romeo
Yeni Üyemiz
Haşhaşiler, 1090 yılının Eylül ayında İsmaili din adamı Hasan Sabbah tarafından kurulmuş dini tarikat ve siyasi örgüttür.
Tarikat, İsmaililik mezhebini temel alan Fatımi Devleti'nde dinsel bir hizipleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan iki koldan biri olan Nizariliğin temsilcisi olan Haşhaşiler önce İran sonra da Suriye'ye yayılmıştır. Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşiler önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askerî strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli ve farklı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Haşhaşiler ideolojik açıdan dönemin Sünni siyasî ve dinî çevrelerini, özellikle de Abbasi Devleti ve onun koruyucusu olan Büyük Selçuklu Devleti'ni düşman kabul etmiştir. Bununla birlikte Haşhaşilerin Haçlı devletlerini ve Moğol İmparatorluğu'nu hedef alan bazı saldırıları da olmuştur.
"Haşhaşi" kelimesinin kökeni ve anlamı 19. yüzyıla kadar Batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. 19 Mayıs 1809 tarihinde Silvestre de Sacy'nin Institut de France'da yayınladığı bildiride kelimenin etimolojisine getirdiği açıklama kabul görmüştür. Sacy'e göre Batı dillerinde "suikastçı, kiralık katil" gibi anlamlara gelen ve en erken Haçlı Seferleri kayıtlarında rastlanan "assasini, assissini, heyssisini" gibi kelimelerin kökeni Arapça'daki "haşhaş" kelimesidir. Bu kelimenin çoğulu ise "haşhaşiyyun, haşhaşin" gibi kelimelerdir.
"Haşhaş" kelimesi Arapça'da "kuru ot" ve "hayvan yemi" anlamına gelir. Sonraları kelimenin anlamı uyuşturucu etkisiyle bilinen hint keneviri ile özdeşleştirilmiştir. Silvestre de Sacy, Haşhaşilere bu adın haşhaş kullanma alışkanlıkları yüzünden verildiği kanısını benimsememekle beraber bu adın, şeyhin fedailerine vaat ettiği cenneti tattırabilmek için onlara gizlice haşhaş içirmesiyle ilgili olabileceğini düşünmüştür. Bunu da özellikle Marco Polo'nun seyahatnâmelerinde geçen cennet bahçeleri hikayesiyle temellendirmiştir. 1273 yılında İran'dan geçmiş olan Marco Polo'nun seyahatnâmesindeki hikaye kısaca şöyledir:
Ancak Orta Çağ İslam tarihi konusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihi roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı cennet bahçeleri hikayesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir. Çünkü tarikatın faaliyet gösterdiği dönemde yaşamış olan hem İsmaili hem de Sünni tarihçilerin (Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Reşidüddin gibi) eserlerinde böyle bir söyleme rastlanmamaktadır. Ayrıca Haşhaşi ismi tarihi belgelerde sadece Suriye İsmaililerini nitelemek amacıyla kullanılan yerel bir addır. İran İsmailileri için hiçbir belgede bu isim kullanılmamaktadır. Tarihçilere göre bu isim tarikat üyelerinin eylemlerine bir açıklama getirme çabası yerine alaycı bir yaklaşımla onların garip inanışlarını ve abartılı tavırlarını küçümsemeye yönelik bir ifadedir. Bunun yanında "dağın şeyhi" tabiri de Suriye'ye özgüdür. İran İsmaililerinin lideri için tarihi belgelerde böyle bir isimlendirmeye rastlanmamaktadır. Ayrıca tarihçiler Haşhaşilerin öleceklerini bile bile yaptıkları suikast eylemlerinin dinî bir bağnazlık ve aşırı bir imana dayandığını, günümüzün gelişmiş dünyasında da en eğitimli, bilinçli terörist örgüt üyelerinin de din söz konusu olduğunda intihar eylemleri gerçekleştirebildiklerini belirtmektedir.
Haşhaşilerin tarihi Alamut Kalesi'nin alınmasıyla başlar. Hasan Sabbah uzun süren misyonerlik ve insan kazanma faaliyetleri sırasında Selçuklularla mücadele etmek için rahat edebileceği ulaşılmaz bir yer aramış, Deylem'de yaptığı faaliyetler sırasında Alamut Kalesi'nde karar kılmıştır. Büyük ve yüksek bir kayalık tepe üzerine inşa edilmiş olan bu kaleye sadece dar bir patikadan ulaşılmaktaydı.
Hasan Sabbah'ın buraya vardığı sırada kale onu Selçuklu sultanından almış olan Zeydilerden Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi.Önce bölgeye dâîlerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır:
Bundan sonra 4 Eylül 1090 günü gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi'ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır.
Haşhaşiler, Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve Sencer, Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren İran Haşhaşileri Moğolların İran'ı ve Bağdat'ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise son liderleri Rükneddin Hür Şah'ın Hülagü'nün isteklerine uymasıyla 1256 yılında Alamut Kalesi, 1258 yılında Lemeser Kalesi ve 1270 yılında Girduh Kalesi boşaltılmış, Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Raşidüddin Sinan el-İsmaili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars'a teslim etmişlerdir.
İslam'daki ilk kırılma peygamber Muhammed'in vefatından sonra gerçekleşmiştir. Muhammed'den sonra dinî ve siyasî liderin kim olacağı hakkındaki tartışmalar ve gerilimler Şiilik ve Sünni mezheplerini ortaya çıkarmıştır. Başlarda Sünnilik, Arap aristokrasisi temelli iktidarın, Şiilik ise Arap olmayan muhalif Müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. Şiilik, Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden daha çok etkilenmiştir. Şii mezhebi 765 yılında altıncı imam Cafer es-Sadık'ın ölümü sonrası yeni imamın belirlenmesinde iki kola ayrılmıştır. Ana akım Şii gruplar Cafer'in küçük oğlu Musa Kazım'ı yedinci imam olarak tanımışlardır. Bu grup günümüzün On iki İmamcılık koludur. Uç gruplar ise Cafer'in büyük oğlu İsmail'i yedinci imam olarak tanımış ve İsmaililik olarak adlandırılmıştır. İsmaililik, Yeni Platonculuk felsefeden etkilenen, ezoterik bir mezheptir. Öğreti açısından İslam'daki en zengin, sistematik ve felsefî mezhep olarak görülür.
İsmaililer ilk büyük başarılarını Fatımiler adlı Kuzey Afrika, Sicilya, Hicaz, Mısır'ı kontrol altında tutan bir devlet kurarak kazanmışlardır. Burada Kahire adlı yeni bir şehir kuran İsmaililer El-Ezher Medresesi'ni kurup burayı dinî öğretilerinin ve misyonerlik faaliyetlerinin merkezi haline getirmişlerdir. Fatımilerin sekizinci halifesi Mûstensir'in ölümünden sonra ortaya çıkan yeni halife tartışmaları neticesinde İsmaililer iki kola ayrılmış, Fatımileri yöneten askeri diktatörlük halifenin küçük oğlu Mustali'yi, Doğu İsmailileri ve Fatımilerdeki dinî hiyerarşi ise halifenin büyük oğlu Nizar'ı halife olarak tanımışlardır.
Mustalilik kolu ise önce Hafıziliğe dönüşmüş ve Fatımi Devleti'nin yıkılmasından sonra ise Davudî İsmailîlik şeklinde günümüze kadar gelmiştir. Nizarilik ise Haşhaşilerin koruması altında hanedanlarını günümüze kadar sürdüregetirmişler ve bugün IV. Ağa Han tarafından temsil edilmektedirler.
Hasan Sabbah'ın kurduğu tarikat sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktadır. Tarikat kendi örgütlenmesini "davet" olarak adlandırmıştır. Tarikatın temsilcileri "davetçiler" anlamındaki dâîlerdir. Dâîlerin en alt kademesinde "davete cevap veren" anlamına gelen "müstecip"ler, en üst kademede ise "delil" manasına gelen "hücce" yani baş dâî yer almaktadır. "Cezire", dâînin faaliyet gösterdiği bölgedir. İsmaililer de diğer mezhepler gibi dinî liderlerine şeyh, pir, ata gibi unvanlarla hitap eder. Tarikat mensuplarının birbirleri için kullandıkları terim ise "yoldaş" anlamına gelen "refik"tir. Sıklıkla fedai olarak bilinen suikastçılar ise tarikat tarafından esasiyun olarak adlandırılmıştır.
Haşhaşiler tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş olan bir askerî taktik geliştirdiler. Özel olarak tek bir önemli kişiyi öldürmeyi temel askerî taktik olarak kullanan Haşhaşiler, suikastı da kendilerince dinî ve psikolojik bir şekilde uygulamışlardır. Haşhaşilerce yapılan suikastların hiçbirinde ok, zehir gibi silahlar kullanılmamıştır. Neredeyse tüm suikastlarda hançer kullanılmıştır. Diğer önemli husus ise suikastı gerçekleştiren Haşhaşinin kaçmaya çalışmaması ve öldürülen kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilmesidir. Uzmanlar bunu Haşhaşilerin eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde yaptığını düşünmektedir. Haşhaşilerin bu eylem biçimi Batılılar tarafından günümüzün Müslüman intihar eylemcileri ile ilişkilendirilmiştir. Ancak Orta Çağ İslam tarihi uzmanı Bernard Lewis'e göre Haşhaşilerin kendilerini öldürmeyip korumalar tarafından öldürülmeyi beklemesinin günümüzün intihar bombacılarının kendilerini öldürmesinden kesin biçimde ayrıldığını, İslam dinine göre ikincisinin günah sayıldığını belirtmektedir. Hurûfilik, Batınilik ve Ezoterizm üzerinde uzmanlaşmış Aytunç Altındal'a göre ise Tapınak Şövalyeleri ile Haşhaşiler arasında kendilerine has ezoterik ve batıni itikatların paylaşımında pek çok ortak husus mevcuttu.
- Büyük Selçuklu Devleti Veziri Nizamülmülk (16 Ekim 1092)
- İsfahan kadısı Ubeydullah el-Hatib (1108-1109)
- Kerramiyye mezhebi lideri Muhammed bin Kerrâm (1101-1103)
- Ahmed bin Nizamülmülk'e suikast girişimi
- Kürt emir Ahmedil
- Fatımi orduları başkomutanı El-Efdâl Şehinşâh (1121)
- Büyük Selçuklu Devleti veziri Muineddin Kaşi (16 Mart 1127)
- Abbasi Halifesi Mustarşid (1134)
- Abbasi halifesi Râşid (6 Temmuz 1138)
- Irak Selçuklu Devleti hükümdarı Davud
- Humus hükümdarı Cenah-üd Devle (1 Mayıs 1103)
- Fatımi Halifesi Amir (1130)
- Trablus Kontu II. Raymond (1140)
- Selahaddin Eyyubi'ye iki suikast girişimi (1174 ve 22 Mayıs 1176)
- Kudüs Krallığı hükümdarı Montferratlı Conrad (28 Nisan 1192)
- Halep hükümdarının veziri Şehabeddin ibn-ül Acemi
- Antakyalı IV. Boemondon'un oğlu Raymond-Ruben (1213) Rey şehrinde Muvaffak Nişâburî’den okuyan üç yakın arkadaştılar. Aralarında kim önce ikbâle kavuşursa, diğerine yardım edeceğine dair sözleşmişlerdi.
Bunlardan biri Selçuklu veziri Nizâmülmülk, ikincisi meşhur bilgin ve şair Ömer Hayyâm, üçüncüsü ise sonradan dünyaya dehşet salan bir suikast teşkilatının kurucusu Hasan Sabbâh idi. Her ne kadar aralarındaki yaş farkı bu rivayetin sıhhatini zayıflatıyorsa da, Nizâmülmülk, vezir olunca Hasan Sabbâh’a valilik teklif etti.
O ise Nizâmülmülk’ün makamına göz dikip sarayda vazife istediği için araları açıldı.
Hasan Sabbâh, İmamiye Şiasına mensup bir din adamının oğludur. Daha sonra Şia’nın aşırı kollarından Bâtınîliğin İran’daki dâîlerinin (misyoner) tesirinde kaldı. Mısır’a giderek bu mezhepteki Fâtımîlere katıldı. Bâtınîler, Cafer Sadık’ın yerine Musa Kâzım’ı değil, kendinden evvel vefat eden oğlu İsmail’i yedinci imam tanır.
Kur’an’ın bir zâhirî (görünen), bir de bâtınî (görünmeyen) manası olduğunu; imama sadakatle bâtınî manaya erilebileceğini; bunlara haram şey bulunmadığını söyler. Tenasüha (reenkarnasyona); cennet ve cehennemin dünyada olduğuna inanır. İmamlar gizlidir. Ortada olan, dâî adındaki propagandacılardır. En çok Güney Irak’ta tutunmuşsa da, Kuzey Afrika ve Mısır’daki Fâtımî Devleti ile tanındı. 12 imam tanıyan İsnâaşeriyye’den (Caferiyye) farklı olarak İsmail 7. imam sayıldığı için Seb’iyye veyaİsmailiyye diye de bilinirler. (Seb’a=7, İsnâaşer=12)
Fırkanın kurucusu İmam Cafer’in azatlısı ve göz doktoru Meymûn Keddah’tır. Mecusî muhtedisi olduğu halde, seyyid olduğunu iddia etmiştir.
Bâtınîliğin, Yahudilik ve Zerdüştlük ile Pisagor ve Philon felsefesine kadar uzanan esasları vardır. Tarihçiler, bazı eski din mensuplarından İslâmiyeti kılıçla yenemeyenlerin, içten çökertmek için bu yolları denediğini iddia eder. Meymun’un soyundan gelenler Fâtımî Devleti’ni kurarak halifeliğin kendi hakları olduğunu söyledi. Bâtınîlerden bir kol da 870’de Güney Irak’ta Karmâtî Devleti’ni kurdu. Bunlar bir ara Mekke’yi basıp, Hacerülesved’i kaçırdılar. İhtiyar Fâtımî halifesi Mustansır’ın yerine Müsta’li’yi değil de diğer oğlu Nizâr’ı destekledi. Bu sebeple atıldığı hapisten kaçarak bir Bâtınî misyoneri olarak İran’a dönen Hasan Sabbâh, 9 sene propaganda yaparak etrafında hayli taraftar topladı.
Selçuklu Sultanı Melikşah önce kendisine bir nasihat mektubu yazdı. Yola gelmeyince üzerine asker saldı. Hasan Sabbâh, buna içlerinde Nizâmülmülk ve muhtemelen Melikşah’ın da bulunduğu Selçuklu ve Abbasî devlet ricalinden nicesini öldürterek cevap verdi. Davetini kabul etmeyen halktan günde ortalama on sünnîyi böyle öldürterek etrafa dehşet saçtı.
1090’da Hazar Denizi güneyindeki müstahkem Alamut ve etrafındaki birkaç kaleyi zaptederek burada küçük bir devlet kurdu. Kalelere, uzun zaman yetecek zahire ambarları yaptırdı. Kervanları soyarak servet sahibi oldu. Haşhaşa alıştırdığı, böylece halüsinasyonlar görerek kendisini cennette zanneden fedâîlerini, suikast için kullandı. Nizâr’ı Mısır’dan getirtmeye çalıştıysa da başaramadı.
Bunun üzerine Bâtınîliğin, Nizâriyye denilen kendine mahsus bir kolunu tebliğe başladı.Onun inancına göre, yeryüzüne İsmail soyundan masum ve gizli bir imam hüküm sürer. Hasan Sabbâh, bu imamın vekilidir. Saadete, akıl ile değil; imama bağlanmakla ulaşılır. Bu sebeple ilim öğrenmek yasaktır. “İlm-i zahirin çoğalması, ilm’-i bâtını örter, söndürür” derdi. İnancının en mühim prensibi, Bâtınîliğin düşmanlarına hayat hakkı tanımamasıdır.
Haşhaşa ve onun hâsıl ettiği güzel hayallere, yalancı cennete kavuşmak isteyen fedâîleri, Hasan Sabbâh’ın verdiği cinayet emirleri bir dinî vazife bilmiştir. Bu sebeple yolu Haşhaşî diye anıldı. Avrupa dillerinde suikastçı için kullanılan assassin sözü buradan gelir. İmam Gazalî’nin, bu inanca yazdığı reddiyesi vardır. Selçuklu Sultanı Melikşah’ın oğlu Sultan Berkyaruk, üzerine yürüdü.
Haşhaşîlere ağır bir darbe indirildi. Yerine geçen Muhammed Tapar bu mücadeleyi kıyasıya sürdürdü. 1117’de Alamut daha güçlü bir ordu ile kuşatılarak kalenin dışarısı ile irtibatı kesildi. Tam o sırada sultanın vefat haberi geldi. Muhasara kaldırıldı ve Hasan Sabbâh rahat nefes aldı. Bir cariyeyi kandırarak yastığının altında bir hançer ve tehdit mektubu koydurduğu yeni Sultan Sencer, kendisiyle sulha mecbur oldu.
Tarikat, İsmaililik mezhebini temel alan Fatımi Devleti'nde dinsel bir hizipleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan iki koldan biri olan Nizariliğin temsilcisi olan Haşhaşiler önce İran sonra da Suriye'ye yayılmıştır. Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşiler önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askerî strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli ve farklı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Haşhaşiler ideolojik açıdan dönemin Sünni siyasî ve dinî çevrelerini, özellikle de Abbasi Devleti ve onun koruyucusu olan Büyük Selçuklu Devleti'ni düşman kabul etmiştir. Bununla birlikte Haşhaşilerin Haçlı devletlerini ve Moğol İmparatorluğu'nu hedef alan bazı saldırıları da olmuştur.
"Haşhaşi" kelimesinin kökeni ve anlamı 19. yüzyıla kadar Batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. 19 Mayıs 1809 tarihinde Silvestre de Sacy'nin Institut de France'da yayınladığı bildiride kelimenin etimolojisine getirdiği açıklama kabul görmüştür. Sacy'e göre Batı dillerinde "suikastçı, kiralık katil" gibi anlamlara gelen ve en erken Haçlı Seferleri kayıtlarında rastlanan "assasini, assissini, heyssisini" gibi kelimelerin kökeni Arapça'daki "haşhaş" kelimesidir. Bu kelimenin çoğulu ise "haşhaşiyyun, haşhaşin" gibi kelimelerdir.
"Haşhaş" kelimesi Arapça'da "kuru ot" ve "hayvan yemi" anlamına gelir. Sonraları kelimenin anlamı uyuşturucu etkisiyle bilinen hint keneviri ile özdeşleştirilmiştir. Silvestre de Sacy, Haşhaşilere bu adın haşhaş kullanma alışkanlıkları yüzünden verildiği kanısını benimsememekle beraber bu adın, şeyhin fedailerine vaat ettiği cenneti tattırabilmek için onlara gizlice haşhaş içirmesiyle ilgili olabileceğini düşünmüştür. Bunu da özellikle Marco Polo'nun seyahatnâmelerinde geçen cennet bahçeleri hikayesiyle temellendirmiştir. 1273 yılında İran'dan geçmiş olan Marco Polo'nun seyahatnâmesindeki hikaye kısaca şöyledir:
BİLGİ
"Kendi dillerinde şeyhlerine "dinin büyüğü" anlamına gelen Alaeddin diyorlardı. Şeyh iki dağ arasındaki vadiyi kapatmış ve burayı sütten, baldan ve şaraptan akan sular, güzel huriler ve çeşitli meyve bahçeleriyle donatmıştı. Dağın şeyhi müridlerinin gerçekten cennette olduklarını zannetmeleri için burayı Muhammed'in cennet tasvirine benzetmişti. Bizim yaşlı adam dediğimiz bu efendi fedailerine iksirinden içirerek onları dörderli, altışarlı gruplar halinde bahçeye taşıtıyordu. Gerçekten cennete gittiklerini zanneden müridlerini bir göreve göndereceği zaman şeyh "Gidip şunu şunu öldüresin. Meleklerim seni cennete götürecektir." diyordu. Şeyh'in cennetine geri dönebilme arzusuyla fedailerin göze almayacağı hiçbir tehlike yoktu."
Ancak Orta Çağ İslam tarihi konusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihi roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı cennet bahçeleri hikayesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir. Çünkü tarikatın faaliyet gösterdiği dönemde yaşamış olan hem İsmaili hem de Sünni tarihçilerin (Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Reşidüddin gibi) eserlerinde böyle bir söyleme rastlanmamaktadır. Ayrıca Haşhaşi ismi tarihi belgelerde sadece Suriye İsmaililerini nitelemek amacıyla kullanılan yerel bir addır. İran İsmailileri için hiçbir belgede bu isim kullanılmamaktadır. Tarihçilere göre bu isim tarikat üyelerinin eylemlerine bir açıklama getirme çabası yerine alaycı bir yaklaşımla onların garip inanışlarını ve abartılı tavırlarını küçümsemeye yönelik bir ifadedir. Bunun yanında "dağın şeyhi" tabiri de Suriye'ye özgüdür. İran İsmaililerinin lideri için tarihi belgelerde böyle bir isimlendirmeye rastlanmamaktadır. Ayrıca tarihçiler Haşhaşilerin öleceklerini bile bile yaptıkları suikast eylemlerinin dinî bir bağnazlık ve aşırı bir imana dayandığını, günümüzün gelişmiş dünyasında da en eğitimli, bilinçli terörist örgüt üyelerinin de din söz konusu olduğunda intihar eylemleri gerçekleştirebildiklerini belirtmektedir.
Haşhaşilerin tarihi
Haşhaşilerin tarihi Alamut Kalesi'nin alınmasıyla başlar. Hasan Sabbah uzun süren misyonerlik ve insan kazanma faaliyetleri sırasında Selçuklularla mücadele etmek için rahat edebileceği ulaşılmaz bir yer aramış, Deylem'de yaptığı faaliyetler sırasında Alamut Kalesi'nde karar kılmıştır. Büyük ve yüksek bir kayalık tepe üzerine inşa edilmiş olan bu kaleye sadece dar bir patikadan ulaşılmaktaydı.
Hasan Sabbah'ın buraya vardığı sırada kale onu Selçuklu sultanından almış olan Zeydilerden Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi.Önce bölgeye dâîlerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır:
BİLGİ
"Ve sonra Kazvin'den Alamut Kalesi'ne bir dâî gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dâînin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dâî yenilgiye uğramış gibi göründü ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler."
Bundan sonra 4 Eylül 1090 günü gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi'ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır.
Haşhaşiler, Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve Sencer, Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren İran Haşhaşileri Moğolların İran'ı ve Bağdat'ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise son liderleri Rükneddin Hür Şah'ın Hülagü'nün isteklerine uymasıyla 1256 yılında Alamut Kalesi, 1258 yılında Lemeser Kalesi ve 1270 yılında Girduh Kalesi boşaltılmış, Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Raşidüddin Sinan el-İsmaili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars'a teslim etmişlerdir.
İnanç ve ideolojik yapı
İslam'daki ilk kırılma peygamber Muhammed'in vefatından sonra gerçekleşmiştir. Muhammed'den sonra dinî ve siyasî liderin kim olacağı hakkındaki tartışmalar ve gerilimler Şiilik ve Sünni mezheplerini ortaya çıkarmıştır. Başlarda Sünnilik, Arap aristokrasisi temelli iktidarın, Şiilik ise Arap olmayan muhalif Müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. Şiilik, Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden daha çok etkilenmiştir. Şii mezhebi 765 yılında altıncı imam Cafer es-Sadık'ın ölümü sonrası yeni imamın belirlenmesinde iki kola ayrılmıştır. Ana akım Şii gruplar Cafer'in küçük oğlu Musa Kazım'ı yedinci imam olarak tanımışlardır. Bu grup günümüzün On iki İmamcılık koludur. Uç gruplar ise Cafer'in büyük oğlu İsmail'i yedinci imam olarak tanımış ve İsmaililik olarak adlandırılmıştır. İsmaililik, Yeni Platonculuk felsefeden etkilenen, ezoterik bir mezheptir. Öğreti açısından İslam'daki en zengin, sistematik ve felsefî mezhep olarak görülür.
İsmaililer ilk büyük başarılarını Fatımiler adlı Kuzey Afrika, Sicilya, Hicaz, Mısır'ı kontrol altında tutan bir devlet kurarak kazanmışlardır. Burada Kahire adlı yeni bir şehir kuran İsmaililer El-Ezher Medresesi'ni kurup burayı dinî öğretilerinin ve misyonerlik faaliyetlerinin merkezi haline getirmişlerdir. Fatımilerin sekizinci halifesi Mûstensir'in ölümünden sonra ortaya çıkan yeni halife tartışmaları neticesinde İsmaililer iki kola ayrılmış, Fatımileri yöneten askeri diktatörlük halifenin küçük oğlu Mustali'yi, Doğu İsmailileri ve Fatımilerdeki dinî hiyerarşi ise halifenin büyük oğlu Nizar'ı halife olarak tanımışlardır.
Mustalilik kolu ise önce Hafıziliğe dönüşmüş ve Fatımi Devleti'nin yıkılmasından sonra ise Davudî İsmailîlik şeklinde günümüze kadar gelmiştir. Nizarilik ise Haşhaşilerin koruması altında hanedanlarını günümüze kadar sürdüregetirmişler ve bugün IV. Ağa Han tarafından temsil edilmektedirler.
Haşhaşilerin örgütlenmesi ve askeri taktikleri
Hasan Sabbah'ın kurduğu tarikat sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktadır. Tarikat kendi örgütlenmesini "davet" olarak adlandırmıştır. Tarikatın temsilcileri "davetçiler" anlamındaki dâîlerdir. Dâîlerin en alt kademesinde "davete cevap veren" anlamına gelen "müstecip"ler, en üst kademede ise "delil" manasına gelen "hücce" yani baş dâî yer almaktadır. "Cezire", dâînin faaliyet gösterdiği bölgedir. İsmaililer de diğer mezhepler gibi dinî liderlerine şeyh, pir, ata gibi unvanlarla hitap eder. Tarikat mensuplarının birbirleri için kullandıkları terim ise "yoldaş" anlamına gelen "refik"tir. Sıklıkla fedai olarak bilinen suikastçılar ise tarikat tarafından esasiyun olarak adlandırılmıştır.
Haşhaşiler tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş olan bir askerî taktik geliştirdiler. Özel olarak tek bir önemli kişiyi öldürmeyi temel askerî taktik olarak kullanan Haşhaşiler, suikastı da kendilerince dinî ve psikolojik bir şekilde uygulamışlardır. Haşhaşilerce yapılan suikastların hiçbirinde ok, zehir gibi silahlar kullanılmamıştır. Neredeyse tüm suikastlarda hançer kullanılmıştır. Diğer önemli husus ise suikastı gerçekleştiren Haşhaşinin kaçmaya çalışmaması ve öldürülen kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilmesidir. Uzmanlar bunu Haşhaşilerin eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde yaptığını düşünmektedir. Haşhaşilerin bu eylem biçimi Batılılar tarafından günümüzün Müslüman intihar eylemcileri ile ilişkilendirilmiştir. Ancak Orta Çağ İslam tarihi uzmanı Bernard Lewis'e göre Haşhaşilerin kendilerini öldürmeyip korumalar tarafından öldürülmeyi beklemesinin günümüzün intihar bombacılarının kendilerini öldürmesinden kesin biçimde ayrıldığını, İslam dinine göre ikincisinin günah sayıldığını belirtmektedir. Hurûfilik, Batınilik ve Ezoterizm üzerinde uzmanlaşmış Aytunç Altındal'a göre ise Tapınak Şövalyeleri ile Haşhaşiler arasında kendilerine has ezoterik ve batıni itikatların paylaşımında pek çok ortak husus mevcuttu.
Haşhaşilerin liderleri
İran
| Suriye
|
Haşhaşilerin önemli suikastları
- Büyük Selçuklu Devleti Veziri Nizamülmülk (16 Ekim 1092)
- İsfahan kadısı Ubeydullah el-Hatib (1108-1109)
- Kerramiyye mezhebi lideri Muhammed bin Kerrâm (1101-1103)
- Ahmed bin Nizamülmülk'e suikast girişimi
- Kürt emir Ahmedil
- Fatımi orduları başkomutanı El-Efdâl Şehinşâh (1121)
- Büyük Selçuklu Devleti veziri Muineddin Kaşi (16 Mart 1127)
- Abbasi Halifesi Mustarşid (1134)
- Abbasi halifesi Râşid (6 Temmuz 1138)
- Irak Selçuklu Devleti hükümdarı Davud
- Humus hükümdarı Cenah-üd Devle (1 Mayıs 1103)
- Fatımi Halifesi Amir (1130)
- Trablus Kontu II. Raymond (1140)
- Selahaddin Eyyubi'ye iki suikast girişimi (1174 ve 22 Mayıs 1176)
- Kudüs Krallığı hükümdarı Montferratlı Conrad (28 Nisan 1192)
- Halep hükümdarının veziri Şehabeddin ibn-ül Acemi
- Antakyalı IV. Boemondon'un oğlu Raymond-Ruben (1213) Rey şehrinde Muvaffak Nişâburî’den okuyan üç yakın arkadaştılar. Aralarında kim önce ikbâle kavuşursa, diğerine yardım edeceğine dair sözleşmişlerdi.
Bunlardan biri Selçuklu veziri Nizâmülmülk, ikincisi meşhur bilgin ve şair Ömer Hayyâm, üçüncüsü ise sonradan dünyaya dehşet salan bir suikast teşkilatının kurucusu Hasan Sabbâh idi. Her ne kadar aralarındaki yaş farkı bu rivayetin sıhhatini zayıflatıyorsa da, Nizâmülmülk, vezir olunca Hasan Sabbâh’a valilik teklif etti.
O ise Nizâmülmülk’ün makamına göz dikip sarayda vazife istediği için araları açıldı.
7 sayısının hikmeti
Hasan Sabbâh, İmamiye Şiasına mensup bir din adamının oğludur. Daha sonra Şia’nın aşırı kollarından Bâtınîliğin İran’daki dâîlerinin (misyoner) tesirinde kaldı. Mısır’a giderek bu mezhepteki Fâtımîlere katıldı. Bâtınîler, Cafer Sadık’ın yerine Musa Kâzım’ı değil, kendinden evvel vefat eden oğlu İsmail’i yedinci imam tanır.
Kur’an’ın bir zâhirî (görünen), bir de bâtınî (görünmeyen) manası olduğunu; imama sadakatle bâtınî manaya erilebileceğini; bunlara haram şey bulunmadığını söyler. Tenasüha (reenkarnasyona); cennet ve cehennemin dünyada olduğuna inanır. İmamlar gizlidir. Ortada olan, dâî adındaki propagandacılardır. En çok Güney Irak’ta tutunmuşsa da, Kuzey Afrika ve Mısır’daki Fâtımî Devleti ile tanındı. 12 imam tanıyan İsnâaşeriyye’den (Caferiyye) farklı olarak İsmail 7. imam sayıldığı için Seb’iyye veyaİsmailiyye diye de bilinirler. (Seb’a=7, İsnâaşer=12)
Fırkanın kurucusu İmam Cafer’in azatlısı ve göz doktoru Meymûn Keddah’tır. Mecusî muhtedisi olduğu halde, seyyid olduğunu iddia etmiştir.
Bâtınîliğin, Yahudilik ve Zerdüştlük ile Pisagor ve Philon felsefesine kadar uzanan esasları vardır. Tarihçiler, bazı eski din mensuplarından İslâmiyeti kılıçla yenemeyenlerin, içten çökertmek için bu yolları denediğini iddia eder. Meymun’un soyundan gelenler Fâtımî Devleti’ni kurarak halifeliğin kendi hakları olduğunu söyledi. Bâtınîlerden bir kol da 870’de Güney Irak’ta Karmâtî Devleti’ni kurdu. Bunlar bir ara Mekke’yi basıp, Hacerülesved’i kaçırdılar. İhtiyar Fâtımî halifesi Mustansır’ın yerine Müsta’li’yi değil de diğer oğlu Nizâr’ı destekledi. Bu sebeple atıldığı hapisten kaçarak bir Bâtınî misyoneri olarak İran’a dönen Hasan Sabbâh, 9 sene propaganda yaparak etrafında hayli taraftar topladı.
Selçuklu Sultanı Melikşah önce kendisine bir nasihat mektubu yazdı. Yola gelmeyince üzerine asker saldı. Hasan Sabbâh, buna içlerinde Nizâmülmülk ve muhtemelen Melikşah’ın da bulunduğu Selçuklu ve Abbasî devlet ricalinden nicesini öldürterek cevap verdi. Davetini kabul etmeyen halktan günde ortalama on sünnîyi böyle öldürterek etrafa dehşet saçtı.
Şahin yuvası
1090’da Hazar Denizi güneyindeki müstahkem Alamut ve etrafındaki birkaç kaleyi zaptederek burada küçük bir devlet kurdu. Kalelere, uzun zaman yetecek zahire ambarları yaptırdı. Kervanları soyarak servet sahibi oldu. Haşhaşa alıştırdığı, böylece halüsinasyonlar görerek kendisini cennette zanneden fedâîlerini, suikast için kullandı. Nizâr’ı Mısır’dan getirtmeye çalıştıysa da başaramadı.
Bunun üzerine Bâtınîliğin, Nizâriyye denilen kendine mahsus bir kolunu tebliğe başladı.Onun inancına göre, yeryüzüne İsmail soyundan masum ve gizli bir imam hüküm sürer. Hasan Sabbâh, bu imamın vekilidir. Saadete, akıl ile değil; imama bağlanmakla ulaşılır. Bu sebeple ilim öğrenmek yasaktır. “İlm-i zahirin çoğalması, ilm’-i bâtını örter, söndürür” derdi. İnancının en mühim prensibi, Bâtınîliğin düşmanlarına hayat hakkı tanımamasıdır.
Haşhaşa ve onun hâsıl ettiği güzel hayallere, yalancı cennete kavuşmak isteyen fedâîleri, Hasan Sabbâh’ın verdiği cinayet emirleri bir dinî vazife bilmiştir. Bu sebeple yolu Haşhaşî diye anıldı. Avrupa dillerinde suikastçı için kullanılan assassin sözü buradan gelir. İmam Gazalî’nin, bu inanca yazdığı reddiyesi vardır. Selçuklu Sultanı Melikşah’ın oğlu Sultan Berkyaruk, üzerine yürüdü.
Haşhaşîlere ağır bir darbe indirildi. Yerine geçen Muhammed Tapar bu mücadeleyi kıyasıya sürdürdü. 1117’de Alamut daha güçlü bir ordu ile kuşatılarak kalenin dışarısı ile irtibatı kesildi. Tam o sırada sultanın vefat haberi geldi. Muhasara kaldırıldı ve Hasan Sabbâh rahat nefes aldı. Bir cariyeyi kandırarak yastığının altında bir hançer ve tehdit mektubu koydurduğu yeni Sultan Sencer, kendisiyle sulha mecbur oldu.