Hûd -aleyhisselâm-, Sâm’ın torunlarındandır. Âd kavmine Peygamber olarak gönderilmiştir.
HUD NE DEMEK?
Hûd; “hevâdet” kökünden olup yumuşaklık, sâkinlik, sulh ve sükûnete vesîle olması ümid edilen mâ*nâsına gelir. Hûd’un -aleyhisselâm- diğer ismi Âbir, lakabı ise Nebiyyullâh’tır.
Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-, Ahkâf diyârında doğup yetişti. Âd kavmi içinde soyu şerefli bir kişiydi. Peygamberlikten önce ticâretle uğraşırdı. Orta boylu, esmer tenli, gür saçlı, güzel yüzlü idi. Âdem’e -aleyhisselâm- benzerdi. Zâhid, müttakî ve ibâdete düşkün idi. Cömert ve şefkatli idi; yoksullara bol bol sadaka verirdi.
Helâk oluşları bütün in*sanlığa ibret olan Âd kavminin yaşadığı Ahkâf diyârı, Yemen, Aden ve Ummân arasın*dadır. Âd kavmi Arabu’l-âribe denilen, Arabistan yarımadasına ilk yerleşen kavimlerdendir. Verimli toprakları olan bu kavim; otu, suyu, ve çeşitli nîmetleri bol, bağlık-bahçe*lik bir yerdi. Yerin üzerinde gürül gürül akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları; yer altında da, muhtelif su depoları ve köşkleri vardı. Hattâ Ahkâf mıntıkası, “İrem” adıyla tanınmıştır. Meşhûr “İrem Bağları” tâ*biri oradan gelmektedir.
Bu kavmin insanları güçlü-kuvvetli, cüsseli, uzun boylu ve uzun ömürlü idi. Âd kavmi, kayaları yontarak evler yapar, gösterişli binâlar inşâ ederlerdi. Bunların içinde bağlar-bahçeler ve güzel havuzlar bulunurdu. Her yer göz kamaştı*rıcı güzelliklerle doluydu.
NÛH TÛFÂNI’NDAN SONRA İLK PUTPEREST KAVİM
Âd kavmi, Nûh Tûfânı’ndan sonra putperestliğe dönen ilk kavimdir. Bu kavim, zamanla dünyâ nîmetlerine gark olmaları sebebiyle Allâh’tan gâfil kaldılar, fitne ve fesâd ile dinlerinden uzaklaştılar. Nûh Tûfânı’nın dehşet ve hikmetini düşünmeyip iyice dünyâya daldılar. Gelen nîmetlerin çokluğuna bakarak aldandılar. Kibre kapıldılar, böbürlendiler. Allâh Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurur:
“Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: «Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. Onlar, kendilerini yaratan Allâh’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar, bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.” (Fussilet, 15)
Onlar, ilâhî istikâmetten o kadar ayrıldılar ki, Samed, Samûd, Sadâ ve Hebâ adlı putlar edindiler ve onlara tapmağa başladılar. Zâlim ve gaddar oldular. Güçsüzleri, kimsesizleri eziyorlardı. Zavallı kimseleri, yüksek binâların üstüne çıkartır, oradan aşağıya atarlardı. Sonra onun parçalanmış manzarasını seyrederler ve bundan zevk alırlardı. Yâni kalbleri, bu kadar katılaşmıştı. Zulüm, akıl almaz derecede artmıştı. Zayıf kabîlelere baskınlar yapıp mallarını yağmalarlardı. Lüks ve gösterişte de çok aşırı gitmiş*lerdi. Nûh Tûfânı’ndan sonra ilk helâk edilen kavim, Hûd -aleyhisselâm-’ın bu Âd kavmi oldu.
Ancak Hazret-i Hûd’un (a.s.), bu kavimle yalnız soy itibâriyle alâ*kası vardı. Yaşayış tarzı olarak ise, onlarla hiçbir alâkası yoktu. O, temiz ve soylu bir âilenin oğlu idi.
ÂD KAVMİNİN HÛD ALEYHİSSELÂM’A İSYAN ETMESİ
Âd kavminin azgınlık ve isyanda çok aşırı gitmeleri ve taşkınlıklarını gün geç*tikçe artırmaları üzerine Cenâb-ı Hak, Hazret-i Hûd’a (a.s.) şöyle vahyetti:
“Ey Hûd! Kavmin arasından seni seçtim. Onlara git; kendilerinden korkma! Ben onlara senin için mûcizeler göstereceğim…”
Hûd (a.s.), vahiyden sonra kavminin toplandığı yere gitti. Melikleri Halcân, altından bir taht üzerine oturmuş idi. Hazret-i Hûd (a.s.), gür sesi ile söze başladı:
“–Ey kavmim! İbâdet edilecek yalnız Allâh’tır. O’na şirk koşmayın! Düşünün ki Nûh kavmi, bu yüzden helâk oldu!”
Âyet-i kerîmede, Hûd’un (a.s.) bu tebliği şöyle bildirilmektedir:
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلاَ تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin! Sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın! Günah işleyerek (Allâh’tan) yüz çevirmeyin!” (Hûd, 52)
Halcân sinirlendi:
“–Ey Hûd! Yazıklar olsun! Biz bu kadar güçlü ve kalabalık kimseler olduğu*muz hâlde, sen bize gâlip geleceğini mi zannediyorsun? Bilmez misin ki sen, sadece bir kişisin! Hem bilmez misin ki, bizim hergün bin tane çocuğumuz dünyâya ge*lir!” dedi.
Velhâsıl Halcân ve Âd kavmi, evlâd ve mala mağrûr olarak Hûd’u (a.s.) küçük gördüler ve îmân etmediler. Bu hâdise, âyet-i kerîmelerde şöyle zikredilir:
Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz!» (Hûd «Ey kavmim! dedi: Ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim!»” (el-A’râf, 65-67)
Kavminin Hz. Hûd’a (a.s.) olan îtiraz ve inkârları Hûd Sûresi’nde şöyle bildirilir:
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ. إِنْ نَقُولُ إِلاَّ اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوَءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
“Dediler ki: «Ey Hûd! Sen bize açık bir mûcize getirmedin; biz, senin sö*zünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana îmân edecek de değiliz! Biz, “Tanrılarımızdan biri seni fenâ çarpmış!” demekten başka bir söz söy*lemeyiz!»” (Hûd, 53-54)
HUD NE DEMEK?
Hûd; “hevâdet” kökünden olup yumuşaklık, sâkinlik, sulh ve sükûnete vesîle olması ümid edilen mâ*nâsına gelir. Hûd’un -aleyhisselâm- diğer ismi Âbir, lakabı ise Nebiyyullâh’tır.
Hazret-i Hûd -aleyhisselâm-, Ahkâf diyârında doğup yetişti. Âd kavmi içinde soyu şerefli bir kişiydi. Peygamberlikten önce ticâretle uğraşırdı. Orta boylu, esmer tenli, gür saçlı, güzel yüzlü idi. Âdem’e -aleyhisselâm- benzerdi. Zâhid, müttakî ve ibâdete düşkün idi. Cömert ve şefkatli idi; yoksullara bol bol sadaka verirdi.
NOT
Kur’ân-ı Kerîm’de A’râf, Hûd, Mü’minûn, Şuarâ, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka ve Fecr sûrelerinde, Âd kavminden bahsedilmektedir. Âd kavmi, yirmi üç kabîleden meydana gelen bir Arap kavmidir. Kavme ismi verilmiş bulunan Âd, Hazret-i Nûh’un torunlarındandır. Zamanları, tahmînen Hazret-i Nûh’tan sekizyüz sene sonradır.
Helâk oluşları bütün in*sanlığa ibret olan Âd kavminin yaşadığı Ahkâf diyârı, Yemen, Aden ve Ummân arasın*dadır. Âd kavmi Arabu’l-âribe denilen, Arabistan yarımadasına ilk yerleşen kavimlerdendir. Verimli toprakları olan bu kavim; otu, suyu, ve çeşitli nîmetleri bol, bağlık-bahçe*lik bir yerdi. Yerin üzerinde gürül gürül akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları; yer altında da, muhtelif su depoları ve köşkleri vardı. Hattâ Ahkâf mıntıkası, “İrem” adıyla tanınmıştır. Meşhûr “İrem Bağları” tâ*biri oradan gelmektedir.
Bu kavmin insanları güçlü-kuvvetli, cüsseli, uzun boylu ve uzun ömürlü idi. Âd kavmi, kayaları yontarak evler yapar, gösterişli binâlar inşâ ederlerdi. Bunların içinde bağlar-bahçeler ve güzel havuzlar bulunurdu. Her yer göz kamaştı*rıcı güzelliklerle doluydu.
NÛH TÛFÂNI’NDAN SONRA İLK PUTPEREST KAVİM
Âd kavmi, Nûh Tûfânı’ndan sonra putperestliğe dönen ilk kavimdir. Bu kavim, zamanla dünyâ nîmetlerine gark olmaları sebebiyle Allâh’tan gâfil kaldılar, fitne ve fesâd ile dinlerinden uzaklaştılar. Nûh Tûfânı’nın dehşet ve hikmetini düşünmeyip iyice dünyâya daldılar. Gelen nîmetlerin çokluğuna bakarak aldandılar. Kibre kapıldılar, böbürlendiler. Allâh Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurur:
“Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: «Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. Onlar, kendilerini yaratan Allâh’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar, bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.” (Fussilet, 15)
Onlar, ilâhî istikâmetten o kadar ayrıldılar ki, Samed, Samûd, Sadâ ve Hebâ adlı putlar edindiler ve onlara tapmağa başladılar. Zâlim ve gaddar oldular. Güçsüzleri, kimsesizleri eziyorlardı. Zavallı kimseleri, yüksek binâların üstüne çıkartır, oradan aşağıya atarlardı. Sonra onun parçalanmış manzarasını seyrederler ve bundan zevk alırlardı. Yâni kalbleri, bu kadar katılaşmıştı. Zulüm, akıl almaz derecede artmıştı. Zayıf kabîlelere baskınlar yapıp mallarını yağmalarlardı. Lüks ve gösterişte de çok aşırı gitmiş*lerdi. Nûh Tûfânı’ndan sonra ilk helâk edilen kavim, Hûd -aleyhisselâm-’ın bu Âd kavmi oldu.
Ancak Hazret-i Hûd’un (a.s.), bu kavimle yalnız soy itibâriyle alâ*kası vardı. Yaşayış tarzı olarak ise, onlarla hiçbir alâkası yoktu. O, temiz ve soylu bir âilenin oğlu idi.
ÂD KAVMİNİN HÛD ALEYHİSSELÂM’A İSYAN ETMESİ
Âd kavminin azgınlık ve isyanda çok aşırı gitmeleri ve taşkınlıklarını gün geç*tikçe artırmaları üzerine Cenâb-ı Hak, Hazret-i Hûd’a (a.s.) şöyle vahyetti:
“Ey Hûd! Kavmin arasından seni seçtim. Onlara git; kendilerinden korkma! Ben onlara senin için mûcizeler göstereceğim…”
Hûd (a.s.), vahiyden sonra kavminin toplandığı yere gitti. Melikleri Halcân, altından bir taht üzerine oturmuş idi. Hazret-i Hûd (a.s.), gür sesi ile söze başladı:
“–Ey kavmim! İbâdet edilecek yalnız Allâh’tır. O’na şirk koşmayın! Düşünün ki Nûh kavmi, bu yüzden helâk oldu!”
Âyet-i kerîmede, Hûd’un (a.s.) bu tebliği şöyle bildirilmektedir:
AYET-İ KERiME
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلاَ تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin! Sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın! Günah işleyerek (Allâh’tan) yüz çevirmeyin!” (Hûd, 52)
Halcân sinirlendi:
“–Ey Hûd! Yazıklar olsun! Biz bu kadar güçlü ve kalabalık kimseler olduğu*muz hâlde, sen bize gâlip geleceğini mi zannediyorsun? Bilmez misin ki sen, sadece bir kişisin! Hem bilmez misin ki, bizim hergün bin tane çocuğumuz dünyâya ge*lir!” dedi.
Velhâsıl Halcân ve Âd kavmi, evlâd ve mala mağrûr olarak Hûd’u (a.s.) küçük gördüler ve îmân etmediler. Bu hâdise, âyet-i kerîmelerde şöyle zikredilir:
AYET-İ KERiME
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُوداً قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ أَفَلاَ تَتَّقُونَ. قَالَ الْمََلأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ إِنَّا لَنَرَاكَ فِي سَفَاهَةٍ وِإِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبِينَ. قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي سَفَاهَةٌ وَلَكِنِّي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısı*nız?»
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısı*nız?»
Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz!» (Hûd «Ey kavmim! dedi: Ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim!»” (el-A’râf, 65-67)
Kavminin Hz. Hûd’a (a.s.) olan îtiraz ve inkârları Hûd Sûresi’nde şöyle bildirilir:
AYET-İ KERiME
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ. إِنْ نَقُولُ إِلاَّ اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوَءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
“Dediler ki: «Ey Hûd! Sen bize açık bir mûcize getirmedin; biz, senin sö*zünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana îmân edecek de değiliz! Biz, “Tanrılarımızdan biri seni fenâ çarpmış!” demekten başka bir söz söy*lemeyiz!»” (Hûd, 53-54)