HATALAR BİZDEN YANADIR..
Hata, kusur, noksan, kötülük ve benzeri şeyleri aramaya sıra geldiğinde, asla uzaklara gitmemeliyiz. Sorgulamalarımız bu yanda, beri tarafta kalmalı. Soruları ve suçlamaları kendimize yöneltmeliyiz. Nefsimizin karnında, dünyanın dalgalı denizinde, zamanın zifirî karanlığında çaresizken,Yunus Âleyhisselâm’ın ardına düşmekten başka çaremiz yok.
Bir Yunus istiğfarı ile, başkalarını değil yalnız kendimizi ‘zalimlerden olmuş’ bilmeliyiz. Yusuf’un (as) çile kuyusuna insek de, zindanına düşsek de, “nefsim muhakkak kötülüğü ister; Rabbim merhamet ederse başka” demekten ötesi yok.
Diğerlerinden önce kendimizi musibeti hazırlayan cinayette pay sahibi görmeliyiz. ‘Onlar’dan önce, ‘bizim’ tarafta cinayetin izlerini sürmeliyiz. Diğerlerinin cinayetlerini kendilerine bırakmalı ve biz kendimizi de hatalı bilmeliyiz. Kendimizde, kendi tarafımızda düzeltilecek şeyler bulmalıyız.
Yeni başlangıçları ciddi sorgulamalar hazırlar. Yeni başlangıçlar, yeni niyetler, taze şevkler, musibetin ardında saklı ‘mükâfat’ı hak ettirir.Musibeti getiren ‘cinayet’i keşfedemeyen, musibetin getirdiği ‘mükâfat’ı hak edemez. Kendi cinayetlerimizi gördüğümüz pencereden yeni bir sabahın ışıklarını bekleyebiliriz.
Kendi pişmanlıklarımızın enaniyetimizin kabuğunda açtığı gedikten taze bir filiz olup yeniden doğabiliriz. Yeter ki, cinayetlerimizi görelim, yeter ki pişmanlıklarımızı yanımızdan eksik etmeyelim. Hiç kimse, hiç kimse önünde küçük düşmekten korkmadan, hiçbir topluluk bir diğerine karşı kaybetme utancı yaşamadan, hiçbir cemaat itibarını kaybetme telaşına düşmeden, hiçbir fikir önderi de fitne kaygısının ardına saklanmadan bu kıyamet öncesi hesaplaşmada yer almalı.
Kural o ki, herkes kusuru kendisinde, kendi yanındakilerde, kendi tarafında, kendi tarzında arayacak. Cinayetler hep beride aranacak, kusurlar burada bulunacak, hatalar bu yakada görülecek.
Yunus Âleyhisselâm’ın musibet karşısındaki o eşsiz tavrı, bireysel düzeyde, cemaatler ve topluluklar düzleminde uygulamaya konulacak. Yusuf Âleyhisselâm gibi, nefsimizin mutlaka kötülüğü istediğini itiraf ederek, Rabbimizin rahmetiyle terbiye olunmayı hak edeceğiz. Kendimizi temize çıkarıp karşıdakileri karalamak değildir Yunusvârî duruş.
Nefsimizin kötülüğünü görebilmektir Yusufleyin bakış. Kendimizi karalayıp, başkalarını masum görmemiz gerek. Kendimizi temize çıkarma kaygısı bizi kör ediyor. Kendi tarafımızı ezelden haklı görme telaşı bizi sağırlaştırıyor. Her defasında haklı çıkmak, ‘biz dememiş miydik!’ kalkanının arkasında eleştiri oklarını savuşturmak, bizi derin bir anestezi gibi uyuşturuyor.
Yaramız olsun ve gocunalım ne çıkar. Hatalarımız olsun ki, istiğfarın tadına varalım. Bir gün, geri dönüp bakınca, pişman da olabilelim meselâ. ‘Bir daha asla!’ bile diyebilelim. Geçmişte şaşırmış da olabilelim meselâ, ki doğruluğumuz sahih olsun.
Katı, kırılmaz, yıkılmaz, dokunulmaz zırhların içinden çıkalım. İnsan tenimizle kalabalıklara karışalım. Islanabilir, yaralanabilir, kanayabilir, acıyabilir insan bedenimizle yürüyelim yeryüzünde. Günaha ve hataya bağışıklığımız yok; hatırlayalım; aksini de üstü kapalı da olsa iddia etmeyelim. Nihayet yeryüzüne cennetten indirilmiş insanlarız ve ‘kan dökebilir’ ve ‘fesat çıkarabilir’ olarak buradayız. Bırakın biraz da mahçup olalım, pişman olalım, utanalım, üzülmüş olalım ki, sevincimiz de, hamdimiz de, sürurumuz da, haklılığımız da sahici olsun.
Dört köşeli kalıplar içinden sıyrılalım, pürüzsüz şablonlardan çıkalım. Yalın bir eda ile, hatadâr bir adem olarak var olalım. Yüreğimiz bütün savunmalardan uzakta kalsın. Aklımız ak ve karalar arasında tereddütle bekleyedursun. Kur’ân’ın ‘az daha gönlünü kaptıracaktı’ diye ifade ettiği, kalıplardan uzak, yapmacıksız Yusuf (as) tereddüdünü biz de paylaşıyor olalım.
Sırça köşkümüzden çıkalım, rüzgârda savrulalım, ayağımıza diken batsın, yalın ayak kalalım, susayıp aç da kalabilelim. Hem sonra, itiraflarımız da olsun, sancılarımızı açık edelim. Sözümüzü hak ile batıl arasından zahmetle ve gayretle çıkarmış olalım. Söylediklerimizi yüreğimizde pişirmiş de söylemiş olalım.
Acının içinden geçerek konuşalım, şüphelerimizi yanımızdan eksik etmeden tebliğ edelim. Kendimizi de onarıma muhtaç görelim. Herkesle aynı kumaştan olduğumuzu bilelim. Biçimli olmak adına, buzdan kalıplara girmeyelim. Çözülelim, eriyelim, dağılalım, toprağa karışalım. Böylece, başka dudaklara kolayca erişebiliriz belki. Başka yüreklere hiç dirençsiz akabiliriz belki.
Ne çıkar, bizim de cinayetimiz olmuş olsun. Bahçemizde kocaman bir pişmanlık gülü büyüsün. Kan rengi olsun, dikenleri olsun. Cinayetimizi hatırlatsın. Ama mutlaka muştu kokusu versin.
Hata, kusur, noksan, kötülük ve benzeri şeyleri aramaya sıra geldiğinde, asla uzaklara gitmemeliyiz. Sorgulamalarımız bu yanda, beri tarafta kalmalı. Soruları ve suçlamaları kendimize yöneltmeliyiz. Nefsimizin karnında, dünyanın dalgalı denizinde, zamanın zifirî karanlığında çaresizken,Yunus Âleyhisselâm’ın ardına düşmekten başka çaremiz yok.
Bir Yunus istiğfarı ile, başkalarını değil yalnız kendimizi ‘zalimlerden olmuş’ bilmeliyiz. Yusuf’un (as) çile kuyusuna insek de, zindanına düşsek de, “nefsim muhakkak kötülüğü ister; Rabbim merhamet ederse başka” demekten ötesi yok.
Diğerlerinden önce kendimizi musibeti hazırlayan cinayette pay sahibi görmeliyiz. ‘Onlar’dan önce, ‘bizim’ tarafta cinayetin izlerini sürmeliyiz. Diğerlerinin cinayetlerini kendilerine bırakmalı ve biz kendimizi de hatalı bilmeliyiz. Kendimizde, kendi tarafımızda düzeltilecek şeyler bulmalıyız.
Yeni başlangıçları ciddi sorgulamalar hazırlar. Yeni başlangıçlar, yeni niyetler, taze şevkler, musibetin ardında saklı ‘mükâfat’ı hak ettirir.Musibeti getiren ‘cinayet’i keşfedemeyen, musibetin getirdiği ‘mükâfat’ı hak edemez. Kendi cinayetlerimizi gördüğümüz pencereden yeni bir sabahın ışıklarını bekleyebiliriz.
Kendi pişmanlıklarımızın enaniyetimizin kabuğunda açtığı gedikten taze bir filiz olup yeniden doğabiliriz. Yeter ki, cinayetlerimizi görelim, yeter ki pişmanlıklarımızı yanımızdan eksik etmeyelim. Hiç kimse, hiç kimse önünde küçük düşmekten korkmadan, hiçbir topluluk bir diğerine karşı kaybetme utancı yaşamadan, hiçbir cemaat itibarını kaybetme telaşına düşmeden, hiçbir fikir önderi de fitne kaygısının ardına saklanmadan bu kıyamet öncesi hesaplaşmada yer almalı.
Kural o ki, herkes kusuru kendisinde, kendi yanındakilerde, kendi tarafında, kendi tarzında arayacak. Cinayetler hep beride aranacak, kusurlar burada bulunacak, hatalar bu yakada görülecek.
Yunus Âleyhisselâm’ın musibet karşısındaki o eşsiz tavrı, bireysel düzeyde, cemaatler ve topluluklar düzleminde uygulamaya konulacak. Yusuf Âleyhisselâm gibi, nefsimizin mutlaka kötülüğü istediğini itiraf ederek, Rabbimizin rahmetiyle terbiye olunmayı hak edeceğiz. Kendimizi temize çıkarıp karşıdakileri karalamak değildir Yunusvârî duruş.
Nefsimizin kötülüğünü görebilmektir Yusufleyin bakış. Kendimizi karalayıp, başkalarını masum görmemiz gerek. Kendimizi temize çıkarma kaygısı bizi kör ediyor. Kendi tarafımızı ezelden haklı görme telaşı bizi sağırlaştırıyor. Her defasında haklı çıkmak, ‘biz dememiş miydik!’ kalkanının arkasında eleştiri oklarını savuşturmak, bizi derin bir anestezi gibi uyuşturuyor.
Yaramız olsun ve gocunalım ne çıkar. Hatalarımız olsun ki, istiğfarın tadına varalım. Bir gün, geri dönüp bakınca, pişman da olabilelim meselâ. ‘Bir daha asla!’ bile diyebilelim. Geçmişte şaşırmış da olabilelim meselâ, ki doğruluğumuz sahih olsun.
Katı, kırılmaz, yıkılmaz, dokunulmaz zırhların içinden çıkalım. İnsan tenimizle kalabalıklara karışalım. Islanabilir, yaralanabilir, kanayabilir, acıyabilir insan bedenimizle yürüyelim yeryüzünde. Günaha ve hataya bağışıklığımız yok; hatırlayalım; aksini de üstü kapalı da olsa iddia etmeyelim. Nihayet yeryüzüne cennetten indirilmiş insanlarız ve ‘kan dökebilir’ ve ‘fesat çıkarabilir’ olarak buradayız. Bırakın biraz da mahçup olalım, pişman olalım, utanalım, üzülmüş olalım ki, sevincimiz de, hamdimiz de, sürurumuz da, haklılığımız da sahici olsun.
Dört köşeli kalıplar içinden sıyrılalım, pürüzsüz şablonlardan çıkalım. Yalın bir eda ile, hatadâr bir adem olarak var olalım. Yüreğimiz bütün savunmalardan uzakta kalsın. Aklımız ak ve karalar arasında tereddütle bekleyedursun. Kur’ân’ın ‘az daha gönlünü kaptıracaktı’ diye ifade ettiği, kalıplardan uzak, yapmacıksız Yusuf (as) tereddüdünü biz de paylaşıyor olalım.
Sırça köşkümüzden çıkalım, rüzgârda savrulalım, ayağımıza diken batsın, yalın ayak kalalım, susayıp aç da kalabilelim. Hem sonra, itiraflarımız da olsun, sancılarımızı açık edelim. Sözümüzü hak ile batıl arasından zahmetle ve gayretle çıkarmış olalım. Söylediklerimizi yüreğimizde pişirmiş de söylemiş olalım.
Acının içinden geçerek konuşalım, şüphelerimizi yanımızdan eksik etmeden tebliğ edelim. Kendimizi de onarıma muhtaç görelim. Herkesle aynı kumaştan olduğumuzu bilelim. Biçimli olmak adına, buzdan kalıplara girmeyelim. Çözülelim, eriyelim, dağılalım, toprağa karışalım. Böylece, başka dudaklara kolayca erişebiliriz belki. Başka yüreklere hiç dirençsiz akabiliriz belki.
Ne çıkar, bizim de cinayetimiz olmuş olsun. Bahçemizde kocaman bir pişmanlık gülü büyüsün. Kan rengi olsun, dikenleri olsun. Cinayetimizi hatırlatsın. Ama mutlaka muştu kokusu versin.