faruk islam
Özel Üye
22.13. FİCAR HARBİ
Biz yine tarihi olaylara dönelim ve olayların seyrine bakalım, İbn Hişâm'ın ifadesine göre, Hazreti Peygamber (a.s.) 14-15 yaşında iken Ficar Harbi patlak verdi[. İbni İshâk, İbni Sa'd, Belazuri ve İbn Cerir Taberî'nin ifadelerine göre bu harp 20. Am'ul Fil'de] yani Hz. Peygamber 20 yaşında iken meydana geldi. Harp'te taraflardan biri Kureyşlilerin de dahil olduğu Beni Kinâne idi. ikinci taraf da Kays Aylân'dı (ki, bunlar arasında Sakif ve Hevâzin kabileleri yer alıyordu). Çarpışma, Beni Hevâzin'e bağlı Urvet-ü Rahhâl adlı bir kabile reisinin, Nu'man bin Münzir'in ticaret kafilesine, kendi koruması altında Ukaz pazarına girme izni vermesi üzerine başladı. Beni Kinâne'nin bir kabile reisi olan Berrâs bin Kays, kendisine hitap ederek, "sen bu kafileyi Kinanelilere karşı da mı koruyorsun?" diye sorunca, şu cevabı aldı: "Evet sadece Kinanelilere karşı değil bütün dünyaya karşı". Bu sözler üzerine Berrâs öfkelendi ve Necd'in yukarı bölgesinde Teymen mevkiinde Urve'yi öldürdü. Kinâneliler henüz Ukaz pazarında iken bu cinayetin haberini aldılar. Buradan hemen Beyt'ul Haram'a hareket ettiler. Fakat Harem hududuna girer girmez Hevâzinliler kendilerine yetiştiler ve aralarında şiddetli bir çatışma başladı. Çatışma bütün bir gün devam etti. Gece Kinâneliler ve Kureyşliler Harem'e girmeyi başardılar. Bunun üzerine Hevâzinliler Harem'i kuşattılar ve çarpışmalar birkaç gün daha devam etti. Bu savaşta Hz. Peygamber (a.s.) hâlâ küçük olduğu için fazla bir şey yapmadı ve sadece düşmandan gelen okları kendi amcalarına verdi. İbn Sa'd'in ifadesine göre Hz. Peygamber (a.s.) daha sonra arkadaşlarıyla konuşurken bu savaşa bu kadarcık katılmayı da istemediğini belirtmişti. Süheyli ise Hz. Peygamber (a.s.)'in amcalarıyla birlikte muharebe yerine gittiğini, ancak çarpışmalara fiilen . katılmadığını yazmıştır.
Bu tek çarpışmanın dışında, Hz. Peygamber (a.s.) nübüvvetten önceki dönemde başka herhangi bir savaşa veya kavgaya katılmadı. Hz. Peygamber (a.s.) ne kadar savaşa katılmışsa hep nübüvvetinden sonra Medine'de kaldığı süre içinde katılmıştır. Bu husus, sadece Hz. Muhammed (a.s.)'in cahiliyye döneminde kavga ve kısır çekişmelerden uzak durduğunu göstermekle kalmıyor, ayrıca peygamberlik sırasında savaşlarda gösterdiği büyük askeri dehanın Allah vergisi olduğunu da ortaya koyuyordu. Yani kendisi meslekten değil doğuştan bir kumandandı.
HİLF'UL-FÜDÛL
Hz. Muhammed 20 yaşında iken bazı Kureyşli kabileler "Hilfül-Füdûl" adında bir anlaşma yaptılar. Anlaşmanın adının "füdul" olmasının sebebini İbn Kesir, "Nihâye'"de şöyle anlatmıştır. Cürhüm kabilesinin de Mekke'de bulunduğu sırada benzeri bir "hilf' (anlaşma) imzalanmıştı. Bu anlaşmayı hazırlayan ve imzalayan herkesin ismi "Fadl"dı. Bu sebeple buna, "Hilfül-Füdûl" (Fazılların Anlaşması) denildi. Fakat bunun daha doğru ve tutarlı gerekçesini Hz. Ebû Bekr (r.a.)'in iki oğlu Muhammed ve Abdurrahman vermişlerdir. Bu gerekçeyi de İbn Kesir, Hümeydi'ye dayanarak nakletmiştir. Muhammed ve Abdurrahman'ın hadisi şöyledir. Rasûlullah buyurdular, "Ben Abdullah bin Cud'ân'ın evinde öyle bir anlaşmaya katıldım ki, bunun için İslâm devrinde de bana davet gelseydi katılırdım. Onlar, Füdûl'ü hakedenlere iade etmek üzere anlaştılar, ayrıca zâlimin mazlumu ezmemesi konusunu da karara bağladılar." (el-bidâye ve en-Nihâye, CU, s. 291). Füdûl'ün hakedenlere iade edilmesi, bir zâlimin kaba kuvvetle ve zulümle gaspettiği bir lütfu, ihsanı ve inayeti hakkı olan kişiye iade etmek demektir. İbn Sa'd'in rivâyetine göre anlaşmayı imzalayanlar mazlum ve hakkı yenen kişiyi destekleme kararı aldılar ve hakkının geri alınması için ellerinden geleni yapacaklarına dair and içtiler. İbn Hişâm, bu anlaşmanın ayrıntılarını verirken, tarafların Mekke'de oturan bir vatandaş veya buraya gelen herhangi bir yabancıya zulüm yapılmasına izin vermeyeceklerini karara bağladıklarını belirtiyor. İbn Sa'da göre bu anlaşma Zilka'de, 20. Am'ul Fil'de yapılmıştı.
Anlaşmanın imzalanmasına sebep olan olay şu idi. Yemen'in bir kabilesi olan Zübeyd'e bağlı bir kişi bazı ticari mallarla Mekke'ye geldi. Mekke'nin bir kabile reisi olan As bin Vâil bu mallan satın aldı, ama ücretlerini mal sahibine ödemedi. Mal sahibi sıra ile Beni Abdü'd-Dâr, Beni Mahzûm, Beni Cumah, Beni Şehm ve Beni Adiyye'nin hepsine giderek derdini anlattı ve feryad etti. Fakat feryadına kimse kulak asmadı ve As bin Vâil'i karşısına almaya cesaret edemedi. Bu tüccar ümidini tamamıyla yitirince sabah vakti Ebû Kubeys tepesine çıkıp Fihr ailesini yardımına çağırmaya ve feryat etmeye başladı. Bu yalvarışları dinleyen Hz. Muhammed (a.s.)'in amcası Zübeyr bin Abdulmuttalib yerinden kalktı ve bu işi böyle bırakmayacağını söyledi. Daha sonra Beni Hâşim, Beni el-Muttalib, Beni Esed bin Abd'ul-Uzza, Beni Zühre ve Beni Teym'i Abdullah bin Cud'ân'ın evinde topladı. (Bilindiği gibi, Abdullah bin Cud'ân Hz. Ayşe'nin kuzeni idi). Burada herkes, ister Mekke'de oturanlardan biri olsun, ister buraya gelen bir yabancı olsun, hakkı yendiği veya mağdur olduğu takdirde kendisine var güçleriyle yardım edeceğine dair and içtiler. Bu antlaşmaya varıldıktan sonra hep beraber As bin Vâil'in evine gittiler ve O'nun Zubeyd kabilesine mensup tüccarın mallarının ücretini ödemesini sağladılar.
Muhammed bin İshâk, İmam Zührî'ye dayanarak Rasûlullah (a.s.)'ın şu sözlerini nakletmiştir: "Ben Abdullah bin Cud'ân'ın evinde öyle bir anlaşmaya katıldım ki, bunun yerine bana kırmızı deve bile verilseydi, bu anlaşmadan vazgeçmeyecektim. Ve bugün İslâm üzerinde olduğumuz sırada da böyle anlaşma imzalamaya davet edilirsem bunu derhal kabul ederim."
HZ. HATÎCE İLE TİCARETTE ORTAKLIK
20-25 yaş döneminde, Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)'nın, çocukluğundan beri taşıdığı ve mahdud bir muhitte bilinen şahsî meziyet ve kabiliyetlerinden bütün Kureyşli ve Mekkeliler de haberdâr olmaya başladılar. Dürüstlük, doğruluk, emânet, güzel ahlâk, iyi niyet, ciddiyet, zekâ, mantık, sabır, vakar, cömertlik, fedakârlık, nezâket, yardımseverlik ve önderlik gibi meziyetleri bir bir ortaya çıkmaya başladı ve bu sebeple, çevresinde saygı ve sevgi kazanmaya, şöhreti ve nüfuzu her tarafa yayılmaya başladı. İşte bu sıralarda, Hazreti Hatice (r.a.) Hz. Peygamber (a.s.)'i ticaretine ortak etti.
Hz. Hatice, Kureyş kabilesinde ve Mekke'de, iffet, namus ve güzel ahlâkı yüzünden "tâhire" (temiz) unvânını kazanmıştı. Akıl, zekâ ve temiz yaşantısı nedeniyle bütün kabile tarafından seviliyor ve sayılıyordu. Ayrıca, Cenâb-ı Allah kendisine güzellik ve zarafet de ihsan etmişti. Kureyş'in en zengin kadını O idi. O kadar ki, çoğu zaman Kureyş ticaret kafilesinin yarısı O'nun mallarını taşırdı. Hz. Hatice daha önce Ebû Hâle bin Zürâre Temimî ile evlenmişti. Bu izdivaçtan Hind ve Hâle adında iki erkek çocuk doğmuştu. Bu ikisi daha sonra müslüman oldular. Ebû Hâle'nin vefatından sonra Hz. Hatice (r.a.) Uteyyık bin Abid el-Mahzûmi ile evlendi. Bu izdivaçtan Hint adında bir kız çocuk doğdu. Bu kız da Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliği sırasında müslümanlığı kabul etti[10]. Bu ikinci kocasının da vefat etmesinden sonra Hz. Hatice dul kaldı ve bir süre evlenmedi. Kureyşli kabile reislerinden pek çoğu onunla evlenmek arzusundaydılar, ancak Hz. Hatice bu hususta gelen her teklifi reddetti. Tek uğraşı ticaret olup, her defasında bir kişiyle anlaşıp mallarını ticaret kafilesiyle gönderir ve kendisi belli bir pay alırdı.
Hz. Hatice (r.a.), Nebi-yi Kerim (a.s.)'in doğruluk, dürüstlük ve güzel ahlâkını öğrenince mallarını Suriye'ye götürmesini, buna karşılık kendisine, başkalarına verdiği paydan daha fazlasını vermeyi teklif etti. İbn İshâk'ın rivâyeti böyledir.
Başka bir rivâyet ise İbni Sâ'd tarafından nakledilmiştir. Nüfeyse binti Münye'ye atfen nakledilen ve daha sonra Zürkâni tarafından etraflıca ele alınan bu rivâyet şöyledir. Ebû Tâlib, Hz. Peygamber'e, "sevgili yeğenim, ben zengin bir kişi değilim. Mali vaziyetimiz gittikçe kötüleşiyor. Bizde herhangi bir ticaret malı da yoktur. Duyduğuma göre bir ticaret kafilesi Suriye'ye hareket etmek üzeredir. Bu kafile ile Hatice de kendi mallarını göndermek istiyor. Bence, sen bu mallar için kendisine gidersen, O seni tercih edecektir. Çünkü O senin ne kadar temiz ve dürüst bir genç olduğunu çok iyi biliyor." Hz. Muhammed (a.s.), Hatice'nin bizzat kendisine bir haber yollayabileceğini sandığım belirtti. Fakat Ebu Tâlib, zamanın geçirilmesi halinde Hatice'nin başka birini seçebileceğinden endişe duyduğunu kaydetti. Her neyse, amca ile yeğen arasındaki bu konuşma ile ilgili haber Hazreti Hatice (r.a.)'ye ulaştı. Ancak, Hz. Muhammed (a.s.)'in tahmini doğru çıktı. Çünkü Hz. Hatice bu konuşmadan önce mallarım Suriye'ye götürecek kişi olarak Hz. Muhammed'i seçtiğine ilişkin mesajı kendisine göndermişti bile.
İbn Sa'd'in "Tabakat" isimli eserinde, Muhammed bin Akîl tarafından rivayet edilen bir hadise göre, Ebu Tâlib, Hz. Hatice (r.a.)'ye gidip "ya Hatice, ticarette Muhammed (a.s.) ile ortak olmak ister misin? İstersen kendisi sevinecektir" dedi. Hz. Hatice ise, "siz uzaktaki beğenmediğim bir kişi için bile teklif getirseydiniz, memnuniyetle kabul ederdim. Kaldı ki, siz yakın bir dostunuz için böyle bir teklifte bulunuyorsunuz" diye cevap verdi.
Kısacası, ticaret konusunda Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Hatice anlaştılar ve Hz. Hatice, Hz. Peygamber (a.s.)'i, Suriye'ye giden ticaret kafilesiyle beraber yolladı. Hz. Hatice (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) ile birlikte uşağı Meysere'yi de gönderdi. Bu yolculuk 15 Sefer veya 16 Zilhicce, 25. Am'ul-Fil'de başladı. Yolculuk esnasında Meysere, Hz. Muhammed (a.s.)'in temiz karakteri, güzel ahlâkı, iyi huy ve alışkanlıklarını yakından görme fırsatı buldu ve kendisini can-ü gönülden sevdi. Yolculuğun sonunda Mekke'ye dönüp her şeyi Hz. Hatice'ye anlattı. Hz. Muhammed (a.s.) ticaret işini de iyi becermişti. İbni Sa'd'ın Nüfeyse binti Münye'ye dayanarak yazdığına göre, eskiden Hz. Hatice hesabına çalışmış olan herkesin getirdiği kârın iki mislini Hz. Muhammed (a.s.) getirdi ve Hz. Hatice (r.a.) de kendisine vaad ettiği payın iki mislini verdi.
Biz yine tarihi olaylara dönelim ve olayların seyrine bakalım, İbn Hişâm'ın ifadesine göre, Hazreti Peygamber (a.s.) 14-15 yaşında iken Ficar Harbi patlak verdi[. İbni İshâk, İbni Sa'd, Belazuri ve İbn Cerir Taberî'nin ifadelerine göre bu harp 20. Am'ul Fil'de] yani Hz. Peygamber 20 yaşında iken meydana geldi. Harp'te taraflardan biri Kureyşlilerin de dahil olduğu Beni Kinâne idi. ikinci taraf da Kays Aylân'dı (ki, bunlar arasında Sakif ve Hevâzin kabileleri yer alıyordu). Çarpışma, Beni Hevâzin'e bağlı Urvet-ü Rahhâl adlı bir kabile reisinin, Nu'man bin Münzir'in ticaret kafilesine, kendi koruması altında Ukaz pazarına girme izni vermesi üzerine başladı. Beni Kinâne'nin bir kabile reisi olan Berrâs bin Kays, kendisine hitap ederek, "sen bu kafileyi Kinanelilere karşı da mı koruyorsun?" diye sorunca, şu cevabı aldı: "Evet sadece Kinanelilere karşı değil bütün dünyaya karşı". Bu sözler üzerine Berrâs öfkelendi ve Necd'in yukarı bölgesinde Teymen mevkiinde Urve'yi öldürdü. Kinâneliler henüz Ukaz pazarında iken bu cinayetin haberini aldılar. Buradan hemen Beyt'ul Haram'a hareket ettiler. Fakat Harem hududuna girer girmez Hevâzinliler kendilerine yetiştiler ve aralarında şiddetli bir çatışma başladı. Çatışma bütün bir gün devam etti. Gece Kinâneliler ve Kureyşliler Harem'e girmeyi başardılar. Bunun üzerine Hevâzinliler Harem'i kuşattılar ve çarpışmalar birkaç gün daha devam etti. Bu savaşta Hz. Peygamber (a.s.) hâlâ küçük olduğu için fazla bir şey yapmadı ve sadece düşmandan gelen okları kendi amcalarına verdi. İbn Sa'd'in ifadesine göre Hz. Peygamber (a.s.) daha sonra arkadaşlarıyla konuşurken bu savaşa bu kadarcık katılmayı da istemediğini belirtmişti. Süheyli ise Hz. Peygamber (a.s.)'in amcalarıyla birlikte muharebe yerine gittiğini, ancak çarpışmalara fiilen . katılmadığını yazmıştır.
Bu tek çarpışmanın dışında, Hz. Peygamber (a.s.) nübüvvetten önceki dönemde başka herhangi bir savaşa veya kavgaya katılmadı. Hz. Peygamber (a.s.) ne kadar savaşa katılmışsa hep nübüvvetinden sonra Medine'de kaldığı süre içinde katılmıştır. Bu husus, sadece Hz. Muhammed (a.s.)'in cahiliyye döneminde kavga ve kısır çekişmelerden uzak durduğunu göstermekle kalmıyor, ayrıca peygamberlik sırasında savaşlarda gösterdiği büyük askeri dehanın Allah vergisi olduğunu da ortaya koyuyordu. Yani kendisi meslekten değil doğuştan bir kumandandı.
HİLF'UL-FÜDÛL
Hz. Muhammed 20 yaşında iken bazı Kureyşli kabileler "Hilfül-Füdûl" adında bir anlaşma yaptılar. Anlaşmanın adının "füdul" olmasının sebebini İbn Kesir, "Nihâye'"de şöyle anlatmıştır. Cürhüm kabilesinin de Mekke'de bulunduğu sırada benzeri bir "hilf' (anlaşma) imzalanmıştı. Bu anlaşmayı hazırlayan ve imzalayan herkesin ismi "Fadl"dı. Bu sebeple buna, "Hilfül-Füdûl" (Fazılların Anlaşması) denildi. Fakat bunun daha doğru ve tutarlı gerekçesini Hz. Ebû Bekr (r.a.)'in iki oğlu Muhammed ve Abdurrahman vermişlerdir. Bu gerekçeyi de İbn Kesir, Hümeydi'ye dayanarak nakletmiştir. Muhammed ve Abdurrahman'ın hadisi şöyledir. Rasûlullah buyurdular, "Ben Abdullah bin Cud'ân'ın evinde öyle bir anlaşmaya katıldım ki, bunun için İslâm devrinde de bana davet gelseydi katılırdım. Onlar, Füdûl'ü hakedenlere iade etmek üzere anlaştılar, ayrıca zâlimin mazlumu ezmemesi konusunu da karara bağladılar." (el-bidâye ve en-Nihâye, CU, s. 291). Füdûl'ün hakedenlere iade edilmesi, bir zâlimin kaba kuvvetle ve zulümle gaspettiği bir lütfu, ihsanı ve inayeti hakkı olan kişiye iade etmek demektir. İbn Sa'd'in rivâyetine göre anlaşmayı imzalayanlar mazlum ve hakkı yenen kişiyi destekleme kararı aldılar ve hakkının geri alınması için ellerinden geleni yapacaklarına dair and içtiler. İbn Hişâm, bu anlaşmanın ayrıntılarını verirken, tarafların Mekke'de oturan bir vatandaş veya buraya gelen herhangi bir yabancıya zulüm yapılmasına izin vermeyeceklerini karara bağladıklarını belirtiyor. İbn Sa'da göre bu anlaşma Zilka'de, 20. Am'ul Fil'de yapılmıştı.
Anlaşmanın imzalanmasına sebep olan olay şu idi. Yemen'in bir kabilesi olan Zübeyd'e bağlı bir kişi bazı ticari mallarla Mekke'ye geldi. Mekke'nin bir kabile reisi olan As bin Vâil bu mallan satın aldı, ama ücretlerini mal sahibine ödemedi. Mal sahibi sıra ile Beni Abdü'd-Dâr, Beni Mahzûm, Beni Cumah, Beni Şehm ve Beni Adiyye'nin hepsine giderek derdini anlattı ve feryad etti. Fakat feryadına kimse kulak asmadı ve As bin Vâil'i karşısına almaya cesaret edemedi. Bu tüccar ümidini tamamıyla yitirince sabah vakti Ebû Kubeys tepesine çıkıp Fihr ailesini yardımına çağırmaya ve feryat etmeye başladı. Bu yalvarışları dinleyen Hz. Muhammed (a.s.)'in amcası Zübeyr bin Abdulmuttalib yerinden kalktı ve bu işi böyle bırakmayacağını söyledi. Daha sonra Beni Hâşim, Beni el-Muttalib, Beni Esed bin Abd'ul-Uzza, Beni Zühre ve Beni Teym'i Abdullah bin Cud'ân'ın evinde topladı. (Bilindiği gibi, Abdullah bin Cud'ân Hz. Ayşe'nin kuzeni idi). Burada herkes, ister Mekke'de oturanlardan biri olsun, ister buraya gelen bir yabancı olsun, hakkı yendiği veya mağdur olduğu takdirde kendisine var güçleriyle yardım edeceğine dair and içtiler. Bu antlaşmaya varıldıktan sonra hep beraber As bin Vâil'in evine gittiler ve O'nun Zubeyd kabilesine mensup tüccarın mallarının ücretini ödemesini sağladılar.
Muhammed bin İshâk, İmam Zührî'ye dayanarak Rasûlullah (a.s.)'ın şu sözlerini nakletmiştir: "Ben Abdullah bin Cud'ân'ın evinde öyle bir anlaşmaya katıldım ki, bunun yerine bana kırmızı deve bile verilseydi, bu anlaşmadan vazgeçmeyecektim. Ve bugün İslâm üzerinde olduğumuz sırada da böyle anlaşma imzalamaya davet edilirsem bunu derhal kabul ederim."
HZ. HATÎCE İLE TİCARETTE ORTAKLIK
20-25 yaş döneminde, Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)'nın, çocukluğundan beri taşıdığı ve mahdud bir muhitte bilinen şahsî meziyet ve kabiliyetlerinden bütün Kureyşli ve Mekkeliler de haberdâr olmaya başladılar. Dürüstlük, doğruluk, emânet, güzel ahlâk, iyi niyet, ciddiyet, zekâ, mantık, sabır, vakar, cömertlik, fedakârlık, nezâket, yardımseverlik ve önderlik gibi meziyetleri bir bir ortaya çıkmaya başladı ve bu sebeple, çevresinde saygı ve sevgi kazanmaya, şöhreti ve nüfuzu her tarafa yayılmaya başladı. İşte bu sıralarda, Hazreti Hatice (r.a.) Hz. Peygamber (a.s.)'i ticaretine ortak etti.
Hz. Hatice, Kureyş kabilesinde ve Mekke'de, iffet, namus ve güzel ahlâkı yüzünden "tâhire" (temiz) unvânını kazanmıştı. Akıl, zekâ ve temiz yaşantısı nedeniyle bütün kabile tarafından seviliyor ve sayılıyordu. Ayrıca, Cenâb-ı Allah kendisine güzellik ve zarafet de ihsan etmişti. Kureyş'in en zengin kadını O idi. O kadar ki, çoğu zaman Kureyş ticaret kafilesinin yarısı O'nun mallarını taşırdı. Hz. Hatice daha önce Ebû Hâle bin Zürâre Temimî ile evlenmişti. Bu izdivaçtan Hind ve Hâle adında iki erkek çocuk doğmuştu. Bu ikisi daha sonra müslüman oldular. Ebû Hâle'nin vefatından sonra Hz. Hatice (r.a.) Uteyyık bin Abid el-Mahzûmi ile evlendi. Bu izdivaçtan Hint adında bir kız çocuk doğdu. Bu kız da Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliği sırasında müslümanlığı kabul etti[10]. Bu ikinci kocasının da vefat etmesinden sonra Hz. Hatice dul kaldı ve bir süre evlenmedi. Kureyşli kabile reislerinden pek çoğu onunla evlenmek arzusundaydılar, ancak Hz. Hatice bu hususta gelen her teklifi reddetti. Tek uğraşı ticaret olup, her defasında bir kişiyle anlaşıp mallarını ticaret kafilesiyle gönderir ve kendisi belli bir pay alırdı.
Hz. Hatice (r.a.), Nebi-yi Kerim (a.s.)'in doğruluk, dürüstlük ve güzel ahlâkını öğrenince mallarını Suriye'ye götürmesini, buna karşılık kendisine, başkalarına verdiği paydan daha fazlasını vermeyi teklif etti. İbn İshâk'ın rivâyeti böyledir.
Başka bir rivâyet ise İbni Sâ'd tarafından nakledilmiştir. Nüfeyse binti Münye'ye atfen nakledilen ve daha sonra Zürkâni tarafından etraflıca ele alınan bu rivâyet şöyledir. Ebû Tâlib, Hz. Peygamber'e, "sevgili yeğenim, ben zengin bir kişi değilim. Mali vaziyetimiz gittikçe kötüleşiyor. Bizde herhangi bir ticaret malı da yoktur. Duyduğuma göre bir ticaret kafilesi Suriye'ye hareket etmek üzeredir. Bu kafile ile Hatice de kendi mallarını göndermek istiyor. Bence, sen bu mallar için kendisine gidersen, O seni tercih edecektir. Çünkü O senin ne kadar temiz ve dürüst bir genç olduğunu çok iyi biliyor." Hz. Muhammed (a.s.), Hatice'nin bizzat kendisine bir haber yollayabileceğini sandığım belirtti. Fakat Ebu Tâlib, zamanın geçirilmesi halinde Hatice'nin başka birini seçebileceğinden endişe duyduğunu kaydetti. Her neyse, amca ile yeğen arasındaki bu konuşma ile ilgili haber Hazreti Hatice (r.a.)'ye ulaştı. Ancak, Hz. Muhammed (a.s.)'in tahmini doğru çıktı. Çünkü Hz. Hatice bu konuşmadan önce mallarım Suriye'ye götürecek kişi olarak Hz. Muhammed'i seçtiğine ilişkin mesajı kendisine göndermişti bile.
İbn Sa'd'in "Tabakat" isimli eserinde, Muhammed bin Akîl tarafından rivayet edilen bir hadise göre, Ebu Tâlib, Hz. Hatice (r.a.)'ye gidip "ya Hatice, ticarette Muhammed (a.s.) ile ortak olmak ister misin? İstersen kendisi sevinecektir" dedi. Hz. Hatice ise, "siz uzaktaki beğenmediğim bir kişi için bile teklif getirseydiniz, memnuniyetle kabul ederdim. Kaldı ki, siz yakın bir dostunuz için böyle bir teklifte bulunuyorsunuz" diye cevap verdi.
Kısacası, ticaret konusunda Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Hatice anlaştılar ve Hz. Hatice, Hz. Peygamber (a.s.)'i, Suriye'ye giden ticaret kafilesiyle beraber yolladı. Hz. Hatice (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) ile birlikte uşağı Meysere'yi de gönderdi. Bu yolculuk 15 Sefer veya 16 Zilhicce, 25. Am'ul-Fil'de başladı. Yolculuk esnasında Meysere, Hz. Muhammed (a.s.)'in temiz karakteri, güzel ahlâkı, iyi huy ve alışkanlıklarını yakından görme fırsatı buldu ve kendisini can-ü gönülden sevdi. Yolculuğun sonunda Mekke'ye dönüp her şeyi Hz. Hatice'ye anlattı. Hz. Muhammed (a.s.) ticaret işini de iyi becermişti. İbni Sa'd'ın Nüfeyse binti Münye'ye dayanarak yazdığına göre, eskiden Hz. Hatice hesabına çalışmış olan herkesin getirdiği kârın iki mislini Hz. Muhammed (a.s.) getirdi ve Hz. Hatice (r.a.) de kendisine vaad ettiği payın iki mislini verdi.
Moderatör tarafında düzenlendi: