Hz. MERYEM’İN SUSMA ORUCUNUN RUHA VERDİĞİ SERİNLİĞİ BİZLERİN DE HİSSEDEBİLMESİ DUASIYLA...
Meryem Suresini okuyoruz. En çok sevdiğim sure olan Kehf Suresinden sonraki sure Meryem Suresi. Kendisini Allah’a adayan gençlerin mağaraya girip uyutulmalarıyla Allah tarafından korunduklarını ve her birimizin bu zamanda bir mağarasının olması gerektiğini ve ona sığındığımızda da Allah tarafından korunacağımızın müjdesini veren bir sure. Sure; bittiğinde, “beni koruyacak olan Allah’tır, O isterse birisini, bir şeyleri kapımda Kıtmir bile yapabilir ” emniyetini hissettiriyor. Fısıldıyor kalplere; “Sen yeter ki Ashabı Kehf ol ; güneşi onlara tam göndermeyen Rab; senin içinde kainatın düzenini değiştirebilir”….
Sure, farklı kıssaları da anlatarak nihayete eriyor ve sonrasında Meryem Suresi bize tekrar ‘bismillah’ dedirtiyor. Allah’ın yeni bir sure ile ruhlarımıza, kalplerimize, tüm azalarımıza vereceği serinlik için yeniden bismillah..
Hz. Zekeriyya’nın duasındaki edebi öğretiyor bize önce; bunun bütün isimlerin kendisinden çıktığına inanılan Rahman isminin bir tecellisi olduğunu zikrederek. O, Yahya’nın geleceğine bir işaret istediğinde de; işaretinin; üç gün üç gece insanlarla konuşmamak olduğunu öğreniyor. Ve mabedden çıkan Zekeriyya (as), işaret diliyle, kavmine, “Sabah-akşam Rabbinizin sınırsız kudret ve yüceliğini anın” diyor. Ve kendiside, üç gün itikafla ibadete çekiliyor. Oğul Yahya doğuyor ve büyüyor.
Dili tutulup sadece işaret diliyle konuşulmasına izin verilen Zekeriyya (as), sabah-akşam Rabbini anıp tesbih etmek hususunda, bu duasında yakınlarından da destek istiyor. Derdini sadece ona en yakın olana anlattıktan sonra, kime dua ettiğini fark ettikten sonra, gayr ile konuşmanın ehemmiyetsizliğini öğretiyor bize … Diğer insanlarla o anki ilişki çeşidinin; onlara da yana yakına derdini anlatmak olmadığını; onlardan istenebilecek tek şeyin, kendisi için duacı olmaları olduğunu öğretiyor bize. Ve hepimiz O’nun lütfunun ve ihsanının, kulu Zekeriyya (as)’ı taşıdığı makama şahit oluyoruz.
Bu surede anlatılan pek çok kıssadan bir tanesi de; Meryem (as)’ın kıssası…Kendisine insan şeklinde görünen Cebrail’in, Rabbinin hediye olarak ona bir evlat bağışladığını haber vermesi üzerine şaşırıp; kendisinin iffetsiz olmadığını, bir beşerinde kendisine dokunmadığını söyledikten sonra; verilen “Bu böyle olacaktır, çünkü Rabbin buyurdu ki; “Babasız çocuk vermek bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Bu, kesinleşmiş bir hükümdür”. (Meryem Suresi 21) hükme teslim olan Meryem, hamileyken insanlardan uzak bir yere çekiliyor….
Safiye (temizlik) makamında olan ve sıfatının Azra ( tertemiz) olarak bilindiği Hz. Meryem’in; babasız bir çocuk dünyaya getirmekle sınanmış olması; bizlerinde hiçbir dahlimizin olduğunu düşünmediğimiz olaylarla karşılaşıp imtihan edildiğimizde, ya da başımıza hiç beklenmedik olaylar geldiğinde can simidi gibi sarılmamız ve tefekkür etmemiz gereken ayetler olarak ruhlarımıza şifa oluyor. Bize söylediği pek çok şeyin yanında şunu da söylüyor ki; bir insanın vahiyle çok iştigal etmesi; onun bu dünyada acı çekmeyeceği, beklemediği imtihanlarla karşılaşmayacağı anlamına gelmiyor. Ve şu manayı da içeriyor ki; bize gelen acılar, sıkıntılar, belalar sadece bizler “günahkâr” olduğumuzdan ya da bir günah, suç işlediğimizden dolayı gelmiyor. Tertemiz olan Hz. Meryem kıssasının verdiği bu müjde, inşallah bize, sınandığımızı derinlerimize kadar hissettiğimiz o zorlu anlarımızda rahmet vesilesi olur.
Çocuğu doğan Hz. Meryem, kavmine döndüğünde; onların “Ey Meryem; sen gerçekten tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi, Senin baban kötü bir adam değildi; ne de annen iffetsiz bir kadındı. Bunun üzerine Meryem çocuğa işaret etti. ‘Daha beşikteki bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz ki’ diye çıkıştılar”. (Meryem Suresi 27-30) tepkisiyle karşılaştı.
Kavmine gitmeden önce; susma orucuyla desteklenen Hz. Meryem’e; o zorlu zamanda, kendisini kınayacak olanlara cevap vermemesi, sadece çocuğa işaret etmesi söylendi. Ve mucize gerçekleşti, beşikteki İsa onlarla konuştu. Hz. Meryem teslimiyetinin mükâfatlarından birine daha, bu dünyadayken şahit oldu.
İnsan zorlukla karşılaştığında, bir haksızlığa karşı gelmek istediğinde zanneder ki ne kadar çok konuşursam, karşımdakini o kadar rahat ikna edebilirim veyahut -niyeti halis değilse- alt edebilirim. Hatta öyle sanır ki –belki de şeytanın sağdan yaklaşmasıdır bu, tam bilemiyorum- haklı olduğundan emin olduğunda konuştuğunda; adalet aradığında Allah tarafından da desteklenir. Adl ismi Allah’ın isimlerindendir evet, ama o olayın hararetiyle, haklılığını ispat etme gayretiyle burada gözden şu kaçırılır çoğu zaman, Allah Adl ismini rahmetinden, şefkatinden, hikmetinden, güzelliğinden ayrı tecelli ettirmez. Lakin biz kullar hakkımızı arayalım derken, kırıp geçiririz ortalığı ve hatta adetullaha yaslanıp, destek almadığımız için de, çoğu zaman haklıyken haksız duruma düşeriz. Sonra da başlarız kendimizi yakıp kavuran sorgulamalara; “Bu niye böyle oldu, ama yapılanlar yanlış değil miydi” vs…
Hz. Meryem’in başına gelen durum Allah’ın dilemesiyle, onda bir nimetini tecelli ettirmek istemesiyle olmuştu. Etrafındakiler tarafından başta “kötü gözle” bakılmış olup, “iftiralar atılması” Hz. Meryem’i üzmüştü, fakat kendisinin temizliğini; kendisinin anlatması, saatlerce dil dökmesi, bu durumunun Allah’ın bir müjdesi olduğunu anlatması ondan istenmemişti. Ondan sadece susması istenmişti. Allah’a teslim olup susması; onun yerine cevabı Allah’ın vereceğine emin olması istenmişti.
Ve Hz. Meryem sustu. Konuşmadı. Rabbi için, haklılığını diller döküp anlatmaktan vazgeçti. Rabbini dinledi ve hiç sesini çıkarmadı. Dilinden tek söz dökülmedi. Hakkından Allah için vazgeçince bebek İsa’yı konuşturdu Rabbi ve masumluğunu ispat etmek için, kendisi sayfalarca konuşsa, belki etkili olmayacak olan o konuşmayı, sığındığı Rabbi beşikteki İsa’ya yaptırdı.
Biz de hangi imtihan içinde olursak olalım, o imtihanla düzelecek yönlerimiz vardır. Düzelirsek, imtihan vazifesini yaptığı için bizi terk edecek. O halde, bazı yaşadığımız olaylarda var ki sadece bizim susmamız kafi gelecek. Evet, belki susmamız o olayı çözmeyecek ama hem kendi içimizde konuşmalarımızla, hem etrafımızdakilere sayısız defa anlatmamızla gelecek olan olumsuz etkileri, sıkıntıları, daralmaları önleyecek. Olaylar bizim boyumuzu aştığında, hatta-Allah korusun fitne olduğunda- işte bu anlarda susmak, hakkını aramaya çalışıp konuşmaktan daha hayırlı olabilir. Pasif bir susmak değil bu elbette, Rabbimize sığınıp, O’ndan duacı olarak susmak. Rabbimizden bizim yerimize konuşacak İsalar göndermesini istemek. O’nun için vazgeçebilmek ve o vazgeçişle birlikte gelenlere razı olabilmek.
ZEHRA SARI...
Meryem Suresini okuyoruz. En çok sevdiğim sure olan Kehf Suresinden sonraki sure Meryem Suresi. Kendisini Allah’a adayan gençlerin mağaraya girip uyutulmalarıyla Allah tarafından korunduklarını ve her birimizin bu zamanda bir mağarasının olması gerektiğini ve ona sığındığımızda da Allah tarafından korunacağımızın müjdesini veren bir sure. Sure; bittiğinde, “beni koruyacak olan Allah’tır, O isterse birisini, bir şeyleri kapımda Kıtmir bile yapabilir ” emniyetini hissettiriyor. Fısıldıyor kalplere; “Sen yeter ki Ashabı Kehf ol ; güneşi onlara tam göndermeyen Rab; senin içinde kainatın düzenini değiştirebilir”….
Sure, farklı kıssaları da anlatarak nihayete eriyor ve sonrasında Meryem Suresi bize tekrar ‘bismillah’ dedirtiyor. Allah’ın yeni bir sure ile ruhlarımıza, kalplerimize, tüm azalarımıza vereceği serinlik için yeniden bismillah..
Hz. Zekeriyya’nın duasındaki edebi öğretiyor bize önce; bunun bütün isimlerin kendisinden çıktığına inanılan Rahman isminin bir tecellisi olduğunu zikrederek. O, Yahya’nın geleceğine bir işaret istediğinde de; işaretinin; üç gün üç gece insanlarla konuşmamak olduğunu öğreniyor. Ve mabedden çıkan Zekeriyya (as), işaret diliyle, kavmine, “Sabah-akşam Rabbinizin sınırsız kudret ve yüceliğini anın” diyor. Ve kendiside, üç gün itikafla ibadete çekiliyor. Oğul Yahya doğuyor ve büyüyor.
Dili tutulup sadece işaret diliyle konuşulmasına izin verilen Zekeriyya (as), sabah-akşam Rabbini anıp tesbih etmek hususunda, bu duasında yakınlarından da destek istiyor. Derdini sadece ona en yakın olana anlattıktan sonra, kime dua ettiğini fark ettikten sonra, gayr ile konuşmanın ehemmiyetsizliğini öğretiyor bize … Diğer insanlarla o anki ilişki çeşidinin; onlara da yana yakına derdini anlatmak olmadığını; onlardan istenebilecek tek şeyin, kendisi için duacı olmaları olduğunu öğretiyor bize. Ve hepimiz O’nun lütfunun ve ihsanının, kulu Zekeriyya (as)’ı taşıdığı makama şahit oluyoruz.
Bu surede anlatılan pek çok kıssadan bir tanesi de; Meryem (as)’ın kıssası…Kendisine insan şeklinde görünen Cebrail’in, Rabbinin hediye olarak ona bir evlat bağışladığını haber vermesi üzerine şaşırıp; kendisinin iffetsiz olmadığını, bir beşerinde kendisine dokunmadığını söyledikten sonra; verilen “Bu böyle olacaktır, çünkü Rabbin buyurdu ki; “Babasız çocuk vermek bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Bu, kesinleşmiş bir hükümdür”. (Meryem Suresi 21) hükme teslim olan Meryem, hamileyken insanlardan uzak bir yere çekiliyor….
Safiye (temizlik) makamında olan ve sıfatının Azra ( tertemiz) olarak bilindiği Hz. Meryem’in; babasız bir çocuk dünyaya getirmekle sınanmış olması; bizlerinde hiçbir dahlimizin olduğunu düşünmediğimiz olaylarla karşılaşıp imtihan edildiğimizde, ya da başımıza hiç beklenmedik olaylar geldiğinde can simidi gibi sarılmamız ve tefekkür etmemiz gereken ayetler olarak ruhlarımıza şifa oluyor. Bize söylediği pek çok şeyin yanında şunu da söylüyor ki; bir insanın vahiyle çok iştigal etmesi; onun bu dünyada acı çekmeyeceği, beklemediği imtihanlarla karşılaşmayacağı anlamına gelmiyor. Ve şu manayı da içeriyor ki; bize gelen acılar, sıkıntılar, belalar sadece bizler “günahkâr” olduğumuzdan ya da bir günah, suç işlediğimizden dolayı gelmiyor. Tertemiz olan Hz. Meryem kıssasının verdiği bu müjde, inşallah bize, sınandığımızı derinlerimize kadar hissettiğimiz o zorlu anlarımızda rahmet vesilesi olur.
Çocuğu doğan Hz. Meryem, kavmine döndüğünde; onların “Ey Meryem; sen gerçekten tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi, Senin baban kötü bir adam değildi; ne de annen iffetsiz bir kadındı. Bunun üzerine Meryem çocuğa işaret etti. ‘Daha beşikteki bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz ki’ diye çıkıştılar”. (Meryem Suresi 27-30) tepkisiyle karşılaştı.
Kavmine gitmeden önce; susma orucuyla desteklenen Hz. Meryem’e; o zorlu zamanda, kendisini kınayacak olanlara cevap vermemesi, sadece çocuğa işaret etmesi söylendi. Ve mucize gerçekleşti, beşikteki İsa onlarla konuştu. Hz. Meryem teslimiyetinin mükâfatlarından birine daha, bu dünyadayken şahit oldu.
İnsan zorlukla karşılaştığında, bir haksızlığa karşı gelmek istediğinde zanneder ki ne kadar çok konuşursam, karşımdakini o kadar rahat ikna edebilirim veyahut -niyeti halis değilse- alt edebilirim. Hatta öyle sanır ki –belki de şeytanın sağdan yaklaşmasıdır bu, tam bilemiyorum- haklı olduğundan emin olduğunda konuştuğunda; adalet aradığında Allah tarafından da desteklenir. Adl ismi Allah’ın isimlerindendir evet, ama o olayın hararetiyle, haklılığını ispat etme gayretiyle burada gözden şu kaçırılır çoğu zaman, Allah Adl ismini rahmetinden, şefkatinden, hikmetinden, güzelliğinden ayrı tecelli ettirmez. Lakin biz kullar hakkımızı arayalım derken, kırıp geçiririz ortalığı ve hatta adetullaha yaslanıp, destek almadığımız için de, çoğu zaman haklıyken haksız duruma düşeriz. Sonra da başlarız kendimizi yakıp kavuran sorgulamalara; “Bu niye böyle oldu, ama yapılanlar yanlış değil miydi” vs…
Hz. Meryem’in başına gelen durum Allah’ın dilemesiyle, onda bir nimetini tecelli ettirmek istemesiyle olmuştu. Etrafındakiler tarafından başta “kötü gözle” bakılmış olup, “iftiralar atılması” Hz. Meryem’i üzmüştü, fakat kendisinin temizliğini; kendisinin anlatması, saatlerce dil dökmesi, bu durumunun Allah’ın bir müjdesi olduğunu anlatması ondan istenmemişti. Ondan sadece susması istenmişti. Allah’a teslim olup susması; onun yerine cevabı Allah’ın vereceğine emin olması istenmişti.
Ve Hz. Meryem sustu. Konuşmadı. Rabbi için, haklılığını diller döküp anlatmaktan vazgeçti. Rabbini dinledi ve hiç sesini çıkarmadı. Dilinden tek söz dökülmedi. Hakkından Allah için vazgeçince bebek İsa’yı konuşturdu Rabbi ve masumluğunu ispat etmek için, kendisi sayfalarca konuşsa, belki etkili olmayacak olan o konuşmayı, sığındığı Rabbi beşikteki İsa’ya yaptırdı.
Biz de hangi imtihan içinde olursak olalım, o imtihanla düzelecek yönlerimiz vardır. Düzelirsek, imtihan vazifesini yaptığı için bizi terk edecek. O halde, bazı yaşadığımız olaylarda var ki sadece bizim susmamız kafi gelecek. Evet, belki susmamız o olayı çözmeyecek ama hem kendi içimizde konuşmalarımızla, hem etrafımızdakilere sayısız defa anlatmamızla gelecek olan olumsuz etkileri, sıkıntıları, daralmaları önleyecek. Olaylar bizim boyumuzu aştığında, hatta-Allah korusun fitne olduğunda- işte bu anlarda susmak, hakkını aramaya çalışıp konuşmaktan daha hayırlı olabilir. Pasif bir susmak değil bu elbette, Rabbimize sığınıp, O’ndan duacı olarak susmak. Rabbimizden bizim yerimize konuşacak İsalar göndermesini istemek. O’nun için vazgeçebilmek ve o vazgeçişle birlikte gelenlere razı olabilmek.
ZEHRA SARI...