MURATS44
Özel Üye
1. Bölüm
Arının yaptığı işi yüzlerce fen adamı yapamadığı halde odamızdan içeriye bir arının girmesi hâlinde ona ne kadar hürmet gösteriyor ve ne de ayağa kalkıyoruz.
Bal yapmak, arıyı hayvanlıktan kurtaramadığı gibi, mâneviyatı unutarak sadece dünyevî bir meslekte terakkî etmek de bir kimsenin insaniyetini tekâmül ettirmemektedir.
Madde ile mânâyı, akıl ile kalbi beraber götüren muhterem zâtlar bahsimizden hariçtir.
Yüz tane koyunu olan bir adam, bunları başıboş bırakmayıp bir çoban tutmak sûretiyle onları hem başkalarının tarlasına girmekten men ediyor hem de hırsız ellerden ve kurtlardan muhafaza ediyor. İnsanlar, değil koyunlarını, tavuklarını dahi başıboş bırakmıyorlar.
Tavukların başıboş olmayacağını bilen bir insan, nasıl oluyor da kendisinin başıboş olduğunu zannedebiliyor? Ve yine tavuklarına hassasiyet gösteren inan, nasıl oluyor da Hâkim-i Zülcelâl'in insanları başıboş bırakacağına ihtimal verebiliyor?
Eğer ahiret olmazsa, kazandığımız servetlerin ya da eriştiğimiz ilmî mertebelerin mâhiyeti, şu gülünç hâli alacaktır:
İnsan, fakir olarak ölse, tarla fareleri fakir inan etiyle, zengin olarak ölmesi halinde ise zengin insan etiyle beslenirler. Ya da okuma yazma bilmeden ölsek, tarla fareleri okumamış insan eti yerler. Okuyup profesör olmamız hâlinde ise onlara profesör eti takdim etmiş oluruz.
Bizim dünyaya gönderiliş gâyemiz, tarla farelerini beslemek olamayacağına göre elbette ahiret vardır ve Allah, bizi oraya namzet etmiştir. Kabre konulan bedenimiz ise "rûhumuzun eskimiş elbisesi"dir.
Bir adam, bize hitaben "Ben senin varlığına inanıyorum. Çünkü seni görüyorum." derse, asabımız bozulur ve ona şöyle bir soru yöneltiriz:
"Senin gözlerin şu anda kör olsa, benim bu dünyadaki varlığım da sona mı erecek?"
İşte Allah'ı ya da melekleri görmediği için inkâr eden adam, hakikat nazarında olduğu gibi, melekler katında da böyle makara olmaktadır.
Terazinin bir kefesine deve olmakla yük taşımak, diğer kefesine de insan olmakla ibadet etmek konulsa ve seçme hakkı bize bırakılmış olsaydı hangisini seçecektik? Elbette ki insanlığı...
O halde, deve yükünü taşırken biz niçin kendi ibadetimizi yapmıyoruz?
İnsanın sofrasıyla kedinin sofrasını mukayese ediniz. Buna rağmen ikincisi büyük bir memnuniyet gösterirken, birincisi isyan etmekte...
Ceset, bir cihette rûhun elbisesi, diğer bir cihette de evi mesâbesindedir. Bir kimse, fevkalâde güzel elbiseler giymesine rağmen kendisi çirkin olsa, o kimseye "çirkin" hükmü verilir. Elbisenin güzelliği, onu güzel yapmaz. Ya da bir kimse, evine fevkalâde ihtimam gösterip her köşesini tezyin ettiği halde kendi temizliğine hiç dikkat etmezse, bu adama da "pis" hükmü verilecektir. Evinin temizliği, onu temiz kılmaz.
İşte sadece bedeniyle alakadar olup rûhuna hiç ehemmiyet vermeyen ya da onu ikinci plana atan kimselerin hâli, bu misallere benzer.
Üzerinde bulunduğumuz arz sefinesi, hergün kendi etrafında bir dönüş yapıyor. Her yıl ise Güneş etrafında tam bir tur atıyor. Bu seyahatlerin ücreti bizden istenmeyecek mi?
Şeytan, mahlûk olduğunu unuttu ve kibre düştü. "Ben, ateşten yaratıldım, o ise topraktan." diyerek Hz. Adem'e secde etmeyi reddederken aslıyla övünmüştü. "Toprak, ateşten aşağıdır, öyle ise ben Adem'den üstünüm." mantığıyla yola çıkmış ve lânetlenmişti.
Bilmem ne dersiniz? Şeytanın bu gerekçesinde "ırkçılık" belâsının tohumları saklı değil mi? Elbette ırklar arası farklılık, ateşle toprak kadar değil. Ama ırkçılık iddiaları, esas olarak şeytaninkine çok benziyor.
Zaten ırkçılık, kin haset ve düşmanlığı doğurur. Bunlar ise "Kan Nehri"ni kabartır. Bu vahim netice, işin temelinde şeytanın olduğunu göstermeye kâfi değil mi?
Yaptığımız ibadetlere Allah'ın bize lütfettiği varlık. İnsaniyet, İslamiyet gibi külli nimetlerden ve akıl, hafıza, göz, kulak gibi cihazattan kat'ı nazar, sadece "elle yemek yemenin" dahi şükrünü yerine getiremeyiz.
Çünkü farz-ı muhal olarak insanlar, bu dünyaya gelmeden önce kendilerine: "Eğer rızkınızı ağzınızla yerden toplarsanız, hiç ibadet etmeyeceksiniz. Yok eğer rızkınızı elinizle yerseniz, hergün beş vakit namaz kılacaksınız."şeklinde bir teklifte bulunulsaydı, hiç tereddütsüz bütün insanlar, ibadet etmeyi kabul edeceklerdi.
Bu hâle göre bizler, yaptığımız ibadetlerle nazarımıza çarpmayacak kadar önemsiz gördüğümüz bir nimetin dahi şükrünü eda edemiyoruz. Nerede kaldı bunlarla ebedî cenneti hakkıyla kazanabilmek!..
Bir sobayı şuurlu farzederseniz, ona atılan kömürler onun rızkı, ısı vermesi ise onun faaliyeti olur. Böyle bir soba, kendi ölçüleriyle ustasını hakkıyla anlamak isterse, ustasını kendisine kıyas ederek onun da hergün kömür yediğini ve ısı verdiğini zannetmekle haddini aşacak ve dalâlete düşecektir.
Ustanın eserle kıyas edilmesinin ne derece divanelik olduğunu böylece nazara aldıktan sonra, kendilerinin mahluk olduğunu unutarak Hâlık-ı Zülcelâl hakkında bâtıl hayallere sapanların hallerini buna kıyas ediniz.
Arıya Hürmet Gösterilir Mi?
Arının yaptığı işi yüzlerce fen adamı yapamadığı halde odamızdan içeriye bir arının girmesi hâlinde ona ne kadar hürmet gösteriyor ve ne de ayağa kalkıyoruz.
Bal yapmak, arıyı hayvanlıktan kurtaramadığı gibi, mâneviyatı unutarak sadece dünyevî bir meslekte terakkî etmek de bir kimsenin insaniyetini tekâmül ettirmemektedir.
Madde ile mânâyı, akıl ile kalbi beraber götüren muhterem zâtlar bahsimizden hariçtir.
Başıboş Muyuz?
Yüz tane koyunu olan bir adam, bunları başıboş bırakmayıp bir çoban tutmak sûretiyle onları hem başkalarının tarlasına girmekten men ediyor hem de hırsız ellerden ve kurtlardan muhafaza ediyor. İnsanlar, değil koyunlarını, tavuklarını dahi başıboş bırakmıyorlar.
Tavukların başıboş olmayacağını bilen bir insan, nasıl oluyor da kendisinin başıboş olduğunu zannedebiliyor? Ve yine tavuklarına hassasiyet gösteren inan, nasıl oluyor da Hâkim-i Zülcelâl'in insanları başıboş bırakacağına ihtimal verebiliyor?
Farelere Ziyafet Mi?
Eğer ahiret olmazsa, kazandığımız servetlerin ya da eriştiğimiz ilmî mertebelerin mâhiyeti, şu gülünç hâli alacaktır:
İnsan, fakir olarak ölse, tarla fareleri fakir inan etiyle, zengin olarak ölmesi halinde ise zengin insan etiyle beslenirler. Ya da okuma yazma bilmeden ölsek, tarla fareleri okumamış insan eti yerler. Okuyup profesör olmamız hâlinde ise onlara profesör eti takdim etmiş oluruz.
Bizim dünyaya gönderiliş gâyemiz, tarla farelerini beslemek olamayacağına göre elbette ahiret vardır ve Allah, bizi oraya namzet etmiştir. Kabre konulan bedenimiz ise "rûhumuzun eskimiş elbisesi"dir.
Görmeyince Olmuyor Mu?
Bir adam, bize hitaben "Ben senin varlığına inanıyorum. Çünkü seni görüyorum." derse, asabımız bozulur ve ona şöyle bir soru yöneltiriz:
"Senin gözlerin şu anda kör olsa, benim bu dünyadaki varlığım da sona mı erecek?"
İşte Allah'ı ya da melekleri görmediği için inkâr eden adam, hakikat nazarında olduğu gibi, melekler katında da böyle makara olmaktadır.
Hangisini Seçerdik?
Terazinin bir kefesine deve olmakla yük taşımak, diğer kefesine de insan olmakla ibadet etmek konulsa ve seçme hakkı bize bırakılmış olsaydı hangisini seçecektik? Elbette ki insanlığı...
O halde, deve yükünü taşırken biz niçin kendi ibadetimizi yapmıyoruz?
İsyan Mı Şükür Mü?
İnsanın sofrasıyla kedinin sofrasını mukayese ediniz. Buna rağmen ikincisi büyük bir memnuniyet gösterirken, birincisi isyan etmekte...
Ölçü Hangisi
Ceset, bir cihette rûhun elbisesi, diğer bir cihette de evi mesâbesindedir. Bir kimse, fevkalâde güzel elbiseler giymesine rağmen kendisi çirkin olsa, o kimseye "çirkin" hükmü verilir. Elbisenin güzelliği, onu güzel yapmaz. Ya da bir kimse, evine fevkalâde ihtimam gösterip her köşesini tezyin ettiği halde kendi temizliğine hiç dikkat etmezse, bu adama da "pis" hükmü verilecektir. Evinin temizliği, onu temiz kılmaz.
İşte sadece bedeniyle alakadar olup rûhuna hiç ehemmiyet vermeyen ya da onu ikinci plana atan kimselerin hâli, bu misallere benzer.
Seyahatimiz Ücretsiz Mi?
Üzerinde bulunduğumuz arz sefinesi, hergün kendi etrafında bir dönüş yapıyor. Her yıl ise Güneş etrafında tam bir tur atıyor. Bu seyahatlerin ücreti bizden istenmeyecek mi?
Şeytanın İki Kolu
Şeytan, mahlûk olduğunu unuttu ve kibre düştü. "Ben, ateşten yaratıldım, o ise topraktan." diyerek Hz. Adem'e secde etmeyi reddederken aslıyla övünmüştü. "Toprak, ateşten aşağıdır, öyle ise ben Adem'den üstünüm." mantığıyla yola çıkmış ve lânetlenmişti.
Bilmem ne dersiniz? Şeytanın bu gerekçesinde "ırkçılık" belâsının tohumları saklı değil mi? Elbette ırklar arası farklılık, ateşle toprak kadar değil. Ama ırkçılık iddiaları, esas olarak şeytaninkine çok benziyor.
Zaten ırkçılık, kin haset ve düşmanlığı doğurur. Bunlar ise "Kan Nehri"ni kabartır. Bu vahim netice, işin temelinde şeytanın olduğunu göstermeye kâfi değil mi?
Şükür Vazifemizi Yerine Getirebiliyor Muyuz?
Yaptığımız ibadetlere Allah'ın bize lütfettiği varlık. İnsaniyet, İslamiyet gibi külli nimetlerden ve akıl, hafıza, göz, kulak gibi cihazattan kat'ı nazar, sadece "elle yemek yemenin" dahi şükrünü yerine getiremeyiz.
Çünkü farz-ı muhal olarak insanlar, bu dünyaya gelmeden önce kendilerine: "Eğer rızkınızı ağzınızla yerden toplarsanız, hiç ibadet etmeyeceksiniz. Yok eğer rızkınızı elinizle yerseniz, hergün beş vakit namaz kılacaksınız."şeklinde bir teklifte bulunulsaydı, hiç tereddütsüz bütün insanlar, ibadet etmeyi kabul edeceklerdi.
Bu hâle göre bizler, yaptığımız ibadetlerle nazarımıza çarpmayacak kadar önemsiz gördüğümüz bir nimetin dahi şükrünü eda edemiyoruz. Nerede kaldı bunlarla ebedî cenneti hakkıyla kazanabilmek!..
Usta, Eseriyle Kıyaslanır Mı?
Bir sobayı şuurlu farzederseniz, ona atılan kömürler onun rızkı, ısı vermesi ise onun faaliyeti olur. Böyle bir soba, kendi ölçüleriyle ustasını hakkıyla anlamak isterse, ustasını kendisine kıyas ederek onun da hergün kömür yediğini ve ısı verdiğini zannetmekle haddini aşacak ve dalâlete düşecektir.
Ustanın eserle kıyas edilmesinin ne derece divanelik olduğunu böylece nazara aldıktan sonra, kendilerinin mahluk olduğunu unutarak Hâlık-ı Zülcelâl hakkında bâtıl hayallere sapanların hallerini buna kıyas ediniz.
Moderatör tarafında düzenlendi: