Kadıköy-Haydarpaşa koyunun kuzey tarafında, Kadıköy ile Üsküdar ilçelerinin arasında yer alır. Osmanlılar döneminde önce bir mesire yeri olarak tanınmış, XX. yüzyılın başlarından itibaren de Anadolu demiryolu şebekesinin başlangıcına ait tesislerin kurulduğu bir semt olarak önem kazanmıştır. Haydarpaşa semti, Kadıköy’ün en yüksek yerinde Yeldeğirmeni mahallesinin bulunduğu tepe ile Numune ve Askerî hastahanelerinin işgal ettiği yüksekliğin arasında kalmaktadır. Burada çok yakın tarihlere gelinceye kadar geniş bir çayır ile gerilerden iki kol halinde inen bir dere bulunuyordu. İlkçağ’da Himerios adıyla anılan Haydarpaşa deresinin bazı eski haritalarda Ayrılık Çeşmesi deresi olarak adlandırıldığı görülür. Kıyıda ise evvelce şimdiki duruma nisbetle çok daha içerilere kadar giren bir koy bulunmaktadır.
Bölgenin yeni yapılaşması ile Haydarpaşa semtinin tabii topografyası çok değişmiştir. İlkçağ’da herhangi bir şekilde tanınmayan Haydarpaşa semti, şimdiki Kadıköy’ün yerinde kurulan Khalkedon’un kenarında ve büyük ihtimalle surlarının dışındaki araziyi teşkil ediyordu. Ayrıca destekleyici bir bilgi olmasa da Khalkedon’un nekropolünün surların dışında Haydarpaşa bölgesine doğru yayıldığı düşünülebilir. Yalnız altmış yetmiş yıl kadar önce Kadıköy’den Selimiye’ye çıkan yol, Haydarpaşa garına yakın bir yerden demiryollarının üstünden geçerdi. Burada tren ve kara nakil vasıtalarının geçişlerini ayarlayan bariyerli geçidin yanındaki küçük yeşil sahada yekpâre taştan yontulmuş, üstünde akroterli kapağı da olan sağlam durumda bir İlkçağ lahdi dururdu. Bu lahit, eğer burada demiryollarının kurulması sırasında meydana çıkarılmışsa Haydarpaşa’daki nekropolün bir hâtırası olmalıdır. Fakat Bağdat demiryolunun yapımı sırasında tren hattının Anadolu içlerindeki güzergâhı üzerinde bir yerde bulunup buraya taşınmış da olabilir. Khalkedon’un limanı da koyda olmalıydı. Bunun, İlkçağ’ın limanlarının hepsinde tesbit edildiği gibi iri kaba kayaların üst üste yığılması suretiyle yapılmış mendireği herhalde lodos dalgalarına karşı daha muhafazalı Haydarpaşa tarafında uzanıyordu. Ancak burada gar binası ve önündeki rıhtımların inşası ile bütün izler kaybolmuştur.
Bizans çağında Haydarpaşa ile ilgili olması muhtemel önemli bir yapı, Khalkedonlu Azize Euphemia için inşa edilmiş büyük kilise ile bunun yanında bulunan azizenin mezarıdır. IV. Ekümenik Konsil bu kilisede toplanmıştı (451). Bazilika tipindeki kilise, kaynaklardan öğrenildiğine göre kıyıdan 370 m. kadar içeride bir tepede yer aldığından günümüzdeki Yeldeğirmeni mahallesinde bulunan Duatepe sokağı civarında bir yerde olmalıdır. A. M. Schneider’in buranın Yeldeğirmeni tarafında olduğunu ileri sürmesine karşılık R. Janin Ayrılık Çeşmesi’nin yukarısında bulunabileceğini söylemiştir. Fakat bunları destekleyecek herhangi bir kalıntı bulunmadığından kesin bir kanaat belirtmek mümkün değildir.
Haydarpaşa çevresinde Erken hıristiyan döneminde kurulan dinî tesislerden biri de Azize Bassa adına V. yüzyıl içinde inşa edilen kilisedir. 536’da bunun yanına bir manastır yapılmış, ancak VI. yüzyıldan itibaren bu manastıra dair hiçbir belge kalmamıştır. Himerios mahallesinde ve deniz kıyısında bulunduğu kaydedilen manastırın Haydarpaşa deresi çevresinde bir yerde olduğu tahmin edilmektedir.
Dördüncü Haçlı ordusu 1203 yazında İstanbul önlerine geldiğinde gemiler önce Khalkedon karşısında demirlemiş ve ileri gelenler buradaki saraya yerleşirken çadırlı bir ordugâh kurulmuştur. Böyle bir ordugâh için en uygun yerin Haydarpaşa çayırı olacağı açıktır. Haçlı kuvvetleri birkaç gün sonra buradan ayrılarak Üsküdar’a geçmiştir.
Osmanlı Beyliği’nin batıya doğru genişlemesi sırasında Haydarpaşa ve Üsküdar çevresi Türkler tarafından ele geçirilmişti. İstanbul’un fethinden sonra Khalkedon, şehrin ilk kadısı Hızır Bey’e temlik edildiğinden adı Kadıköyü olmuştur. Osmanlı Devleti’nin daha ileri döneminde Dârüssaâde ağalarının mülkiyetine geçen Kadıköy’ün Haydarpaşa tarafındaki kesimi İbrâhim Ağa’nın olmuş, o da 988’de (1580) burada bir mescid yaptırmıştır. Bu mescidin yanında Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilen, manzum kitâbesini Zîver Bey’in yazdığı bir karakolhâne bulunuyordu. Yine siyahî ağalardan Hâlid Ağa Haydarpaşa’dan geçen bir su yolu yaptırarak biri Kadıköy içinde, diğeri Haydarpaşa semtinde iki çeşme inşa ettirmiştir (bk. HÂLİD AĞA ÇEŞMELERİ).
Semtin, adını III. Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa’dan aldığı yolundaki görüş herhalde doğru değildir. Hüseyin Ayvansarâyî’nin Vefeyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl adlı eserinden semtin adını, deniz kıyısında muhteşem bir kasır yaptıran I. Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemi vezirlerinden Haydar Paşa’dan aldığı öğrenilmektedir. Fakat yine Ayvansarâyî Hadîkatü’l-cevâmi‘de, aynı Haydar Paşa’nın İstanbul içerisinde bulunan ve günümüze gelen çeşme ve medresesinden bahsederken 977 (1569-70) tarihli kitâbesinde “merhum” ibaresinin bulunduğunu yazmaktadır. Bu duruma göre Haydarpaşa semtindeki kasrın sahibinin şehrin içindeki hayratın da kurucusu olması ihtimali şüphe ile karşılanabilir. Çünkü Ayvansarâyî, köşkü yaptıran Haydar Paşa’nın 930’da (1524) öldüğünü bildirir. Burada şu hususa da işaret edilmesi yerinde olur ki 1549’dan itibaren beşinci vezir olan, 1553’te Osmanlı-Avusturya münasebetlerinde adı geçen bir Haydar Paşa daha vardır. Mora’da Tirepoliçe (Tripolitza) şehrinde Haydar Paşa evkafından bir hamam bulunmakla birlikte bunun hangi Haydar Paşa’ya ait olduğu bilinmemektedir (Göyünç, s. 16). Yine Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârîh’inde Bosnalı Şeyh Mehmed Ağa’dan bahsederken onun Haydarpaşa bahçesine babası yerine usta olduğunu bildirmektedir. Bu kayıt, Haydarpaşa bahçesinin varlığına işaret ettiği gibi burada bir şeyhin yaşadığı ve bir tekkenin bulunduğunu da gösterir.
Haydar Paşa’nın XVI. yüzyılda yapılan kasrının yeri bilinmemektedir. Ancak yakın tarihe kadar Yeldeğirmeni’ne çıkan yamaçta Rıhtım İskele sokağı ile Nemlizâde sokakları arasında, Çeltikçi sokağı karşısındaki boş arsa ile yapı adasının ortasında moloz taşlarından örülmüş çok eski ve kalın bir set duvarı vardı. Bunun Haydarpaşa Kasrı ve bahçesine ait araziyi düzleyen set duvarı olduğunu tahmin ediyoruz. Bu kalın duvar, Pervitich’in 1936’da yayımlanan sigorta planlarının Haydarpaşa paftasında da gösterilmiştir. Aynı haritalarda daha güneyde Nemlizâde ve Uzunhâfız sokaklarında görülen teras duvarları herhalde Haydarpaşa bahçesinin arsalarına aittir.
Haydarpaşa çayırı ve arkasındaki düzlük, Osmanlı ordusunun bir kısmının Anadolu yönünde sefere çıktığında toplandığı yerdi. XIX. yüzyılda Nizâm-ı Cedîd askerleri tâlimlerini burada yapıyorlardı. Ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Haydarpaşa çayırı açık ordugâh olarak kullanılmıştı. Başta Çanakkale olmak üzere savaş alanlarından getirilen yaralıların da burada kurulan çadırlarda barındırıldığı söylenir. Mütareke’de İstanbul’daki İngiliz işgal kuvvetlerinin bir birliği yine Haydarpaşa’da konaklamıştı.
XIX. yüzyılda içinden demiryolu geçirilinceye kadar Haydarpaşa çayırı şehir halkının başlıca mesire yerlerinden biriydi. II. Mahmud döneminde çayırın kuzey tarafındaki köşkte Şehzade Murad ile Abdülhamid’in sünnet düğünleri yapılmıştı. Câbir Said Efendi’nin Vekāyi‘nâme’sinde 1228 (1813) yılında İbrâhim Paşa’nın burada alay gösterdiği ve Sultan Mahmud’un bunu Gümrükçübaşı Köşkü’nden seyrettiği bildirilir. İlk Türkçe gazete olan Cerîde-i Havâdis’i çıkaran William Churchill, 1836’da Haydarpaşa çayırı dolaylarında avlanırken bir çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Bu olay, o tarihlerde çevrede hâlâ av hayvanlarının bulunduğunu göstermesi bakımından dikkate değer.
Haydarpaşa çayırı balonla uçuş denemelerinin yapıldığı bir mekân olarak da kayıtlara geçmiştir. Nitekim Comaschi adında bir İtalyan baloncu, 1260’ta (1844) Haydarpaşa’daki kasrın önünde ilk uçuş denemesini yapmıştır. İbrâhim Ağa çayırı üstündeki yamaçta (şimdiki Koşuyolu yamacı olmalı) hey’et-i vükelâ, ileri gelen davetliler, yabancı elçi ve konsoloslar için çadırlar kurulmuş, padişah da buradaki kasra gelmiştir. Comaschi, balon havalandıktan sonra aşağıya üzerinde İzzet adlı şair tarafından kaleme alınan beş beyitlik bir kaside yazılı matbu bir kâğıt atmıştır. “Sâyesinde on iki burcu görüp İzzet dedim / Han Mecîd’in şânı çıksın göklere balon ile, 1260” şeklinde tarih beyti bulunan bu ta‘miyeli ve mücevher manzumeyi Reşat Ekrem Koçu nakletmektedir. Comaschi üçüncü uçuşunu Nisan 1845’te yine Haydarpaşa çayırından, Âdile Sultan’ın Mehmed Ali Paşa ile evlenmesi dolayısıyla yapılan ve yedi gün, yedi gece süren düğünü sırasında gerçekleştirmiştir. Bu evlenme töreni, Murad Molla Tekkesi Şeyhi Hâfız Mehmed Murad Efendi’nin yalnız 1261 (1845) yılına ait olaylara yer verilen Vekāyi‘nâme’sinde (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, nr. 103) ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Uçuşlara dair haberler Cerîde-i Havâdis ve yirmi yıl sonra Hakāyiku’l-vekāyi‘ gazetelerinde çıkmış, konuyla ilgili bir gravür de Paris’te yayımlanan Journal des voyages’ın 362. sayısında yer almıştır (Toydemir, I/3, s. 100-102).
Fransa Krallığı’nın İstanbul’daki elçisi Comte de Choiseul-Gouffier için mühendis F. Kauffer tarafından 1776’da çizilen, 1786’da üzerinde tamamlama ve düzeltmeler işaretlenen, J. D. Barbié du Bocage’in yeni düzeltmeleriyle 1821’de J. von Hammer’in İstanbul hakkındaki eserinde tekrar yayımlanan İstanbul haritasında XVIII. yüzyıl sonlarındaki Haydarpaşa ayrıntılı olarak gösterilmiştir. Burada, Harem İskelesi güneyinde kıyıdaki bir çıkıntı Sağarcılarburnu olarak işaretlenmiştir. Harem İskelesi’nden itibaren Kadıköy’e kadar olan saha yer yer ağaçlarla kaplı boş bir arazi şeklinde görülmektedir. Haritada Ayrılık Çeşmesi deresi olarak adlandırılan akarsuyun kuzeyinde Halil Hamîd Paşa’nın mezarının az aşağısında Abdullah Ağa Çeşmesi vardır. Bu Saraçlar Çeşmesi olarak tanınan çeşme olmalıdır. Karacaahmet Mezarlığı’nın Haydarpaşa’ya inen ucunda, Fransızlar’la çok yakın dostluğu olduğu bilinen, 1782-1785 yıllarında sadrazamlık yaptıktan sonra idam edilen Halil Hamîd Paşa’nın ailesine ait mezarlar bugün hâlâ mevcuttur. Daha aşağıda Seyyid Ahmed ve Ayrılık Çeşmesi dereleri olarak adlandırılan, sonra denize kadar Haydarpaşa deresi olarak uzanan akarsuyun iki kolu arasındaki arazide küçük bir yerleşme yeri gösterilmiş ve İbrâhim Ağa Tekkesi işaretlenmiştir. Ayrılık Çeşmesi’nin yerinde birkaç evlik küçük bir yerleşim vardır. Kauffer bunun yanına Haydarpaşa adını yazmıştır. Derenin denize kavuştuğu yerde koyun kuzeydeki kıvrımı içinde ise Haydarpaşa İskelesi vardır. 1940’lı yıllara kadar burada denizde eski iskelenin kalıntısı görülürdü.
Kauffer’in haritasında Haydarpaşa’nın bahçesi Yeldeğirmeni tepesiyle kıyı arasındaki arazide işaretlenmiştir. O tarihlerde Kadıköy’deki yerleşme alanı Yoğurtçu Şükrü sokağından ileri taşmamaktadır. Bu sebeple Haydarpaşa semtinin tamamı haritada ağaçlık ve boş olarak gösterilmiştir. Helmuth von Moltke’nin haritası esas alınıp 1268’de (1851-52) Türkçe olarak basılan İstanbul ile Anadolu yakasının haritasında aynı durum görülür. Haydarpaşa İskelesi ile Kadıköy arasında kıyıya paralel uzanan dikdörtgen planlı, etrafı duvarla çevrili çok büyük bir bahçe işaretlenmiştir; içinde de iki bina vardır.
XIX. yüzyılda Kâğıthane, Göksu ve Fenerbahçe mesire yerleri kadar şöhretli olmamakla beraber Haydarpaşa çayırı da şehir halkının rağbet ettiği bir mesire idi. Kadıköy’ün İbrâhim Ağa Camii ve Tekkesi’ne giden yola inen yamacında, kareli bir sokak düzenlemesiyle (dama tahtası veya ızgara denilen planlama) eski Haydarpaşa bahçesi ve herhalde kasrın arsası yapı adalarına bölünerek parsellenmiş ve buralara büyük çoğunluğu kâgir evler yapılmıştır. Aralarda tek tük ahşap evler de vardı. Bunlardan biri, Rıhtım İskele sokağı yokuşu ile Çeltikçi sokağı köşesinde Rumlar’a ait çok eski bir evdi. Yeldeğirmeni ile Rıhtım caddesi ve Çayırbaşı yolu arasında kalan bölgede Türkler ile birlikte bilhassa Yeldeğirmeni semti tarafında yahudiler, sahilden yukarı çıkan sokaklarda Rumlar, Ermeniler ve Levantenler’le (tatlı su frenkleri) yabancılar yaşıyordu. Burada bazı apartmanlar da bulunuyordu. İçlerinde en büyüğü bir İtalyan’a ait Valpreda Apartmanı’dır ki Batı mimarisi üslûbundaki heybetli kitlesiyle üst katları Haydarpaşa-Kadıköy koyunun her tarafına hâkimdir. J. Pervitich’in 1936’da yayımlanan sigorta planlarının Haydarpaşa paftasında apartmanların üzerlerinde yazılı olan sahiplerinin adları, Haydarpaşa bahçesinden parsellenen yerlerin çoğunlukla gayri müslim azınlığın mülkiyetinde olduğunu açık şekilde belli eder.
Haydarpaşa garının yapımı ve Almanlar’ın idaresindeki Bağdat demiryolunun tesisiyle Rıhtım İskele sokağında bir Alman okulu inşa edilmiş (daha sonra Osman Gazi İlkokulu), Fransız rahibeleri de aynı sokağın az yukarısında Sainte Marie du Rosaire Kilisesi ile Sainte Euphémie kız okulunu inşa ettirmişlerdi. Daha ileride Yeldeğirmeni Karakolhane caddesi üzerinde de yine Fransız rahiplerin Saint Louis İlkokulu (şimdi kız yetiştirme yurdu) vardı. Burada iki de otel yapılmıştı. 1923’te Çayırbaşı yolunda bir evde başlayan yangın, Nemlizade sokağı yönünde ilerleyerek Haydarpaşa’nın bu kesimindeki evlerin mahvına sebep olmuştur.
XIX. yüzyıl sonlarında Haydarpaşa semtinin büyük ölçüde değişmesinde, 1844-1846 yıllarında Sultan Abdülmecid döneminde Askerî hastahanenin inşası rol oynamıştır. Kırım Savaşı sırasında bu hastahane ile iskele arasındaki bölge İngiliz Mezarlığı’na tahsis edilmiş, daha yukarıda ise II. Abdülhamid döneminde 1894’te başlayarak mimar Raimondo d’Aronco ile Vallaury tarafından gösterişli Mekteb-i Tıbbiyye binası yapılmış, Üsküdar’a giden caddenin karşı tarafında da bu mektebin tamamlayıcı unsuru olan hastahane bloklarının 1901’den itibaren yapımına girişilmiştir. Alman Rieder Paşa tarafından düzenlenen esaslara göre kurulan bu hastahane (Haydarpaşa Numune Hastahanesi) ilk projesine göre bütünüyle tamamlanmadan kalmıştır. Semtin tarihinde ve topografyasının değişmesinde çok önemli bir yeri olan kuruluş, hiç şüphe yok ki dev ölçülü gar yapısı ile buna bağlı olan demiryolu şebekesi ve burada kurulan çeşitli tesislerdir. Bunlara bir dereceye kadar, eski Haydarpaşa İskelesi’nin karşısına isabet eden yerde 1930’lu yıllarda Wagon-Lits Cook’un kurdurmuş olduğu tamir atölyesi de dahil edilebilir.
Anadolu demiryolunun Haydarpaşa’daki ilk istasyonu daha geride küçük, basit bir bina idi. 1872’de işletmeye açılan bu demiryolu bir banliyö hattı ölçüsünü aşmıyordu. Fakat 1906’da II. Abdülhamid zamanında, Anadolu yönünde Bağdat demiryolunun Alman sermayesiyle gelişmesi sonunda kazıklar çakılarak doldurulan arazi üstünde, mimar Otto Ritter ile Helmuth Cuno’nun projelerine göre Prusya neo-Rönesans üslûbunda heybetli bir bina olarak yapılan Haydarpaşa Garı 1908’de tamamlanmıştır. I. Dünya Savaşı içinde Almanya’dan gelerek buradan cephelere sevkedilen patlayıcı maddeler ve cephaneler bunları trene taşıyan azınlıktan bir hamalın sabotajı sonunda patlamış, çıkan yangında gar binası tamamen yanmıştır. 1930’lu yıllara gelinceye kadar kulelerin külâhları ve binanın çatısı yoktu. Önce bu kısımlar eski resimlere göre ihya edilmiş, 1938’de alevlerden kavrulan ve ufalanan pencere kemer taşları yenileriyle değiştirilerek gar ilk görünümünü yeniden kazanmıştır.
Garın önündeki rıhtımda 1915’te Türk neo-klasik üslûbunda çok güzel bir vapur iskelesi yapılmıştır. Mimarisi, duvarlarını kaplayan Kütahya çinileri ve içindeki ahşap oyma işleriyle Türk millî mimari akımının en başarılı eserlerindendi. Fakat yakın tarihlerde iç mimarisi değiştirilmiş, bu arada oymalı ahşap doğramaların büyük kısmı sökülüp kaldırılmıştır. Vapurların lodos havalarda iskeleye rahat yanaşmasını sağlamak üzere karşısında 600 m. kadar uzunluğunda bir de mendirek inşa edilmiştir. Açılış töreni 1 Nisan 1903 tarihinde yapılan Haydarpaşa Limanı dalgakıranının tam ortasında anıt biçiminde bir kitâbe taşı bulunmaktadır (bu anıtın bir benzeri de Selânik’te Hamidiye bulvarı başına dikilmişti). Deniz Albay Ahmed Râsim’in, “Dalgıranın vasatında bir noktada bir dikilitaş âbidesi vardır ki târîh-i inşâ ve sâireyi hâvî bir kitâbeyi hâizdir” diyerek tanıttığı bu kitâbenin (Marmara Denizi Kılavuzu, s. 286) hâlâ durup durmadığı ve metni öğrenilememiştir.
Haydarpaşa Garı’nın kuzeydeki kolu daha kısa bir “U” şeklindedir. Buradan başlayan demiryolu hatları çayırı güneye doğru bölen bir kavis çizerek devam eder. 1930’lu yıllara kadar, garın güney tarafında kıyı ile hatlar arasında uzanan İstasyon caddesi kenarında ve garın parmaklıkları içinde bir açık hava gazinosu bulunuyordu. Sonraları demiryolunun hatları çoğaltıldığından buradaki bahçe ortadan kalkmıştır.
Demiryolu ile kıyı arasında çok küçük bir parça halinde kalan Haydarpaşa çayırı, 1940’lı yıllara kadar Kadıköy’ün bir kısım halkının açık havaya çıktığı bir alandı. Zamanla burada da demiryolları çoğaltıldığı gibi Selimiye ile Kadıköy arasındaki köprü ve alttaki geçişler yapılmış, Haydarpaşa çayırı buradan geçen dere ile birlikte ortadan kalkmıştır. Derenin denize aktığı yerde, Kadıköy Rıhtımı’ndan Haydarpaşa’ya uzanan caddenin altında II. Abdülhamid döneminde 1304 (1886-87) yılında tek gözlü kâgir bir köprü yapılmıştı. Harap durumdaki daha eski bir köprünün yerine inşa edilen bu köprünün mermer üzerine işlenmiş kitâbesi 1940’a kadar caddenin kenarında görülürdü. Ancak daha sonra yıkılan bu köprünün kitâbesinin ne olduğu bilinmemektedir.
XIX. yüzyıl içlerine gelinceye kadar bir yerleşmeye sahne olmayan Haydarpaşa’da önemli tarihî eserler bulunmamaktadır. Çayırın koya yakın ucunda XIX. yüzyıl içinde yapıldığı mimarisinden anlaşılan büyük, sarı badanalı bir konak vardı. Moltke haritasının Türkçe’si olarak 1268’de (1851-52) yayımlanan İstanbul haritasında, ağaçlarla kaplı büyük bahçenin kuzey tarafında işaretlenen veya onun yerinde yapılmış olan bu bina çevre halkı tarafından Hasırcıbaşı Konağı (Köşkü) olarak adlandırılırdı. Bu çok katlı ve dışında göze çarpar bir özelliği olmayan harapça binada 1930’lu yıllarda devlet demiryolları personeli oturuyordu. Kısa bir süre sonra yapı yıktırılmış olup izi de kaybolmuştur.
Haydarpaşa garından başlayan demiryolları ağının içinde kalmış halen üst geçitten görülebilen bir açık türbe bulunmaktadır. Bu türbenin içindeki şâhide üzerinde şu yazı görülür: “Yâ hû merhûm ve mağfûrun leh Lâhûtî (?) Abdullah Baba’nın ruhuna el-Fâtiha, 1282” (1865-66). Ayvansarâyî de bir Haydarpaşa Camii’nden bahseder (Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 241-242). Bu ibadet yeri, Mehmed Efendi adlı bir kişi tarafından III. Mustafa döneminde (1757-1774) babası Cebehâne Ocağı’ndan Ömer Efendi’nin ruhu için yaptırılmıştır. Ancak bu camiden bir iz günümüze gelmemiştir. Ayrıca Haydarpaşa semtinde bu adla tanınan küçük bir cami daha bulunmaktadır. Yeldeğirmeni caddesiyle tren yolu arasındaki evlerin içinde sıkışmış olan cami Yeldeğirmeni veya Râsim Paşa Camii olarak da bilinir. Çok küçük ölçüde olan bu yapı, Osmanlı dönemi Türk sanatının son safhasında uygulanan Türk neo-klasiği üslûbunun basitleştirilmiş bir örneğidir. Demiryolları ile kıyı arasında son yıllarda inşa edilen kubbeli büyük cami ise estetik bir değere sahip değildir. Eski Haydarpaşa İskelesi başındaki bir namazgâhın yerinde yapılmış olup Haydarpaşa Camii’nin adını sürdürür.
Kauffer haritasında Haydarpaşa-Kadıköy arasındaki tepede, Yeldeğirmeni semti çevresinde Kloster yazısıyla işaretlenen tekke günümüze kadar gelmemiştir. Bu semte adını veren yel değirmenleri de yüz yılı aşkın bir süre içinde ortadan kalkmıştır. Zamanımıza ulaşmamakla birlikte I. Ahmed tarafından Haydarpaşa’da deniz kıyısında 1614 yılında bir çeşme yaptırıldığı bilinmektedir (Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârih, s. 106). Daha sonra III. Selim dönemi Dârüssaâde ağalarından Hâlid Ağa Kadıköy’e getirdiği su için Haydarpaşa’da bir çeşme inşa ettirmişti. Buradaki eski İntaniye Hastahanesi duvarında olan ve bütünüyle kazınan kitâbesinin tam metnini Mehmed Râif Bey’in evvelce yayımladığı bu çeşme, 1255’te (1839-40) Sultan Abdülmecid tarafından su yolu tamir edilirken yeni baştan yaptırılmıştır.
Haydarpaşa semtinde diğer bir çeşme koyun kuzey tarafında, İbrâhim Ağa Mescidi’ne giden Çayırbaşı yolunun başında bulunmaktadır. Burada Çuhadar Ağası Lâdikli Ahmed Ağa 1208 (1793-94) yılında bir namazgâhla bir çeşme yaptırmıştı. Aynı zamanda buraya serviler de diktirmiş olduğu çeşme kitâbesinden öğrenilir. Serviler günümüze kadar gelmemiştir. Fakat namazgâhı gölgeleyen çok yaşlı büyük bir çınar vardı. Son yıllarda bu ağaç kurutulmuş ve arkasından da kesilmiştir. Namazgâhın, üstü istiridye kabuğu biçiminde kabartmalı mihrap taşında, “Sâbıkan çuhadar ağa-yı hazret-i şehriyârî sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât Lâdikli Ahmed Ağa, 1208” yazısı yer alıyordu. Bu taş 1930’lu yıllarda kaybolmuştur. Namazgâhın yerinde, Mütareke yıllarında Haydarpaşa’da konaklayan İngiliz işgal kuvvetleri birliğinin askerleri için bir patenle kayma yeri yapılmıştı. Kalın betondan olan bu düzlük namazgâh arsasında ev yapılırken ortadan kalkmıştır. Çeşme ise çok harap halde iken Kadıköy belediyesi tarafından 1996 yılında klasik biçimde yeniden yaptırılmıştır. Damını teşkil eden yüzü işlemeli mermer bir levhadan öğrenildiğine göre ilk yapıldığında çağının üslûbunda bezemeli bir yapıya sahipken sonraları yıkılarak yuvarlak kemerli gösterişsiz basit çeşme inşa edilmişti. Yeni onarımda ise çeşmeye tekrar klasik bir görünüm verilmiştir.
Haydarpaşa çayırının geride bitimine işaret eden ikisi de namazgâhlı iki çeşme daha vardır. Bunlardan kuzeyde olanı, İbrâhim Ağa Camii’nin daha ilerisinde Karacaahmet Mezarlığı’nın kenarında toprağın bir set teşkil ettiği yerde bulunuyordu. Saraçlar Namazgâhı ve Çeşmesi, Mehmed Râif Bey’in yayımladığı uzun manzum kitâbesine göre 1190’da (1776) yaptırılmıştı. Bânisi belli olmamakla beraber Kauffer haritasında burada bir Abdullah Efendi Çeşmesi işaretlenmiştir. Kitâbesinde de belirtildiği gibi çeşmenin haznesinin üstü sofa yani namazgâhtı. Yekpâre mermerden büyük bir taş hem ayna taşı görevi görüyor hem de kitâbeyi taşıyordu. Bunun yanında birer sütun yer almıştı. Hiçbir süslemesi olmayan çeşme sofasını birçok ağaç gölgeliyor, önünde normal yalağından başka hayvanlar için iki yalağı daha bulunuyordu. Haydarpaşa semtinin güzel bir köşesini teşkil eden Saraçlar Namazgâhı ve Çeşmesi, ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rizâ Bey’in bir eserine konu olmuştur. Mehmed Râif Bey’in bir halk rivayetine dayanarak yazdığına göre Saraç Ahmed Efendi adında biri bu namazgâhın kurucusudur. Karayolunun buradan geçirilmesi sırasında 1956’da Karacaahmet Mezarlığı’nın bu taraftaki ucu ile birlikte namazgâh ve çeşme ortadan kalkmıştır.
Haydarpaşa çayırının güneydeki sınırında, eski Bağdat kervan ve sefer yolunun kenarında bulunan ve Ayrılık Çeşmesi adıyla tanınan menzil çeşme ve namazgâhı bulunmaktadır. Mimari bakımdan XVI. yüzyılın klasik üslûbuna işaret eden çeşme Kapıağası Gazanfer Ağa tarafından yaptırılmış, Kapıağası Ahmed Ağa 1154’te (1741) su yolunu ve çeşmeyi tamir ettirerek kendi adına bir kitâbe koydurmuştur. Çeşmenin üzerinde görülen ikinci kitâbe ise bu eserin 1340 (1921-22) yılında Dürriye Sultan ruhu için tamir ettirildiğini bildirir. Dürriye Sultan, V. Mehmed Reşad’ın büyük oğlu Şehzade Mehmed Ziyâeddin Efendi’nin veremden ölen kızıdır. Arkadaki tepede Ziyâeddin Efendi’nin köşkü bulunuyordu. Alçak kesme taştan bir duvarla çevrili olan namazgâh sofası 1960’ta toprak altında bırakılarak yok edilmiştir. 1997’de kaldırım düzenlemesi sırasında bu tarihî değeri çok büyük olan çeşme kısmen gömülmüştür.
Kadıköy’ün Haydarpaşa semti sayılan ve Haydarpaşa bahçesinden ayrıldığı sanılan kuzey kısmında, koya dikine inen sokakların iki tarafına bölünen parsellerde bitişik olarak yapılan evlerin aralarında pek az sayıda ahşaptan bulunanlar olmakla beraber genellikle kâgir meskenler ve apartmanlar inşa edilmiştir. Hemen hemen çoğu XIX. yüzyılın son çeyreğiyle XX. yüzyılın başlarında yapılan bu evlerle az sayıdaki apartmanlar Batı mimari üslûbundadır. Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla bu bölge tarihî sit olarak ilân edilip evlerin korunması gerekli kültür varlıkları olduğu kabul edilmiş, fakat yakın tarihlerde bu karar bir ölçüde bozulmuştur.
İlk Haydarpaşa Faciası
6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.
İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, 6 Eylül 1917 günü yaşandı. Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:
Neydi bu patlama?..
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.
Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.
Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.
Kadıköy’de korku ve panik
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.
Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.
Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.”
Korkunç bilanço
Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı. Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.
Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.
Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.
Farklı iddialar ve söylentiler
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.
İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.
Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.
Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.
Alman ordusundaki Fransız ajanı
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.
Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım” başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.
Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.
Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.
Bölgenin yeni yapılaşması ile Haydarpaşa semtinin tabii topografyası çok değişmiştir. İlkçağ’da herhangi bir şekilde tanınmayan Haydarpaşa semti, şimdiki Kadıköy’ün yerinde kurulan Khalkedon’un kenarında ve büyük ihtimalle surlarının dışındaki araziyi teşkil ediyordu. Ayrıca destekleyici bir bilgi olmasa da Khalkedon’un nekropolünün surların dışında Haydarpaşa bölgesine doğru yayıldığı düşünülebilir. Yalnız altmış yetmiş yıl kadar önce Kadıköy’den Selimiye’ye çıkan yol, Haydarpaşa garına yakın bir yerden demiryollarının üstünden geçerdi. Burada tren ve kara nakil vasıtalarının geçişlerini ayarlayan bariyerli geçidin yanındaki küçük yeşil sahada yekpâre taştan yontulmuş, üstünde akroterli kapağı da olan sağlam durumda bir İlkçağ lahdi dururdu. Bu lahit, eğer burada demiryollarının kurulması sırasında meydana çıkarılmışsa Haydarpaşa’daki nekropolün bir hâtırası olmalıdır. Fakat Bağdat demiryolunun yapımı sırasında tren hattının Anadolu içlerindeki güzergâhı üzerinde bir yerde bulunup buraya taşınmış da olabilir. Khalkedon’un limanı da koyda olmalıydı. Bunun, İlkçağ’ın limanlarının hepsinde tesbit edildiği gibi iri kaba kayaların üst üste yığılması suretiyle yapılmış mendireği herhalde lodos dalgalarına karşı daha muhafazalı Haydarpaşa tarafında uzanıyordu. Ancak burada gar binası ve önündeki rıhtımların inşası ile bütün izler kaybolmuştur.
Bizans çağında Haydarpaşa ile ilgili olması muhtemel önemli bir yapı, Khalkedonlu Azize Euphemia için inşa edilmiş büyük kilise ile bunun yanında bulunan azizenin mezarıdır. IV. Ekümenik Konsil bu kilisede toplanmıştı (451). Bazilika tipindeki kilise, kaynaklardan öğrenildiğine göre kıyıdan 370 m. kadar içeride bir tepede yer aldığından günümüzdeki Yeldeğirmeni mahallesinde bulunan Duatepe sokağı civarında bir yerde olmalıdır. A. M. Schneider’in buranın Yeldeğirmeni tarafında olduğunu ileri sürmesine karşılık R. Janin Ayrılık Çeşmesi’nin yukarısında bulunabileceğini söylemiştir. Fakat bunları destekleyecek herhangi bir kalıntı bulunmadığından kesin bir kanaat belirtmek mümkün değildir.
Haydarpaşa çevresinde Erken hıristiyan döneminde kurulan dinî tesislerden biri de Azize Bassa adına V. yüzyıl içinde inşa edilen kilisedir. 536’da bunun yanına bir manastır yapılmış, ancak VI. yüzyıldan itibaren bu manastıra dair hiçbir belge kalmamıştır. Himerios mahallesinde ve deniz kıyısında bulunduğu kaydedilen manastırın Haydarpaşa deresi çevresinde bir yerde olduğu tahmin edilmektedir.
Dördüncü Haçlı ordusu 1203 yazında İstanbul önlerine geldiğinde gemiler önce Khalkedon karşısında demirlemiş ve ileri gelenler buradaki saraya yerleşirken çadırlı bir ordugâh kurulmuştur. Böyle bir ordugâh için en uygun yerin Haydarpaşa çayırı olacağı açıktır. Haçlı kuvvetleri birkaç gün sonra buradan ayrılarak Üsküdar’a geçmiştir.
Osmanlı Beyliği’nin batıya doğru genişlemesi sırasında Haydarpaşa ve Üsküdar çevresi Türkler tarafından ele geçirilmişti. İstanbul’un fethinden sonra Khalkedon, şehrin ilk kadısı Hızır Bey’e temlik edildiğinden adı Kadıköyü olmuştur. Osmanlı Devleti’nin daha ileri döneminde Dârüssaâde ağalarının mülkiyetine geçen Kadıköy’ün Haydarpaşa tarafındaki kesimi İbrâhim Ağa’nın olmuş, o da 988’de (1580) burada bir mescid yaptırmıştır. Bu mescidin yanında Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilen, manzum kitâbesini Zîver Bey’in yazdığı bir karakolhâne bulunuyordu. Yine siyahî ağalardan Hâlid Ağa Haydarpaşa’dan geçen bir su yolu yaptırarak biri Kadıköy içinde, diğeri Haydarpaşa semtinde iki çeşme inşa ettirmiştir (bk. HÂLİD AĞA ÇEŞMELERİ).
Semtin, adını III. Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa’dan aldığı yolundaki görüş herhalde doğru değildir. Hüseyin Ayvansarâyî’nin Vefeyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl adlı eserinden semtin adını, deniz kıyısında muhteşem bir kasır yaptıran I. Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemi vezirlerinden Haydar Paşa’dan aldığı öğrenilmektedir. Fakat yine Ayvansarâyî Hadîkatü’l-cevâmi‘de, aynı Haydar Paşa’nın İstanbul içerisinde bulunan ve günümüze gelen çeşme ve medresesinden bahsederken 977 (1569-70) tarihli kitâbesinde “merhum” ibaresinin bulunduğunu yazmaktadır. Bu duruma göre Haydarpaşa semtindeki kasrın sahibinin şehrin içindeki hayratın da kurucusu olması ihtimali şüphe ile karşılanabilir. Çünkü Ayvansarâyî, köşkü yaptıran Haydar Paşa’nın 930’da (1524) öldüğünü bildirir. Burada şu hususa da işaret edilmesi yerinde olur ki 1549’dan itibaren beşinci vezir olan, 1553’te Osmanlı-Avusturya münasebetlerinde adı geçen bir Haydar Paşa daha vardır. Mora’da Tirepoliçe (Tripolitza) şehrinde Haydar Paşa evkafından bir hamam bulunmakla birlikte bunun hangi Haydar Paşa’ya ait olduğu bilinmemektedir (Göyünç, s. 16). Yine Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârîh’inde Bosnalı Şeyh Mehmed Ağa’dan bahsederken onun Haydarpaşa bahçesine babası yerine usta olduğunu bildirmektedir. Bu kayıt, Haydarpaşa bahçesinin varlığına işaret ettiği gibi burada bir şeyhin yaşadığı ve bir tekkenin bulunduğunu da gösterir.
Haydar Paşa’nın XVI. yüzyılda yapılan kasrının yeri bilinmemektedir. Ancak yakın tarihe kadar Yeldeğirmeni’ne çıkan yamaçta Rıhtım İskele sokağı ile Nemlizâde sokakları arasında, Çeltikçi sokağı karşısındaki boş arsa ile yapı adasının ortasında moloz taşlarından örülmüş çok eski ve kalın bir set duvarı vardı. Bunun Haydarpaşa Kasrı ve bahçesine ait araziyi düzleyen set duvarı olduğunu tahmin ediyoruz. Bu kalın duvar, Pervitich’in 1936’da yayımlanan sigorta planlarının Haydarpaşa paftasında da gösterilmiştir. Aynı haritalarda daha güneyde Nemlizâde ve Uzunhâfız sokaklarında görülen teras duvarları herhalde Haydarpaşa bahçesinin arsalarına aittir.
Haydarpaşa çayırı ve arkasındaki düzlük, Osmanlı ordusunun bir kısmının Anadolu yönünde sefere çıktığında toplandığı yerdi. XIX. yüzyılda Nizâm-ı Cedîd askerleri tâlimlerini burada yapıyorlardı. Ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Haydarpaşa çayırı açık ordugâh olarak kullanılmıştı. Başta Çanakkale olmak üzere savaş alanlarından getirilen yaralıların da burada kurulan çadırlarda barındırıldığı söylenir. Mütareke’de İstanbul’daki İngiliz işgal kuvvetlerinin bir birliği yine Haydarpaşa’da konaklamıştı.
XIX. yüzyılda içinden demiryolu geçirilinceye kadar Haydarpaşa çayırı şehir halkının başlıca mesire yerlerinden biriydi. II. Mahmud döneminde çayırın kuzey tarafındaki köşkte Şehzade Murad ile Abdülhamid’in sünnet düğünleri yapılmıştı. Câbir Said Efendi’nin Vekāyi‘nâme’sinde 1228 (1813) yılında İbrâhim Paşa’nın burada alay gösterdiği ve Sultan Mahmud’un bunu Gümrükçübaşı Köşkü’nden seyrettiği bildirilir. İlk Türkçe gazete olan Cerîde-i Havâdis’i çıkaran William Churchill, 1836’da Haydarpaşa çayırı dolaylarında avlanırken bir çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Bu olay, o tarihlerde çevrede hâlâ av hayvanlarının bulunduğunu göstermesi bakımından dikkate değer.
Haydarpaşa çayırı balonla uçuş denemelerinin yapıldığı bir mekân olarak da kayıtlara geçmiştir. Nitekim Comaschi adında bir İtalyan baloncu, 1260’ta (1844) Haydarpaşa’daki kasrın önünde ilk uçuş denemesini yapmıştır. İbrâhim Ağa çayırı üstündeki yamaçta (şimdiki Koşuyolu yamacı olmalı) hey’et-i vükelâ, ileri gelen davetliler, yabancı elçi ve konsoloslar için çadırlar kurulmuş, padişah da buradaki kasra gelmiştir. Comaschi, balon havalandıktan sonra aşağıya üzerinde İzzet adlı şair tarafından kaleme alınan beş beyitlik bir kaside yazılı matbu bir kâğıt atmıştır. “Sâyesinde on iki burcu görüp İzzet dedim / Han Mecîd’in şânı çıksın göklere balon ile, 1260” şeklinde tarih beyti bulunan bu ta‘miyeli ve mücevher manzumeyi Reşat Ekrem Koçu nakletmektedir. Comaschi üçüncü uçuşunu Nisan 1845’te yine Haydarpaşa çayırından, Âdile Sultan’ın Mehmed Ali Paşa ile evlenmesi dolayısıyla yapılan ve yedi gün, yedi gece süren düğünü sırasında gerçekleştirmiştir. Bu evlenme töreni, Murad Molla Tekkesi Şeyhi Hâfız Mehmed Murad Efendi’nin yalnız 1261 (1845) yılına ait olaylara yer verilen Vekāyi‘nâme’sinde (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, nr. 103) ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Uçuşlara dair haberler Cerîde-i Havâdis ve yirmi yıl sonra Hakāyiku’l-vekāyi‘ gazetelerinde çıkmış, konuyla ilgili bir gravür de Paris’te yayımlanan Journal des voyages’ın 362. sayısında yer almıştır (Toydemir, I/3, s. 100-102).
Fransa Krallığı’nın İstanbul’daki elçisi Comte de Choiseul-Gouffier için mühendis F. Kauffer tarafından 1776’da çizilen, 1786’da üzerinde tamamlama ve düzeltmeler işaretlenen, J. D. Barbié du Bocage’in yeni düzeltmeleriyle 1821’de J. von Hammer’in İstanbul hakkındaki eserinde tekrar yayımlanan İstanbul haritasında XVIII. yüzyıl sonlarındaki Haydarpaşa ayrıntılı olarak gösterilmiştir. Burada, Harem İskelesi güneyinde kıyıdaki bir çıkıntı Sağarcılarburnu olarak işaretlenmiştir. Harem İskelesi’nden itibaren Kadıköy’e kadar olan saha yer yer ağaçlarla kaplı boş bir arazi şeklinde görülmektedir. Haritada Ayrılık Çeşmesi deresi olarak adlandırılan akarsuyun kuzeyinde Halil Hamîd Paşa’nın mezarının az aşağısında Abdullah Ağa Çeşmesi vardır. Bu Saraçlar Çeşmesi olarak tanınan çeşme olmalıdır. Karacaahmet Mezarlığı’nın Haydarpaşa’ya inen ucunda, Fransızlar’la çok yakın dostluğu olduğu bilinen, 1782-1785 yıllarında sadrazamlık yaptıktan sonra idam edilen Halil Hamîd Paşa’nın ailesine ait mezarlar bugün hâlâ mevcuttur. Daha aşağıda Seyyid Ahmed ve Ayrılık Çeşmesi dereleri olarak adlandırılan, sonra denize kadar Haydarpaşa deresi olarak uzanan akarsuyun iki kolu arasındaki arazide küçük bir yerleşme yeri gösterilmiş ve İbrâhim Ağa Tekkesi işaretlenmiştir. Ayrılık Çeşmesi’nin yerinde birkaç evlik küçük bir yerleşim vardır. Kauffer bunun yanına Haydarpaşa adını yazmıştır. Derenin denize kavuştuğu yerde koyun kuzeydeki kıvrımı içinde ise Haydarpaşa İskelesi vardır. 1940’lı yıllara kadar burada denizde eski iskelenin kalıntısı görülürdü.
Kauffer’in haritasında Haydarpaşa’nın bahçesi Yeldeğirmeni tepesiyle kıyı arasındaki arazide işaretlenmiştir. O tarihlerde Kadıköy’deki yerleşme alanı Yoğurtçu Şükrü sokağından ileri taşmamaktadır. Bu sebeple Haydarpaşa semtinin tamamı haritada ağaçlık ve boş olarak gösterilmiştir. Helmuth von Moltke’nin haritası esas alınıp 1268’de (1851-52) Türkçe olarak basılan İstanbul ile Anadolu yakasının haritasında aynı durum görülür. Haydarpaşa İskelesi ile Kadıköy arasında kıyıya paralel uzanan dikdörtgen planlı, etrafı duvarla çevrili çok büyük bir bahçe işaretlenmiştir; içinde de iki bina vardır.
XIX. yüzyılda Kâğıthane, Göksu ve Fenerbahçe mesire yerleri kadar şöhretli olmamakla beraber Haydarpaşa çayırı da şehir halkının rağbet ettiği bir mesire idi. Kadıköy’ün İbrâhim Ağa Camii ve Tekkesi’ne giden yola inen yamacında, kareli bir sokak düzenlemesiyle (dama tahtası veya ızgara denilen planlama) eski Haydarpaşa bahçesi ve herhalde kasrın arsası yapı adalarına bölünerek parsellenmiş ve buralara büyük çoğunluğu kâgir evler yapılmıştır. Aralarda tek tük ahşap evler de vardı. Bunlardan biri, Rıhtım İskele sokağı yokuşu ile Çeltikçi sokağı köşesinde Rumlar’a ait çok eski bir evdi. Yeldeğirmeni ile Rıhtım caddesi ve Çayırbaşı yolu arasında kalan bölgede Türkler ile birlikte bilhassa Yeldeğirmeni semti tarafında yahudiler, sahilden yukarı çıkan sokaklarda Rumlar, Ermeniler ve Levantenler’le (tatlı su frenkleri) yabancılar yaşıyordu. Burada bazı apartmanlar da bulunuyordu. İçlerinde en büyüğü bir İtalyan’a ait Valpreda Apartmanı’dır ki Batı mimarisi üslûbundaki heybetli kitlesiyle üst katları Haydarpaşa-Kadıköy koyunun her tarafına hâkimdir. J. Pervitich’in 1936’da yayımlanan sigorta planlarının Haydarpaşa paftasında apartmanların üzerlerinde yazılı olan sahiplerinin adları, Haydarpaşa bahçesinden parsellenen yerlerin çoğunlukla gayri müslim azınlığın mülkiyetinde olduğunu açık şekilde belli eder.
Haydarpaşa garının yapımı ve Almanlar’ın idaresindeki Bağdat demiryolunun tesisiyle Rıhtım İskele sokağında bir Alman okulu inşa edilmiş (daha sonra Osman Gazi İlkokulu), Fransız rahibeleri de aynı sokağın az yukarısında Sainte Marie du Rosaire Kilisesi ile Sainte Euphémie kız okulunu inşa ettirmişlerdi. Daha ileride Yeldeğirmeni Karakolhane caddesi üzerinde de yine Fransız rahiplerin Saint Louis İlkokulu (şimdi kız yetiştirme yurdu) vardı. Burada iki de otel yapılmıştı. 1923’te Çayırbaşı yolunda bir evde başlayan yangın, Nemlizade sokağı yönünde ilerleyerek Haydarpaşa’nın bu kesimindeki evlerin mahvına sebep olmuştur.
XIX. yüzyıl sonlarında Haydarpaşa semtinin büyük ölçüde değişmesinde, 1844-1846 yıllarında Sultan Abdülmecid döneminde Askerî hastahanenin inşası rol oynamıştır. Kırım Savaşı sırasında bu hastahane ile iskele arasındaki bölge İngiliz Mezarlığı’na tahsis edilmiş, daha yukarıda ise II. Abdülhamid döneminde 1894’te başlayarak mimar Raimondo d’Aronco ile Vallaury tarafından gösterişli Mekteb-i Tıbbiyye binası yapılmış, Üsküdar’a giden caddenin karşı tarafında da bu mektebin tamamlayıcı unsuru olan hastahane bloklarının 1901’den itibaren yapımına girişilmiştir. Alman Rieder Paşa tarafından düzenlenen esaslara göre kurulan bu hastahane (Haydarpaşa Numune Hastahanesi) ilk projesine göre bütünüyle tamamlanmadan kalmıştır. Semtin tarihinde ve topografyasının değişmesinde çok önemli bir yeri olan kuruluş, hiç şüphe yok ki dev ölçülü gar yapısı ile buna bağlı olan demiryolu şebekesi ve burada kurulan çeşitli tesislerdir. Bunlara bir dereceye kadar, eski Haydarpaşa İskelesi’nin karşısına isabet eden yerde 1930’lu yıllarda Wagon-Lits Cook’un kurdurmuş olduğu tamir atölyesi de dahil edilebilir.
Anadolu demiryolunun Haydarpaşa’daki ilk istasyonu daha geride küçük, basit bir bina idi. 1872’de işletmeye açılan bu demiryolu bir banliyö hattı ölçüsünü aşmıyordu. Fakat 1906’da II. Abdülhamid zamanında, Anadolu yönünde Bağdat demiryolunun Alman sermayesiyle gelişmesi sonunda kazıklar çakılarak doldurulan arazi üstünde, mimar Otto Ritter ile Helmuth Cuno’nun projelerine göre Prusya neo-Rönesans üslûbunda heybetli bir bina olarak yapılan Haydarpaşa Garı 1908’de tamamlanmıştır. I. Dünya Savaşı içinde Almanya’dan gelerek buradan cephelere sevkedilen patlayıcı maddeler ve cephaneler bunları trene taşıyan azınlıktan bir hamalın sabotajı sonunda patlamış, çıkan yangında gar binası tamamen yanmıştır. 1930’lu yıllara gelinceye kadar kulelerin külâhları ve binanın çatısı yoktu. Önce bu kısımlar eski resimlere göre ihya edilmiş, 1938’de alevlerden kavrulan ve ufalanan pencere kemer taşları yenileriyle değiştirilerek gar ilk görünümünü yeniden kazanmıştır.
Garın önündeki rıhtımda 1915’te Türk neo-klasik üslûbunda çok güzel bir vapur iskelesi yapılmıştır. Mimarisi, duvarlarını kaplayan Kütahya çinileri ve içindeki ahşap oyma işleriyle Türk millî mimari akımının en başarılı eserlerindendi. Fakat yakın tarihlerde iç mimarisi değiştirilmiş, bu arada oymalı ahşap doğramaların büyük kısmı sökülüp kaldırılmıştır. Vapurların lodos havalarda iskeleye rahat yanaşmasını sağlamak üzere karşısında 600 m. kadar uzunluğunda bir de mendirek inşa edilmiştir. Açılış töreni 1 Nisan 1903 tarihinde yapılan Haydarpaşa Limanı dalgakıranının tam ortasında anıt biçiminde bir kitâbe taşı bulunmaktadır (bu anıtın bir benzeri de Selânik’te Hamidiye bulvarı başına dikilmişti). Deniz Albay Ahmed Râsim’in, “Dalgıranın vasatında bir noktada bir dikilitaş âbidesi vardır ki târîh-i inşâ ve sâireyi hâvî bir kitâbeyi hâizdir” diyerek tanıttığı bu kitâbenin (Marmara Denizi Kılavuzu, s. 286) hâlâ durup durmadığı ve metni öğrenilememiştir.
Haydarpaşa Garı’nın kuzeydeki kolu daha kısa bir “U” şeklindedir. Buradan başlayan demiryolu hatları çayırı güneye doğru bölen bir kavis çizerek devam eder. 1930’lu yıllara kadar, garın güney tarafında kıyı ile hatlar arasında uzanan İstasyon caddesi kenarında ve garın parmaklıkları içinde bir açık hava gazinosu bulunuyordu. Sonraları demiryolunun hatları çoğaltıldığından buradaki bahçe ortadan kalkmıştır.
Demiryolu ile kıyı arasında çok küçük bir parça halinde kalan Haydarpaşa çayırı, 1940’lı yıllara kadar Kadıköy’ün bir kısım halkının açık havaya çıktığı bir alandı. Zamanla burada da demiryolları çoğaltıldığı gibi Selimiye ile Kadıköy arasındaki köprü ve alttaki geçişler yapılmış, Haydarpaşa çayırı buradan geçen dere ile birlikte ortadan kalkmıştır. Derenin denize aktığı yerde, Kadıköy Rıhtımı’ndan Haydarpaşa’ya uzanan caddenin altında II. Abdülhamid döneminde 1304 (1886-87) yılında tek gözlü kâgir bir köprü yapılmıştı. Harap durumdaki daha eski bir köprünün yerine inşa edilen bu köprünün mermer üzerine işlenmiş kitâbesi 1940’a kadar caddenin kenarında görülürdü. Ancak daha sonra yıkılan bu köprünün kitâbesinin ne olduğu bilinmemektedir.
XIX. yüzyıl içlerine gelinceye kadar bir yerleşmeye sahne olmayan Haydarpaşa’da önemli tarihî eserler bulunmamaktadır. Çayırın koya yakın ucunda XIX. yüzyıl içinde yapıldığı mimarisinden anlaşılan büyük, sarı badanalı bir konak vardı. Moltke haritasının Türkçe’si olarak 1268’de (1851-52) yayımlanan İstanbul haritasında, ağaçlarla kaplı büyük bahçenin kuzey tarafında işaretlenen veya onun yerinde yapılmış olan bu bina çevre halkı tarafından Hasırcıbaşı Konağı (Köşkü) olarak adlandırılırdı. Bu çok katlı ve dışında göze çarpar bir özelliği olmayan harapça binada 1930’lu yıllarda devlet demiryolları personeli oturuyordu. Kısa bir süre sonra yapı yıktırılmış olup izi de kaybolmuştur.
Haydarpaşa garından başlayan demiryolları ağının içinde kalmış halen üst geçitten görülebilen bir açık türbe bulunmaktadır. Bu türbenin içindeki şâhide üzerinde şu yazı görülür: “Yâ hû merhûm ve mağfûrun leh Lâhûtî (?) Abdullah Baba’nın ruhuna el-Fâtiha, 1282” (1865-66). Ayvansarâyî de bir Haydarpaşa Camii’nden bahseder (Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 241-242). Bu ibadet yeri, Mehmed Efendi adlı bir kişi tarafından III. Mustafa döneminde (1757-1774) babası Cebehâne Ocağı’ndan Ömer Efendi’nin ruhu için yaptırılmıştır. Ancak bu camiden bir iz günümüze gelmemiştir. Ayrıca Haydarpaşa semtinde bu adla tanınan küçük bir cami daha bulunmaktadır. Yeldeğirmeni caddesiyle tren yolu arasındaki evlerin içinde sıkışmış olan cami Yeldeğirmeni veya Râsim Paşa Camii olarak da bilinir. Çok küçük ölçüde olan bu yapı, Osmanlı dönemi Türk sanatının son safhasında uygulanan Türk neo-klasiği üslûbunun basitleştirilmiş bir örneğidir. Demiryolları ile kıyı arasında son yıllarda inşa edilen kubbeli büyük cami ise estetik bir değere sahip değildir. Eski Haydarpaşa İskelesi başındaki bir namazgâhın yerinde yapılmış olup Haydarpaşa Camii’nin adını sürdürür.
Kauffer haritasında Haydarpaşa-Kadıköy arasındaki tepede, Yeldeğirmeni semti çevresinde Kloster yazısıyla işaretlenen tekke günümüze kadar gelmemiştir. Bu semte adını veren yel değirmenleri de yüz yılı aşkın bir süre içinde ortadan kalkmıştır. Zamanımıza ulaşmamakla birlikte I. Ahmed tarafından Haydarpaşa’da deniz kıyısında 1614 yılında bir çeşme yaptırıldığı bilinmektedir (Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârih, s. 106). Daha sonra III. Selim dönemi Dârüssaâde ağalarından Hâlid Ağa Kadıköy’e getirdiği su için Haydarpaşa’da bir çeşme inşa ettirmişti. Buradaki eski İntaniye Hastahanesi duvarında olan ve bütünüyle kazınan kitâbesinin tam metnini Mehmed Râif Bey’in evvelce yayımladığı bu çeşme, 1255’te (1839-40) Sultan Abdülmecid tarafından su yolu tamir edilirken yeni baştan yaptırılmıştır.
Haydarpaşa semtinde diğer bir çeşme koyun kuzey tarafında, İbrâhim Ağa Mescidi’ne giden Çayırbaşı yolunun başında bulunmaktadır. Burada Çuhadar Ağası Lâdikli Ahmed Ağa 1208 (1793-94) yılında bir namazgâhla bir çeşme yaptırmıştı. Aynı zamanda buraya serviler de diktirmiş olduğu çeşme kitâbesinden öğrenilir. Serviler günümüze kadar gelmemiştir. Fakat namazgâhı gölgeleyen çok yaşlı büyük bir çınar vardı. Son yıllarda bu ağaç kurutulmuş ve arkasından da kesilmiştir. Namazgâhın, üstü istiridye kabuğu biçiminde kabartmalı mihrap taşında, “Sâbıkan çuhadar ağa-yı hazret-i şehriyârî sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât Lâdikli Ahmed Ağa, 1208” yazısı yer alıyordu. Bu taş 1930’lu yıllarda kaybolmuştur. Namazgâhın yerinde, Mütareke yıllarında Haydarpaşa’da konaklayan İngiliz işgal kuvvetleri birliğinin askerleri için bir patenle kayma yeri yapılmıştı. Kalın betondan olan bu düzlük namazgâh arsasında ev yapılırken ortadan kalkmıştır. Çeşme ise çok harap halde iken Kadıköy belediyesi tarafından 1996 yılında klasik biçimde yeniden yaptırılmıştır. Damını teşkil eden yüzü işlemeli mermer bir levhadan öğrenildiğine göre ilk yapıldığında çağının üslûbunda bezemeli bir yapıya sahipken sonraları yıkılarak yuvarlak kemerli gösterişsiz basit çeşme inşa edilmişti. Yeni onarımda ise çeşmeye tekrar klasik bir görünüm verilmiştir.
Haydarpaşa çayırının geride bitimine işaret eden ikisi de namazgâhlı iki çeşme daha vardır. Bunlardan kuzeyde olanı, İbrâhim Ağa Camii’nin daha ilerisinde Karacaahmet Mezarlığı’nın kenarında toprağın bir set teşkil ettiği yerde bulunuyordu. Saraçlar Namazgâhı ve Çeşmesi, Mehmed Râif Bey’in yayımladığı uzun manzum kitâbesine göre 1190’da (1776) yaptırılmıştı. Bânisi belli olmamakla beraber Kauffer haritasında burada bir Abdullah Efendi Çeşmesi işaretlenmiştir. Kitâbesinde de belirtildiği gibi çeşmenin haznesinin üstü sofa yani namazgâhtı. Yekpâre mermerden büyük bir taş hem ayna taşı görevi görüyor hem de kitâbeyi taşıyordu. Bunun yanında birer sütun yer almıştı. Hiçbir süslemesi olmayan çeşme sofasını birçok ağaç gölgeliyor, önünde normal yalağından başka hayvanlar için iki yalağı daha bulunuyordu. Haydarpaşa semtinin güzel bir köşesini teşkil eden Saraçlar Namazgâhı ve Çeşmesi, ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rizâ Bey’in bir eserine konu olmuştur. Mehmed Râif Bey’in bir halk rivayetine dayanarak yazdığına göre Saraç Ahmed Efendi adında biri bu namazgâhın kurucusudur. Karayolunun buradan geçirilmesi sırasında 1956’da Karacaahmet Mezarlığı’nın bu taraftaki ucu ile birlikte namazgâh ve çeşme ortadan kalkmıştır.
Haydarpaşa çayırının güneydeki sınırında, eski Bağdat kervan ve sefer yolunun kenarında bulunan ve Ayrılık Çeşmesi adıyla tanınan menzil çeşme ve namazgâhı bulunmaktadır. Mimari bakımdan XVI. yüzyılın klasik üslûbuna işaret eden çeşme Kapıağası Gazanfer Ağa tarafından yaptırılmış, Kapıağası Ahmed Ağa 1154’te (1741) su yolunu ve çeşmeyi tamir ettirerek kendi adına bir kitâbe koydurmuştur. Çeşmenin üzerinde görülen ikinci kitâbe ise bu eserin 1340 (1921-22) yılında Dürriye Sultan ruhu için tamir ettirildiğini bildirir. Dürriye Sultan, V. Mehmed Reşad’ın büyük oğlu Şehzade Mehmed Ziyâeddin Efendi’nin veremden ölen kızıdır. Arkadaki tepede Ziyâeddin Efendi’nin köşkü bulunuyordu. Alçak kesme taştan bir duvarla çevrili olan namazgâh sofası 1960’ta toprak altında bırakılarak yok edilmiştir. 1997’de kaldırım düzenlemesi sırasında bu tarihî değeri çok büyük olan çeşme kısmen gömülmüştür.
Kadıköy’ün Haydarpaşa semti sayılan ve Haydarpaşa bahçesinden ayrıldığı sanılan kuzey kısmında, koya dikine inen sokakların iki tarafına bölünen parsellerde bitişik olarak yapılan evlerin aralarında pek az sayıda ahşaptan bulunanlar olmakla beraber genellikle kâgir meskenler ve apartmanlar inşa edilmiştir. Hemen hemen çoğu XIX. yüzyılın son çeyreğiyle XX. yüzyılın başlarında yapılan bu evlerle az sayıdaki apartmanlar Batı mimari üslûbundadır. Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla bu bölge tarihî sit olarak ilân edilip evlerin korunması gerekli kültür varlıkları olduğu kabul edilmiş, fakat yakın tarihlerde bu karar bir ölçüde bozulmuştur.
İlk Haydarpaşa Faciası
6 Eylül 1917′de Haydarpaşa, cehennemi yaşadı. Suriye Cephesi’ndeki Dördüncü Ordu’ya asker, silah ve cephane götürmek üzere harekete hazır bekleyen bir trenle, yolcu dolu bir banliyö treni ateş aldı. Gar harabeye döndü. Yüzlerce insan öldü.
İmparatorluk başkenti İstanbul’da büyük korku ve dehşet yaratan, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olay, 6 Eylül 1917 günü yaşandı. Saatler 16.30′u gösterirken, kentin Anadolu yakasındaki büyük patlamayla birlikte, toprak sarsıldı, kimi yerlerde binaların camları kırıldı, sokaklardaki insanlar, korku içinde, kaçacak yer aramaya başladılar. Hemen herkesin zihninde aynı soru şekilleniyordu:
Neydi bu patlama?..
Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü günlerdi. O sıralarda İngiliz savaş uçakları, sık sık İstanbul semalarında beliriyor, birkaç yere bomba attıktan sonra uzaklaşıp gidiyorlardı. Bu nedenle, önce patlamanın İngiliz uçaklarının attığı bombalardan kaynaklandığı sanıldı.
Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu, daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara karşısında dona kaldılar. Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu. Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.
Cephane stoklarının peş peşe infilakı, her geçen dakika, ölü sayısını artırıyordu. Yangın iyice yayılmış; ambarları, silo ve diğer küçük binaları da etkisi altına almıştı.
Kadıköy’de korku ve panik
İlk patlamayla birlikte Kadıköy’de, özellikle sahil kesiminde tüm evlerin camları kırılırken, sokaktaki insanların üzerlerine yağmur gibi, irili ufaklı taşlar, ahşap vagon parçaları yağıyordu.Kadıköy Çarşısı’nda alışveriş yapanlar, kendilerini bir anda böylesi bir felaketin içinde bulunca, can havliyle çevredeki binalara sığınmaya çalıştılar. Bu kargaşa içinde, ayaklar altında kalıp ezilenler de oldu.
Birer şarapnel gibi ortalıkta uçuşan taş parçaları, yalnız Kadıköy’de değil, olay yerine bir hayli uzaktaki Kuşdili Çayırı’nda bile yaralanmalara yol açtı. Örneğin Kuşdili Çayırı’nda sevgilisiyle kol kola gezmekte olan gümrük komisyoncusu Dimitri, acı bir feryatla yere yığılmış, yüzü gözü kan içinde kalarak bayılmıştı. Daha sonra hastanedeki tedavisi sırasında, bir mermi parçasının yanağını parçalayarak dilini kopardığı ortaya çıkacaktı.
Patlama şehrin her yerinde halk arasında paniğe yol açmıştı
Korkunç patlamalar yalnız Haydarpaşa ve Kadıköy’de değil, şehrin hemen her kesiminde duyulmuş, halk arasında paniğe yol açmıştı. Olay sırasında denizde sefer halinde olan gemilerdeki yolcular arasında da büyük panik yaşanmıştı. Köprü-Kadıköy seferini yapan bu gemilerden birinde bulunan ve patlamanın kaza sonucu meydana geldiğini iddia eden Alman doktor Wilhelm Feltman, yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
“6 Eylül 1917′de öğleden sonra saat 3 ila 4 arasında, tanıdığım bir Türk subayıyla birlikte Galata Köprüsü’nden vapurla Asya sahilindeki Kadıköy’üne geçiyordum. Bu subay, bana bir yerde cereyan eden ateş düellosuna ait uzun bir hikayeyi anlatırken ben Haydarpaşa’ya bakıyordum, İstasyonun önünde birçok mavna boşaltılıyordu. Birdenbire tam karaya çıkarken, bir hamalın sırtındaki büyük bir sandığın yere düştüğünü gördüm. Akabinde bir şey parladı ve patladı. Yanımdaki subayla bir kelime konuşmaya zaman kalmadan müthiş bir infilak bizi sarstı. Gemimizde bir kargaşa oldu ve infilaklar birbirini izlerken dört tarafımızda suya öte beri düşmeye başladı. Herkes sahildeki cephanenin havaya uçtuğunu anlayarak kanepelerin altına saklanıyordu. Kaptan şaşırmış kalmış ve gemiyi infilakların olduğu yere doğru sevk ediyordu. Bir Türk deniz subayı, kaptanı mevkiinden defederek kumandayı eline aldı ve vapuru tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı. Demiryollarındaki vagonlar birbirini müteakip patladığı için infilaklar gece yarısına kadar devam etti, Savaştan ancak birkaç sene önce açılan güzel istasyon binası, bütün gece alevler içinde kaldı. Felaketin kaç kişinin hayatına kıydığı anlaşılamadı.”
Korkunç bilanço
Yangın kontrol altına alındıktan sonra facianın bilançosu da ortaya çıktı. Olay sırasında, biri banliyö treni, diğeri asker dolu iki tren, içindekilerle birlikte yanmış, aralarında gar personelinin de bulunduğu çok sayıda insan da ölmüştü, İstasyon, yakınlarından bir haber alabilmek ya da yakınlarının cesetlerini bulabilmek için, İstanbul’un dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.
Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı. İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.
Yapımı yıllar süren muhteşem gar binası acınacak haldeydi. Sivri kuleleri uçmuş, çatısı tamamen yanmış, tüm camlan kırılmış ama yine de ayakta kalmıştı. Bunun yanı sıra liman tesisleri, ambarlar, personel binaları da yerle bir olmuştu. Haftalardan beri Yıldırım Ordularına gönderilmek üzere Haydarpaşa’da toplanan yüzlerce ton cephane ve erzak da yok olmuştu. Bu durum, Suriye ve Irak’taki Türk-Alman Cephesi’ni olumsuz etkileyecek, hatta cephenin düşmesine yol açacak etkenler arasında yer alacaktı.
Farklı iddialar ve söylentiler
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin koyduğu sansür ve bu konudaki suskunluğu, facianın nedenleri hakkında halk arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açtı.
İngiliz Savaş Uçakları mı? Kimileri, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığını öne sürüyordu; ama o gün İstanbul’a bir hava akını yapılmadığı belirlenmişti.
Denizaltı mı? Bazılarına göre de Çanakkale’yi aşıp İstanbul’a gelmeyi başaran bir düşman denizaltı, Haydarpaşa’yı top atışına tutmuş, cephanelerin ateş almasıyla facianın boyutları büyümüştü.
Sabotaj mı? Bazı görgü tanıkları ise olayın ‘sabotaj’ olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaya göre, limanda vinçleri kullanmakta olan Ermenilerden bazıları, mavnalardan aldıkları cephane sandıklarını kasti olarak yere atmış, patlayan cephane sandıkları diğerlerinin de tutuşmasına ve facianın büyümesine yol açmıştı.
Alman ordusundaki Fransız ajanı
Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezaretinde kurulan ‘İhracat, İthalat ve Siparişat-ı Umumiye Dairesi’nde yedek subay olarak görev yapan A. Baha Özler de Haydarpaşa’ya sabotajın, Alman ordusunda görevli bir Fransız ajanı ve yardımcıları tarafından yapıldığını iddia etmektedir.
Baha Özler’in Yıllarboyu Tarih dergisinin Ekim 1980 sayısında “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım” başlığı altında yayımlanan anılarında anlattığına göre, bu kişinin adı Georges Mann’dı.
Baha Özler’in çalıştığı dairenin Sirkeci Gümrüğü’nde yaptığı kontroller sırasında, Georges Mann, onlara yardımcı olmak ve tercümanlık yapmakla görevlendirilmiş ve kısa sürede herkesin güvenini kazanmıştı. Öyle ki, Harbiye Nezareti’ne elini kolunu sallaya sallaya girip çıkıyor, istediğiyle görüşebiliyor, bazen de kurye olarak Almanya’ya gidip geliyordu.
Baha Özler anılarında, patlamanın olduğu gün Georges Mann’ı telaşla Sirkeci’ye doğru koşarken gördüğünü, durumda bir fevkaladelik olduğunu anlayarak peşine takıldığını, daha sonra esrarengiz Almanın daveti üzerine bir motorbotla Haydarpaşa’ya gittiklerini kaydeder. Georges Mann, burada alevlerin arasına dalarak çok sayıda fotoğraf çekmiş, bu fotoğraflardan birkaç kopyayı hatıra olarak kendisine vermişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra terhis olan yazar, Georges Mann’la Beyoğlu’nda bir birahanede karşılaştığını, onun kendisine ‘Fransız ajanı’ olduğunu itiraf ettiğini, hatta kimliğini gösterdiğini belirtir. Baha Özler’in anılarında anlattığı bu olayın doğruluk derecesi bilinemiyor. Ama bilinen şu ki, Haydarpaşa Garı, gerçekten büyük bir felaket geçirmişti.