TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
“Eski Türkler kut’un bir nur şeklinde gökten indiğini görürlerdi.”
Ziya Gökalp’e göre Türklerde “kut” kelimesi “mana”ya karşılık gelmektedir. Eski Türkler kut’un bir nur şeklinde gökten indiğini görürlermiş. Nur sütunu her neye değse onu kutlu (mana’lı) kılarmış.(1) İnsan evrende var olan “kut” ya da Yaratıcı kudret ile sürekli ilişki içinde olduğu bir asli duyguya sahiptir. “Kuran kaynaklı düşüncenin fıtrat dediği bu asli duygu, genel adıyla kutsal ve kutsallık duygusudur.”(2) Şu halde kut, fıtrat şeklinde de anlaşılabilir. Fıtrat, Kuranda başka bir şekilde, her yerde, her şeyde bulunabilecek kut’u anlatacak şekilde “sıbğa” yani Allah’ın boyası olarak da anlatılır.(3)
İlginçtir ki Türk dininde dört türü olan kut’u da dört renk temsil etmektedir.(4) Buna göre Türk dini hayatına renk veren husus “kut,” Kuranın tabiriyle “Allah’ın boyası”: “Allah’ın boyası (na bak!) Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kim vardır? Biz işte O’na ibadet edenleriz.”(5) Kuran bu ayette, dine gerçek anlamda vaftizle girdiklerine inanan Hıristiyanlara cevap vermekte ve gerçek boyanın Allah’ın doğuştan insana verdiği temiz “boya” olduğunu açıklamaktadır. Çünkü Hıristiyanlık bozulmuş ve asli saflığından uzaklaşmıştır. Oysa insanın sadece bir fıtratı vardır ve o da her zaman ve zeminde hep aynı olan bir fıtrattır.(6)
Allahın Türklere vurduğu boyada, Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir bozulma söz konusu değildir. Bu durum, bozkıra has hususiyetlerle süregelen bozulmamış yaşam tarzlarından ve temiz fıtratlarından açıkça anlaşılmaktadır. Ancak bu fıtratın görülebilmesi için tabiatta, evrende ve kutun değdiği her şeyde var olan “kut”a değil, “töre”ye bakmak gerekir. Kutadgu Bilig’e göre ay gibi olan kut, görünür hale gelmesini töreye borçludur, fakat kaynağı Tanrıdır.(7) Töre ne kadar iyi tatbik edilirse, kut o kadar güçlenir.(8) Çünkü töre, kutun zuhur tarzı, dayandığı hükümler ve prensiplerdir.(9)
Bu noktayla alakalı olarak Gökalp, her büyük milletin uygarlığın bir sahasında en yüksek noktaya çıktığını, Türklerin de ahlakta birinci olduğunu tespit eder.(10) Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türklerde törenin temellerini, hedeflerini ve buna göre siyasi ve sosyal hayatın idaresini Tanrı inancından kaynaklanan değerler şekillendiriyordu.(11)
Türkler, tabiatın zor şartları içinde yaşamak için verdikleri mücadelede tabiatın gerektirdiği karakteri de almışlardır. Açık bir şekilde “maddi ve manevi dayanıklılık, demir gibi bir irade, kendine güvenme, disiplinli olma, ileri görüşlülük, kararlılık ve kanaatkarlık belli başlı özellikleri haline gelmiştir.
Ayrıca, milli dayanışma anlayışının doğal bir sonucu olarak fedakarlık, bağlılık, dostluk, minnettarlık, vefa, samimiyet, mertlik, dürüstlük, cömertlik ve konukseverlik gibi meziyetler de onlarda çok erken dönemlerden itibaren gelişmiş ve yerleşmiştir.”(12) Bundandır ki bir taraftan “töre” ile düzenli işleyen devletler kurmuşlar, diğer taraftan da tabiatın gerektirdiği hayat tarzında “kut”u bulmuş ve yaşamışlardır. Diğer bir ifadeyle “Allah’ın boyası” Türklerde somut olarak törede, manevi olarak da kutta açıkça kendini belli etmiştir.
Buradaki dini tecrübeyi anlamak için Eski Türk dinindeki “kut” ve “töre” kavramlarını iyi anlamak gerekir. Kut, Gök Tanrının hayattaki uzantısıdır, Tanrının bir lütfudur. Kutadgu Bilig’e göre kut’u Tanrı verir, Tanrı yükseltir ve Tanrı kime kut vermişse onun işi yükselir, dünya onun olur. Töreyi de Tanrı verir, çünkü töreyi gerçekte vaz eden “Törütken” Tanrıdır.(13) Tanrı Türk Hakanlarını Türk töresini uygulamaları için tahta çıkarmaktadır. (14) Nitekim Türk hakanları Tanrıdan kut alır ve tahta otururlar.
En başta M.Ö. 209-174’de Mete Han “Tanrı Kutu Tan Hu” unvanına sahiptir.(15) Bilge Kağan kut sahibi olduğu için tahta geçmiş ve başarılı olmuştur. Kut Tanrının bir bağışıdır. Irk Bitig’e göre hürmetle dua edip kut isteyene Tanrı kut, sürü ve uzun ömürler verir.(16)
Kut’u ya da kutsalı bu şekilde, geçmişten Türklerin Müslüman oldukları döneme kadar zaman içinde ve her ne kadar Müslüman oldukları döneme ait olsa da, geçmişe de göndermede bulunmaları bakımından ilk yazılı eserlerde de görmek mümkündür. Kutadgu Bilig’e göre kut, insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi gösterir. Kut, Tanrının fazlındandır, menşe itibariyle Tanrıdan gelir. Kut, insandaki asli cevher (ruh); insanı insan yapan özüdür. Kut İlahi kaynaklı olduğuna göre, demek ki bu cevher de İlahi kaynaklıdır. Bundan dolayı, “kuta vurmak isteyen kendisi vurulur, onu ezmek isteyen kendisi ezilir.”(17) Çünkü “kut, insanın bir nevi özerk kudreti (nefs),”(18) bireysel varlığıdır. Kim özünü tutar (nefsine hakim olur), cevherini zararlı hırslardan arındırırsa kuta kavuşur. Kim de nefsine uyar, töre’nin yasakladığı, insani özellikleri öldüren işler yaparsa kut’u kaybeder. Kut, “erler eridir,” ona boyun eğmek gerekir, aksi takdirde ona kafa tutan kaygı ile güreşir, iç ahengi, “unsurlar arası dengesi” bozulur.(19)
Tanrı kime inayet ederse o ‘kut’a kavuşur, kutlu olur, iki cihanda da mutluluk bulur.
Kut aynı zamanda töre ile ilişkisi içinde manevi bir yol ve yöntem de içerir. Kut, töreye uymak suretiyle insandaki iç gücün harekete geçirilmesi mahiyetinde ortaya çıkar. Onu çıkarmanın yolu hikmet, bilgi, hizmet, iyilik yapmak, haya, adalet, yumuşak huy gibi hasletlere sahip olmaktan geçer. Kut geldikten sonra kişi doğru (köni, adil) hareket ederse bu hal ona siner, güzelliği eksiksiz olur. Kut’u korumak için kişi hayatını, hareketlerini, işlerini bu hale göre düzenlemeli ve özünü devamlı adalet ve doğruluk üzerine bulundurmalıdır. Ayrıca bu hasletlerin yanına başka unsurlarla birlikte “halkın duasını” yani güzel geçim ile manevi desteklerini almayı da eklemek gerekir. Ancak sonuçta Tanrının ihsanı olmadan kut elde edilemez. Tanrı kime inayet ederse o kuta kavuşur, kutlu olur, iki cihanda da saadet bulur.(20)
Ercan DALKILIÇ
Kaynak:
HİKMET TANYU’DA GÖK TANRI İNANCI ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEME
Alıntılar:
(1) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 34.
(2) Yaşar Nuri Öztürk, Din ve Fıtrat, Yeni Boyut Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 1987, s. 11.
(3) Murtaza Mutahhari, Fıtrat Üzerine, Bengisu yayıncılık, İstanbul, 1992, s.16.
(4) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 34.
(5) Bakara: 138.
(6) Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 20.
(7) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Çev: Reşit Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, s. 65.
(8) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 76.
(9) Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Ankara, 1990, s. 7-8.
(10) Ziya Gökalp, “Türklerde Ahlak”, Türkler, c. 3, Ankara, 2002, s. 283.
(11) Süleyman Kocabaş, Tarihte Adil Türk İdaresi, Vatan Yayınları, İstanbul, 1994, s.10.
(12) Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Kitapevi, İstanbul, 2000, s. 314.
(13) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig.
(14) İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 57.
(15) Jean Poul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s. 44.
(16) Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, s. 54.
(17) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig.
(18) Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, s. 54.
(19) (20) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig.
Ziya Gökalp’e göre Türklerde “kut” kelimesi “mana”ya karşılık gelmektedir. Eski Türkler kut’un bir nur şeklinde gökten indiğini görürlermiş. Nur sütunu her neye değse onu kutlu (mana’lı) kılarmış.(1) İnsan evrende var olan “kut” ya da Yaratıcı kudret ile sürekli ilişki içinde olduğu bir asli duyguya sahiptir. “Kuran kaynaklı düşüncenin fıtrat dediği bu asli duygu, genel adıyla kutsal ve kutsallık duygusudur.”(2) Şu halde kut, fıtrat şeklinde de anlaşılabilir. Fıtrat, Kuranda başka bir şekilde, her yerde, her şeyde bulunabilecek kut’u anlatacak şekilde “sıbğa” yani Allah’ın boyası olarak da anlatılır.(3)
İlginçtir ki Türk dininde dört türü olan kut’u da dört renk temsil etmektedir.(4) Buna göre Türk dini hayatına renk veren husus “kut,” Kuranın tabiriyle “Allah’ın boyası”: “Allah’ın boyası (na bak!) Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kim vardır? Biz işte O’na ibadet edenleriz.”(5) Kuran bu ayette, dine gerçek anlamda vaftizle girdiklerine inanan Hıristiyanlara cevap vermekte ve gerçek boyanın Allah’ın doğuştan insana verdiği temiz “boya” olduğunu açıklamaktadır. Çünkü Hıristiyanlık bozulmuş ve asli saflığından uzaklaşmıştır. Oysa insanın sadece bir fıtratı vardır ve o da her zaman ve zeminde hep aynı olan bir fıtrattır.(6)
Allahın Türklere vurduğu boyada, Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir bozulma söz konusu değildir. Bu durum, bozkıra has hususiyetlerle süregelen bozulmamış yaşam tarzlarından ve temiz fıtratlarından açıkça anlaşılmaktadır. Ancak bu fıtratın görülebilmesi için tabiatta, evrende ve kutun değdiği her şeyde var olan “kut”a değil, “töre”ye bakmak gerekir. Kutadgu Bilig’e göre ay gibi olan kut, görünür hale gelmesini töreye borçludur, fakat kaynağı Tanrıdır.(7) Töre ne kadar iyi tatbik edilirse, kut o kadar güçlenir.(8) Çünkü töre, kutun zuhur tarzı, dayandığı hükümler ve prensiplerdir.(9)
Bu noktayla alakalı olarak Gökalp, her büyük milletin uygarlığın bir sahasında en yüksek noktaya çıktığını, Türklerin de ahlakta birinci olduğunu tespit eder.(10) Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türklerde törenin temellerini, hedeflerini ve buna göre siyasi ve sosyal hayatın idaresini Tanrı inancından kaynaklanan değerler şekillendiriyordu.(11)
Türkler, tabiatın zor şartları içinde yaşamak için verdikleri mücadelede tabiatın gerektirdiği karakteri de almışlardır. Açık bir şekilde “maddi ve manevi dayanıklılık, demir gibi bir irade, kendine güvenme, disiplinli olma, ileri görüşlülük, kararlılık ve kanaatkarlık belli başlı özellikleri haline gelmiştir.
Ayrıca, milli dayanışma anlayışının doğal bir sonucu olarak fedakarlık, bağlılık, dostluk, minnettarlık, vefa, samimiyet, mertlik, dürüstlük, cömertlik ve konukseverlik gibi meziyetler de onlarda çok erken dönemlerden itibaren gelişmiş ve yerleşmiştir.”(12) Bundandır ki bir taraftan “töre” ile düzenli işleyen devletler kurmuşlar, diğer taraftan da tabiatın gerektirdiği hayat tarzında “kut”u bulmuş ve yaşamışlardır. Diğer bir ifadeyle “Allah’ın boyası” Türklerde somut olarak törede, manevi olarak da kutta açıkça kendini belli etmiştir.
Buradaki dini tecrübeyi anlamak için Eski Türk dinindeki “kut” ve “töre” kavramlarını iyi anlamak gerekir. Kut, Gök Tanrının hayattaki uzantısıdır, Tanrının bir lütfudur. Kutadgu Bilig’e göre kut’u Tanrı verir, Tanrı yükseltir ve Tanrı kime kut vermişse onun işi yükselir, dünya onun olur. Töreyi de Tanrı verir, çünkü töreyi gerçekte vaz eden “Törütken” Tanrıdır.(13) Tanrı Türk Hakanlarını Türk töresini uygulamaları için tahta çıkarmaktadır. (14) Nitekim Türk hakanları Tanrıdan kut alır ve tahta otururlar.
En başta M.Ö. 209-174’de Mete Han “Tanrı Kutu Tan Hu” unvanına sahiptir.(15) Bilge Kağan kut sahibi olduğu için tahta geçmiş ve başarılı olmuştur. Kut Tanrının bir bağışıdır. Irk Bitig’e göre hürmetle dua edip kut isteyene Tanrı kut, sürü ve uzun ömürler verir.(16)
Kut’u ya da kutsalı bu şekilde, geçmişten Türklerin Müslüman oldukları döneme kadar zaman içinde ve her ne kadar Müslüman oldukları döneme ait olsa da, geçmişe de göndermede bulunmaları bakımından ilk yazılı eserlerde de görmek mümkündür. Kutadgu Bilig’e göre kut, insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi gösterir. Kut, Tanrının fazlındandır, menşe itibariyle Tanrıdan gelir. Kut, insandaki asli cevher (ruh); insanı insan yapan özüdür. Kut İlahi kaynaklı olduğuna göre, demek ki bu cevher de İlahi kaynaklıdır. Bundan dolayı, “kuta vurmak isteyen kendisi vurulur, onu ezmek isteyen kendisi ezilir.”(17) Çünkü “kut, insanın bir nevi özerk kudreti (nefs),”(18) bireysel varlığıdır. Kim özünü tutar (nefsine hakim olur), cevherini zararlı hırslardan arındırırsa kuta kavuşur. Kim de nefsine uyar, töre’nin yasakladığı, insani özellikleri öldüren işler yaparsa kut’u kaybeder. Kut, “erler eridir,” ona boyun eğmek gerekir, aksi takdirde ona kafa tutan kaygı ile güreşir, iç ahengi, “unsurlar arası dengesi” bozulur.(19)
Tanrı kime inayet ederse o ‘kut’a kavuşur, kutlu olur, iki cihanda da mutluluk bulur.
Kut aynı zamanda töre ile ilişkisi içinde manevi bir yol ve yöntem de içerir. Kut, töreye uymak suretiyle insandaki iç gücün harekete geçirilmesi mahiyetinde ortaya çıkar. Onu çıkarmanın yolu hikmet, bilgi, hizmet, iyilik yapmak, haya, adalet, yumuşak huy gibi hasletlere sahip olmaktan geçer. Kut geldikten sonra kişi doğru (köni, adil) hareket ederse bu hal ona siner, güzelliği eksiksiz olur. Kut’u korumak için kişi hayatını, hareketlerini, işlerini bu hale göre düzenlemeli ve özünü devamlı adalet ve doğruluk üzerine bulundurmalıdır. Ayrıca bu hasletlerin yanına başka unsurlarla birlikte “halkın duasını” yani güzel geçim ile manevi desteklerini almayı da eklemek gerekir. Ancak sonuçta Tanrının ihsanı olmadan kut elde edilemez. Tanrı kime inayet ederse o kuta kavuşur, kutlu olur, iki cihanda da saadet bulur.(20)
Ercan DALKILIÇ
Kaynak:
HİKMET TANYU’DA GÖK TANRI İNANCI ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEME
Alıntılar:
(1) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 34.
(2) Yaşar Nuri Öztürk, Din ve Fıtrat, Yeni Boyut Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 1987, s. 11.
(3) Murtaza Mutahhari, Fıtrat Üzerine, Bengisu yayıncılık, İstanbul, 1992, s.16.
(4) Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 34.
(5) Bakara: 138.
(6) Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 20.
(7) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Çev: Reşit Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, s. 65.
(8) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, s. 76.
(9) Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Ankara, 1990, s. 7-8.
(10) Ziya Gökalp, “Türklerde Ahlak”, Türkler, c. 3, Ankara, 2002, s. 283.
(11) Süleyman Kocabaş, Tarihte Adil Türk İdaresi, Vatan Yayınları, İstanbul, 1994, s.10.
(12) Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Kitapevi, İstanbul, 2000, s. 314.
(13) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig.
(14) İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 57.
(15) Jean Poul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s. 44.
(16) Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, s. 54.
(17) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig.
(18) Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, s. 54.
(19) (20) Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig.