisine verilen para ile Afrika’da bir kadının hayat boyu kendini tümüyle örtecek giysi alabileceği bir aksesuar.
Bu tavırlara bakarak “bu hanımlar kapanmak, Allah rızasına uygun şekilde örtünmek için, namahrem bakışlara dur demek için başörtüsü takıyorlar” diyenler beri gelsin; Allah sorarsa bu tavırlara olumlu şahitlik yapabilecek kaç kişi çıkar dersiniz? Cinsel çekiciliği/cazibeyi kitabına /eşarba uydurup gözü (haramlara) açık safları kandırmak isteyen şeytan, insana sağdan yaklaşırken başörtüsü şeklinde flama kullanıyor olmasın? Yoksa bu yozlaşmış acınası başörtülüler, erkeklerin dikkatini bu şekilde daha çok çekmek için başörtüsünü yem ve istismar aracı mı görüyorlar? Hayır, başörtüsü erkek alıkları avlamak için volta atanların oltaya taktıkları av olamaz, olmamalıdır!
Hayır, bin kere hayır! Medine‘de Kaynuka Oğullarından Yahudilerin, yüzünü açmak istedikleri ve onu savunan müslümanın bu zulmü yapanı öldürüp sonra şehid edilmesine sebeb olan ve Rasulullah’ın bu olay akabinde uğrunda savaş verdiği hanımın örtüsü böyle değildi.
Maraş’ta savaş pahasına savunulan başörtüsü bu tip başörtüsü değildi.
Nur suresi 31, ayette mü’min hanımlarının yakalarının üstüne örtmeleri emredilen ‘humur-hımar’ bu başörtüsü değildir.
Ahzab suresi, 59, ayette mü’min hanımlara emredilen cilbab; üstlerine giymeleri gereken dış elbise, şu çarşı pazarda boy gösteren bayanların giydiği pardösümsü giysi değildir, hayır!
Hz. Aişe annemizin, ensar kadınlarının özelliği olarak anlattığı, başörtüsü emrinin hemen ertesi sabahı, sanki başları üstünde karga var gibi örtüler içinde sabah namazına gelen kadınların örtüleri değildir bu başörtüsü.
Yirminci asrın ortalarına kadar dünyanın hiçbir yerinde ve Osmanlı’da mü’mine hanımların örtülerinin benzeri değildir bu çeyrek örtüler, namaz örtüsüne benzemiyor bu başörtüler.
Doğuda, insanlar geniş/bol, uzun elbise giyerler, başlarını örterler iken; Batıda, tam tersi dar, kısa giyerler ve başları açıktır. Günümüz dünyasında Batı ile Doğu özellikleri kaybolup dünya globalleşir/küreselleşirken, Batı Doğuyu her konuda kendine benzetir, kendi kültürünü dayatıp farklılıkları imha ettiği halde, yine de giysilerdeki bu farklılıklar kısmen korunmakta, özellikle dinin bu farklılıkları korumada özel konumu hala direnci canlı tutmaktadır. Bir köyün, bir şehrin müslüman beldesi mi, Hıristiyan yerleşim yeri mi olduğu daha uzaktan görünen minaresinden ya da çan kulesinden belli olduğu gibi; elbise de bir kimsenin mü’min mi, kâfir mi olduğunu zahiren yansıtma özelliğini gösterebilir. Zahirle batın, dış ile iç, kalıp ile kalp arasında zannedildiğinden çok fazla ilişki vardır.
Bu ilişki, eğer uyum içinde değilse; birinin tümüyle ötekine baskın çıkıp aradaki uzlaşmazlığı kaldırıncaya kadar sürer. Elbisenin sadece dinin zahiri ile dinin emirlerine şeklen teslimiyet ve fetva ile değil; aynı zamanda dinin özü olan takva ile de yakın irtibatı vardır. İnsan, takva adlı elbiseye bürünmemiş ise, her tarafını çok kalın giysilerle tümüyle örtse bile bu giysi ona yeterli gelmeyecek, kendisini ve muhataplarını haramlardan korumaya yetmeyecektir. Edep, hayâ, iffet gibi kelimelerle de ifade edilen bu durum, Arapçada hicab kelimesiyle ifade edilir. Bu özellik, giyinmenin arka planını ortaya koyduğu için, “giysili çıplak” olmaya giden yolu tıkayacak, sözgelimi kadının cinsel tahrik unsuru olarak ayakkabı ve terliklerini kadınsı bir eda ile tahrik edecek şekilde ses çıkararak kullanmasına, tahrik edici parfümler kullanmasına engel olacaktır, Haramlara davet edici şuh kahkahalar, kadınsı cilve, kırıtma ve aşırı rahat/özgür tavırlar ile sadece dış giysinin kapatamadığı şeytani güzellikleri, yani çirkinlikleri ancak takva giysisi kapatır.
Takva giysisi, edep, iffet ve hayâ günümüzün gençlerine doğal ortamda, evde, çevrede ve özellikle okullarda çocukluğundan beri veril(e)mediği için çeyrek tesettürlüler, yani “örtülü ama tesettürsüz” kimseler ortalığı kaplamaya başladı. Takva giysisinin önemsenmemesine, biraz da diğer tamamlayıcı unsurlardan yalıtılmış şekilde, sadece “başörtüsü” vurgusunun sebeb olduğu değerlendirilmelidir. İş, bırakın takva giysisini, fetva boyutunu bile hiçe sayan, sanki İslam’ın tesettür ve hicap emriyle dalgasını geçen bir tuhaflığa, hatta maskaralığa bile dönüşebilmektedir.
İşin sadece fıkhi/şekilsel boyutunu ele alan, ama takva giysisinden soyunmuş bir bayan sözgelimi parmağını göstermenin fıkhen caiz olduğundan yola çıkarılarak yabancı bir erkeğe parmağıyla işaret ederek parmağına “haydi gel!” dedirtebilir, gözünü göstermenin caizliğinden yola çıkarak göz kırpabilir. Bu tür problemlerin ne kadar yaygın olduğunu belki sokağı, caddeyi, okulu, gezinti yerlerini tanımayan kişiler bilmeyebilir, ama iş gerçekten çığırından çıkmış vaziyettedir. Sadece başörtülü olan, diğer giysileri ve tavırlarıyla takva giysisine hatta düşman olan, ya da şeklen tesettürlü olduğu halde İslami edebe, hayâ ve iffete yeterli derecede sahip olmadığı hemen belli olan kişinin kapalı kıyafeti de artık yadırganmamakta, her iki farklı, hatta birbirine düşman tavır normal görülebilmektedir.
Elbise de konuşur. Evet, kişi dili aracığıyla konuştuğu gibi, elbisesi aracığıyla da konuşur. “Bana, benim dişiliğime bakma, ben Allah’tan korkan bir müslümanım. Toplumun ve/veya kendimin ihtiyacından dolayı bulunduğum sosyal hayatta şu anda ben bir dişi olarak değil, kişi olarak varım. Sahip olduğumu düşündüğüm her şey gibi kendi vücudum da bana emanettir, Allah’ın emaneti. Onu nasıl kullanmam, nasıl örtmem gerektiğini de Sahibi bilir. Yanlış kıyafetim ve hatalı davranışım yüzünden de başka erkekleri günaha davet ederek mülkün sahibine ihanet edemem! Kıyafet tercihimle ilan ediyorum ki, yabancı erkeklerin bana bakmasını istemiyorum” şeklinde kibarca mesaj vermesi gereken başörtüsü, bugün göz alıcı renk ve desenleri, diğer tamamlayıcı giysi ve tavırlarıyla cıyak cıyak bağırıyor: “Hey erkekler, ben buradayım, baksanıza! Sizin dikkatinizi ve ilginizi çekip kendime baktırmak için ben ne paralar sarfettim, kaç mağaza gezdim, ne uğraşlar verdim. Nasıl, yakışmış mı başörtüm, uyum sağlamış değil mi diğer giysilerimle. Karar vermedinse tekrar bak, bir daha bak! Ha, nasıl olmuşum, güzel miyim, bu giysilerimle daha da güzelleşmiş miyim? Cevabını şimdilik gözlerinle ver, e mi?”
Örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden ve ona yaklaştıran olumsuzluklardan sakınmak ve sakındırmaktır. Erkeklerin gözlerini sakınması, hem kendilerinin ve hem hanımlarının iffetini korumak içindir. Bugünkü çeyrek tesettürün bunları hakkıyla yerine getirdiğine bin şahit lazım. Bir şey, maksadından soyutlanarak algılanırsa işte böyle sulandırılır, yozlaştırılır.
Tesettür, kadının kimliğini öne çıkaran bir onurdur. Müslüman hanımın, toplumda dişiliğiyle değil, kişiliğiyle yer edinmesini sağlayan, kadının sömürülmesine ve eziyet edilmesine karşı, koruyucu bir kalkandır. Kadının teniyle, derisiyle değil; insani özellikleriyle topluma katılma arzusudur. Bir bilinçtir, bir cihaddır, bir ibadettir tesettür. İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar.
Özellikle İmam-Hatip’te, üniversitede okuyan ve okumak isteyen müslüman kızın dünya-ahiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında ve onunla bütünleşen tesettür ve müslümanca kişilikte düğümleniyor. İslami örtünme iman alametidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde de Allah’ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibadettir. Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de gerçek özgürlük bayrağıdır. Materyalist modern insan; imajı, vitrini, kaportayı, yani maddi cinsinden ve göz boyayacak şeyleri özün yerine koydu.
Bunun kadın açısından durumu da şu: Fark edilip beğenilmek isteyen bir kadın; teniyle, çekici kıyafetiyle, dişiliğiyle bunu gerçekleştirecek, toplumda bu özelliklerle yer edinecektir. İnsani erdemlerle, hizmet ve hayırlı çalışmalarla kendini ispatlamak, ancak kulluk şuuruyla, İslam kimliğiyle ve gerçekten hür kadınlar için söz konusu olabilir. Kadın edilgenlikten, sömürüden, metalaşmaktan, nesneleşmekten, kendi nefsine köle olmaktan veya kendi nefsine köle olanlara kölelikten kurtulmak ve erkek egemen dünyada hak ettiği saygın yeri almak istiyorsa, bunun yolunun kesinlikle tesettürden, hicaptan, Allah korkusuna dayalı bir yaşayıştan, İslami bir aileden geçtiğini unutmamalıdır. Kadının huzur ve mutluluğuna giden yol, çarşı ve pazardan geçmemektedir.
Sokakta bulunanlar veya bulunduğu sanılanlar, yine bir sokakta kaybedilecek şeylerdir. O olmadan tesettürün de olamayacağı, ama sadece kendisiyle işin bitmediği bir başlangıç olan baş tacı başörtüsü, dişiliğin örtülmesi olarak görüleceği yerde, dişiliği öne çıkarmanın çarpık bir aracı haline d(ön)üşmüşse, artık tesettürün bir cüzü bile olamayan bu bez parçasını başına koyan örtülü çıplak, Allah’ın değil; hevasının/hevesinin, ins ve cin şeytanlarının kulu olmuştur.
Sağduyu sahibi her insanın kabuk edeceği gibi, İslam’ın istediği gibi örtünmemek ve bunun sonucunda karşı tarafı tahrik etmek bir eziyettir. Bayanlara yönelik cinsel taciz elbette bir eziyettir, zulümdür; ama buna sebeb olan cinsel tahrik de erkeklere yönelik bir eziyet ve zulümdür. İslam’ın istediği gibi tesettüre, hayâ ve edebe, takva giysisine özen göstermeden toplum içine çıkan bayanlar, özellikle namuslu müslüman erkeklere yönelik bir eziyet yapmakta, onların vebalini almakta, günahlarına vesile olmaktadır. Gereği gibi tesettür ve edep içinde olmayan bayanlar, kendilerini ister istemez gören erkeklerin haklarını gasp etmektedirler; en doğal hakları olan namuslu olma, Allah’a kulluk yapma, haram işlemeden yaşama hakkını çiğnemektedirler. O yüzden tesettüre ve hayâya tam dikkat etmeyen bayan, kendisine gözüktüğü tüm erkekleri taciz ederek kul hakkı suçu işlemektedir.
Örtü bir kalkan oluyor.
Karşı tarafı tahrik edecek unsurları perdeliyor. Karşı tarafa karşı caydırıcı bir özellik taşıyor. Ve örtülü bir kadın böylece çok yönlü bir eziyetten de kurtuluyor. Taciz gibi eziyetlerden, çirkin bakış ve düşüncelerden, teklif ve sataşmalardan korunmak isteyen bir bayanın şöyle düşünmesi gerekir: “Başkasının bana cinsel tacizde bulunmasını istemiyorsam, bana ait güzellikleri allayıp pullayarak teşhir etmemeliyim. Tahrik ederek başkalarının bana cinsi taciz yapmasına sebep olacak duygularını kabartmamalıyım”
Örtünmeden amaç korumak ve korunmaktır. Görüntü ile harekete geçen söz dinlemez erkek duygularına karşı yine erkeği koruyoruz. Tabii dolayısıyla erkeğin tahrik olup saldırmasına karşı kadın kendini de koruyor. Örtü, erkeğe İlahi sınırları hatırlatma ve onun günaha girmesine engel olma fonksiyonunu yerine getirir. Erkeğin içindeki söz dinlemez duygular, örtü karşısında sessiz kalıp tahrik olmadan yuvalarına dönerler. Örtü erkeği kötü düşünceden korurken, kadını da kötü düşüncenin fiile dönüşmesinden korur. Yani örtü, kadını ve erkeği günahlardan, şeytani dürtülerden, fitnelerden, dolayısıyla cehennemden korur.
Günümüzde cilbab, yani pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı. Giderek artan bir ucube olarak boneli, başörtülü, fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat üstünde sadece tişörtlü-etekli kıyafetler boy göstermeye başladı.
İslam kadınının sadece tesettürü bile yeterli görmesi mümkün değilken, yani aynı zamanda takva elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik özelliklerini kuşanmak, tavır-yürüyüş-konuşma-gülme- aşırı serbest hareket vb. davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecburiyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı. Kala kala sadece bir başörtüsü kaldı; o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, öğretmenlik vb. amaçlar için çıkarılabilecek; pazarlık ve taviz konusu olabilecek; türbanla, şapkayla, perukla…
değiştirilebilecek bir ucuzluğa düştü. “Artık televizyonlarda ve halka açık salonlarda tesettür defileleri yapılıyor deyin, gerisini onlar anlar” diyecek Bekri Mustafa’lara kaldı iş. Biraz alaylı, biraz da gerçeğin düşmanları tarafından müslümanların yüzüne tokat gibi vurulması kabilinden, boyalı basın buna “çeyrek tesettür” adını taktı. “Tesettür ya vardır, ya yoktur; bunun yarımı, çeyreği, ekmekarası olur mu?” demeyin, uygulamaya bakarsanız oluyormuş…
Başörtüsü, bir aksesuar gibi değerlendiriliyor bazı kızlarımızın gözünde. Kadınsı çekiciliği yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, bir moda olarak düşünülüyor artık. “Tesettür(!) defilesi” denilen ucubeler, bir taraftan talebe/isteğe cevap verirken, daha çok da arzı körüklüyor. Dışarıya çıkarken erkek bakışlarını üzerine çekmemeye gayret etmesi gereken müslüman bayan, -kocasının karşısında belki bu kadar süslenip kıyafetine özen göstermezken- en az yarım saat ayna karşısında kendine çeki düzen vermeye çabalıyor, başörtüsünün rengine uygun olmayan pardösü ve ayakkabıyı giysiden saymıyor… Akşam olunca da evinde, Filistin’li kızların dramını, Irak’taki kadınlara yapılan zulmü gözünden yaşlar akıtarak seyrediyor.
Bütün bunlar, cahil bırakılmış ve okullar başta olmak üzere düzen ve onun tüm kurumlarıyla, gayr-ı İslami çevre şartlarıyla yozlaştırılıp bilinçsizleştirilen, çok kimliklileştirilen/kimliksizleştirilen, Batının ve batılın değersiz değerlerine özendirilmeye çalışan toplum kurbanı şuursuz müslüman kızlarımıza kızmamıza ve suçu sadece onlara yüklememize sebeb olmamalı. Zaten onlar da erkeklerin aynası, elmanın diğer yarısı. Müslüman erkeklerdeki dünyevileşme, takvayı hatta haram-helal sınırlarını geri planlara atmayı dışarıdan hemen tespit etmek mümkün olmuyor; eğer kadındaki tesettür gibi dıştan hemen belli olan bir ölçüt olsaydı veya varsa, hemen bu diğer yarımda da benzer dejenerasyon aynı oranda sergilenecektir.
Zaten bu bayanların da çoğu, bu çeşit şuursuz müslümanların eşleri, kızları, kardeşleri değil mi? Bunlara kızmaktan, hatta acımaktan da önce, kadın ve erkek hepimize bu yozlaşmanın sebeplerini doğru teşhis edip çareler üretmek için gece gündüz çalışmamız, fedakârlıklarda bulunmamız, güzel örnek olmamız, fesat ortamını salah ortamına çevirmek ve insanları ıslah için hilafet görevimizi yerine getirme gayretiyle ha bire koşturmamız gerekiyor.
Eğer başörtülüler, gerçekten Allah rızası için ve O’nun emri olduğundan dolayı başörtüsü örtülüyorsa, Peygamber ihtarları; modadan, yabancı erkekler tarafından beğenilme arzusundan ve hevaya uymaktan, şeytanı ve şeytanlaşanları razı etme çabasından daha etkili olacaktır. O yüzden insanımıza, özellikle başörtülü tesettürsüzlere şu hadis-i şerifleri hatırlatalım:
“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen (örtülü çıplak) ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete girmedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.” (Müslim)
“Ümmetimin son zamanlarında açık ve çıplak kadınlar bulunacaktır. Başlarındaki saçlarının kıvrımları develerin hörgücü gibi olacaktır. Siz onları lanetleyin. Çünkü onlar mel’un kadınlardır.” (Taberani)
“Rasulullah (s.a.s), hafif bir elbise giyip tamamen vücut hatlarını örtmeyen kadınlara “Onlar adı örtülü ama gerçekten çıplaktırlar.”
buyurmuştur (Süyuti)
“Kadın, örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker.” (Tirmizi)
Aişe (r.a)’den rivayete göre, bir gün Ebu Bekir (r.a)’in kızı Esma (ki peygamberimizin baldızıdır) ince bir elbise ile Allah Rasulü’nün huzuruna girmişti. Rasulullah (s.as) ondan yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.”
Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.
(Ebu Davud)
Yüce Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve Meymune validelerimizle oturuyorlarken Ashab-ı kiramdan görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektum çıkagelince Peygamberimiz eşlerine: “Bu zattan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Ya Rasulullah! Bu zat a’mâ değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!” deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min kadınlara ölçü olan şu cevabı verdi: “Evet (o a’mâdır, görmüyor) ama siz de mi körsünüz? Siz de mi onu görmüyorsunuz?(Gözlerini koruyun ve tesettüre uyun).”
(Ebu Davud)
“Allah, peruk takana ve taktıran kadına lanet etsin!”
(Buhari, Müslim, Nesai)
“Rasulullah (s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lanet etti.” (Ebu Davud, Ahmed bin Hanbel)
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim)
“Gözler de zina eder; onların zinası (bakılması haram olan kimselere şehvetle) bakmaktır.” (Buhari, Müslim)
Cerir (r.a) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.)’a ansızın görmenin hükmünü sordum. “Hemen gözünü başka tarafa çevir!” buyurdu.
(Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
“Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz…” (Müslim, Tirmizi, İbn Mace)
“Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
“Kim dünyada şöhret için elbise giyerse Allah ona kıyamet gününde zillet elbisesi giydirir. Sonra da onu cehennemin alevli ateşlerinde yakar.” (Ebu Davud).
Şöhret elbisesinden maksat, başkalarına cazip görünmek ve fors satmak için giyilen elbisedir. İbnü’l Esir ise şöhret elbisesinden maksat insanların arasında göz alıcı elbiseler giyerek büyüklük taslamak, kibirli tavra bürünmektir diye belirtir.
“Kim (dünyada, dikkatleri üzerine çeken) şöhret elbisesi giyerse, Allah, alçaltacağı gün alçaltıncaya kadar, o kimseden yüz çevirir (rahmet nazarıyla bakmaz).” (Kütüb-i Sitte)
“Cennette bir kadının nasifi, dünyadan ve bir o kadar daha şeyden daha hayırlıdır.”
Dedim ki: ‘Ya Rasulullah, nasifi nedir?’ “Başörtüsüdür” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel)
Ve bir ayet-i kerime: “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva elbisesi (takva ile kuşanıp donanmak) ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (Araf 26).
Daha hayırlı olan “takva elbisesi” nedir? Takva (din örtüsü) ile kişi, kendini korumaya, dini hayatına zarar verecek şeylerden sakınmaya çalışır. O örtü ile korunur, o örtü ile temiz fıtratını savunur, o örtü ile edep dışı işlerden kendini muhafaza eder. O örtü onun için zırh gibidir, sağlam bir kale gibidir, çevresinde onu tehlikelerden saklayan nöbetçiler gibidir. İşte takva elbisesi budur. İnsanın ruhunu giydiren ve doyuran elbise. İnsanın manevi dünyasını kollayan, yüzünü kızartacak bütün yanlış hareketlerden koruyan bir manevi giysi, bir örtünüş ve davranış biçimi. Mü’minin onuruna, kişiliğine, inancı, ahlakı ve namusuna zarar verecek davranışlardan onu koruyan bir giysidir takva elbisesi.
Takva elbisesi, sırf Allah rızası için ve emredildiği gibi, şuurla sevgi dolu teslimiyetle örtünmektir. Takva elbisesi, takva hissi veya takva duygusu ile giyim, yani hayâ duygusu ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile giyilen ve Allah’ın izniyle maddi-manevi ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan bu elbise daha güzeldir, sırf faydadır. Takva duygusu olmayanlar ne kadar kalın giyseler de çıplaklıktan kurtulamazlar. Asıl hayır takva elbisesidir ki, örtülmesi gereken yerlerin örtünmesini sağlar, kişiyi maddi ve manevi hayâsızlıklardan korur.
Vahye dayalı gerçek ilimden uzaklaştırılmış, tefekkür nedir bilmez hale getirilmiş, Kur’an’ı okuyup anlamayı ve ona göre yaşamayı tek çıkar yol olarak düşünemeyen, imanı çalınarak ibadet zevkinden mahrum bırakılmış, kısacası çağdaşlaştırılmış insanın şu veya bu oranda cinselliğin ya da cinsi isteğinin istismarına yönelik kapitalist tuzaklara kapılmaması imkânsız gibi bir şeydir. Bunlara ahlaki nasihatlerin pek bir fayda vereceği düşünülmemelidir. İman olmadan ahlakın da olmayacağını, gerçek ahlakın Kur’an’ı yaşamak olduğunu bu çevre ve düzen kurbanlarına anlatmak, inandırmak, benimsetmekten başka çıkar yol gözükmüyor. Tevhidi anlamda gerçek bir iman olmadan insanın ahlaklı, namuslu ve şerefli olması mümkün değildir. Çünkü izzet; ancak Allah’ın, Rasulünün ve müminlerindir. (Münafikun 8)
Bazı bayanların aşırı serbest hareketler içinde, müslüman bir hanıma yakışmayacak basit tavır ve başörtülerine uymayacak çirkinlikte kıyafetle toplum içine çıktıkları giderek çokça görülen bir şahsiyet problemidir. Bu davranışların hem kendilerini küçülttükleri, hem örtülü bayanlar hakkında yanlış ve kasıtlı yargıda bulunanlara koz verdikleri ve hem de dini yanlış tanıttıkları yönüyle fitneye sebeb olan bu çeyrek tesettürlü bayanlar, her geçen gün daha da artmaktadır. Ama bunu toplumdaki tüm müslüman bayanlara şamil kılmak veya böyle davrananlar yüzünden diğerlerini de toplumdan tümüyle uzaklaştırmak doğru olmasa gerektir.
Başörtüsünün tek başına ele alınıp öyle anlatılması ve anlaşılması, onun yozlaştırılmasına sebep olabilmektedir. Başörtüsü dinin emirlerinden bir emirdir. Birçok dini görevin yerine getirilmesiyle başörtüsü İslami bir anlam kazanır. Dinin emirlerini yerine getirmeyen ya da diğer giysi ve davranışları başörtüsünün ruhuyla bağdaşmayan insanın başında ise o sadece bir bez parçasıdır. Bir ev düşünün onu üzerinde bulunduğu arazinin toprağı gevşekse, yağan yağmur, esen rüzgâr onun toprağını oradan alıp götürüyorsa; bu durum, ev içinde oturanlara güven vermeyecektir. İşte aynen bunun gibi, iman da sağlam bir zemindir. Ameller ise bu zemin üzerinde yükselen binadır; başörtüsü ise bu binanın çatısı, tesettür/örtü ise onun dış cephesidir. Temeldeki çürüklük binanın her yerine yansıyacaktır. Sağlam bir iman olmadan, başta duran başörtüsü ne kadar sıkı bağlanırsa bağlansın, temsil ettiği değerler; nefis, şeytan veya onların dıştaki temsilcilerinden gelen en ufak bir rüzgârda uçup gidecek veya başörtülü ama çıplak denilecek tip oluşacaktır.
İçinde, olması gerektiği şekilde iman esaslarını taşıyanlar için başörtüsü, “başı gitmeden başından gitmeyecek” kadar değer ifade ederken, içinde olması gereken imani değerleri olmayan veya zayıf olanlar için ise, o hizmet için, üniversite için taviz verilebilecek bir teferruattır, olmasa da olur; ya da haram bakışları uzaklaştırmak yerine çekiciliği artıracak şekilde istismar edilebilecek bir oyuncak haline gelir.
Örtü Allah’a itaatin simgesidir. “Ben, vücudumda geçici bir süre duracak olan bir kiracıyım, emanetçiyim” diye düşünmeli insan. Vücuduma ait hangi organ olursa olsun o bana O’nun tarafından bir hediyedir. Hem de öyle değerlidir ki, hiçbir hakkım yokken bana verilmiş. Bunun bana bir lütuf olarak verilmesi karşısında ikram sahibine karşı kayıtsız kalamam. Bu, saygısızlık olur” diye düşünmeli insan.
“Bu kadar lütuftan sonra… Evet benim üzerimde hâkimiyeti ve merhameti bu denli açık olan Zata karşı yapmam gereken görev O’nun emir ve yasaklarına uymak olmalı. Zira O beni benden iyi tanıyor. Bana neyin faydalı, neyin zararlı olacağını benden iyi biliyor. Benim için her yaptığı şeyde bana yönelik faydaları o işlerin arkasına takan Zat, tesettürde de benim bilemediğim ve göremediğim faydaları onun arkasına takmıştır” demeli ve itaat etmeli.
İnsan şöyle düşünmeli; “Ben, bana ayda sözgelimi 500-1000 dolar verene günümden şu kadarını, şartlarını onun belirlediği işleri yapmak için veriyorum, hatta aldığım ücret yüksekse bunu seve seve yapıyorum. Rabbim bana yığın yığın nimetler veriyor. Bir gözümü milyarlarca dolara değişmiyorum, hayatıma değerler biçemiyorum. Bana bu kadar nimetleri hiç liyakatim olmadığı halde veren Zata karşı, değil günümün, ömrümün bütün zaman dilimlerini, şartlarını Onun belirlediği kulluk için seve seve veririm. Bana bin dolar maaş veren işverenimin bana emretme hakkı, benimde emredileni yapma görevim varsa ve ben bunu aldığım ücretin doğal bir sonucu olarak yapıyorsam ve işimi yapmaz ve aksatırsam bütün sonuçlarına katlanıyorsam; şunu da iyi bilmem lazım: Bana her şeyi veren Allah da bana emrediyor. Bin doları veren, hayatımın bir bölümünü şekillendirme hakkına sahipse, Allah (c.c) verdiği şeylerle hayatımın tamamını istediği biçimde şekillendirme hakkına öncelikle sahiptir.”
Sadece insan elbise giymez, giysi de insanı giyer, yönetir, yönlendirir. Dış, için aynısıdır. Dışı İslam’ın anladığı anlamda temiz olmayanın içinin de çok temiz olmasına imkân yoktur. Kıyafetin insan ruhuna etki ettiği de bir vakıadır. O yüzden kadın giysisi giyen erkek artık kadın gibi tavırlar takınır. Bunun tersi de geçerlidir. O yüzden Peygamberimiz, çok küçük yaştaki çocukların bile karşı cinsin elbiselerini giyinmelerini yasaklar, hatta karşı cinsi çağrıştıracak renklerdeki giysileri de. İşte giysinin insan ruhuna bu etkisi, İslam’ın uygun görmediği tarzdaki kıyafetin imana da zarar vermesine sebep olabilecektir. Aynen gerçek imanın tam tesettürü, takva giysisini zorunlu kıldığı gibi.
18-20. Yüzyıl Türk tarihi, biraz da kıyafetlerdeki acayip ve hızlı değişimin tarihidir. Tanzimat denilen Batıya entegre olma, yönetimi ve halkı Batılılaştırma çabası, hayatın her alanında olduğu gibi, kıyafetlerde de büyük kırılmanın başlangıcı olmuştur. Bu kırılma, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devrimlerle, kop(arıl)ma noktasına getirilmiştir. En önemli devrimlerin kıyafetle ilgili olması, giysinin sadece bir görüntüden ibaret olmayıp oradaki değişimin kişinin inanç dâhil, tüm dünyasını değiştireceği gerçeğinden yola çıkarılarak yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte halkın giysi özgürlüğü baskı altına alınmış, devlet zoruyla kişiler Batılı giysilere mecbur edilmiştir.
II. Mahmut zamanında başlamış olan bu faşizan, baskıcı, ceberut tavır, günümüzde de hala sürdürülmektedir. Pantolon, ceket ve kravatı devlet dairelerinde zorunlu hale getirip “modern kâtip” giysisini dayatma ile yetinilmemiş, Yunanlıların başlarına geçirdiği kıyafet olan fes, II. Mahmut tarafından zorla âlime-cahile giydirilmiştir. Müslüman halk, bu Batılı kıyafetlere gâvur kıyafeti demiş, bu giysileri zorla giydiren yöneticiye de “gâvur padişah” adını takmıştır. Bununla birlikte devlet güç kullanarak bu devrimi uygulamış, ardından nice zaman geçtiği halde ve fesin Cumhuriyetle birlikte terk edilmesine rağmen camilerdeki namaz kıldırma memurları (üzerine sarık sararak) hala bu köhne devrimi canlı tutmakta devam edegelmiştir.
II. Mahmut’tan beri yöneticiler kendi güçlerini insanların başlarında görmeyi en büyük hedef saymışlar, baş üstünde yer edinemeseler de başın üstünde kendi devrimlerine yer bulmanın sadistçe mutluluğunu tatmak istemişlerdir.
Adı geçen padişah, kafalara fes geçirip kendi egemenliğini görüp herkese gösterdiği gibi; aynı tavır, daha sonra da başkaları tarafından kafalarda şapka görülmek istenmesiyle ortaya konmuştur. Sonra egemenlik ve etkinliklerini başörtüsü yasağı şeklinde halkı sürüleştirme zevkini tadarak görmeyi sürdüren zihniyet, bütün bu yaptıklarını Batılılaştırma/çağdaşlaştırma adına yaptıklarını ifade etmeyi görev bilmişlerdir.
Modernizm, günümüzde faşist bir din haline almıştır. Global dünya dini olarak dayatılan bu emperyalist dünya görüşü, insanı tek tip haline getirip sürüleştirmekte, onu her yönüyle köleleştirmektedir. Batılılaşan bayan, niye giysisini, giysisiyle dikkat çekmek istediği vücudunu teşhir etme ihtiyacı duymaktadır? Modernizm şeklinde ortaya çıkan çağdaş Batı yaşama biçimi ve ideolojisi olan materyalizm, insanın ruhunu, manevi dinamiklerini hiçe saymakta, kişiyi sadece sahip olduğu giysiden, arabadan, paradan, maldan ibaret kabul etmektedir. Bayanları da etten, deriden ibaret, giysiden kozmetik ürünlerden, süslenmeden ibaret görmektedir. Batılı(laşmış) insan da kendine biçilen rolden memnundur.
Zinaya yaklaşma ve yaklaştırma olacakmış, toplum ifsad edilecekmiş, erkekler tahrik edilip günahlara davetiye çıkarılacakmış, böylece kendisinin yolunu tuttuğu Cehenneme nice erkekleri de sürüklüyor olacakmış, çağdaş bayanın umurunda değildir. Nasıl olsa, memlekette demokrasi var; canı ne isterse onu giyer, vücut onun değil mi, istediğini yapar…
II. Mahmut’la birlikte müslüman halkın kıyafetine müdahale edilmeye ve resmi kıyafet dayatılmaya başlanmış, TC kurulur kurulmaz da daha net ve sert kıyafet devrimi uygulamaya konulmuş bir coğrafya, müslüman hanımların modernleşmesi konusunda diğer ülkelere karşı ilk kötü örneklere sahne olmuştu. 20. Asırda devrimlerle devrilen değerlerle ilgili olarak, önce bin senedir giyilen çarşaf çıkar(t)ılmış, sonra peçeler at(tır)ılmış, zaruret olmaksızın yani çarşıda pazarda yüzlerin açılması yaygınlaşmıştı. Bilenler ya da hatırlayanlar ne kadar kaldı bilmem, hala bazı kitaplarda ve mahfillerde “bol pardösü çarşafın yerini tutar mı” tartışmaları yapılır(dı). Hanbelî, Şafii ve Selefilerin caiz görmediğinden de yola çıkılarak özellikle fitnenin kol gezdiği günümüz ortamı gibi durumlarda ihtiyar olmayan bayanların diğer tarafları kapalı olsa da, yüzlerini ulu orta açmalarının caiz olup olmadığı gündeme gelirdi.
Nereden nereye? Bugünkü entel takılan kültürlü bir bayana bunları anlatmak, hele takva ve azimeti tavsiye etmek bile ne kadar mümkündür? Bu gidişle, korkarım birkaç sene sonraki bazı İslami dergilerde bazı müslüman yazarların bazı makale başlıkları şöyle olacak: “Şeffaf Başörtüsü Tesettüre Uygun mudur? Ya da “Açık Göbek Modası Başörtülü Bayanlar Arasında Niye Hızla Yayılıyor? “Başörtülü kızlardan Oluşan Dans Grubu Nasıl Ortaya Çıktı?” Gazete haber başlıklarından bazıları da şöyle olacak: “Güzellik Yarışmasına Katılmak İsteyen Başörtülüler”, “Başörtülü
Şarkıcı ve Sanatçılar Dernek Kuruyor.”
Bu anlatılanlardan, “bütün başörtülü bayanlar böyle” gibi bir yargı çıkmaz elbette. Hayâ ve iffet sembolü, tam tesettürlü, ihtiyaç için çıktığı sosyal hayatta dişiliğiyle değil, kişiliğiyle hanım hanımcık yer alan ve Allah rızası için örtündüğü her davranışından belli olan şuurlu kızlarımızı ve kız kardeşlerimizi tenzih ederiz. Üzüldüğümüz şey; bu mücahidlerin sayılarının giderek azalması ve kopmaların, karşı sınıfa transferlerin özellikle okuyan ve hele hele çalışan bayanlar arasında hızla artış eğilimi göstermesi.
Kraliçe Çıplak: Andersen’in meşhur masalındaki çıplak kralın çıplaklığını göre göre kabullenip dile getirmekten çekinenler gibi oldu insanımız. Başlarındaki taç kabul ettiğimiz başörtüsü ile kral değilse bile bizim mahallenin kraliçeleri durumundaki başörtülülerin örtüyü istismar edip yozlaştırmasından dolayı “kraliçe çıplak!” diye bağırmayı göze alanlar olmazsa bu çıplaklık tüm toplumu mahvedecektir. “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişan eder). Bilin ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal 25)
İslam düşmanlarının bile bu konunun önemini bilerek devrimler ve baskıcı uygulamalarla kendi giysilerini dayattıkları bir dünyada, kendi kimliğimizi giysilerle de korumalı ve göstermeliyiz.
Ne mutlu, tesettürünü bayraklaştırıp cihadını ilan eden, hicap bilincine sahip, takva elbisesini hiç üzerinden çıkarmayan iffet ve hayâ timsali hanımlara! Kılık-kıyafet ve yaşayış prensiplerini İslami ölçülere göre tanzim edip namusunu muhafaza eden edepli gençlere!
Gözünde haram bakışların işi olmayan erkeklere ve yüzünde haram bakışların izi ve lekesi olmayan kızlaramıza selam olsun !
Ahmet Kalkan
(Müslümanın (Güzelleşmesi Kitabından)
Egemen güçlerin bunca saldırısı ve zulmüne rağmen çarşılara, pazarlara baktığımızda başörtülü kızlardan geçilmiyor. Bardağın neresine bakalım? Hiç yoktan başı örtülü bayanların sayısı hâlâ çok sayıda diye sevinelim mi; yoksa başörtüsü ruhundan giderek soyutlandı, çarşılar başörtülü mankenlerin boy gösterdiği podyuma döndü, örtü sokağa (ayağa) düştü diye üzülelim mi?
Sürpriz olan hangisi? Az-çok kültürlü kızların başörtülü olabilmesi mi, yoksa her yönden gayri İslami yaşama biçiminin kuşattığı ve modern Batı standartlarını içselleştirmiş, özgürlük putunun kurbanı ve sosyal hayatın, sokak ve çarşının tutsağı olmuş başörtülü kızların her aklı başında müslümana “bu kadar da yozlaşma olmaz!” dedirtecek anormallikleri mi? Okullarda karma eğitimin tezgâhından geçmiş, televizyon dizileriyle büyümüş, kadın-erkek eşitliğini ve kadın özgürlüğünü bayraklaştırmış, dünyevileşmiş, İslam’ı yeterince bilmeyen, bildiklerini tümüyle yaşamanın getirdiği bedellere hazır olmayan kızların çeyrek tesettürü mü?
Şuurlu müslümanların başörtüsü mücadelesini önemli bir cihad gibi görmelerinin sebebi, onun Kur’an’ın bir emri, tesettürün ayrılmaz bir parçası, İslami inanç ve yaşama biçiminin dışa yansıyan bir göstergesi, müslüman hanımın hayâ ve iffetinin bir işareti olduğu içindi.
Müslüman hanımın başörtüsüyle birlikte dış kıyafetinin özelliklerini özetin özeti mahiyette hatırlatalım: Müslüman bir kadının yabancı erkeklerle ve müslüman olmayan bayanlara karşı yüzü, bileklere kadar elleri dışında vücudunun tamamı avrettir, örtmeleri gerekir. Hanımların, ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Ayette şöyle buyrulur: “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Ahzab 59)
Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Elbise şeffaf ve çok ince olmamasına rağmen uzuvları belli edecek şekilde darsa ve organların şeklini ortaya koyarsa yine tesettür gerçekleşmemiş olur. Giyilen kıyafetin, örtünen başörtüsünün, erkeklerin dikkatini çekecek şekillerde olmaması, cinsel cazibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir.(O yüzden şekil ve renk olarak sade, daha çok koyu-siyah-renkte giysi ve örtü, yirminci asra kadar bütün dünya müslümanlarının riayet ettiği ölçü kabul edilmiştir.)
Kim ne yorum yaparsa yapsın; başörtüsü Kur’an’ın emridir: “Mümin hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, namus ve iffetlerini muhafaza etsinler. Görünen kısmı müstesna olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtünsünler…” (Nur 31)
Başörtüsü teferruat değildir. Allahın Kur’an’da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek teferruat ise, mesela göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için taviz verilecek basitlikte görülemez, olmasa da olur denilecek bir husus kabul edilemez.
Müslüman hanım, Ahzab suresi 59. ayete göre sadece vücudunu ve başını örtmekle emrolunmamış, aynı zamanda yabancı erkeklerden eziyet görmeyecek ölçüde ve iffetli olduklarını gösterecek biçimde cilbab (çekici olamayan ve baştan ayağa örten geniş ve kalın bir dış giysi) ile örtüneceklerdir. Bu özellik, başörtüsünün şeklini de, başörtüsü dışında dış giyimin nasıl olması gerektiğini ve bunun hikmetlerinide içermektedir. Vücudu örttüğü halde dış giysinin (cilbabın) içindeki bol elbise, -cilbabsız olarak- nasıl dışarıda tesettür için yeterli görülmüyorsa, aynı şekilde elbise desenlerinden daha çekici, allı güllü, bol süslü eşarplar ve kadını cazip gösteren kıyafetlerin de tesettürdeki temel espri ve hikmeti taşımayacağı bilinmelidir.
Bilindiği gibi, Nur suresi 31. ayeti, kadınlara-istisna edilen şahıslar dışında- hiçbir erkeğe ziynetlerini göstermemelerini emretmekte.
Ziynet, kadını güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherat ve elbise gibi şeyleri içine almaktadır.
Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak şarttır. “Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da ‘onun kokusu şöyle şöyleydi’diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir.” (Ebu Davud, hadis no: 351)
Konuşurken ciddi olma mecburiyeti vardır: “…Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.” (Ahzab 32). Müslüman hanımın davranışı, yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: “…Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).” (Nur 31)
Tesettürdeki gaye ve hikmet, ulemanın ittifakı ve ümmetin icmâı ile kadının yabancı erkeklere karşı cinsi cazibesini gizlemektir. O yüzden, kadının bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsü ya da giysinin kullanımına da izin vermez. Nur suresi 31. ayet, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Hâlbuki şimdiki başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir? Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa o yiyeceğin hali ne olur?
Başörtüsü, mü’min hanımlara üniversitede değil, gelişmeye başladığı andan itibaren farz olmaktadır. Ayrıca üniversite gibi resmi kurumlarda ve erkeklerle kızların karma eğitim yaptıkları ya da içli dışlı oldukları yerde sadece başörtüsü değildir farz olan; onu tamamlayan diğer giysiler ve cinsi özellik ve cazibelerin tümünden arınmış, fitne ortamına hiç yer vermeyecek davranışlar da şarttır.
Müslüman bayan, erkeklerin de bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşru ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayatta tesettür her şey değil; bir şeydir. Onsuz olmaz ama onunla da her şey tamamlanmış değildir. Kahkaha gibi aşırı ve sesli gülme, yabancı erkeklerle şakalaşma, gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler, yapmacık eda ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslümanlarca yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan kaçınılması gerekir.
Müslüman hanımın bu ölçülere riayet etmeden sosyal hayatta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem davasına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslam’a ve hem de müslüman kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok büyük zararlar verecektir.
Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta, masa ve kasa başında, başörtülü bayanların “örtülü çıplak” diye tanımlanabilecek başörtülü yozlaşmanın görüntülerini de şöyle özetleyelim: Çarşaf ya da bol ve uzun pardösü benzeri bir dış giysinin tamamlamadığı bir kıyafet. Dış giysi cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya pantolon, üstüne bluz, elbise cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere(iş arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) gözükmek.
Yasak savma cinsinden bile kabul edilmeyecek tarzda, çok ince veya şok kısa ya da çok dar pardösümsü bir dış giysi
Başörtünün altından sırıtan çirkinlik: Yüzde makyaj, dudaklarda ruj, yanaklarda allık, gözlerde boya ve hatta başörtüsünün rengine uygun özel lens, kaşlarda inceltme ve vücutta ağır parfüm kokusu gibi acayiplikler.
Yani, başörtülü sekreter ve başörtülü tezgâhtar bayanların büyük çoğunluğu başta olmak üzere ev hanımı veya ev kızı olmadıkları imajını her haliyle yansıtmaya çalışarak entel takılan genç bayanların da önemli bir kesiminin çarşıda, okulda, işte… başörtülü mankenlere benzeme gayreti. Üstü kapalı altı havalı, uygunsuz etek üstü türban, altta dar kot pantolon üstte başörtüsü, bacakları açık ama başı kapalı tipler; Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedirtecek şekilde, altı kaval üstü şişhane görüntüsü…
Süslü kubbesi olan bir caminin alt katının tapınak olarak kullanıma açılması gibi bir şey. Başında sarık, ayağında mayo olan imam kıyafeti ne ise onun gibi. Ne var bunda demeyin, sarıklı imamın giydiği mayonun HaŞeMa yani, Hakiki Şeriat Mayosu değil; Batılıların giydiği cinsten iki parmaklık mayo olduğunu düşünün. Sakallı ve başında sarığı olan genç bir imamın sosyete plajında bakınarak gezinmesi ne ise, aynısı ve belki daha ağırı değil midir, çarşı ve pazarda (hal diliyle “şişşt, baksana bana!” diye konuşan giysi içinde) kendine baktırarak gezinen başörtülü kızın tavrı.
İkişer kelimelik kısa tanımlarla özetlersek: “Başörtülü açıklık”; “örtülü çıplaklık”; “tesettürsüz örtü.” Şunlarda üçer kelimelik: “Cilalı baş devri”; “cennetle cehennem koalisyonu”; “sulandırılmış İslam’ın görüntüsü”; “zakkum aşılanmış çiçek”; “zehir karıştırılmış bal.”
Konserlerde alkış ve ıslıkla da yetinmeyip dans eder gibi hareketlerle tempo tutup sanatçının ezgisine/şarkısına koro elemanı gibi katılan başörtülü kızlar kimse tarafından yadırganmıyor artık. Çarşılarda özgürce gezmekle tatmin olmayan başörtülü bayanların bir kısmı, deniz kenarlarında, park ve pastanelerde özgür takılıyorlar, herkesin içinde şuh kahkahalar atabiliyor, çarşıda (şimdilik) kız arkadaşlarıyla öpüşebiliyor, çok rahat tavır ve cıvık cinsellik kokan davranışlardan, bazen kol kola bir yabancı erkekle fingirdeşmekten bile çekinmiyorlar.
Peygamberimiz(s.a.s)’in “giyinik olduğu halde çıplak gibi görünen kadınları, Cehennem ehlinden” saymasının(Müslim)sebebi üzerinde düşünülüyor mu dersiniz? Hz. Peygamber, bunların Cennete giremeyeceği gibi, Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir. Kimdir bu örtülü çıplaklar? Bunlar şeriatın koyduğu ölçülere uymayan, yani ince, dar ve uzuvları gösteren elbiseler giyen ya da vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadınlardır. Kadınların bu şekilde giyinmesi, küçük günahlardan olsaydı, Hz. Peygamber, onları Cehennem ehlinden saymaz, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını söylemezdi. Farzedelim ki, söz konusu şekilde giyinmek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar etmenin, günahı büyüteceğini bilmiyorlar mı? Bilinmelidir ki, “sürekli yapılan hiçbir günah küçük; tevbe edilen hiçbir günah da büyük değildir.
Hasan Basri gibi: “Siz sahabeyi görseydiniz deli (öcü) derdiniz, onlar da sizi görseydi müslüman (tesettürlü) demezdi” demeyeceğim; daha hafifini tercih edeceğim: Günümüz Mekke ve Medine’sinde, hatta Tahran’ında, Afrika’nın nice ülkesinde, Malezya’da… erkek ve hanım müslümanlar, bu giysi ve davranış sahiplerine hiç duraksamadan kötü kadın damgası vurabilirler, kendilerinden saymayacakları gibi, hicaplı/tesettürlü sınıfı küçük düşürdükleri için ajan muamelesi yaparlar. Ama Batı ülkelerinde bu kıyafet ve tavrın, tepki almadan kabul göreceğinden emin olabilirsiniz.
Başörtüsü dışındaki bu giysi ve davranışı kendi standartlarında gördüklerinden, “herhalde başı keldir de kapatma ihtiyacı duyuyordur veya başına bir bez bağlamaktan zevk alıyordur, imaj anlayışıdır, bu tür değişiklikle dikkat çekmek istiyordur” şeklinde değerlendirmeler yaparlar. Türkiye’deki fanatik laikler ve Kemalistler gibi (çoğunluğun tavrı ve çoğu özelliğiyle) ahı gitmiş vahı kalmış başörtümsü cicili bez karşısında katı ve uzlaşmaz tavır takınmazlar.
“Bunlar (iki inanç, iki grup) arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar, benziyorlar) ne bunlara. Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın.” (Nisa 143). Hem Allah’ı hem şeytanı razı etmeye çalışmak, sadece şeytanı razı edecek gülünç tavırlara, aldatış ve aldanışlara götürür insanı. “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası ancak dünya hayatında rezillik, rüsvaylıktır; Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. (Bakara 85) “Yoksa onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri şeriat (dini kaide) kılan şirk koştukları ortakları mı var?
Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir(işleri bitirilir)di. Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21)
Hakla batılın koalisyonu, güzel bir içeceğin zehirle karıştırılmışı gibidir. Altısı içinden, altısı dışından tavırlar dinle alay etme gibi değerlendirilebilir. Müslümanlığı çok kötü temsil eden kimsenin zararları, müslüman olmayanlarınkinden daha büyük olur çoğu zaman; akılsız dost ve akıllı düşman misali. İslam’a en büyük zarar; tarih boyunca hep içeridekilerden gelmiştir. Dini yanlış temsil ile “müslümanlar işte böyle!” dedirtecek tavizci anlayışa ve kötü örnek olarak dini de küçük düşüren tavırlara kimsenin hakkı yoktur.
Bütün bunların yanında saçının tekinin bile gözükmemesine ciddi özen gösterilerek takınılan ve çoğunlukla “bone”li başörtüsü; rengârenk, bin bir desen, cıvıl cıvıl. Anadolu’daki fazla kültürlü olmayan bayanların kıyafetinin diğer bölümlerinde bu denli yozlaşma olmasına rağmen, başörtüsü bağlama konusunda biraz ihmalkâr biraz alışkanlık gereği, yer yer saçlarından bir kısmının bazen veya devamlı gözükebilecek şekilde başörtüsünde gevşek davranmalarına tam ters bir uygulamayı andırıyor, büyük şehirlerdeki bu fotoğraf. Çok kültürlü olmayan halk sınıfından geleneksel örtünmeyi sürdüren bayanlar, başörtü örtme biçimine kadar örfleştirip adetleştirdikleri şuursuzca örtünme görüntüsü sergilerken, onlardan ayrıldığını gösterme ihtiyacı duyan ve kültürlü olduğunu düşünen modern örtülü bayanlar da, saçlarını örtme konusunda gösterdikleri titizliği; başörtüsünün süslü cazibiyetinden kaçınma hususunda, başörtüsü dışındaki giysi ve tavır konusunda(sanki bilinçli ve kasıtlı bir tavırla) göstermekten kaçınıyorlar.
Renk-renk, moda moda başörtüler; atlası, ipeği, yerlisi, ithali, bin bir çeşit… Ama farklı etiketlere, değişik firma isimlerine aldanmayın; hepsinin markası tek: “Bak Bana!” marka.
Dışı kâfirleri hala yakmayı sürdüren başörtüsü, içi müslümanları yakmaya başladı. Batıl cephesinde yeni bir şey yok; ilkeli de çağdaşı da aynı. Batının ve her çeşit batılın geleneksel tavrı değişmiyor: Zorla hakkından gelemediği hakkı, hile ile yozlaştırıp tahrif etmek. Yaşadığımız coğrafyada da bu filmin başörtülü versiyonu vizyona kondu; kanun ve baskılara alt edemedikleri, önünü alamadıkları başörtüsünü cıvıklaştırarak yozlaştırdılar. Light İslam, sulandırılmış, kitabına uydurulmuş, ılımlı Müslümanlık diye dillendirilen İslamizasyon anlayışının ne ölçüde tutacağını başörtülüler üzerinde test ettiği global ifsat çeteleri ve maalesef umutlanacakları netice aldılar.
İmanla, tevhidle bağı koparılan, hiç değilse zayıflatılan ibadetler, adetlere dönüşür. Başörtüsü de öyle oldu. Kültürsüz halk kesiminde ninelerin, hizmetçilerin, temizlikçilerin ya da köylü kadınların geleneksel başörtüsü, adet kabilinden değerlendirildiği için egemen güçlerin bunu hoşgörüyle (en azından düşman olunmaya gerekli olmayan, tahammül edilebilir şekilde) karşıladıkları bilinen husus. Şehirli bayanların, kültürlü kesimin de başörtüsü, çok yönlü yönlendirmelerle âdete dönüştürülüyor. Böylece derin egemen güçler, onu irticai (yeni adıyla İslami, siyasal) simge görmeyecek, âdete dönüşen başörtüsüyle uzlaşacaklar. Yeter ki imanın yansıması olarak örtülmesin örtü, yoksa bir kimlik alameti ve Müslümanlık sembolü olmaktan çık(arıl)mış bir bez parçasıyla kimsenin bir alıp veremediği olmaz. Bizim açımızdan, yukarıda resmedilen şekliyle sorun ne kadar büyürse, zalimler için de o oranda sorun olmaktan çıkacaktır başörtüsü. Bu değerlendirme ışığında, çok yakın bir zamanda başörtüsü meselesi çözülmüş olacak. Az kaldı, yozlaşmanın çapı ve şümulü tamamlansın; başörtüsü AB standartları ve Batılı modern bayanların tüm olumsuz imajlarıyla arasında çok az kalan farklılıkları kaldırsın, başörtüsü sorun olmaktan çıkacaktır.
Derin devlet, yani formalite icabı hükümette olanlar değil; devleti fiilen yöneten iktidar gücü her ne kadar şimdiye kadar hiç taviz vermiyor görünse, on yıl sonrasına bile yeşil ışık yakmayacak izlenimi verse de, tek taraflı olarak başörtülülerin kahir ekseriyeti, her çeşit tavizi vermeye hazır olduğunu gösterdi. Ruhu soyutlanmış, tesettür görevi yaptığı çok şüpheli hale gelmiş başörtüsüne İslam düşmanları niye taviz vermesin ki!? Hele o verecekleri taviz, bundan sonra alacakları muhtemel taviz yanında çok az kalıyorsa. Ama dejenerasyonun yeterli olmadığını düşünüyor o çevreler besbelli. Taviz tavizi doğurur, “dur bakalım ne olacak?” diye bekliyor sadece başörtüsü vurgusu yapan çevreler. Öteki taraf, başörtüsüzlerin her türlü olumsuz giyim ve tavırlarına bulaştırdıkları başörtülüleri “bu müslümancıklar, açık göbek modasına ve başörtüsü altına mayo ya da mini etek garabetine kadar işi vardıracaklar mı” diye test etmeye devam ediyor ve sebeb oldukları bu tablodan sadistçe zevk alıyorlar.
Başörtüsü, modern giyim(sizlik) tarzıyla, Batılı modern tavırla, vücudun diğer giysilerdeki cinselliği açığa vuran çağdaş özelliklere uyuştuğu oranda modern güçler ve düzen de başörtüsüyle uyuşacak. Başörtülü; Kur’ani çizgi, takva giysisi ve yaşama biçiminden ne kadar taviz verip uzaklaşırsa, kendini doğuran bağla irtibatını koparırsa, o oranda İslam düşmanı çevrelerin tavizini görecek. Görünen maalesef o ki; başörtülülerin kahir ekseriyeti, bugünkü halleri ve gelecekte sergileyecekleri daha büyük yozlaşma sürecine girmeleriyle kendilerine taviz verilmeyi hak ettiler. Ama yine de Kenan Evren’in tabiriyle “sinek küçük ama mide bulandırır” diye düşünüyorlar.
Kur’an bu güçlerin portresini şöyle çiziyor: “Sen onların dinine uyuncaya kadar Yahudiler de Hıristiyanlar da (onların izinden giden müşrikler de) senden asla razı olmazlar.” (Bakara 120)
Başörtüsünün imanla irtibatının çoğu kızımızda çözüldüğünü gören ayette belirtilen sınıflar, başörtüsü problemini çözmek için girişimlerine başlama sinyalleri verdi biliyorsunuz. İktidar değişimlerini finanse eden dolar milyarderi Amerikalı Yahudi Soros, kendi emir kulları olan radikal laik çevrelere “yeter artık, bu kadarı kâfi” demeye başladı ve ekledi: “Başörtüsü sorununu ben çözeceğim.”
Bu sözü, tabii ki kendi adına değil; Batı adına, Amerika namına, yani çoğunluğu Hıristiyan olduğu değerlendirilen kesim adına, Hıristiyan Batıyı temsilen dillendirdi ve üstüne üstlük; kısa zaman önce
başörtüsü sorununun çözümünün İsrail’den geçtiği yetkili ve etkili çevrelerin ağzından dökülmeye başladı. Demek ki, başörtülülerin bu yozlaşmasından razı oldular, neticesi alındığı için artık baskının kalkması gerektiğine karar verdiler. Bakara 120’nin ışığında bu durumu yorumladığımızda, işin vehâmeti daha iyi anlaşılacaktır.
Bu demektir ki, kendini tesettürde zannedenlerin çok önemli bir bölümünün taktığı başörtüsü, Allah’ın razı olmayacağı şekle geldi. İsrail’in, ABD’nin razı olduğu başörtüsü, artık Avrupa Birliği’ne girmek üzere. Onlardan yeşil ışık yakılmaya başlandığına göre, onların emir kulları egemen güçler de kamusal alan dedikleri etkin yerlerde değilse de, sözgelimi bazı üniversitelerdeki kırmızı ışıkların bir bölümünü söndürecekler. Yoksa radikaller “İslam’ın en önemli emirlerine bile yasak koyan üniversite, diğer okul ve resmi kurumlar ve de buraları bu hale getiren düzen olmaz olsun!” deyip uzlaşmayı tümüyle reddedebilirler; küçük de olsa böyle bir ihtimali hesap eden Batılı güçler, büyük tavizler alındığına emin olduğu için küçük taviz vermekten yana.
Amerika’lardan fetvalar veren“teferruat”çılar, hizmetin (kime, neye ve nasıl hizmetse?!) Allah’ın emrinden daha önemli olduğunu bağlılarına ve sempatizanlarına duyurdular. Üniversitedeki öğrenciler veya eğitim kurumları başta olmak üzere kimi alanlarda çalışan bayanlar başörtüsünü çözerek problemi çözmüş oldular. Yirmi sekiz şubat sonrası psikolojik baskılar başörtüsü bedelinin hafif olmadığını gösterdiği için bazı başörtülüler kolay yolu tercih etti. Hemen açılmakta zorlananlar, büyük bir buluşa imza atarak bere ile peruk ile tesettür olabileceğini icat ettiler. Derken çığır açıldı, iş çığırından çıktı. Hâlâ başörtüsünü çıkarmayanlar da başörtüsündeki ruhu çıkardı. Bunun yanında, özellikle büyük şehirlerdeki “ben de müslümanım” diyenlerin en az yarısı zaten ne başörtüsünü ne de başörtüsünü emreden İlahi emir ve yasakları takıyor. Eh, tavizi hâlâ hak etmesinler mi Batılıların gözünde.
Evet, üç vakte kadar (bu üç vakit, üç ay mı olur, üç yıl mı, başörtülülerin dejenerasyonun ve düzene uygun yaşam tarzının yeterli görülmesine bağlı) başörtüsü sorunu çözülecek. Ruhundan soyutlanmış, aksesuara dönüşmüş modern başörtüsü artık kamusal alanda tümüyle değilse, yavaş yavaş müsaade edilir hale gelecek. Bu ülkedeki hayranları tarafından da yadırgansa da, Avrupa Birliği veya Kirliliği denilen İslam düşmanı birlik standartları da zaten bunu gerektirmektedir. Buna rağmen, bunun çok kısa zamanda gerçekleşeceğini de düşünmüyorum. Çünkü bu coğrafyadaki örtü düşmanı egemen çevreler, kendi uyduruk dinlerine tavizsiz bağlı fanatik İslam düşmanı oldukları ve müslümanların dışa yansıyan en basit, en masum, şirk düzenine de hiç zararı olmayan görüntülerine karşı bile acımasızlar. Evet, er-geç başörtüsü sorunu çözülecek, çözülüyor; sevinin müslümanlar, sevinebilirsiniz!
Bu, başörtüsü mücadelesinin bir zaferi midir, 28 Şubat süreciyle hızlanan light İslam’ın Kur’an ve Sünnet İslam’ına-şimdilik- bir galebesi mi, değerlendirin. Müslümanlar başörtüsüne şeklen değilse ruhen çözdüler, sıra örtü düşmanlarının lütfedip çözmesine kaldı. İktidarda olduğu sanılan sanal hükümet mi? Güldürmeyin adamı, onlar kendi hanımlarının başörtülerini bile savunamıyorlar; İslam’ın İ’sini ağızlarına alamıyorlar (Eee n’apsınlar canım, yoksa gerginlik çıkar…) “Biraz daha zamanı var, zamanı geldiğinde gerginlik çıkmadan, konsensusla bu sorunu çözeceğiz” diyen hükümetin başının bu sözünün anlamı, bu açıklamalar ışığında daha iyi anlaşılmıştır herhalde.
Gazinoda, pavyon ve plajda, yani en azından gözlerin haramlarla meşgul olduğu bir mekânda başında “imam sarığı” ile dolaşmanın durumuna benziyor; çarşı-pazardaki dikkat çekici tavırlarıyla başörtülü kızın tavrı. İmamın sarığı beyaz olduğundan, en küçük bir leke kaldırmadığı ve hemen göze battığı gibi, taç gibi başlara yerleşen ve sarık kadar simgesel ve ulvi değeri olan başörtüsü de, takılan başı baştan aşağı güzelleştirmeli. Yoksa sarığı ve başörtüsünü kirletenler, farkında olmadan da olsa “din” e düşman kazandırmanın vebalini taşımış olurlar başlarında örtü yerine. İslam’ı yanlış tanıtıp kötü örnek olarak bu modern başörtülü kızlar, bilmeden ve istemeden de olsa İslam’a zarar veriyorlar. Buna rağmen, “Ne biçim Müslüman kız bunlar!”, müslüman! “kız bunlara” diyemiyoruz. Kendimiz kız(a)mıyoruz, acıyoruz bu kızlarımıza. Bunların konumu, Müslümanlığın bu ülkede ne hale getirildiğini gösteriyor. Cahil bağlıların ya da kendini bağlı zanneden mensuplarının dine bakışını ele veriyor.
Yozlaştırılmış, sulandırılmış, ılımlaştırılmış dinin başörtüsü versiyonu da böyle oluyor demek ki. Amerikancı müslümanlığın, düzene uygun demokrat müslümanlığın, fri(özgür) takılmanın, özgürleşmenin yansıması bunlar. Dine karşı din, başörtüsüne karşı başörtüsü. İçi boşaltılmış tesettür. Vitrinci, slogancı tavrın neticesi. Modern muharref müslümanlığın göstergesi, hakla batılın giysideki koalisyonu.
Çeyrek Tesettürk Anlayışı, Çeyrek Din Anlayış Demektir.
Aslında, kadınıyla erkeğiyle günümüz Türkiye müslümanı, çoğunlukla diğer dini algılayış ve yaşayış konularında da benzer tavır içinde. Başörtüsü, başların üstünde olduğu ve sokakta çarşıda (sevinemiyoruz maalesef) çokça başörtülü boşta gezen (ya da görücüye çıkıp bir şeyler arayan) kız olduğu için göze batıyor da ondan. Hani bir zamanlar yetkili bir Türk büyüğü(!) öyle diyordu ya: “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” Bu sözdeki komünizm kelimesini başörtüsüyle değiştirerek aynı sözü söylüyor şimdiki etkili ve yetkililer.
Ve getirdikleri başörtüsü de bu. “Olmaz olsun böyle başörtüsü!” dedirtmek istiyorlar topluma. Önceleri sosyete çıplakları şöyle diyordu: “Biz ne çarşaflılar gördük, ne haltlar ediyorlar…” Bu cümleden sonraki ifadeleriyle %99,9 yalan söylüyorlardı. Ama şimdi artık sadece sosyeteler değil, halkıyla elitiyle, her kesimden insan hem de nice gerçek olaylar ve gerçek görüntülerle delillendirerek “biz ne başörtülüler gördük, ne haltlar ediyorlar…” diyebiliyor, hiçbir müslümanın onaylayamayacağı cinsten aşırı özgür tavırları, yanındaki erkeklerle fingirdeşen başörtülüleri, cıvık davranış ve başörtüsüyle taban tabana zıt giysi veya giysisizlikleri, makyajlı rujlu, allıklı pudralı, manken yürüyüşlü başörtülüleri gösteriyor.
Güler misiniz, ağlar mısınız? Ben ağlanılması gerektiğini, ama ağlamaya bile vaktimizin olmadığını, bunların bizim insanımız, en azından bizim mesajımıza düşman olmayan, bize yakın insanlar olduğunu değerlendirmekten yanayım. Bütün bu yanlış/çirkin tavırlar gösteriyor ki, şuurlu müslümanlara, hepimize çok iş düşüyor. Eğer biz yeterince İslam’ı, tevhidi, Allah’ı, O’nun emir ve yasaklarını, bütüncül olarak doğru bir şekilde anlatabilseydik, söylediklerimizi yaşayabilseydik, çevremizdeki çirkinlikleri nehy edebilseydik bu anormal manzaralarla kesinlikle karşılaşmazdık. Nitekim din eğitimi yönüyle temeli sağlam atılmış olan köklü ve sahih din/tevhid öğretimi ve eğitimi/terbiyesi alan kızlarda savrulma daha az olmakta.
İçinde bulunulan mekânın inanca ve yaşayışa büyük tesiri vardır. Cahili eğitim veren kurumlara, cahiliye köle pazarlarını andıran çarşı ve pazarlara salıveren insanların da bulunduğu ortamdan etkilenmemesi için çok ama çok sağlam bir tevhidi şuura, her bedelini ödemeye hazır güçlü bir imana ihtiyaçları vardır. Meyve veren her bitkinin her toprakta yetişmediğini, bazı yerlerin ayrık otlarına, kaktüs ve zehirli bitkilere çok müsait olduğunu hatırlayalım. Başında güzel meyve cinsinden başörtüsü bulunduran kızlarımız birer fidandır. O fidanın her bir yanını ahtapot kollarıyla zehirli sarmaşıklar sarıyor ve meyve verecek özünü vampir dişleriyle emmeye çalışıyorsa, öyle bir genç ağaçtan güzel bir meyve bekleme şansımız pek olmayacaktır.
Balık için su ne ise, tesettür de müslüman hanım için odur. Su, balığın içinde yaşayamayacağı oranda pislenmiş, zehirli atıklarla bulanmış ise balığın halı ne olur? Tâğuti düzeni ve kurumları reddetmeden, çocukların aldıkları çarpık eğitimi hatta onaylayan bir tavır içinde, televizyonun yetiştirmesine açık şekilde ve nefsanî tarzda özgürce, yani başıboş tarzda caddelerde, sokaklarda gezip tozmayı, bakıp baktırmayı ihtiyaç sayan kızlarımız yetişirken sonucun böyle olacağını hesap etmemiz gerekiyordu. Uzun da olmayan etekleriyle diz altlarını, hele yırtmaçlı etekleriyle bacaklarını, kot ve benzeri pantolonla bluz veya tişörtle vücut hatlarını, üstünde hala duruyorsa pardösü demeye bin şahit isteyen mont türünden ve daracık dış giysisiyle belinin inceliğini göstermekten çekinmeyen başörtülü kızlarımız, başı açıklara geç de olsa uyarak düşük pantolon ve açık göbek modasına da uyar ve teşhirciliğin bu kadar rezilcesine de atılırsa şaşmamak lazım.
Başında başörtüsü var ya yeter, o kendini kapalı sayıyor. Zaten yozlaşma ve dejenerasyon yavaş yavaş büyüdüğünden toplum şaşmıyor, yadırgamıyor, doğal karşılıyor bütün bunları.
Hicabın, tesettürün içi boşaltılmış, sadece başörtüsü, varsa yoksa türban kalmış. Onun da suyunu çıkartarak cıvıttılar; örtüsüz örtü gibi zıtlık ve tuhaflıklar ortalığı kapladı. Her şeye rağmen başörtülü kızlar bu ülkenin gülleri, fidanları, meyve vermesi beklenen ağaçları. Kökü kuruyan ağacın yaprakları da tabii kısa zaman sonra kuruyacaktır. Ağacın kökü iman idi, sulanmadı, beslenmedi, gıdasız bırakıldı bu ağaç. Hatta su diye kurutacak zehir verildi özellikle resmi kurumlarca. Kuruyan kökün başörtüsü şeklindeki yaprakları döküldü. Sulanması gereken bazı fidanlar ise sulanmadı, ama sulandırıldı; cahiliye kültürünün hormonlu bilgi kirliliğiyle yetişen körpe fidanlar çürümeye başladı.
Hormonla ve yanlış aşılarla özü kaybettirilen, genlerini/fıtratına müdahale edilen ağaçların meyveleri durumundaki başörtüleri de kanserojen özellikler taşımaya başladı. Çöplükte gül bitebilir, ama gübrelikte gül bitmez; bitse bile kokusu da aldığı gıda cinsinden olur; başörtüsü gibi açan goncası/çiçeği huzur vermek yerine, çirkin görüntüsü ve kocaman dikenleri göze batar.
Türkiye’de İslam’la savaşan laik putperestler, İslam’ın hayata yansıyan ve kimlik görüntüsü veren özelliğinden dolayı başörtüsüne tavizsiz bir düşmanlık göstermektedir. Bu topraklarda hakla batıl arasındaki savaş bazı simgesel alanlarda yapılıyor. O alanlardan biri de başörtüsü denilen savaş alanı. Başörtüsünü teferruat gören ve açmanın en fazla küçük bir günah olduğunu düşünenler, başörtüsünün simgesel konumunu, yani İslam’ın günümüzdeki önemli bir sembolü olduğunu görmezden geliyorlar. Sancağın/bayrağın basit bir bez parçası olmadığını, onun çok önemli bir misyonu temsil ettiğini kabul eden kimseler, başörtüsünün de dava açısından bundan farksız olduğunu unutuyorlar.
Bu topraklarda her müslüman, başörtüsünü, belki normal ülkelerde ve normal zamanlarda olduğundan daha fazla (râyet/sancak gibi) önemsemek zorundadır. Tamam da, bu simgesel özelliğin abartılıp putlaştırılmasına da olumlu bakmamız herhalde beklenilmemelidir. Tevhidi bağlamından koparılmış dini özelliklerin insanı ve toplumu kurtarması beklenemez. İbadetlerin adetleşmesi, ya da modern seküler hayatın bir parçası, kapitalizmin işleyen bir çarkı konumuna girmesi, insanı da yozlaştıracak ve yobazlaştıracaktır. Olan da budur. Sanıldığının aksine; yozluk-yobazlık da modern insana geleneksel kişilerden çok daha yakındır.
İfrat ve tefrit hemen bütün insanımızı kuşatmış. Herkes başörtüsünün bir tarafını çekiştirdi. Başörtüsünün abartılı düşmanlarına karşı, bizim mahallede bazıları onu teferruat sayarken, bazıları da onu fazla abarttı ve sloganlarının başına çıkardı. Giderek başörtüsü putlaştırılmadan da yakasını kurtaramadı. Sanki başka zulüm yokmuş, daha önemli başka farzlara baskı yokmuş gibi bir tavırla, başörtüsüne gereğinden fazla vurgu yapıldı. Üniversitelerden istenilen tek istek o idi. Altyapıya önem vermeden, iman ve tevhid vurgusu yapılmadan, takvanın gereği olarak hayâ ve edebe atıfta bulunulmadan; tam tersine “demokratik hak”, “insan hak ve özgürlüğü”, “anayasanın verdiği onay”, “Zübeyde Hanım’ın da yaptığı/taktığı gibi” referanslarla ve onu doğuran temel değerden yalıtılmış şekilde ve sloganlaştırılarak yalnızlaştırılan “başörtüsü” evet, itiraf edilip dillendirilmesi zor olsa da putlaştırılmış oldu. Allah’tan bağımsız peygamber sevgisi dâhil, her çeşit aşırılık putlaştırma olur da başörtüsü gibi baş tacı putlaştırılmaz mı? Varsa yoksa başörtüsü diyen ve başka hiçbir talebi olmayanlara cevap da hak ettikleri cinsten oldu: Öyleyse alın size başörtüsü; sosyal alanlardaki sulandırılmış şekliyle alın başınıza çalın!
Parçacı yaklaşım, uzlaşmacı yaklaşımdır.
Parçayı bütün sanan, bütünü asla aramayacak, bütünü hepten yitirecek, bütünle bağlarını koparacaktır. Bu, hikmetin yitirilmesi değildir sadece; dinin de yitirilmesine giden yoldur aynı zamanda. Parça, bütünden koparılınca bütünün değerlerini kaybeder. Ağaçtan koparılan bir dal, bitkiden koparılan bir çiçek, insandan koparılan bir el, göz, kulak veya baş kısa zamanda ne duruma düşerse, tesettür ve takva örtüsünden, ona alt yapı olan iman ve Allah korkusundan koparılan başörtüsü de o duruma düşer/düştü. Başörtüsü, diğer İslami kıyafetle birlikte ve iman dayanan bir davranış/yaşayış biçimiyle değerini alır; bunlardan bağımsız başörtüsünün Hindistan’ın milli kıyafetinden farkı olmaz. Şuurlu ümmete “bu şekliyle başörtüsü, uğrunda can verilecek bir değer değildir” dedirtir, sahibine Allah indinde rıza ödülü kazandırmaz.
Hakları kalmasın, bu manzarada yeşil sermayenin, “başörtülü tezgâhtar aranıyor” diye kapısına yazı yazan yeşil holdingden, hacı amca tuhafiyecisine kadar esnafın, manken tipli başörtülü eleman arayanların, başörtülüleri plajlara alıştıran Kapris Oteli ve benzerlerinin, tesettür mayolarının, bu sektörden geçinen çeşitli alandaki iş piyasasının, özellikle tekstil firmalarının, ha bir de Tekbir(!) giyimlerin ve başörtüsü defilelerinin büyük rolü var; Avrupa Birliği duysa başörtüsünü Avrupa kriterlerine uydurdukları için bunlara ne tür ödül vereceğini şaşırır.
Müslüman, İmam-Hatiplerde ve üniversitelerde fazla bir şey değil, sadece başörtüsü istiyor artık. Kitabın tümüne inanması, İlahi hükümlerin hepsine teslim olması gereken müslüman, imandan da önce gelen tâğutun kurum ve kurallarını, cahiliye anlayış ve uygulamalarını tümüyle reddetmiyor.
Hakkını, hem de insan ve müslüman olmanın gerektirdiği binlerce haktan küçük bir hakkını, müslüman; mücahide has bir üslupla değil; demokratik yollardan, sadece imza toplayarak, telgraf çekerek, yürüyüş yaparak istemeyi tercih ediyor. Kâfirler de canları isterse, bir lütuf ve bağış olarak, karşılığında, müslümanlardan nicelerini kendi saflarına çekme ve nice tavizler alıp, müslümanları iğdiş etme pahasına lütfen kabul edecekler. Etmeseler ne olacak? Hiiiç!
Ayrıca, bugünkü düzen içinde ve bu eğitim sisteminde başörtüsü tümüyle serbest olsa iş bitecek, sorumluluk gidecek, istekler sona erecek, din tamamlanacak mıdır? Müslüman, nelere rıza gösteriyor, neleri savunma durumuna geliyor, ne için çırpınıyor, ne isteyip nelerle yetiniyor, kimin rızası için ne yapıyor… Kur’an ışığında bunları iyi düşünmesi lazımdır.
Tesettür anlayışı konusunda İslam’la bugünkü müslüman arasında dağlar kadar fark oluşmuş durumda. İslam, sadece başörtüsünü, sadece türbanı emretmiyor elbette. Tesettür bununla bitmiyor. Sınıflarda pardösü çıkarılarak etek-bluzla oturan; kanı kaynayan genç erkeklerin ve öğretmenlerin her türlü bakış ve tavırlarına, sözle ve gözle saldırılarına muhatap korumasız bir kızcağız. Evinde erkek misafirlere bile gözükmeyen hoca-hacı çocuğu bu müslüman kızların, anfi ve sınıflardaki, kantinlerdeki kızlı erkekli karma eğitim ve eritim içinde bulunmasının nasıl bir tezat teşkil ettiği kimsenin eleştirisini bile almıyor.
Bir müslüman kızın başörtüsüne, hayâ ve namusuna Alman gâvurundan da fazlaca saldıran bir zihniyet; özellikle eğitim adına gencin imanına, ahlakına… zarar vermiyor, saldırmıyor mu dersiniz? “Bir kızın üniversitede başının açılması basit bir olay mıdır, tepki gösterilmesin mi yani?” denebilir. Evet, bu büyük bir haram, vahşi bir cinayettir. Fakat ondan daha önemlisi odur ki: Kâfirlerin işgaline uğramış olan müslümanların yaşadığı hemen tüm ülkelerde mü’minlerin okullarda imanına müsaade edilmiyor. Putlar ister istemez sevdiriliyor, övdürülüyor. Ders diye nice terslikler oluyor, küfür kelimeleri söylettiriliyor, en azından dinlettiriliyor, puta tapma törenleri icra ettiriliyor… Bunlara normal gözle bakılır, ses çıkarılmaz, tepki gösterilmezken, tesettür ve hicab görevini ne kadar yaptığı da şüpheli olan salt türbana hücum mu sadece tepki gösterilmesi gereken? Din ve imandan daha mı önemli bu?
İnsan sadece diliyle konuşmaz. Eskilerin hal dili dediği iç lisanı da vardır. Beden dili denilen, vücudun aldığı şekille, organlarının gösterdiği özel tavırla da konuşur. Araştırmaların gösterdiği çarpıcı sonuç; beden dilinin, konuşma dilinden çok daha etkili olduğu şeklindedir. Beden dili, sadece organların değil, aynı zamanda organların örtüldüğü giysi ile de yakından ilgilidir. Yani, insan üzerindeki elbisenin de bir dili vardır, o da konuşur.
Davet eder, mesafe koyar, karşısındaki ile samimiyet veya resmiyeti ifade eder. Elbise, aynı zamanda bir kimliktir, şahsiyet belirtisidir, örfün tercümanıdır. İnsanın temizliği, pejmürdeliği, düzeni, zevki, kültürü, muhataplarına verdiği değer ve saygısı da giysisinden anlaşılabilir. Her şeyden önemlisi, elbise bazen insanın hangi dini tercih ettiğini, ya da diniyle ne tür bir ilişki içinde olduğunu da belirtir. Mesajdır giysi, çağrıdır, ya da korunmadır.
Giysinin temel olarak üç özelliği vardır: Tesettür/örtme, koruma ve süs. Bunlar içinde en önemlisi, giysinin insanı örtme özelliğidir, yani tesettür. Giysiden mahrum kalmak, çıplaklık, insanı cennetten çıkaran isyanın görüntüsü olduğu gibi, şeytanın bu yolla insanı belaya uğratıp cennete girmesine engel olmasına fırsat vermektir. Şeytan cennette Hz. Âdem ve eşinin çıplak olması için bütün planlarını kurmuş ve onların cennetten çıkarılmalarına sebeb olmuştu. Onlar da birlikte Rablerine yönelip af talebinde bulundular, örtündüler ve Allah da onları affetti. “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana babanızı(Âdem ve Havva’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir fitneye/belaya düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları kıldık.” (Araf 27). Hz. Âdem ve Havva’da isyanın sonucu, Cennetten çıkarılmanın alameti olarak ortaya çıkan çıplaklık, bu kişilerin nesillerinde Cennete girmeye engel sebeplerden biri, isyanın görüntüsü, şeytana uymanın özelliğidir.
Bir başörtüsü sektörü oluştu; kapitalizmin örtülü versiyonu olarak türban rantı ortaya çıktı. Bin bir çeşit desen ve renk cümbüşüyle Doğu zevkine hitap edip başörtüsü üreten yüzlerce yerli ve yabancı firma, ithalatçılar, sadece başörtüsü satan mağazalar, başörtü modaları, başörtü defileleri, başörtülüler için özel mayolar…
İçinde müslümanların da yaşadığı kapitalist düzenlerde finans kurumları nasıl bir görüntüyle, hangi görevi yerine getirmek için kurulmuş ve düzen açısından nasıl sakıncasız (hatta faydalı) görülmüşse; başörtülü kızlar o amaç için “Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler olan” (Müslim)çarşı ve pazarlara çıkarılmıştır. Kapitalizmin nimetlerinden(!) mahrum olmadan faizden kaçmak isteyen kimselerin paralarını piyasaya, dolayısıyla kendi kasalarına çekmek isteyenlerin finans kurumları aracığıyla bu işi yaptıkları gibi; açık-saçıklardan biraz rahatsız olanların paralarını ve ilgisini çekmenin kapitalistçe yolu oldu başörtülü tezgâhtarlar, başörtülü sekreterler. Bunca işsiz erkek varken, bu kızlar, hangi özellikleriyle tercih ediliyor dersiniz? Ya da ille bayan gerekiyorsa, niye özürlü bir bayan, yaşlı bir bayan değil de; manken ölçülerine uygun yapıda genç bayanlar isteniyor?
Telefona bakmak, ya da müşteriyle ilgilenmek için manken gibi olmanın avantajını insani akıl ve İslami kültür mü, yoksa şeytani düzen ve sömürücü görüş mü söylüyor? Kime ve neye hizmet ettiğini, neyi alet edip sömürdüğünü para denilen cazip şeytan haydi işverene düşündürtmüyor; ya siz başörtülü kızlar, bunların sizi sömürüp kullanmasına, bundan da kötüsü sizin örtünüzü istismar etmesine, güzelim örtüyü sizin elinizle katran kazanına koymalarına, dünyada izzetinizin, ahirette cennetinizin çalınmasına nasıl rıza gösteriyorsunuz?
Değer mi üç kuruş para veya meymenetsiz insanların keyfi/beğenisi için bunlar? Özgürlük mü zannediyorsunuz bu köleliği, bu kullanılmayı, bu meta ve nesne haline getirilmeyi; hala akletmiyor musunuz? Başörtüsünü başınıza aldığınız gibi aklınızı da başınıza alın, şeytanın ve şeytanlaşanların oyuncağı, kölesi olmayın.
Düşünebiliyor musunuz, İslam’ın cihad bayrağını dalgalandırma şerefi gibi hanımlara üstünlük verdiren o başların tacı, kapitalizmin hizmetinde, daha kötüsü (söylemesi zor da olsa söyleyeyim cinselliğin, göz zinasının hizmetinde.
Kapitalist ve materyalist dünya her şeyi o denge(sizlik) de tutuyor: Arz-talep. Üretim ve tüketim için bu böyle olduğu gibi, çeyrek tesettürlü bayanlar konusunda da böyle:
Çıplaklardan hoşlanmayan, hele onlarla asla evlenmek istemeyen çok sayıda muhafazakâr genç erkek var; bunlar için de çarşıda pazarda delikanlıların ilgisini kendisine çekmeye çalışan ve bu erkeklerin zevkle bakıp (tabii iyi niyetle canım, ona ne şüphe!) hoşlanacağı tipler gerekli. Piyasa şartları böyle oluşacak, bir taraftan fitne kazanı kaynarken, bir taraftan başörtüsü sektörü piyasaları canlandıracak, her çeşidiyle sömürü artmış olacak.
“Günün hatta akşamın her saatinde bunca başörtülü kızın çarşıda sokakta ne işi var?” diyen bile artık yok. Evi hapishane gibi gören kızlar ve genç kadınlar artık sokaklarda göz hapsinde yaşadıklarını, özgürlük adına erkeklerin göz zevklerine gönüllü kölelik yaptıklarını ya düşünmüyor, ya da bundan şeytani şekilde zevk alıyorlar. İslami ahlakın sokaklara hâkim olmadığı bugünkü çarşı ve pazarlar, hanımıyla erkeğiyle müslümanların, özellikle gençlerin ancak çok zaruri bir işleri varsa, zaruret miktarı çıkıp dönecekleri (benzetme yerinde ise tuvalet gibi) mekânlardır. Kapitalistleşen ve Allah korkusundan sıyrılan insanların mabedi ve köle pazarı haline gelen, kapitalizmin can damarı çarşı ve pazarların Allah nazarındaki yerini Peygamberimiz belirtiyor: “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim)
Makyajın rengine uygun başörtüsü ya da başörtüsüne uygun renk ve biçimde kıyafet; başörtüsü modası denilen yeni moda türedi. Her dışarıya çıkmadan önce ütüden geçirilen, ayna karşısında yarım saat uğraşılarak takılan, kendisine verilen para ile Afrika’da bir kadının hayat boyu kendini tümüyle örtecek giysi alabileceği bir aksesuar.
Bu tavırlara bakarak “bu hanımlar kapanmak, Allah rızasına uygun şekilde örtünmek için, namahrem bakışlara dur demek için başörtüsü takıyorlar” diyenler beri gelsin; Allah sorarsa bu tavırlara olumlu şahitlik yapabilecek kaç kişi çıkar dersiniz? Cinsel çekiciliği/cazibeyi kitabına /eşarba uydurup gözü (haramlara) açık safları kandırmak isteyen şeytan, insana sağdan yaklaşırken başörtüsü şeklinde flama kullanıyor olmasın? Yoksa bu yozlaşmış acınası başörtülüler, erkeklerin dikkatini bu şekilde daha çok çekmek için başörtüsünü yem ve istismar aracı mı görüyorlar? Hayır, başörtüsü erkek alıkları avlamak için volta atanların oltaya taktıkları av olamaz, olmamalıdır!
Hayır, bin kere hayır! Medine‘de Kaynuka Oğullarından Yahudilerin, yüzünü açmak istedikleri ve onu savunan müslümanın bu zulmü yapanı öldürüp sonra şehid edilmesine sebeb olan ve Rasulullah’ın bu olay akabinde uğrunda savaş verdiği hanımın örtüsü böyle değildi.
Maraş’ta savaş pahasına savunulan başörtüsü bu tip başörtüsü değildi.
Nur suresi 31, ayette mü’min hanımlarının yakalarının üstüne örtmeleri emredilen ‘humur-hımar’ bu başörtüsü değildir.
Ahzab suresi, 59, ayette mü’min hanımlara emredilen cilbab; üstlerine giymeleri gereken dış elbise, şu çarşı pazarda boy gösteren bayanların giydiği pardösümsü giysi değildir, hayır!
Hz. Aişe annemizin, ensar kadınlarının özelliği olarak anlattığı, başörtüsü emrinin hemen ertesi sabahı, sanki başları üstünde karga var gibi örtüler içinde sabah namazına gelen kadınların örtüleri değildir bu başörtüsü.
Yirminci asrın ortalarına kadar dünyanın hiçbir yerinde ve Osmanlı’da mü’mine hanımların örtülerinin benzeri değildir bu çeyrek örtüler, namaz örtüsüne benzemiyor bu başörtüler.
Doğuda, insanlar geniş/bol, uzun elbise giyerler, başlarını örterler iken; Batıda, tam tersi dar, kısa giyerler ve başları açıktır. Günümüz dünyasında Batı ile Doğu özellikleri kaybolup dünya globalleşir/küreselleşirken, Batı Doğuyu her konuda kendine benzetir, kendi kültürünü dayatıp farklılıkları imha ettiği halde, yine de giysilerdeki bu farklılıklar kısmen korunmakta, özellikle dinin bu farklılıkları korumada özel konumu hala direnci canlı tutmaktadır. Bir köyün, bir şehrin müslüman beldesi mi, Hıristiyan yerleşim yeri mi olduğu daha uzaktan görünen minaresinden ya da çan kulesinden belli olduğu gibi; elbise de bir kimsenin mü’min mi, kâfir mi olduğunu zahiren yansıtma özelliğini gösterebilir. Zahirle batın, dış ile iç, kalıp ile kalp arasında zannedildiğinden çok fazla ilişki vardır.
Bu ilişki, eğer uyum içinde değilse; birinin tümüyle ötekine baskın çıkıp aradaki uzlaşmazlığı kaldırıncaya kadar sürer. Elbisenin sadece dinin zahiri ile dinin emirlerine şeklen teslimiyet ve fetva ile değil; aynı zamanda dinin özü olan takva ile de yakın irtibatı vardır. İnsan, takva adlı elbiseye bürünmemiş ise, her tarafını çok kalın giysilerle tümüyle örtse bile bu giysi ona yeterli gelmeyecek, kendisini ve muhataplarını haramlardan korumaya yetmeyecektir. Edep, hayâ, iffet gibi kelimelerle de ifade edilen bu durum, Arapçada hicab kelimesiyle ifade edilir. Bu özellik, giyinmenin arka planını ortaya koyduğu için, “giysili çıplak” olmaya giden yolu tıkayacak, sözgelimi kadının cinsel tahrik unsuru olarak ayakkabı ve terliklerini kadınsı bir eda ile tahrik edecek şekilde ses çıkararak kullanmasına, tahrik edici parfümler kullanmasına engel olacaktır, Haramlara davet edici şuh kahkahalar, kadınsı cilve, kırıtma ve aşırı rahat/özgür tavırlar ile sadece dış giysinin kapatamadığı şeytani güzellikleri, yani çirkinlikleri ancak takva giysisi kapatır.
Takva giysisi, edep, iffet ve hayâ günümüzün gençlerine doğal ortamda, evde, çevrede ve özellikle okullarda çocukluğundan beri veril(e)mediği için çeyrek tesettürlüler, yani “örtülü ama tesettürsüz” kimseler ortalığı kaplamaya başladı. Takva giysisinin önemsenmemesine, biraz da diğer tamamlayıcı unsurlardan yalıtılmış şekilde, sadece “başörtüsü” vurgusunun sebeb olduğu değerlendirilmelidir. İş, bırakın takva giysisini, fetva boyutunu bile hiçe sayan, sanki İslam’ın tesettür ve hicap emriyle dalgasını geçen bir tuhaflığa, hatta maskaralığa bile dönüşebilmektedir.
İşin sadece fıkhi/şekilsel boyutunu ele alan, ama takva giysisinden soyunmuş bir bayan sözgelimi parmağını göstermenin fıkhen caiz olduğundan yola çıkarılarak yabancı bir erkeğe parmağıyla işaret ederek parmağına “haydi gel!” dedirtebilir, gözünü göstermenin caizliğinden yola çıkarak göz kırpabilir. Bu tür problemlerin ne kadar yaygın olduğunu belki sokağı, caddeyi, okulu, gezinti yerlerini tanımayan kişiler bilmeyebilir, ama iş gerçekten çığırından çıkmış vaziyettedir. Sadece başörtülü olan, diğer giysileri ve tavırlarıyla takva giysisine hatta düşman olan, ya da şeklen tesettürlü olduğu halde İslami edebe, hayâ ve iffete yeterli derecede sahip olmadığı hemen belli olan kişinin kapalı kıyafeti de artık yadırganmamakta, her iki farklı, hatta birbirine düşman tavır normal görülebilmektedir.
Elbise de konuşur. Evet, kişi dili aracığıyla konuştuğu gibi, elbisesi aracığıyla da konuşur. “Bana, benim dişiliğime bakma, ben Allah’tan korkan bir müslümanım. Toplumun ve/veya kendimin ihtiyacından dolayı bulunduğum sosyal hayatta şu anda ben bir dişi olarak değil, kişi olarak varım. Sahip olduğumu düşündüğüm her şey gibi kendi vücudum da bana emanettir, Allah’ın emaneti. Onu nasıl kullanmam, nasıl örtmem gerektiğini de Sahibi bilir. Yanlış kıyafetim ve hatalı davranışım yüzünden de başka erkekleri günaha davet ederek mülkün sahibine ihanet edemem! Kıyafet tercihimle ilan ediyorum ki, yabancı erkeklerin bana bakmasını istemiyorum” şeklinde kibarca mesaj vermesi gereken başörtüsü, bugün göz alıcı renk ve desenleri, diğer tamamlayıcı giysi ve tavırlarıyla cıyak cıyak bağırıyor: “Hey erkekler, ben buradayım, baksanıza! Sizin dikkatinizi ve ilginizi çekip kendime baktırmak için ben ne paralar sarfettim, kaç mağaza gezdim, ne uğraşlar verdim. Nasıl, yakışmış mı başörtüm, uyum sağlamış değil mi diğer giysilerimle. Karar vermedinse tekrar bak, bir daha bak! Ha, nasıl olmuşum, güzel miyim, bu giysilerimle daha da güzelleşmiş miyim? Cevabını şimdilik gözlerinle ver, e mi?”
Örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden ve ona yaklaştıran olumsuzluklardan sakınmak ve sakındırmaktır. Erkeklerin gözlerini sakınması, hem kendilerinin ve hem hanımlarının iffetini korumak içindir. Bugünkü çeyrek tesettürün bunları hakkıyla yerine getirdiğine bin şahit lazım. Bir şey, maksadından soyutlanarak algılanırsa işte böyle sulandırılır, yozlaştırılır.
Tesettür, kadının kimliğini öne çıkaran bir onurdur. Müslüman hanımın, toplumda dişiliğiyle değil, kişiliğiyle yer edinmesini sağlayan, kadının sömürülmesine ve eziyet edilmesine karşı, koruyucu bir kalkandır. Kadının teniyle, derisiyle değil; insani özellikleriyle topluma katılma arzusudur. Bir bilinçtir, bir cihaddır, bir ibadettir tesettür. İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar.
Özellikle İmam-Hatip’te, üniversitede okuyan ve okumak isteyen müslüman kızın dünya-ahiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında ve onunla bütünleşen tesettür ve müslümanca kişilikte düğümleniyor. İslami örtünme iman alametidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde de Allah’ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibadettir. Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de gerçek özgürlük bayrağıdır. Materyalist modern insan; imajı, vitrini, kaportayı, yani maddi cinsinden ve göz boyayacak şeyleri özün yerine koydu.
Bunun kadın açısından durumu da şu: Fark edilip beğenilmek isteyen bir kadın; teniyle, çekici kıyafetiyle, dişiliğiyle bunu gerçekleştirecek, toplumda bu özelliklerle yer edinecektir. İnsani erdemlerle, hizmet ve hayırlı çalışmalarla kendini ispatlamak, ancak kulluk şuuruyla, İslam kimliğiyle ve gerçekten hür kadınlar için söz konusu olabilir. Kadın edilgenlikten, sömürüden, metalaşmaktan, nesneleşmekten, kendi nefsine köle olmaktan veya kendi nefsine köle olanlara kölelikten kurtulmak ve erkek egemen dünyada hak ettiği saygın yeri almak istiyorsa, bunun yolunun kesinlikle tesettürden, hicaptan, Allah korkusuna dayalı bir yaşayıştan, İslami bir aileden geçtiğini unutmamalıdır. Kadının huzur ve mutluluğuna giden yol, çarşı ve pazardan geçmemektedir.
Sokakta bulunanlar veya bulunduğu sanılanlar, yine bir sokakta kaybedilecek şeylerdir. O olmadan tesettürün de olamayacağı, ama sadece kendisiyle işin bitmediği bir başlangıç olan baş tacı başörtüsü, dişiliğin örtülmesi olarak görüleceği yerde, dişiliği öne çıkarmanın çarpık bir aracı haline d(ön)üşmüşse, artık tesettürün bir cüzü bile olamayan bu bez parçasını başına koyan örtülü çıplak, Allah’ın değil; hevasının/hevesinin, ins ve cin şeytanlarının kulu olmuştur.
Sağduyu sahibi her insanın kabuk edeceği gibi, İslam’ın istediği gibi örtünmemek ve bunun sonucunda karşı tarafı tahrik etmek bir eziyettir. Bayanlara yönelik cinsel taciz elbette bir eziyettir, zulümdür; ama buna sebeb olan cinsel tahrik de erkeklere yönelik bir eziyet ve zulümdür. İslam’ın istediği gibi tesettüre, hayâ ve edebe, takva giysisine özen göstermeden toplum içine çıkan bayanlar, özellikle namuslu müslüman erkeklere yönelik bir eziyet yapmakta, onların vebalini almakta, günahlarına vesile olmaktadır. Gereği gibi tesettür ve edep içinde olmayan bayanlar, kendilerini ister istemez gören erkeklerin haklarını gasp etmektedirler; en doğal hakları olan namuslu olma, Allah’a kulluk yapma, haram işlemeden yaşama hakkını çiğnemektedirler. O yüzden tesettüre ve hayâya tam dikkat etmeyen bayan, kendisine gözüktüğü tüm erkekleri taciz ederek kul hakkı suçu işlemektedir.
Örtü bir kalkan oluyor.
Karşı tarafı tahrik edecek unsurları perdeliyor. Karşı tarafa karşı caydırıcı bir özellik taşıyor. Ve örtülü bir kadın böylece çok yönlü bir eziyetten de kurtuluyor. Taciz gibi eziyetlerden, çirkin bakış ve düşüncelerden, teklif ve sataşmalardan korunmak isteyen bir bayanın şöyle düşünmesi gerekir: “Başkasının bana cinsel tacizde bulunmasını istemiyorsam, bana ait güzellikleri allayıp pullayarak teşhir etmemeliyim. Tahrik ederek başkalarının bana cinsi taciz yapmasına sebep olacak duygularını kabartmamalıyım”
Örtünmeden amaç korumak ve korunmaktır. Görüntü ile harekete geçen söz dinlemez erkek duygularına karşı yine erkeği koruyoruz. Tabii dolayısıyla erkeğin tahrik olup saldırmasına karşı kadın kendini de koruyor. Örtü, erkeğe İlahi sınırları hatırlatma ve onun günaha girmesine engel olma fonksiyonunu yerine getirir. Erkeğin içindeki söz dinlemez duygular, örtü karşısında sessiz kalıp tahrik olmadan yuvalarına dönerler. Örtü erkeği kötü düşünceden korurken, kadını da kötü düşüncenin fiile dönüşmesinden korur. Yani örtü, kadını ve erkeği günahlardan, şeytani dürtülerden, fitnelerden, dolayısıyla cehennemden korur.
Günümüzde cilbab, yani pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı. Giderek artan bir ucube olarak boneli, başörtülü, fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat üstünde sadece tişörtlü-etekli kıyafetler boy göstermeye başladı.
İslam kadınının sadece tesettürü bile yeterli görmesi mümkün değilken, yani aynı zamanda takva elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik özelliklerini kuşanmak, tavır-yürüyüş-konuşma-gülme- aşırı serbest hareket vb. davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecburiyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı. Kala kala sadece bir başörtüsü kaldı; o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, öğretmenlik vb. amaçlar için çıkarılabilecek; pazarlık ve taviz konusu olabilecek; türbanla, şapkayla, perukla…
değiştirilebilecek bir ucuzluğa düştü. “Artık televizyonlarda ve halka açık salonlarda tesettür defileleri yapılıyor deyin, gerisini onlar anlar” diyecek Bekri Mustafa’lara kaldı iş. Biraz alaylı, biraz da gerçeğin düşmanları tarafından müslümanların yüzüne tokat gibi vurulması kabilinden, boyalı basın buna “çeyrek tesettür” adını taktı. “Tesettür ya vardır, ya yoktur; bunun yarımı, çeyreği, ekmekarası olur mu?” demeyin, uygulamaya bakarsanız oluyormuş…
Başörtüsü, bir aksesuar gibi değerlendiriliyor bazı kızlarımızın gözünde. Kadınsı çekiciliği yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, bir moda olarak düşünülüyor artık. “Tesettür(!) defilesi” denilen ucubeler, bir taraftan talebe/isteğe cevap verirken, daha çok da arzı körüklüyor. Dışarıya çıkarken erkek bakışlarını üzerine çekmemeye gayret etmesi gereken müslüman bayan, -kocasının karşısında belki bu kadar süslenip kıyafetine özen göstermezken- en az yarım saat ayna karşısında kendine çeki düzen vermeye çabalıyor, başörtüsünün rengine uygun olmayan pardösü ve ayakkabıyı giysiden saymıyor… Akşam olunca da evinde, Filistin’li kızların dramını, Irak’taki kadınlara yapılan zulmü gözünden yaşlar akıtarak seyrediyor.
Bütün bunlar, cahil bırakılmış ve okullar başta olmak üzere düzen ve onun tüm kurumlarıyla, gayr-ı İslami çevre şartlarıyla yozlaştırılıp bilinçsizleştirilen, çok kimliklileştirilen/kimliksizleştirilen, Batının ve batılın değersiz değerlerine özendirilmeye çalışan toplum kurbanı şuursuz müslüman kızlarımıza kızmamıza ve suçu sadece onlara yüklememize sebeb olmamalı. Zaten onlar da erkeklerin aynası, elmanın diğer yarısı. Müslüman erkeklerdeki dünyevileşme, takvayı hatta haram-helal sınırlarını geri planlara atmayı dışarıdan hemen tespit etmek mümkün olmuyor; eğer kadındaki tesettür gibi dıştan hemen belli olan bir ölçüt olsaydı veya varsa, hemen bu diğer yarımda da benzer dejenerasyon aynı oranda sergilenecektir.
Zaten bu bayanların da çoğu, bu çeşit şuursuz müslümanların eşleri, kızları, kardeşleri değil mi? Bunlara kızmaktan, hatta acımaktan da önce, kadın ve erkek hepimize bu yozlaşmanın sebeplerini doğru teşhis edip çareler üretmek için gece gündüz çalışmamız, fedakârlıklarda bulunmamız, güzel örnek olmamız, fesat ortamını salah ortamına çevirmek ve insanları ıslah için hilafet görevimizi yerine getirme gayretiyle ha bire koşturmamız gerekiyor.
Eğer başörtülüler, gerçekten Allah rızası için ve O’nun emri olduğundan dolayı başörtüsü örtülüyorsa, Peygamber ihtarları; modadan, yabancı erkekler tarafından beğenilme arzusundan ve hevaya uymaktan, şeytanı ve şeytanlaşanları razı etme çabasından daha etkili olacaktır. O yüzden insanımıza, özellikle başörtülü tesettürsüzlere şu hadis-i şerifleri hatırlatalım:
“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen (örtülü çıplak) ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete girmedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.” (Müslim)
“Ümmetimin son zamanlarında açık ve çıplak kadınlar bulunacaktır. Başlarındaki saçlarının kıvrımları develerin hörgücü gibi olacaktır. Siz onları lanetleyin. Çünkü onlar mel’un kadınlardır.” (Taberani)
“Rasulullah (s.a.s), hafif bir elbise giyip tamamen vücut hatlarını örtmeyen kadınlara “Onlar adı örtülü ama gerçekten çıplaktırlar.”
buyurmuştur (Süyuti)
“Kadın, örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker.” (Tirmizi)
Aişe (r.a)’den rivayete göre, bir gün Ebu Bekir (r.a)’in kızı Esma (ki peygamberimizin baldızıdır) ince bir elbise ile Allah Rasulü’nün huzuruna girmişti. Rasulullah (s.as) ondan yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.”
Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.
(Ebu Davud)
Yüce Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve Meymune validelerimizle oturuyorlarken Ashab-ı kiramdan görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektum çıkagelince Peygamberimiz eşlerine: “Bu zattan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Ya Rasulullah! Bu zat a’mâ değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!” deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min kadınlara ölçü olan şu cevabı verdi: “Evet (o a’mâdır, görmüyor) ama siz de mi körsünüz? Siz de mi onu görmüyorsunuz?(Gözlerini koruyun ve tesettüre uyun).”
(Ebu Davud)
“Allah, peruk takana ve taktıran kadına lanet etsin!”
(Buhari, Müslim, Nesai)
“Rasulullah (s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lanet etti.” (Ebu Davud, Ahmed bin Hanbel)
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim)
“Gözler de zina eder; onların zinası (bakılması haram olan kimselere şehvetle) bakmaktır.” (Buhari, Müslim)
Cerir (r.a) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.)’a ansızın görmenin hükmünü sordum. “Hemen gözünü başka tarafa çevir!” buyurdu.
(Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
“Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz…” (Müslim, Tirmizi, İbn Mace)
“Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
“Kim dünyada şöhret için elbise giyerse Allah ona kıyamet gününde zillet elbisesi giydirir. Sonra da onu cehennemin alevli ateşlerinde yakar.” (Ebu Davud).
Şöhret elbisesinden maksat, başkalarına cazip görünmek ve fors satmak için giyilen elbisedir. İbnü’l Esir ise şöhret elbisesinden maksat insanların arasında göz alıcı elbiseler giyerek büyüklük taslamak, kibirli tavra bürünmektir diye belirtir.
“Kim (dünyada, dikkatleri üzerine çeken) şöhret elbisesi giyerse, Allah, alçaltacağı gün alçaltıncaya kadar, o kimseden yüz çevirir (rahmet nazarıyla bakmaz).” (Kütüb-i Sitte)
“Cennette bir kadının nasifi, dünyadan ve bir o kadar daha şeyden daha hayırlıdır.”
Dedim ki: ‘Ya Rasulullah, nasifi nedir?’ “Başörtüsüdür” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel)
Ve bir ayet-i kerime: “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva elbisesi (takva ile kuşanıp donanmak) ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (Araf 26).
Daha hayırlı olan “takva elbisesi” nedir? Takva (din örtüsü) ile kişi, kendini korumaya, dini hayatına zarar verecek şeylerden sakınmaya çalışır. O örtü ile korunur, o örtü ile temiz fıtratını savunur, o örtü ile edep dışı işlerden kendini muhafaza eder. O örtü onun için zırh gibidir, sağlam bir kale gibidir, çevresinde onu tehlikelerden saklayan nöbetçiler gibidir. İşte takva elbisesi budur. İnsanın ruhunu giydiren ve doyuran elbise. İnsanın manevi dünyasını kollayan, yüzünü kızartacak bütün yanlış hareketlerden koruyan bir manevi giysi, bir örtünüş ve davranış biçimi. Mü’minin onuruna, kişiliğine, inancı, ahlakı ve namusuna zarar verecek davranışlardan onu koruyan bir giysidir takva elbisesi.
Takva elbisesi, sırf Allah rızası için ve emredildiği gibi, şuurla sevgi dolu teslimiyetle örtünmektir. Takva elbisesi, takva hissi veya takva duygusu ile giyim, yani hayâ duygusu ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile giyilen ve Allah’ın izniyle maddi-manevi ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan bu elbise daha güzeldir, sırf faydadır. Takva duygusu olmayanlar ne kadar kalın giyseler de çıplaklıktan kurtulamazlar. Asıl hayır takva elbisesidir ki, örtülmesi gereken yerlerin örtünmesini sağlar, kişiyi maddi ve manevi hayâsızlıklardan korur.
Vahye dayalı gerçek ilimden uzaklaştırılmış, tefekkür nedir bilmez hale getirilmiş, Kur’an’ı okuyup anlamayı ve ona göre yaşamayı tek çıkar yol olarak düşünemeyen, imanı çalınarak ibadet zevkinden mahrum bırakılmış, kısacası çağdaşlaştırılmış insanın şu veya bu oranda cinselliğin ya da cinsi isteğinin istismarına yönelik kapitalist tuzaklara kapılmaması imkânsız gibi bir şeydir. Bunlara ahlaki nasihatlerin pek bir fayda vereceği düşünülmemelidir. İman olmadan ahlakın da olmayacağını, gerçek ahlakın Kur’an’ı yaşamak olduğunu bu çevre ve düzen kurbanlarına anlatmak, inandırmak, benimsetmekten başka çıkar yol gözükmüyor. Tevhidi anlamda gerçek bir iman olmadan insanın ahlaklı, namuslu ve şerefli olması mümkün değildir. Çünkü izzet; ancak Allah’ın, Rasulünün ve müminlerindir. (Münafikun 8)
Bazı bayanların aşırı serbest hareketler içinde, müslüman bir hanıma yakışmayacak basit tavır ve başörtülerine uymayacak çirkinlikte kıyafetle toplum içine çıktıkları giderek çokça görülen bir şahsiyet problemidir. Bu davranışların hem kendilerini küçülttükleri, hem örtülü bayanlar hakkında yanlış ve kasıtlı yargıda bulunanlara koz verdikleri ve hem de dini yanlış tanıttıkları yönüyle fitneye sebeb olan bu çeyrek tesettürlü bayanlar, her geçen gün daha da artmaktadır. Ama bunu toplumdaki tüm müslüman bayanlara şamil kılmak veya böyle davrananlar yüzünden diğerlerini de toplumdan tümüyle uzaklaştırmak doğru olmasa gerektir.
Başörtüsünün tek başına ele alınıp öyle anlatılması ve anlaşılması, onun yozlaştırılmasına sebep olabilmektedir. Başörtüsü dinin emirlerinden bir emirdir. Birçok dini görevin yerine getirilmesiyle başörtüsü İslami bir anlam kazanır. Dinin emirlerini yerine getirmeyen ya da diğer giysi ve davranışları başörtüsünün ruhuyla bağdaşmayan insanın başında ise o sadece bir bez parçasıdır. Bir ev düşünün onu üzerinde bulunduğu arazinin toprağı gevşekse, yağan yağmur, esen rüzgâr onun toprağını oradan alıp götürüyorsa; bu durum, ev içinde oturanlara güven vermeyecektir. İşte aynen bunun gibi, iman da sağlam bir zemindir. Ameller ise bu zemin üzerinde yükselen binadır; başörtüsü ise bu binanın çatısı, tesettür/örtü ise onun dış cephesidir. Temeldeki çürüklük binanın her yerine yansıyacaktır. Sağlam bir iman olmadan, başta duran başörtüsü ne kadar sıkı bağlanırsa bağlansın, temsil ettiği değerler; nefis, şeytan veya onların dıştaki temsilcilerinden gelen en ufak bir rüzgârda uçup gidecek veya başörtülü ama çıplak denilecek tip oluşacaktır.
İçinde, olması gerektiği şekilde iman esaslarını taşıyanlar için başörtüsü, “başı gitmeden başından gitmeyecek” kadar değer ifade ederken, içinde olması gereken imani değerleri olmayan veya zayıf olanlar için ise, o hizmet için, üniversite için taviz verilebilecek bir teferruattır, olmasa da olur; ya da haram bakışları uzaklaştırmak yerine çekiciliği artıracak şekilde istismar edilebilecek bir oyuncak haline gelir.
Örtü Allah’a itaatin simgesidir. “Ben, vücudumda geçici bir süre duracak olan bir kiracıyım, emanetçiyim” diye düşünmeli insan. Vücuduma ait hangi organ olursa olsun o bana O’nun tarafından bir hediyedir. Hem de öyle değerlidir ki, hiçbir hakkım yokken bana verilmiş. Bunun bana bir lütuf olarak verilmesi karşısında ikram sahibine karşı kayıtsız kalamam. Bu, saygısızlık olur” diye düşünmeli insan.
“Bu kadar lütuftan sonra… Evet benim üzerimde hâkimiyeti ve merhameti bu denli açık olan Zata karşı yapmam gereken görev O’nun emir ve yasaklarına uymak olmalı. Zira O beni benden iyi tanıyor. Bana neyin faydalı, neyin zararlı olacağını benden iyi biliyor. Benim için her yaptığı şeyde bana yönelik faydaları o işlerin arkasına takan Zat, tesettürde de benim bilemediğim ve göremediğim faydaları onun arkasına takmıştır” demeli ve itaat etmeli.
İnsan şöyle düşünmeli; “Ben, bana ayda sözgelimi 500-1000 dolar verene günümden şu kadarını, şartlarını onun belirlediği işleri yapmak için veriyorum, hatta aldığım ücret yüksekse bunu seve seve yapıyorum. Rabbim bana yığın yığın nimetler veriyor. Bir gözümü milyarlarca dolara değişmiyorum, hayatıma değerler biçemiyorum. Bana bu kadar nimetleri hiç liyakatim olmadığı halde veren Zata karşı, değil günümün, ömrümün bütün zaman dilimlerini, şartlarını Onun belirlediği kulluk için seve seve veririm. Bana bin dolar maaş veren işverenimin bana emretme hakkı, benimde emredileni yapma görevim varsa ve ben bunu aldığım ücretin doğal bir sonucu olarak yapıyorsam ve işimi yapmaz ve aksatırsam bütün sonuçlarına katlanıyorsam; şunu da iyi bilmem lazım: Bana her şeyi veren Allah da bana emrediyor. Bin doları veren, hayatımın bir bölümünü şekillendirme hakkına sahipse, Allah (c.c) verdiği şeylerle hayatımın tamamını istediği biçimde şekillendirme hakkına öncelikle sahiptir.”
Sadece insan elbise giymez, giysi de insanı giyer, yönetir, yönlendirir. Dış, için aynısıdır. Dışı İslam’ın anladığı anlamda temiz olmayanın içinin de çok temiz olmasına imkân yoktur. Kıyafetin insan ruhuna etki ettiği de bir vakıadır. O yüzden kadın giysisi giyen erkek artık kadın gibi tavırlar takınır. Bunun tersi de geçerlidir. O yüzden Peygamberimiz, çok küçük yaştaki çocukların bile karşı cinsin elbiselerini giyinmelerini yasaklar, hatta karşı cinsi çağrıştıracak renklerdeki giysileri de. İşte giysinin insan ruhuna bu etkisi, İslam’ın uygun görmediği tarzdaki kıyafetin imana da zarar vermesine sebep olabilecektir. Aynen gerçek imanın tam tesettürü, takva giysisini zorunlu kıldığı gibi.
18-20. Yüzyıl Türk tarihi, biraz da kıyafetlerdeki acayip ve hızlı değişimin tarihidir. Tanzimat denilen Batıya entegre olma, yönetimi ve halkı Batılılaştırma çabası, hayatın her alanında olduğu gibi, kıyafetlerde de büyük kırılmanın başlangıcı olmuştur. Bu kırılma, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devrimlerle, kop(arıl)ma noktasına getirilmiştir. En önemli devrimlerin kıyafetle ilgili olması, giysinin sadece bir görüntüden ibaret olmayıp oradaki değişimin kişinin inanç dâhil, tüm dünyasını değiştireceği gerçeğinden yola çıkarılarak yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte halkın giysi özgürlüğü baskı altına alınmış, devlet zoruyla kişiler Batılı giysilere mecbur edilmiştir.
II. Mahmut zamanında başlamış olan bu faşizan, baskıcı, ceberut tavır, günümüzde de hala sürdürülmektedir. Pantolon, ceket ve kravatı devlet dairelerinde zorunlu hale getirip “modern kâtip” giysisini dayatma ile yetinilmemiş, Yunanlıların başlarına geçirdiği kıyafet olan fes, II. Mahmut tarafından zorla âlime-cahile giydirilmiştir. Müslüman halk, bu Batılı kıyafetlere gâvur kıyafeti demiş, bu giysileri zorla giydiren yöneticiye de “gâvur padişah” adını takmıştır. Bununla birlikte devlet güç kullanarak bu devrimi uygulamış, ardından nice zaman geçtiği halde ve fesin Cumhuriyetle birlikte terk edilmesine rağmen camilerdeki namaz kıldırma memurları (üzerine sarık sararak) hala bu köhne devrimi canlı tutmakta devam edegelmiştir.
II. Mahmut’tan beri yöneticiler kendi güçlerini insanların başlarında görmeyi en büyük hedef saymışlar, baş üstünde yer edinemeseler de başın üstünde kendi devrimlerine yer bulmanın sadistçe mutluluğunu tatmak istemişlerdir.
Adı geçen padişah, kafalara fes geçirip kendi egemenliğini görüp herkese gösterdiği gibi; aynı tavır, daha sonra da başkaları tarafından kafalarda şapka görülmek istenmesiyle ortaya konmuştur. Sonra egemenlik ve etkinliklerini başörtüsü yasağı şeklinde halkı sürüleştirme zevkini tadarak görmeyi sürdüren zihniyet, bütün bu yaptıklarını Batılılaştırma/çağdaşlaştırma adına yaptıklarını ifade etmeyi görev bilmişlerdir.
Modernizm, günümüzde faşist bir din haline almıştır. Global dünya dini olarak dayatılan bu emperyalist dünya görüşü, insanı tek tip haline getirip sürüleştirmekte, onu her yönüyle köleleştirmektedir. Batılılaşan bayan, niye giysisini, giysisiyle dikkat çekmek istediği vücudunu teşhir etme ihtiyacı duymaktadır? Modernizm şeklinde ortaya çıkan çağdaş Batı yaşama biçimi ve ideolojisi olan materyalizm, insanın ruhunu, manevi dinamiklerini hiçe saymakta, kişiyi sadece sahip olduğu giysiden, arabadan, paradan, maldan ibaret kabul etmektedir. Bayanları da etten, deriden ibaret, giysiden kozmetik ürünlerden, süslenmeden ibaret görmektedir. Batılı(laşmış) insan da kendine biçilen rolden memnundur.
Zinaya yaklaşma ve yaklaştırma olacakmış, toplum ifsad edilecekmiş, erkekler tahrik edilip günahlara davetiye çıkarılacakmış, böylece kendisinin yolunu tuttuğu Cehenneme nice erkekleri de sürüklüyor olacakmış, çağdaş bayanın umurunda değildir. Nasıl olsa, memlekette demokrasi var; canı ne isterse onu giyer, vücut onun değil mi, istediğini yapar…
II. Mahmut’la birlikte müslüman halkın kıyafetine müdahale edilmeye ve resmi kıyafet dayatılmaya başlanmış, TC kurulur kurulmaz da daha net ve sert kıyafet devrimi uygulamaya konulmuş bir coğrafya, müslüman hanımların modernleşmesi konusunda diğer ülkelere karşı ilk kötü örneklere sahne olmuştu. 20. Asırda devrimlerle devrilen değerlerle ilgili olarak, önce bin senedir giyilen çarşaf çıkar(t)ılmış, sonra peçeler at(tır)ılmış, zaruret olmaksızın yani çarşıda pazarda yüzlerin açılması yaygınlaşmıştı. Bilenler ya da hatırlayanlar ne kadar kaldı bilmem, hala bazı kitaplarda ve mahfillerde “bol pardösü çarşafın yerini tutar mı” tartışmaları yapılır(dı). Hanbelî, Şafii ve Selefilerin caiz görmediğinden de yola çıkılarak özellikle fitnenin kol gezdiği günümüz ortamı gibi durumlarda ihtiyar olmayan bayanların diğer tarafları kapalı olsa da, yüzlerini ulu orta açmalarının caiz olup olmadığı gündeme gelirdi.
Nereden nereye? Bugünkü entel takılan kültürlü bir bayana bunları anlatmak, hele takva ve azimeti tavsiye etmek bile ne kadar mümkündür? Bu gidişle, korkarım birkaç sene sonraki bazı İslami dergilerde bazı müslüman yazarların bazı makale başlıkları şöyle olacak: “Şeffaf Başörtüsü Tesettüre Uygun mudur? Ya da “Açık Göbek Modası Başörtülü Bayanlar Arasında Niye Hızla Yayılıyor? “Başörtülü kızlardan Oluşan Dans Grubu Nasıl Ortaya Çıktı?” Gazete haber başlıklarından bazıları da şöyle olacak: “Güzellik Yarışmasına Katılmak İsteyen Başörtülüler”, “Başörtülü
Şarkıcı ve Sanatçılar Dernek Kuruyor.”
Bu anlatılanlardan, “bütün başörtülü bayanlar böyle” gibi bir yargı çıkmaz elbette. Hayâ ve iffet sembolü, tam tesettürlü, ihtiyaç için çıktığı sosyal hayatta dişiliğiyle değil, kişiliğiyle hanım hanımcık yer alan ve Allah rızası için örtündüğü her davranışından belli olan şuurlu kızlarımızı ve kız kardeşlerimizi tenzih ederiz. Üzüldüğümüz şey; bu mücahidlerin sayılarının giderek azalması ve kopmaların, karşı sınıfa transferlerin özellikle okuyan ve hele hele çalışan bayanlar arasında hızla artış eğilimi göstermesi.
Kraliçe Çıplak: Andersen’in meşhur masalındaki çıplak kralın çıplaklığını göre göre kabullenip dile getirmekten çekinenler gibi oldu insanımız. Başlarındaki taç kabul ettiğimiz başörtüsü ile kral değilse bile bizim mahallenin kraliçeleri durumundaki başörtülülerin örtüyü istismar edip yozlaştırmasından dolayı “kraliçe çıplak!” diye bağırmayı göze alanlar olmazsa bu çıplaklık tüm toplumu mahvedecektir. “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişan eder). Bilin ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal 25)
İslam düşmanlarının bile bu konunun önemini bilerek devrimler ve baskıcı uygulamalarla kendi giysilerini dayattıkları bir dünyada, kendi kimliğimizi giysilerle de korumalı ve göstermeliyiz.
Ne mutlu, tesettürünü bayraklaştırıp cihadını ilan eden, hicap bilincine sahip, takva elbisesini hiç üzerinden çıkarmayan iffet ve hayâ timsali hanımlara! Kılık-kıyafet ve yaşayış prensiplerini İslami ölçülere göre tanzim edip namusunu muhafaza eden edepli gençlere!
Gözünde haram bakışların işi olmayan erkeklere ve yüzünde haram bakışların izi ve lekesi olmayan kızlaramıza selam olsun !
Ahmet Kalkan
(Müslümanın (Güzelleşmesi Kitabından)