Hafız Ali'nin Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
kerametleri ile ve Cenab-ı Vacibü’l-Vücud Hazretlerinin müsaade ve lütufları sayesinde ve yine onların rızası uğrunda, Ümmet-i Muhammed (a.s.m) için vasıta olup yazdırılan bu Kur’an-ı Kerim’i size takdim ederken, fakir talebeniz, size ciddi bir talebe, hakiki bir kardeş, muti bir evlât ve Peygamber-i Zîşan Efendimiz hazretlerine ümmet ve Hallâk-ı Kerîm’e de kemter bir kul olabilmek dilekleri ile el ve eteklerinizden kemal-i tazim ve hürmetle öperim. Efendim hazretleri. Fakir talebeniz
Ahmed Husrev
***

(İkinci bir Sabri olan Ali Efendi’nin bir fıkrasıdır.)
Sözler öyle hâzık bir doktordur ki, gözsüzlere hidayet-i Hak ile göz ve kalbsizlere inhidam-ı kat’iyeye uğramamış ise kalb ve şuurunda çatlaklık yoksa tenvir ile düşünceye sevk ve “Nereden, nereye, necisin?” sual-i müşkilin halli ile insanlığın iktiza ettiği insaniyeti bahşediyor.
Ali
***

(Şu fıkra, ikinci bir Sabri olan Hafız Ali’nindir.)
Efendim! Yirmi Beşinci Söz, Cenab-ı Hakkın ferman-ı mübîni olan Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan için öyle bir vuzuh-u etemmi havi bir muarrif-i hakikidir ki, bahr-i hakaikte seyr ü seyahat eden ve haricen çelikle mücella ve müstahkem ve dahilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba-ı hakikisi olan Furkan-ı Hakîm gibi daima gençliğini ve resanetini, ziynet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiçbir vecihle ahkâm-ı memduhasına nakisa getirmeyen bir sefine-i semaviyenin mahsulü olup, kalbleri kışırlanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gafil ve asilere şiddetle darbe-i müdhişe ve mühlikesini çarpan o Söz, mutilere lütf-u dest-i maneviyesiyle dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatını ihsan eden Cenab-ı Hakkın, zat-ı üstadanelerine lütuf buyurduğu ve Vehhab ism-i celilinden
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
tulû eden nurun lem’asıyla ziyalandırıp hakaik-ı ilâhiyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren Üstadımın hakaik denizinde seyr ü seyahatları esnasında isabet eden mevcler ki; yekdiğerini müteakip her birisi başlı başına bir mucize, hattâ bir katresi bile i’cazıyla îcazını gösterdiğini gördüğümde “Maşaallah elhamdülillâhi alâ nuri’l-iman ve hidayeti’r-Rahman” cümle-i celilesini lisanımda vird ediyorum. Hafız Ali (r.h.)
***
(Bu gelecek iki fıkra ikinci Sabri olan Hafız Ali Efendi’nindir.)
Bu defa istinsahına muvaffak olduğum Yirmi Dokuzuncu Sözü istinsahım esnasında İkinci Esas’ın Medarlar namıyla, “biner mumluk elektrik lâmbaları” hizasına geldiğimde, şöyle bir fikir kalbime geldi; kalemi bırakarak düşündüm ve düşündüğümü aynen yazıyorum:
Üstadım, beka-yı ruh ve haşir hakkında Cenab-ı Hak tarafından bize o hakaika giden yolu göstermiş. Gösterilen hakikatin yolunda hevesat-ı nefsaniyeye hoş gelmeyen şeyler vardı ki, bize uzun ve karanlık. İşte şimdi seraser nur olan Sözler ve o nur fabrikasının elektrik lâmbaları ve kuvve-i cazibeleri; o yolu pek parlak gösterdiği gibi, pek yakından cezbedip hemen yakın ve yakından daha yakın olduğunu göstermekle beraber havf yerine emniyet, zakkum yerine asel bahşediyorlar. Ve fevkalgaye hikmetlerini beyanda aczimi itirafla, lisanımın döndüğü kadar derim: “Ya Rab! Bihakkı ismike’l-azim ve bihakkı Kur’ani’l-Hakîm ve bihakkı Habibike’l-Ekrem derya-yı Nur’un başkumandanı olan Üstadımı razı olduğun amel üzerine sabit ve razı olacağı amelini teshil ve müyesser kıl, âmin, bihürmeti seyyidi’l-mürselîn.”
Ali
***
Seraser nur olan umum Sözlerin hakikatini beyandaki âlî, galî, el yetişmez makam-ı mana-yı mefhumunu, değil şimdiki zamanın zındıkları, tâ eski inatçı ve bunlara müşabeheti olan firavunlar, nemrutlar anlasalardı iman ederlerdi, dedim ve size çok dua ettim.
Ali
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(“İkinci Sabri” ve “İkinci Husrev” ve
Birinci Ali’nin fıkrasıdır.)
Ey yüce Üstad!
Cenab-ı Erhamürrahimîne çok şükürler ki, size o muazzam kitab-ı mübînin hazine-i hakaikının miftahını, rahmetiyle ihsan buyurmuş. O hakaik-ı azime ki, bütün dünya halkının eşedd-i ihtiyac ve atş ile, sabırsızlıkla, mütereddid, mütehayyir, “Acaba bir âb-ı hayat bulacak mıyız?” diye bir hâlette iken, o mahfuz ve mestur zemzeme-i azimenin musluklarını açarak, her meşreb ehlinin müracaatlarında içirilmemek kabil olmayan bir tarzda, cüz’î, küllî hattâ pek âmî olanlar bile bir damla ile hararetini kestirecek derecede vazife-i âliyenizde münteşir, tekellüfsüz, tasannusuz, çok cihetlerle kanaat-ı kâmile ile şahid olabildiğimiz bu vazife ile muvazzaf ve ancak ilm-i bînihayeden lemean eden, arş-ı Hudâya nazar ile âleme rahmete vesile olduğunuz hengâmda ne diyebilmek mümkün ve ne cesaret!
Hem bütün mümkinatla alâkadar o muhit ve ehass-ı havassın bile tam faik derecesinde massedebilmesi bence baid diyebileceğim seraser nur olan eserlere, fakir gibi, her hususta nısf değil hiçin hiçi olanların bu hususta mütalâa değil, elime kalem alıp o mübarek fikr-i âlinin içine müşevveş fikrimi karıştırmaktan korkuyorum ve cesaret edemiyorum. Gaye-i maksad olan, yalnız Üstadım, her hususta muvaffakiyete kısa nazarım ile bakıyorum. Muvaffakiyetler neticesi, bizim için bir eyyam-ı mübareke uzaktan uzağa görünüyor. İnşaallah o yevm-i mev’udu duanız himmetiyle göreceğiz ve biz görmezsek fütuhat-ı azime nail olan eserleriniz pek bâlâ bir mevkide kahramanane müşahede edecekleri şüphesizdir. Cenab-ı Hak sizden ebedî razı olsun. Dua-yı âciziyeden başka bir mütalâa dermeyan edemeyeceğimden o hususu, fikr-i âlî, kalb-i safî kardeşlerime havale edip, el ve eteklerinize yüzlerim sürerek, kırık dökük sözlerimden affınızı dilerim.
Üstadım, bu Üçüncü Nükte-i Kenziyeyi mütalâa ettim. Sure-i Alâk-ı mübarekin hurufatının ima ettiği sırlar karşısında hayretimden gayr-i ihtiyarî, “Allah Allah” lâfz-ı celâli ağzımdan çıkmakla öz ve gözlerim hazin hazin yaşarıyordu ve şöyle düşünüyordum: Evet nasıl ki, kâinatın her zerresi Hâlik-i kâinata şehadet ve gülümseyerek haber veriyorlar; öyle de, kâinatın haritası olan Kur’an-ı Hakîmin vücudunu teşkil eden harfleri de, hadisat-ı kevniyenin mazi, hâl ve müstakbeline lisan-ı hâlleriyle şehadet edecekleri




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
bedihidir diyorum. Bu düşüncemin izahını nihayetteki ihtardan buldum, elhamdülillâh dedim. Hele mübarek Sure-i Rahman, şu zamanın efkâr-ı bâtıla ve firavn-meşreb kafalara yıldırım-misal saika ile pek sarih bir surette, her işi Rahmanurrahimîn diye isbat ve otuz bir defa bir cümle tekrar ile, çer-çöpten ibaret olan tabiiyyun ve maddiyyun tahassüngâhlarını o kudsî harflerinin remziyle zîr ü zeber ediyor. Zaten Üstadım, çok yerlerde beyan buyurduğunuz gibi, bu kâinat kitabını açan Kadîr-i Zülcelâl ve Hakîm-i Zülkemal, o kitabı kapayıncaya kadar, o kitabın sahife, satır, harf ve noktalarını hakkıyla izah edecek ve hikmetini gösterecek bir müfessir, bir muarrifi ve o muarrifin verese-i hakikisini rahmeti muktezası ile eksik etmeyecek.
1
barla_311_a.gif

Evet Üstadım! Şahidim ki, çok yorgunsunuz ve yoruluyorsunuz. Fakat o vazifenin kudsiyeti yorgunluğa değil, her şeye tercih edileceğini buyuruyorsunuz. Madem şu zamanda iki mühim cereyan-ı azîmenin birisinin kumandasını Cenab-ı Hak size tahmil etmiş oluyor ki, bütün dünya Kur’an’ın beyan ve esrarından manen sizi dinliyor, inşaallah her vakit dinleyecek. Bu manevî muharebe zamanında netice-i muharebe yalnız insanların izmihlâline değil, belki bütün mevcudatın netice-i tahribini taşıyan ve istimal eden muharriblerledir. Öyle ise siz yalnız bize değil, ilâ yevmi’l-kıyam baki kalacak Müslüman yavrularının yaralanmaması için zırh; ve bir endahtta dünyayı sarsan, güruh-u hazeleyi boğucu dumanlar içinde bırakan Kur’an-ı Hakîmin son sistem malzeme-i mübareklerini icada vesilesiniz. Var ol ey sevgili Üstadım! Hemen, Rabbim yorgunluğunuza bedel bin ehl-i gazâ sevabı ihsan buyursun, âmin.
Affınıza mağruren şunu diyeceğim ki: Madem, manevî cihad zamanıdır, muvazzaf askeriz ve askerlikten lezzet aldığımızı söylüyoruz; düşman hem dessas, hem surî kuvvetlicedir. Kılınç hasma göre çekilir düsturuyla, sizin telaşsız ve aramsız sa’yiniz göz önünde iken, cephemize hile tuzağı addedilen hubb-u cah ve sermaye-i dünya gibi çok cazibedar şeylerle bizi aldattıklarını bilmeliyiz. Ve cepheyi bırakıp, âfil şeylere aldanıp, çok mübarek ve mukaddes şeylerin ayak altında kalmasına sebebiyet vermemek


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
için, ancak ve ancak Cenab-ı Kibriyanın azamet ve kudretinden ve şümullü rahmetinden ve Şah-ı Levlâk’in himmet-i ammesinden ve zat-ı Üstadanelerinin makbul ed’iyelerinden gece ve gündüz hissemend olmamızı niyaz ediyorum ve böyle imanım var ve her dakika aramsız bekliyorum. Hafız Ali
(Rahmetullahi aleyh)
***

(Hafız Ali’nin bir fıkrasıdır ki; küçük bir meselede,
“Gücendin mi?” diye istifsar münasebetiyle yazılmıştır.)
Eyyühe’l-Üstadü’l-muhterem!
Hayatımın her safhasından kıymetli ve o hayatı, pervane-misal, bir emrinin infazına ateşte yakmağa her an hazır olduğum kıymetli Üstadım!
Evet, değil böyle hakikat uğrunda, hattâ bir kıymetli hediyeyi ihsan eden Padişah-ı Zîşan için o hediyeyi sarfetmekte tereddüt edilmez. Öyle de Üstadım, bize emanet olarak ve ne zaman alınacağı meçhul olan hayatın ve her zaman emrine amade ve hazır olduğum Cenab-ı Mün’im’in, o emanet üzerine ne gibi emri vaki olsa, inşaallah bilâ-tereddüt emanetini iadeye hazırız. Madem siz, o Padişah-ı bîzeval’in kurbiyet-i ilâhiyesinde aynı emrini tebliğe memur bulunuyorsunuz; öyle ise, hem mübarek sözünüz hak ve aynı rahmettir.
Hem efendim, -bahçıvan-misal- fidanları büyütmek üzere, hayvanat-ı muzırranın taarruzundan bir an evvel kurtarmak için, aşağı dallar kesilir ki; tâ yükselsin. O fidanların hiçbir cihetle hakları yoktur ki, “Bunu tımar eden ve hayatımıza sebep olan, bizi bazen rencide ediyor.” diyemezler. Zira hâl-i asılları ile kalsaydılar bir muzır hayvan dahi koparacaktı ve topraktaki kökü de tefessüh edecekti, yok olacaktı.
Evet Üstadım, mübalâğasız, pür-kusurlukta mislim olmadığını nefsime bile bazen kabul ettirdiğim.. yalnız pür-zünub talebenizi; dizlerime değil, belime değil, boğaz çukuruma değil, belki de boyumdan aşağı ve belki dahilimin de siyah çamurlara mezcolduğu ve tefessüh etmeye başladığı bir zamanda Hızır gibi yetişip ve misl-i Lokman, Kur’an-ı Hakîmin şifahanesinden lemean eden mualecelerle tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
hayat bahşına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olan uğruna, o hayatı ifna etmemek(Haşiye1)kâr-ı akıl değildir. Hem bir hasta, ameliyata muhtaç olduğunu bilmelidir. Ve hastasını gece gündüz tedavi altında bulunduran eczacıya karşı yüzbinlerle teşekkür ve o eczacıya eczahaneyi teslim eden Hakîm-i pür-kemal, Kadîr-i bîmisal Hazretlerine nihayetsiz hamd ve şükre borçluyuz. Ve bu borcumu ifa edemediğimden pek mükedderim. Allahu Tealâ sizden ebeden razı olsun.
Hafız Ali (r.h.)
***
Eyyühe’l-Üstadü’l-muhterem,
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Kısmının Dokuzuncu Meselesinde emir buyurulan hizmet-i Kur’an’dan fakirin hissesine iki erkek ve bir kız çocuğu da düşmüş imiş... Aynı emri alıp gelirken düşünüyordum; acaba, akraba-i taallûkatımda çocuklar var, hangisini intihab edeyim? Benim bu düşünceme manen denilmiş ki: “Hay Ali! Kendi reyine muhtar değilsin. Onun intihabı başka kapıya aittir.” Üç gün sonra Yaşar ve Necati isminde iki çocuk, bana hem refik, hem ders arkadaşı ve bir derece onlara kalfa olarak tayin edildim... Çocuklar hurufatı tam bilmedikleri için bazen yazı ile, bazen kitabtan gösteriyordum. Bir ay sonra Kur’an okumaya başladılar. Beşinci ay içinde1
barla_313_1.gif
hatme muvaffak oldular.
Mübarek Üstadım, bu hususu çok düşünüyordum ki; lâakal bir iki senede Kur’an okumağa liyakat kesbedilirken me’mulün hilâfında meydana gelen emr-i azim kimseye verilmez. Ancak ve ancak i’caz-ı Kur’an’ın o büyük denizinin reşhasıdır ve iki cihan fahri, Nebiyy-i ahirzaman Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâmın himmet-i maneviyeleriyle o i’cazın izhar ve intişarına memur edilen Üstadımın duası gibi çok büyük kuvvetlerle hasıl olduğuna, ben değil bu hâle şahid, karyemizin ekserisi iman edip, tasdik ediyorlar. Bütün köy ehl-i imanı namına bu emr-i hayra vesile olan Üstadımıza, —Lâ yuad velâ yuhsâ— teşekkürlerle “Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun.” duasını âciz lisanımla daima söylüyorum.
Haşiye 1- Benim bedelime şehid olacağını hissetmiş. Kuvvet-i ihlâsın kerameti olarak haber veriyor, haber verdiği gibi şehid oldu. (Said Nursî)

1- Allah'a hamdolsun. Bu, Rabbimin bana bir lütfudur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üstadım, bir şey daha var ki, emr-i üstadanelerine intizardayım. O da şudur: Cenab-ı Hak ihsan ederse, dairenizin şakirdini Hafız Yaşar bu kışta bahara sebep olup mütenevvi çiçekleri açmasına Nisan yağmuru misillû, vücudunuz o çiçekler arasında bir gül-i Muhammedî (a.s.m.) yetiştirmekte inşaallah vesile olacağınıza şüphe yoktur. Mübarek dairenin mübarek talebesine, mübarek Cuma gecesinde hatminin duasıyla, hıfzının ibtida duasını ve fakir-i pür-kusurun af duasını bütün hasse ve duygularımla, hürmetle el ve eteklerinizden öper ve kusurlarımın affını niyaz ederim, efendim hazretleri.
Hafız Ali
***

Aziz Üstadım,
Otuzbirinci Mektubun On Üçüncü Lem’ası, “Hikmetü’l-İstiaze” nam-ı âliyi taşıyan bir parça-i Nuru aldım. Elhamdülillâh istinsaha muvaffak oldum. Cenab-ı Hak, hazine-i bînihayesinden emsal-i sairesini ihsan buyursun. Âmin, bihürmeti seyyidi’l-mürselîn...
Üstadım efendim, bu azim hakikatı taşıyan risale, fakir talebenizde pek azim tesirat yaparak dimağım ve bütün duygu ve hasselerim o azim hakaik üzerine serpilerek, toplanmaz bir hale geldiler. Gündüzde, güneşin ziyası karşısında kalan yıldız böceği gibi, gerek güneşin tarifini ve gerekse kendi şavkıyla daire-i muhitinde bulunanları tarif edemediği gibi; fakir, aynı hâl kesbettim.
Evvelâ: Bu risale, diğer tevhide dair büyük risalelerin bir büyük kardeşi olabilir. Zira, nasıl ki öbür kütle-i Nur, Cenab-ı Hakkın âlem-i kebirde cilve-i cemal ve kemal ve esma-i hüsnasını pek zâhir bir tarzda â’ma olanlara da gösterdiler; aynen bu parça-i Nur, âlem-i asgar olan ve esma-i hüsnaya ayine olan ve hilkat-ı dünyanın ruhu mesabesindeki beşerin, kemal ve sukutuna, ebediyet ve ademine sebep olan en büyük vesile ve desiseleri, pek yakînen keşfedip gösteriyorlar.
Saniyen: Bu hakikatleri düşünürken kalbime şöyle geldi ki; nasıl ki “Hüdhüd-ü Süleymanî, zeminin suyu meçhul olan yerlerinde -hafriyatsız-


 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
suyu bulmaya vesile idi.” diyorlar. Aynen bu risale, Hüdhüd-ü Süleymanî tarzında, âlem-i asgar olan insanın ezdadlardan müteşekkil cism-i vücudunda nur-u iman yatağı olan kalbi, biaynihi gösteriyor. Zemin yüzünde zararlı ve zararsız otları teşhis eden kimyagerin âb-ı hayat bulduğu gibi, -binde bir hakikatını ancak görebildiğimi anladığım- bu eser-i âlî, bütün ehl-i iman ve zîşuura, menba-i hakikisi olan Kur’an-ı Hakîm gibi, nurları ile âb-ı hayatı serpiyor.
Hafız Ali (r.h.)
***

(Hafız Ali’nin fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım!
Bu defa irsaline inayet buyurulan Hikmetü’l-İstiazenin ikinci kısmını aldım. Sekizinci İşarette isbat edilip gösterilen (hak ve hakikat), dalâlet vadilerinde uçan serseri mudillerin yollarını pek vazıh tenvir ile onlara hem kendilerinin ne yaptıklarını, hem cadde-i hakikatı göstermekle îcazıyla azim bir mesele tahayyül buyuruluyor.
Dokuzuncu İşarette ise, bütün ehl-i iman ve bilhassa risale-i envar ile hilkat-i insaniyenin gaye-i hakikisini anlamaya çalışan talebeleriniz, ruhen istikbale gittikçe, bu mesele pek geniş bir daire olarak, Hazret-i Âdem’den beri, bütün peygamberan-ı izam hazeratının ehl-i dalâlete karşı mağlubiyeti ve feci hadiseler çok düşündürüyor, ve kalbi zedeliyordu.
1
barla_315_1.gif

O geniş daire öyle tenvir ediliyor ki, içinde Üstaddan, Fahrü’l-Mürselîn’den, Hazret-i Âdem’e kadar müşkilât, hak ve hakikat kılıncıyla fethedilip, akıl ve kalb 2
barla_315_2.gif

diye tasdik ediyorlar.
Onuncu İşareti yazarken elimden kalemi bırakarak hâziruna okudum. İçinde temsilin misal değil, hakikat olduğunu ve böyle bir hakikatı, ism-i Hakîm


1- Allah'a hamdolsun. Bu, Rabbimin bana bir lütfudur.
2- Doğru söyledin ve hakkı konuştun.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ve ism-i Nur ve ism-i Bedi’in cilvesiyle görüleceğini derkettim. Ve hayalen tatbikine çıktım. Pek doğru bir esas olduğunu anladım. Cenab-ı Hakka şükrettim. On Birinci İşarette gösterilen zecr-i Kur’anî; kâinat tarlasının mahsulü, makinasının mensucatı, insan nev’i olduğu ve umum mevcudat semeratıyla o nev’e hizmet ettiklerinden insan hodgâmlığıyla, bedbinliğiyle o azim gaye-i dünyayı hiçe indirmesiyle, büyük çarklar misillû anâsır-ı külliyenin insan aleyhine hareket ettiklerini ve mühlik mesuliyetten kurtulmak ancak Kur’an-ı Hakîmin daire-i kudsiyesine girmek ve Fahrü’l-Mürselîne ittiba etmekle olacağını beyan ile insanı kendine vezin ettiriyorsunuz.
On İkinci İşaret ve dört sualin cevabının ihtiva ettikleri hakikatler, bizi arasıra kendi hesabına çalıştırmak isteyen ve cüz-i ihtiyar ile kendisinde bir varlık görüp, istihkaka göz diken ve şöhret ve hodfuruşluk tahakkümüyle, hebaen çalışan nebatî ve hayvanî nefs ve heva zincirlerini, altın makaslarla keserek halâs buyuruyorsunuz.
On Üçüncü İşaret, bu üç nokta ile her zaman hususuyla mübarek vakitlerde bizimle uğraşan ve bazı ye’se düşüren, yüzümüzün siyahlığını görmeyip, mü’min kardeşlerimizin ufak tefek çizgiler nev’inden karalarıyla onları, bütün siyahlıkla ittiham ettiren, Cenab-ı Hakkın rahmetini ve Gaffar ve Rahîm isimlerini tenkide cür’et eden ve bu yüzden büyük tahribatlara sebebiyet verdiren hizbü’ş-şeytanın kuvveti gösteriliyor.
Muhterem Üstadım! Bu işareti yazarken, vücud âlemine seyahata çıktım. İşarattaki noktalar bir müfettiş hükmüne geçti. İzah buyurulan kuvvetler yerinde görülüp, teslim-i silâh etmek üzere idiler. Bize bu kuvvetleri gösteren Kur’an-ı Hakîmden istimdat ve feyzi, her hatvelerimde istiyordum. Ve bize bu esas, hakikat-ı hayatın neticelerini, karanlıklarını gösteren Üstadımız, muvaffakiyetimizi Cenab-ı Hakdan dilemekte olduğu, her an kendini göstermektedir. Ve inşaallah halâs edecektir.
Muhterem Üstadım, bu On Üç İşaret, on üç cevahir kümesini muhtevidir. Bunlardan bazılarını ipe çizip göstermekle ve çizmemekle ve görmemekle, o cevahir hazinesine ve cevherlerine bir nakise gelmiyeceğinden eğri ve doğru çizmek istediğim cevherler, inşaallah hüsnünü zayi etmez.
Ey sevgili Üstadım, ne kadar teşekkürat-ı vafire ifa etsem ve hayli minnettar olsam, yine ifa edemiyeceğime kail olduğumdan, dilerim


 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cenab-ı Haktan, razı olacağınız kadar nail-i mükâfat eylesin. Âmin, bihürmeti seyyidi’l-mürselîn. Hafız Ali (r.h.)
***

(Hafız Ali’nin dersini ne tarzda
anladığını gösteren bir fıkrasıdır.)
Muhterem Üstadım!
Otuzbirinci Mektubun Ondördüncü Lem’asının İkinci Makamını bir defa kendim okudum. Pek cüz’î istifade ile, dimağımda bir lezzet hissettim. İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-ı ruhanî uyandırdı ki; eğer kalb ve kalemim ruhuma tercüman olabilseler, belki bir derece siz Üstadıma minnettarane arza cür’et eylerdim. Heyhat ne kalbim ve ne de kalemim ve ne ruhum, acz ile önüme çıktılar ve itiraf-ı kusur ediyordular.
Sevgili Hocam! Sözler ünvanıyla neşr-i envar ve feth-i bab-ı rahmet eden envar-ı Kur’aniye esasen has, mahsus bir sikke-i hatemi taşımaktadırlar. Her bir parçasından, şümullü rahmet-i ilâhiyeye cüz’î, küllî bir kapısı var gösteriyor ve göstermekle kapıları açık bırakıyorlar. Bu mübarek risaleyi, Süleyman, Zeki Zekâi ve Lütfi kardeşlerimle okurken, hayalime bir büyük müzeyyen bir saray gösterildi. Aslı ve hakikatını ve vüs’atini ve müzeyyenatını temaşa için ruhen çıktım baktım ki, yorgun ve nazarım kesik bir tarzda geriye döndüm. Zekâi kardeşim devam ediyordu. Tekrar o saray şeklinde mutantan, revnaktar, kıymetçe, mahiyetçe aynı, ufak bir saray-ı vücud âlemi gördüm. Ve feth-i bab edip temâşâ etmek istedim. Anahtarı yoktu. Birden kardeşimin ağzından 1
barla_317_a.gif

işittim. Kapı açıldı.
2
barla_317_1.gif

dedim. Gördüm ki; büyük sarayın müştemilâtı ve tezyinatı, o küçük sarayda dercedilmiş. Adeta çarklardan mürekkeb bir saat ve çok ipleri havi bir nessacdır. Dikkat ettim, o saati kuran ve işleteni ve o ipleri guna guna boyayıp dokuyanı, gündüzü gündüz eden güneş olduğu gibi, pek parlak bir surette izah buyurulunca gördüm.


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Rahman olan Allah’ın hidayetinden ve imanın nurundan ötürü Allah’a hamd olsun.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt