MURATS44
Özel Üye
Hurûficilikle Cifir ve Ebced ilmi arasında bir münasebet var mıdır? Asla ve kat'â hiçbir münasebet ve müşareketi ve bağlantısı olmadığı gibi, komşuluğu dahi yoktur. Ancak sadece uzaktan bakıldığı zaman bir benzerlik, bir benzetmeklik evhamı söz konusudur. Faraza yakın bir benzerlik durumu olsa dahi, o benzerlik noktasından onu mülâhazaya kalkışmak, akıl ve adalet işi değildir.
Usûl ilminin مَا كُلٌّ مَا يَتَلَئلاُ يَحْرُقُ Yani: "Her ışık veren ve parlayan şey ateş değil, yakmaz" kaziyesi gibi; Cifir ve Ebcedi, hurûficiliğe benzetme içinde evhama kapılmak, elbette ki cehaletten olabilir. Nasıl ki Kur'an-ı Kerim'de Yahudilerin اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِبَوا Yani: "Alış-veriş dahi faizcilik gibidir" diye bir benzetmeye kalkıştıklarında, Cenab-ı Hak: وَ اَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَ حَرَّمَ الرِبَوا ferman buyurmuştur. Yani: "Alış-veriş ile faizciliğin sûreten birbirine benzerlikleri olsa da; Allah alış-verişi helâl, faizciliği de haram kılmıştır."
İşte, Cifir ve Ebced ilmi dahi uzaktan bakıldığı, kat'î tahkiki yapılmadığı zaman sûreten Hurûficilik ile bir benzerlikleri görülebilir. Amma yakından bakıldığı, tahkik edildiği zaman, araları cennet ve cehennem kadar uzak olduğu görülecektir. Zira Hurûficilik, şirki ve ilhadı ve hulul ve ittihadı tazammun ettiği ve bunun müessisi olan Fadlullah el-Hurufî adındaki şahlîs ilhâd ve Küfür ile damgalanıp, İslâm şeriatıylâ katl ve idam (1) edildiği halde, Ebced ve Cifir ilminin üstadı ve banisi ise, Hazret-i İmam-ı Ali (R.A) ve birde evlâdından olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tır ki, kitaplarında Cifir ve Ebced ilminden bahseden hiçbir İslam alimi onu kötülememiş, menetmemiştir. Bilakis İslam alimlerinin bir çoğu Cifir ve Ebced ilmini sena ile i'lâ ile hürmet ile yâdetmişlerdir. İleride ispatlı delilleri gelecektir.
Bu münasebetle; Hurûfîciliğin ne olduğu, nasıl başladığı, kimin başlattığı ve kimlerin yaymasına çalıştığı hakkında kısaca malumat vermek istiyoruz.
Bu arada bunu da hemen kaydetmeliyiz ki; sûreten Hurufîciliğe bir derece benzeyen hatt ve yazı san'atı, mahir hattat ve san'atkârlarının kelime ve harflerle yaptığı bazı şekiller dahi hurûfîcilikle asla alâkası yoktur. Meselâ bazıları âyet veya bir hadîsin bir metnini yazarken ibrik şekillerini, ördek veya leylek timsallerini san'at bakımından çıkarmışlardır. Bu ise, hiçbir zaman hurûficilik değildir. Belki hatt ve yazının ziyade gelişimiyle san'ata akseden tarafıdır.
Bu mevzu'da hatt san'atının nasıl gelişim gösterdiğini, insan şekillerinde ve ibrik şekillerinde ve hakeza bir çok şekillerde numunelerini görmek isteyenleri; "Türklerde yazı san'atı/ismail Baltacıoğlu, 1959 baskısı sh: 91"e havale ederiz.
Evet, Hurûficilik; Râfızîlelerin en berbat mefkûrelisi olan İsmailiye mezhebinin Bâtıniye kolundan Fadlullah el-Hurûfî adındaki şahsın "Cavidan-ı Kebir" adlı eserini yazmakla başlamıştır. Bu şahıs, katl olunduktan sonra, kitabının nüshaları Hurûfîciler arasında intişar etti. Bu kitapta Kur'an'ın bazı sûrelerinin başlarında bulunan الم .. المر .. كهيعص ve sairenin mukâttâ olan gâyr-ı mükerrer ondört harflerinin arasına bazı çizgiler çekerek, bir insanın yüzüne benzetildiği; o ise, bu habis herife göre, bu şekil, -hâşâ- Allah'ın vechi olduğunu., ve bu yüz, aynı zamanda kendisinin yüzüne de benzediğini, dolayısıyla (hâşâ ve kellâ) Allah'ın kendisinde hulul ile tecelli ettiğini ve saire gibi herzeler kusmuştur.
Bu küfrî mezhebi benimseyen Hasan Sabbah ismindeki şahıs ise, bunu daha ileri götürerek, çok küfrî akideler ortaya atmıştır Hasar Sabbah, ilk önce Mısır'a gidip Fatimîlerle görüştükten sonra, memleketi olan Horasan'da "Ri"ye dönmüş ve burada kendi adına hükümet kurmuş ve saire... Ölümü Hicrî 518'dir.
Fadlullah-il Hurûfî'nin mezhebini yaymak üzere, Horasan'dan kalkıp, Anadolu'ya gelen onun talebelerinden Aliyy-ül A'lâ ismindeki şahıs da, bir Bektaşî tekyesine girip yerleşmiş ve burada Hurûficilik mezhebini yaymaya başlamıştır.
Bu arada, bazı rivayetlere göre meşhur "Nesimî" dahi, yanlışlıkla bu bâtıl mezhebi kısmen hak zannetmiş ve kabul etmiş ve yayılmasını sağlamıştır. O da, nihayet bazı rivayetlerle, şeriatın kılıncıyla, amma bazı zâlim hâkimlerin çok gadirli işkence ve azaplarına maruz kaldığı halde, sonuna kadar sabır ve sebat etmiş ve nihayet öldürülmüştür.
İşte çok kısaca olarak Hurûfîciliğin mahiyeti budur. Daha geniş bilgi isteyenler, Kitab-ul Milel Ven-Nihal/Şehristanî 2/31.. ve Keşf-üz Zünûn 1/578.. ve Kamus-ul A'lâm Şemseddin Sami 5/3414.. ve İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Yayınlan 1/5-535 ve 598'lere bakabilirler.
Hurûfîcilikle bazı yazı ve hatt san'atında şekiller yapmanın bazılarına göre Ca'fer-i Sâdık'a dayandığı iddiasını Şeyh Muhyiddin-i Arabi şiddetle reddediyor. "Kitab-ul Mim Vel-Vav vel Nun" Risalesinde kat'iyetle hükmetmiş, demiş ki: "Hatlarla bir takım şekiller yapmanın Ca'fer-i Sâdık'a isnad ve hamledilmesi kat'iyetle yalandır. Çünki İmam-ı Ca'fer-i Sadık öyle bir şey yapmamış ve yaptırmamıştır." (Mezkûr kitap sh: 6)
Hurûfîcilik hakkında Üstad Bediüzzaman Hazretleri de; Denizli ve Afyon mahkemeleri hâdisesinde bir kısım ehl-i vukuf hocaları hatalı ve bilgisizcesine, Ebced ve Cifır ilmini Hurûfîcilikle iltibas ederek raporlarında Risale-i Nur'daki gaybî istihraclara ilişmelerine karşı şöyle demiştir:
"İlm-i huruf namıyla, eski zamanda cereyan eden ve nâ-ehil bir kısım şarlatanlar dahi onu su'-i isti'mal edip, hafi ilim sırasında gizlenen ve Batıniyyûn taifesinde ehemmiyet verilen Hurûfîcilik ise; hesab-ı Ebced ve tevafukla Risale-i Nur'un beyanatı ki, gayet zahir ve gözle görünür gibi tarzının, sabık Hurûfîcilik ile hiç münasebeti olmadığı halde; bunu da, «. Ehl-i Sünnetçe makbul olmayan Hurûfîcilik deyip sehven bir tezattır, demişler." (Şualar) Görüldüğü üzere, adları sanları, resmî mevkileri ve unvanları şatafatlı olan bu hocalarımızın ne kadar zahir hata ettiklerini., ve bir fıkıh kitabından Redd-ül Muhtar ve Şârihi'nin şer'î ve fıkhî ve umumî bir hükmüne dayanarak nasıl sehiv girdabına düştüklerini izah etmeye gerek yoktur. Hazret-i Üstad Bediüzzaman, hiçbir vakit müçtehidler tarafından tedvin edilmiş olan şer'î hükümler hâricinde, yeni bir içtihadla yeni hükümler çıkarmaya teşebbüs etmediği gibi, böyle cifrî ve ebcedî hesaplarla da çıkarmış olduğu müjdeli işaretler ve teşvik edici remiz ve imalara, hiçbir zaman bu bir hükümdür, bir kaidedir dememiştir, demez ve demesi de mümkün değildir. Fakat gel görelim ki; bizim en yüksek resmî makamlarda bulunan hocalarımız, bu sehivli ve hatalı karara varmaları elbette esef vericidir.
Yine aynı ehl-i vukufun Cifir ve Ebced ilmine, hakikat noktasında çok basit ve mânâsız bir itirazlarına karşı Üstad'in cevabı şöyle olmuştur:
Bu mes'elede de görüldüğü vecihle, ehl-i vukuf hocaları çok basit bir düşünceyle mes'eleye baktıkları görülmektedir. Hem Cifır ve Ebcedle, ne Hazret-i Üstad, ne de ondan önceki evliyalar hiçbir zaman hüküm çıkarmışlar diye bir şey yoktur. Ancak gaybî bazı istihraçlar ve müjdeli ve teşvikli haller ve ince bazı sırlar çıkarmışlardır.
Yine aynı mevzu çerçevesinde olarak, Afyon savcısının da ehl-i vukufun mezkûr raporlarına dayanarak; iddianamesinde iftiralı ve buhtanlı ve gayet cahilane olan isnadına karşı Hazret-i Üstad şöyle demiştir:
Az üst tarafta, Hurûfîciliğin yayılmasına çalıştığı söylenen "Nesimî"nin ismi geçmesi dolayısıyla Hazret-i Üstad'in da, onun ismini zikretmeden, sadece sehven bâtıl bir mezhebi hak zannettiğini, bu yüzden kendisine çok işkenceler yapıldığını ve fakat sabır gösterip azim ve sebat ettiğini şöyle yazmaktadır:
Dipnotlar
[1] Bu idam, bir Şiî olan Timurlenk tarafından Hi.804 yılında emredilmiş olması, daha çok ibretle düşündürücüdür. (Bak:Keşf-üz Zünun 1/587)
Usûl ilminin مَا كُلٌّ مَا يَتَلَئلاُ يَحْرُقُ Yani: "Her ışık veren ve parlayan şey ateş değil, yakmaz" kaziyesi gibi; Cifir ve Ebcedi, hurûficiliğe benzetme içinde evhama kapılmak, elbette ki cehaletten olabilir. Nasıl ki Kur'an-ı Kerim'de Yahudilerin اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِبَوا Yani: "Alış-veriş dahi faizcilik gibidir" diye bir benzetmeye kalkıştıklarında, Cenab-ı Hak: وَ اَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَ حَرَّمَ الرِبَوا ferman buyurmuştur. Yani: "Alış-veriş ile faizciliğin sûreten birbirine benzerlikleri olsa da; Allah alış-verişi helâl, faizciliği de haram kılmıştır."
İşte, Cifir ve Ebced ilmi dahi uzaktan bakıldığı, kat'î tahkiki yapılmadığı zaman sûreten Hurûficilik ile bir benzerlikleri görülebilir. Amma yakından bakıldığı, tahkik edildiği zaman, araları cennet ve cehennem kadar uzak olduğu görülecektir. Zira Hurûficilik, şirki ve ilhadı ve hulul ve ittihadı tazammun ettiği ve bunun müessisi olan Fadlullah el-Hurufî adındaki şahlîs ilhâd ve Küfür ile damgalanıp, İslâm şeriatıylâ katl ve idam (1) edildiği halde, Ebced ve Cifir ilminin üstadı ve banisi ise, Hazret-i İmam-ı Ali (R.A) ve birde evlâdından olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tır ki, kitaplarında Cifir ve Ebced ilminden bahseden hiçbir İslam alimi onu kötülememiş, menetmemiştir. Bilakis İslam alimlerinin bir çoğu Cifir ve Ebced ilmini sena ile i'lâ ile hürmet ile yâdetmişlerdir. İleride ispatlı delilleri gelecektir.
Bu münasebetle; Hurûfîciliğin ne olduğu, nasıl başladığı, kimin başlattığı ve kimlerin yaymasına çalıştığı hakkında kısaca malumat vermek istiyoruz.
Bu arada bunu da hemen kaydetmeliyiz ki; sûreten Hurufîciliğe bir derece benzeyen hatt ve yazı san'atı, mahir hattat ve san'atkârlarının kelime ve harflerle yaptığı bazı şekiller dahi hurûfîcilikle asla alâkası yoktur. Meselâ bazıları âyet veya bir hadîsin bir metnini yazarken ibrik şekillerini, ördek veya leylek timsallerini san'at bakımından çıkarmışlardır. Bu ise, hiçbir zaman hurûficilik değildir. Belki hatt ve yazının ziyade gelişimiyle san'ata akseden tarafıdır.
Bu mevzu'da hatt san'atının nasıl gelişim gösterdiğini, insan şekillerinde ve ibrik şekillerinde ve hakeza bir çok şekillerde numunelerini görmek isteyenleri; "Türklerde yazı san'atı/ismail Baltacıoğlu, 1959 baskısı sh: 91"e havale ederiz.
Evet, Hurûficilik; Râfızîlelerin en berbat mefkûrelisi olan İsmailiye mezhebinin Bâtıniye kolundan Fadlullah el-Hurûfî adındaki şahsın "Cavidan-ı Kebir" adlı eserini yazmakla başlamıştır. Bu şahıs, katl olunduktan sonra, kitabının nüshaları Hurûfîciler arasında intişar etti. Bu kitapta Kur'an'ın bazı sûrelerinin başlarında bulunan الم .. المر .. كهيعص ve sairenin mukâttâ olan gâyr-ı mükerrer ondört harflerinin arasına bazı çizgiler çekerek, bir insanın yüzüne benzetildiği; o ise, bu habis herife göre, bu şekil, -hâşâ- Allah'ın vechi olduğunu., ve bu yüz, aynı zamanda kendisinin yüzüne de benzediğini, dolayısıyla (hâşâ ve kellâ) Allah'ın kendisinde hulul ile tecelli ettiğini ve saire gibi herzeler kusmuştur.
Bu küfrî mezhebi benimseyen Hasan Sabbah ismindeki şahıs ise, bunu daha ileri götürerek, çok küfrî akideler ortaya atmıştır Hasar Sabbah, ilk önce Mısır'a gidip Fatimîlerle görüştükten sonra, memleketi olan Horasan'da "Ri"ye dönmüş ve burada kendi adına hükümet kurmuş ve saire... Ölümü Hicrî 518'dir.
Fadlullah-il Hurûfî'nin mezhebini yaymak üzere, Horasan'dan kalkıp, Anadolu'ya gelen onun talebelerinden Aliyy-ül A'lâ ismindeki şahıs da, bir Bektaşî tekyesine girip yerleşmiş ve burada Hurûficilik mezhebini yaymaya başlamıştır.
Bu arada, bazı rivayetlere göre meşhur "Nesimî" dahi, yanlışlıkla bu bâtıl mezhebi kısmen hak zannetmiş ve kabul etmiş ve yayılmasını sağlamıştır. O da, nihayet bazı rivayetlerle, şeriatın kılıncıyla, amma bazı zâlim hâkimlerin çok gadirli işkence ve azaplarına maruz kaldığı halde, sonuna kadar sabır ve sebat etmiş ve nihayet öldürülmüştür.
İşte çok kısaca olarak Hurûfîciliğin mahiyeti budur. Daha geniş bilgi isteyenler, Kitab-ul Milel Ven-Nihal/Şehristanî 2/31.. ve Keşf-üz Zünûn 1/578.. ve Kamus-ul A'lâm Şemseddin Sami 5/3414.. ve İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Yayınlan 1/5-535 ve 598'lere bakabilirler.
Hurûfîcilikle bazı yazı ve hatt san'atında şekiller yapmanın bazılarına göre Ca'fer-i Sâdık'a dayandığı iddiasını Şeyh Muhyiddin-i Arabi şiddetle reddediyor. "Kitab-ul Mim Vel-Vav vel Nun" Risalesinde kat'iyetle hükmetmiş, demiş ki: "Hatlarla bir takım şekiller yapmanın Ca'fer-i Sâdık'a isnad ve hamledilmesi kat'iyetle yalandır. Çünki İmam-ı Ca'fer-i Sadık öyle bir şey yapmamış ve yaptırmamıştır." (Mezkûr kitap sh: 6)
Hurûfîcilik hakkında Üstad Bediüzzaman Hazretleri de; Denizli ve Afyon mahkemeleri hâdisesinde bir kısım ehl-i vukuf hocaları hatalı ve bilgisizcesine, Ebced ve Cifır ilmini Hurûfîcilikle iltibas ederek raporlarında Risale-i Nur'daki gaybî istihraclara ilişmelerine karşı şöyle demiştir:
"İlm-i huruf namıyla, eski zamanda cereyan eden ve nâ-ehil bir kısım şarlatanlar dahi onu su'-i isti'mal edip, hafi ilim sırasında gizlenen ve Batıniyyûn taifesinde ehemmiyet verilen Hurûfîcilik ise; hesab-ı Ebced ve tevafukla Risale-i Nur'un beyanatı ki, gayet zahir ve gözle görünür gibi tarzının, sabık Hurûfîcilik ile hiç münasebeti olmadığı halde; bunu da, «. Ehl-i Sünnetçe makbul olmayan Hurûfîcilik deyip sehven bir tezattır, demişler." (Şualar) Görüldüğü üzere, adları sanları, resmî mevkileri ve unvanları şatafatlı olan bu hocalarımızın ne kadar zahir hata ettiklerini., ve bir fıkıh kitabından Redd-ül Muhtar ve Şârihi'nin şer'î ve fıkhî ve umumî bir hükmüne dayanarak nasıl sehiv girdabına düştüklerini izah etmeye gerek yoktur. Hazret-i Üstad Bediüzzaman, hiçbir vakit müçtehidler tarafından tedvin edilmiş olan şer'î hükümler hâricinde, yeni bir içtihadla yeni hükümler çıkarmaya teşebbüs etmediği gibi, böyle cifrî ve ebcedî hesaplarla da çıkarmış olduğu müjdeli işaretler ve teşvik edici remiz ve imalara, hiçbir zaman bu bir hükümdür, bir kaidedir dememiştir, demez ve demesi de mümkün değildir. Fakat gel görelim ki; bizim en yüksek resmî makamlarda bulunan hocalarımız, bu sehivli ve hatalı karara varmaları elbette esef vericidir.
Yine aynı ehl-i vukufun Cifir ve Ebced ilmine, hakikat noktasında çok basit ve mânâsız bir itirazlarına karşı Üstad'in cevabı şöyle olmuştur:
Bu mes'elede de görüldüğü vecihle, ehl-i vukuf hocaları çok basit bir düşünceyle mes'eleye baktıkları görülmektedir. Hem Cifır ve Ebcedle, ne Hazret-i Üstad, ne de ondan önceki evliyalar hiçbir zaman hüküm çıkarmışlar diye bir şey yoktur. Ancak gaybî bazı istihraçlar ve müjdeli ve teşvikli haller ve ince bazı sırlar çıkarmışlardır.
Yine aynı mevzu çerçevesinde olarak, Afyon savcısının da ehl-i vukufun mezkûr raporlarına dayanarak; iddianamesinde iftiralı ve buhtanlı ve gayet cahilane olan isnadına karşı Hazret-i Üstad şöyle demiştir:
Az üst tarafta, Hurûfîciliğin yayılmasına çalıştığı söylenen "Nesimî"nin ismi geçmesi dolayısıyla Hazret-i Üstad'in da, onun ismini zikretmeden, sadece sehven bâtıl bir mezhebi hak zannettiğini, bu yüzden kendisine çok işkenceler yapıldığını ve fakat sabır gösterip azim ve sebat ettiğini şöyle yazmaktadır:
Dipnotlar
[1] Bu idam, bir Şiî olan Timurlenk tarafından Hi.804 yılında emredilmiş olması, daha çok ibretle düşündürücüdür. (Bak:Keşf-üz Zünun 1/587)