faruk islam
Özel Üye
Hz. NUH (A.S.)'UN ÜMMETİ
Hem Kur'ân-ı Kerîm'in ifadeleri hem İncil'deki kayıtlardan, Hz. Nuh'un ümmetinin bugün Irak olarak bildiğimiz topraklarda yaşamış olduğu kesinleşmiştir. Babil'in tarihî kalıntılarında bulunan eski belgeler de bu tesbiti doğrulamaktadırlar. Bazı kitabelerde, Kur'ân-ı Kerim'de ve Tevrat'ta yer alan, ve Musul'da geçtiği bildirilen tufan olayına benzer bir olaya da rastlanıyor. Ayrıca, Kürdistan ile Ermenistan'ın eski tarihleri ile, nesillerden nesillere geçen rivâyetlerde de, tufan vak'ası ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Bu kayıtlara göre, tufandan sonra Hz. Nuh'un gemisi Musul yakınlarına gelerek durmuştu. Musul'un kuzeyinde İbn-i Ömer adası çevresinde ve Türkiye toprakları içinde bulunan Ağrı dağında da Nuh'un gemisi ve diğer kalıntılarının bulunduğuna dair hâlâ çeşitli açıklamalar yapılıyor. Nahcivan halkı arasında hala yaygın olan inanca göre Musul'un temelini Hz. Nuh (a.s.) atmıştı.
Büyük Bir Kasırga ve Sel İle İlgili Tarihi Kayıtlar
Hz. Nuh'un kıssasına benzer efsâne ve rivâyetler Yunan, Mısır, Hindistan ve Çin gibi hemen hemen bütün eski medeniyetlerin literatüründe yer almıştır. Ayrıca, Birmanya, Malezya, Batı Hint Adaları, Avustralya, Yeni Gine ve Avrupa ile Amerika'nın çeşitli bölgelerinde de Hz. Nuh tufanına benzer hikâyeler yaygın şekilde bilinmektedir. Demek ki, bu olay, bütün insan soyunun bir tek bölgede yaşadığı bir sırada meydana gelmiş ve daha sonra insanların çeşitli gruplarının dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmalarıyla oralara kadar çeşitli hatıra, rivâyet ve efsâneler gibi ulaşmıştır. Dünyanın hemen hemen bütün kavimleri, geçmiş tarihlerine baktığında büyük ve müthiş bir tufandan bahsedildiğini görürler. Aradan geçen yüzyıllar bu olayın asıl mahiyetini, yerini, zamanını ve bazı unsurlarını değiştirmiştir. İnsanların hayal gücü ve anlatım tarzı da bunları bambaşka şekle sokmuştur.
Hazreti Nuh (a.s.)'un gemisinin demirlendiği Cudi dağı, Kürdistan bölgesinde, İbn-i Ömer adasının kuzeyinde bulunuyor. İncil'de bu geminin durduğu yerin Rus-Türk sınırındaki Ağrı dağı (Ararat) olduğu beyan edilmiştir. Aynı isimde bir sıradağı da vardır, ki Ermenistan yaylasından başlayarak güneyde Kürdistan'a kadar uzanıyor. Cudi dağı işte bu dağlar silsilesinin bir dağıdır ve bugün de aynı isimle meşhurdur. Kadim tarih kitaplarında geminin durduğu yer Cudi olarak kaydedilmiştir. Nitekim, Hz. Îsa'nın doğumundan 250 yıl önce Babil'in bir rahibi (Berasus) eski Keldani rivayetlerine dayanarak yazdığı Babil tarihinde Nuh'un gemisinin Cûdî dağına yanaşarak durduğunu beyan etmiştir. Aristo'nun öğrencilerinden Abydenus ta kendi eserinde bunu doğrulamıştır. Buna ilâveten, kendi devrinin durumunu anlatırken, Irak'ta pek çok kişide bu geminin parçalarının bulunduğunu ve bunların sulara karıştırılarak hastalara verildiğini ve şifa dağıtıldığını yazmıştır.
Nûh Kavminin Kötü Yola Sapması
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Nuh'un kavmiyle ilgili yer alan kayıtlara bakılırsa bu milletin ne Allah'ı inkâr ettiği, ne Allah'tan habersiz olduğu, ne de Allah'a ibadetten kaçındığına tanık olunur. Nûh kavminin en büyük suçu Allah'a ortaklar koşmasıydı. Allah'ın yanında diğer bazı varlıkların da tanrısal sıfatlar taşıdığı ve ibadete layık olduğu inancı, bu millette diğer bazı bozuklukların ortaya çıkmasına sebep oldu. İnsanların yarattığı tanrıları temsil etmek için toplum içinde imtiyazlı bir zümre beliriverdi. Bu zümre dini, siyasi ve iktisadî iktidar ve kontrolün odak noktası haline geldi ve kendi iktidarını korumak için İnsanlar arasında eşitsizlik, haksızlık ve adaletsizliği yerleştirmenin yanı sıra fesâd ve zulmü arttırdı ve her türlü ahlâksızlığı körükledi.
Hz. Nuh'un, Kavminin Islahı İçin Yaptıkları
"Ve onlar (halkı kandırmak için) büyük hilelere başvurdular." (Nûh; 22)
Burada hilelerden, Nûh kavminin hâkim tabakası ile din adamlarının, halkı, Hz. Nuh'tan uzak tutmak ve onun talimatına uymamasını sağlamak için çevirdiği düzenler kasdedilmiştir. Meselâ, onlar diyordu ki, Nûh, sizler gibi alelâde bir insandır, ona vahiy geldiğini nasıl kabul edebiliriz? (Bk: Hûd; 27), Nuh'u, halktan olanlar ve aşağı sınıftakiler hiç düşünmeden Allah'ın peygamberi olarak kabul etmektedir. Halbuki, Nuh'un söyledikleri azıcık önemli ve değerli olsaydı eşraf ve soylular O'na ilk önce iman ederlerdi, (Hûd; 27),
"... Eğer Allah dileseydi, melek indirirdi..." (Mü'minûn; 24),
Eğer bu şahıs (Nûh) Allah tarafından gönderilmiş olsaydı, hazinesi olacaktı, gaipten haberi olurdu ve melekler gibi her türlü ihtiyaçlardan müstağni olurdu. (Hûd; 31), Nûh ve taraftarları hangi üstünlüğe ve fazilete sahiptirler ki sözleri dinlensin? (Hûd; 27), Bu adam (Nûh) aslında size hâkim olmak istiyor (Mü'minûn; 24) ve bu adam bir "Cin'in etkisindedir, ki o O'nu divâne haline getirmiştir (Mü'minun; 25).
Hz. Nûh aleyhisselâm, ümmetinin durumunu değiştirmek için. uzun süre çabaladı durdu, ama muhaliflerinin ördüğü yalan ve hileler ağı öylesine kaimdi ki çabalarının çoğu boşa gitti. Nihayet Cenâb-ı Allah'a yalvarmak zorunda kaldı, "ya Rabbi, bu kâfirlerden hiçbirini canlı bırakma. Zira bunlardan birini bile canlı bırakırsan, evlâtları senin kullarını yine kötü yola sürükleyeceklerdir ve soylarından çıkan herkes nankör ve itaatsız olacaktır."
Azâb
Hz. Nuh (a.s.)'un duası Allah tarafından kabul olundu ve Nûh kavmine büyük bir azap indi. Kur'ân-ı Kerim'de açık ifadelerle anlatılan olay şöyle başlamıştır. Tufan, bir fırından su fışkırmasıyla başladı. Sonra yerden de su fışkırmaya başladı. Aynı zamanda gökten bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Hûd suresinde sadece fırından su fışkırmasından bahsedilmiştir. Biraz ilerde yağmura da işaret edilmiştir. Fakat, Kamer suresinde bu husus daha etraflıca belirtilmiştir: "Bunun üzerine biz de, göğün kapılarını akan sulara açtık. Böylece yeride kaynaklar halinde coşturduk. Nihayet (gökten yağan ve yerden fışkıran iki su,) takdir olunan miktara erişti. (Âyet; 11-12). Burada şu noktaya da dikkat etmek gerek. Kur'ân-ı Kerim'de 'fırın' için kullanılan "tennur" kelimesi üzerinde elif lâm vardır. Bu demek oluyor ki, Cenab-ı Allah, tufanın başlaması için belli bir fırını görevlendirmişti. Bu fırın, belirlenen gün ve saatte Allah'tan işaret alır almaz su fışkırtmaya başladı ve böylece "kasırga fırını" adıyla meşhur oldu.
Tufan Evrensel Nitelikte miydi?
Tufan'ın evrensel bir mahiyette mi yoksa mahalli nitelikte mi olduğu henüz kesin değildir, İsrail oğullarının rivâyetlerine bakılırsa bu cihanşümûl bir tufandı ve bütün yeryüzünü kaplamıştı (Bk: Doğum, VII, 1824). Fakat Kur'ân-ı Kerîm'de böyle bir ifadeye rastlanmıyor. Kur'an'da yer alan işaretler, daha sonraki insan soyunun Nûh tarafından kurtarılanlardan geldiğini göstermektedir. Fakat bu husus, tufanın bütün dünyayı kapladığı anlamına gelmez. Eski devirlerde insanların yerleşim bölgelerinin küçük olduğunu biliyoruz. Belki de sadece Nûh tufanında etkilenen bölge o zamanın bilinen dünyasıydı ve Hz. Âdem'in bütün evlâtları Irak ve çevresinde yaşıyordu. Eğer tufan sadece bu topraklarda yaşayanları yok etmişse, o zamanki ölçülere göre bütün dünyayı ve insanlığı yok etmiş sayılır. Tufandan sonra, Nuh'un gemisindeki İnsanlar zamanla çeşitli bölge ve ülkelere dağılmış olabilirler. Bu görüşü doğrulayan iki nokta vardır. Birincisi, Dicle ile Fırat arasındaki topraklarda büyük bir kasırga ve selin koptuğu, hem tarihi verilerle hem harabelerle ve hem de jeolojik çalışmalarla sabittir. Fakat bütün yeryüzünü tesiri altına alan cihanşümûl bir fırtına, kasırga veya sel felaketinin belirtileri yoktur. İkincisi, dünyanın hemen hemen bütün milletlerinde, hatta Avustralya'ya, Yeni Gineye ve Amerika'ya kadar uzanan bölgelerde, büyük bir tufan ile ilgili hikâye ve rivayetler meşhurdur. Bundan çıkan sonuç şu: Bütün bu ülkelerin insanlarının ataları Hz. Nûh (a.s.) zamanında tufanın geldiği sırada bir tek bölgede yaşıyorlardı, ama tufandan sonra dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak yeni yeni yerleşim merkezleri kurdular.
Nuh'un Gemisi Bir İbret Nişanesi Olmuştur
"Ve gemiyi âlemlere bir ibret kıldık." (Ankebût; 15).
Bu ayet tefsir edilirken, geminin değil, tufanın, İnsanlar için ibret nişanesi yapıldığı manası da çıkarılabilir. Fakat hem burada hem Kamer suresinin 115. ayetinde bu hususta kullanılan ifade gösteriyor ki, İnsanlar için ibret nişanesi bizzat Nuh'un gemisiydi ve şimdi de olmaya devam ediyor. Bilindiği gibi, bu geminin çeşitli dağların tepesinde, özellikle Ağrı dağının tepesinde bulunmasına dair binlerce yıldan beri rivâyet ve efsaneler halk arasında dolaşmaktadır. Bu gemi, tufandan hemen sonraki yıllarda ve günümüzde de dünyada büyük bir ilâhî azâbın vuku bulduğu, böyle bir azâbın büyük bir insan kitlesini yok ettiği ve Allah'ın buyruklarına uymayanların ağır biçimde cezalandırıldıklarını insanlara hatırlatmıştır. İbn-i Cerîr, Kamer suresinin tefsirini yaparken ayrıca İmam Buhari, İbn Ebi Hâtim ve Abdürrezzak da "Katâde'nin şu rivâyetini nakletmişlerdir.
Hz. Peygamber (a.s.)'in sahabeleri henüz sağ iken, müslümanlar Irak'ın fethi sırasında El-Cezire'ye (İbn-i Ömer adasına) gittiğinde Cûdî dağında (ve bir rivayete göre Bakırda köyü yakınlarında) bir gemi gördüler. Zamanımızda da Ağrı dağı üzerinden uçakla geçerken bir gemiye benzer iskeletin görüldüğü ve bunun araştırılması için dağın tepesine çeşitli araştırmacı ve dağcı ekiplerin gittiğini gazete, dergi ve radyolardan öğreniyoruz.
Kur'ân-ı Kerîm'e göre, Âd kavminin oturduğu yerin adı Ahkâftı ki, Hicaz ile Yemen ve Yemame arasında bir bölgedir. Âd kavmi, buradan çıkarak Yemen'in batı kıyılarından Irak'a kadar uzanan bütün bölgeye hâkim olmuşlardı. Bu kavmin adı ve sanı tarihten silinmiştir. Ancak Arap yarımadasının güneyinde bazı harabelerin kendilerine ait olduğu söyleniyor. Buralarda bir yerde Hz. Hûd (a.s.)'un bir kabri olduğu da belirtiliyor. 1837 de bir İngiliz yetkilisi, James R. Wellested, Hısn-ı Gurab adlı yerde, Hz. Hûd'un adının geçtiği bir kitabe bulmuştu. Bu kitabenin yazısından, bunun Hz. Hûd'un taraftarları tarafından hazırlandığı anlaşılıyor.ALINTI
Hem Kur'ân-ı Kerîm'in ifadeleri hem İncil'deki kayıtlardan, Hz. Nuh'un ümmetinin bugün Irak olarak bildiğimiz topraklarda yaşamış olduğu kesinleşmiştir. Babil'in tarihî kalıntılarında bulunan eski belgeler de bu tesbiti doğrulamaktadırlar. Bazı kitabelerde, Kur'ân-ı Kerim'de ve Tevrat'ta yer alan, ve Musul'da geçtiği bildirilen tufan olayına benzer bir olaya da rastlanıyor. Ayrıca, Kürdistan ile Ermenistan'ın eski tarihleri ile, nesillerden nesillere geçen rivâyetlerde de, tufan vak'ası ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Bu kayıtlara göre, tufandan sonra Hz. Nuh'un gemisi Musul yakınlarına gelerek durmuştu. Musul'un kuzeyinde İbn-i Ömer adası çevresinde ve Türkiye toprakları içinde bulunan Ağrı dağında da Nuh'un gemisi ve diğer kalıntılarının bulunduğuna dair hâlâ çeşitli açıklamalar yapılıyor. Nahcivan halkı arasında hala yaygın olan inanca göre Musul'un temelini Hz. Nuh (a.s.) atmıştı.
Büyük Bir Kasırga ve Sel İle İlgili Tarihi Kayıtlar
Hz. Nuh'un kıssasına benzer efsâne ve rivâyetler Yunan, Mısır, Hindistan ve Çin gibi hemen hemen bütün eski medeniyetlerin literatüründe yer almıştır. Ayrıca, Birmanya, Malezya, Batı Hint Adaları, Avustralya, Yeni Gine ve Avrupa ile Amerika'nın çeşitli bölgelerinde de Hz. Nuh tufanına benzer hikâyeler yaygın şekilde bilinmektedir. Demek ki, bu olay, bütün insan soyunun bir tek bölgede yaşadığı bir sırada meydana gelmiş ve daha sonra insanların çeşitli gruplarının dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmalarıyla oralara kadar çeşitli hatıra, rivâyet ve efsâneler gibi ulaşmıştır. Dünyanın hemen hemen bütün kavimleri, geçmiş tarihlerine baktığında büyük ve müthiş bir tufandan bahsedildiğini görürler. Aradan geçen yüzyıllar bu olayın asıl mahiyetini, yerini, zamanını ve bazı unsurlarını değiştirmiştir. İnsanların hayal gücü ve anlatım tarzı da bunları bambaşka şekle sokmuştur.
Hazreti Nuh (a.s.)'un gemisinin demirlendiği Cudi dağı, Kürdistan bölgesinde, İbn-i Ömer adasının kuzeyinde bulunuyor. İncil'de bu geminin durduğu yerin Rus-Türk sınırındaki Ağrı dağı (Ararat) olduğu beyan edilmiştir. Aynı isimde bir sıradağı da vardır, ki Ermenistan yaylasından başlayarak güneyde Kürdistan'a kadar uzanıyor. Cudi dağı işte bu dağlar silsilesinin bir dağıdır ve bugün de aynı isimle meşhurdur. Kadim tarih kitaplarında geminin durduğu yer Cudi olarak kaydedilmiştir. Nitekim, Hz. Îsa'nın doğumundan 250 yıl önce Babil'in bir rahibi (Berasus) eski Keldani rivayetlerine dayanarak yazdığı Babil tarihinde Nuh'un gemisinin Cûdî dağına yanaşarak durduğunu beyan etmiştir. Aristo'nun öğrencilerinden Abydenus ta kendi eserinde bunu doğrulamıştır. Buna ilâveten, kendi devrinin durumunu anlatırken, Irak'ta pek çok kişide bu geminin parçalarının bulunduğunu ve bunların sulara karıştırılarak hastalara verildiğini ve şifa dağıtıldığını yazmıştır.
Nûh Kavminin Kötü Yola Sapması
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Nuh'un kavmiyle ilgili yer alan kayıtlara bakılırsa bu milletin ne Allah'ı inkâr ettiği, ne Allah'tan habersiz olduğu, ne de Allah'a ibadetten kaçındığına tanık olunur. Nûh kavminin en büyük suçu Allah'a ortaklar koşmasıydı. Allah'ın yanında diğer bazı varlıkların da tanrısal sıfatlar taşıdığı ve ibadete layık olduğu inancı, bu millette diğer bazı bozuklukların ortaya çıkmasına sebep oldu. İnsanların yarattığı tanrıları temsil etmek için toplum içinde imtiyazlı bir zümre beliriverdi. Bu zümre dini, siyasi ve iktisadî iktidar ve kontrolün odak noktası haline geldi ve kendi iktidarını korumak için İnsanlar arasında eşitsizlik, haksızlık ve adaletsizliği yerleştirmenin yanı sıra fesâd ve zulmü arttırdı ve her türlü ahlâksızlığı körükledi.
Hz. Nuh'un, Kavminin Islahı İçin Yaptıkları
"Ve onlar (halkı kandırmak için) büyük hilelere başvurdular." (Nûh; 22)
Burada hilelerden, Nûh kavminin hâkim tabakası ile din adamlarının, halkı, Hz. Nuh'tan uzak tutmak ve onun talimatına uymamasını sağlamak için çevirdiği düzenler kasdedilmiştir. Meselâ, onlar diyordu ki, Nûh, sizler gibi alelâde bir insandır, ona vahiy geldiğini nasıl kabul edebiliriz? (Bk: Hûd; 27), Nuh'u, halktan olanlar ve aşağı sınıftakiler hiç düşünmeden Allah'ın peygamberi olarak kabul etmektedir. Halbuki, Nuh'un söyledikleri azıcık önemli ve değerli olsaydı eşraf ve soylular O'na ilk önce iman ederlerdi, (Hûd; 27),
"... Eğer Allah dileseydi, melek indirirdi..." (Mü'minûn; 24),
Eğer bu şahıs (Nûh) Allah tarafından gönderilmiş olsaydı, hazinesi olacaktı, gaipten haberi olurdu ve melekler gibi her türlü ihtiyaçlardan müstağni olurdu. (Hûd; 31), Nûh ve taraftarları hangi üstünlüğe ve fazilete sahiptirler ki sözleri dinlensin? (Hûd; 27), Bu adam (Nûh) aslında size hâkim olmak istiyor (Mü'minûn; 24) ve bu adam bir "Cin'in etkisindedir, ki o O'nu divâne haline getirmiştir (Mü'minun; 25).
Hz. Nûh aleyhisselâm, ümmetinin durumunu değiştirmek için. uzun süre çabaladı durdu, ama muhaliflerinin ördüğü yalan ve hileler ağı öylesine kaimdi ki çabalarının çoğu boşa gitti. Nihayet Cenâb-ı Allah'a yalvarmak zorunda kaldı, "ya Rabbi, bu kâfirlerden hiçbirini canlı bırakma. Zira bunlardan birini bile canlı bırakırsan, evlâtları senin kullarını yine kötü yola sürükleyeceklerdir ve soylarından çıkan herkes nankör ve itaatsız olacaktır."
Azâb
Hz. Nuh (a.s.)'un duası Allah tarafından kabul olundu ve Nûh kavmine büyük bir azap indi. Kur'ân-ı Kerim'de açık ifadelerle anlatılan olay şöyle başlamıştır. Tufan, bir fırından su fışkırmasıyla başladı. Sonra yerden de su fışkırmaya başladı. Aynı zamanda gökten bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Hûd suresinde sadece fırından su fışkırmasından bahsedilmiştir. Biraz ilerde yağmura da işaret edilmiştir. Fakat, Kamer suresinde bu husus daha etraflıca belirtilmiştir: "Bunun üzerine biz de, göğün kapılarını akan sulara açtık. Böylece yeride kaynaklar halinde coşturduk. Nihayet (gökten yağan ve yerden fışkıran iki su,) takdir olunan miktara erişti. (Âyet; 11-12). Burada şu noktaya da dikkat etmek gerek. Kur'ân-ı Kerim'de 'fırın' için kullanılan "tennur" kelimesi üzerinde elif lâm vardır. Bu demek oluyor ki, Cenab-ı Allah, tufanın başlaması için belli bir fırını görevlendirmişti. Bu fırın, belirlenen gün ve saatte Allah'tan işaret alır almaz su fışkırtmaya başladı ve böylece "kasırga fırını" adıyla meşhur oldu.
Tufan Evrensel Nitelikte miydi?
Tufan'ın evrensel bir mahiyette mi yoksa mahalli nitelikte mi olduğu henüz kesin değildir, İsrail oğullarının rivâyetlerine bakılırsa bu cihanşümûl bir tufandı ve bütün yeryüzünü kaplamıştı (Bk: Doğum, VII, 1824). Fakat Kur'ân-ı Kerîm'de böyle bir ifadeye rastlanmıyor. Kur'an'da yer alan işaretler, daha sonraki insan soyunun Nûh tarafından kurtarılanlardan geldiğini göstermektedir. Fakat bu husus, tufanın bütün dünyayı kapladığı anlamına gelmez. Eski devirlerde insanların yerleşim bölgelerinin küçük olduğunu biliyoruz. Belki de sadece Nûh tufanında etkilenen bölge o zamanın bilinen dünyasıydı ve Hz. Âdem'in bütün evlâtları Irak ve çevresinde yaşıyordu. Eğer tufan sadece bu topraklarda yaşayanları yok etmişse, o zamanki ölçülere göre bütün dünyayı ve insanlığı yok etmiş sayılır. Tufandan sonra, Nuh'un gemisindeki İnsanlar zamanla çeşitli bölge ve ülkelere dağılmış olabilirler. Bu görüşü doğrulayan iki nokta vardır. Birincisi, Dicle ile Fırat arasındaki topraklarda büyük bir kasırga ve selin koptuğu, hem tarihi verilerle hem harabelerle ve hem de jeolojik çalışmalarla sabittir. Fakat bütün yeryüzünü tesiri altına alan cihanşümûl bir fırtına, kasırga veya sel felaketinin belirtileri yoktur. İkincisi, dünyanın hemen hemen bütün milletlerinde, hatta Avustralya'ya, Yeni Gineye ve Amerika'ya kadar uzanan bölgelerde, büyük bir tufan ile ilgili hikâye ve rivayetler meşhurdur. Bundan çıkan sonuç şu: Bütün bu ülkelerin insanlarının ataları Hz. Nûh (a.s.) zamanında tufanın geldiği sırada bir tek bölgede yaşıyorlardı, ama tufandan sonra dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak yeni yeni yerleşim merkezleri kurdular.
Nuh'un Gemisi Bir İbret Nişanesi Olmuştur
"Ve gemiyi âlemlere bir ibret kıldık." (Ankebût; 15).
Bu ayet tefsir edilirken, geminin değil, tufanın, İnsanlar için ibret nişanesi yapıldığı manası da çıkarılabilir. Fakat hem burada hem Kamer suresinin 115. ayetinde bu hususta kullanılan ifade gösteriyor ki, İnsanlar için ibret nişanesi bizzat Nuh'un gemisiydi ve şimdi de olmaya devam ediyor. Bilindiği gibi, bu geminin çeşitli dağların tepesinde, özellikle Ağrı dağının tepesinde bulunmasına dair binlerce yıldan beri rivâyet ve efsaneler halk arasında dolaşmaktadır. Bu gemi, tufandan hemen sonraki yıllarda ve günümüzde de dünyada büyük bir ilâhî azâbın vuku bulduğu, böyle bir azâbın büyük bir insan kitlesini yok ettiği ve Allah'ın buyruklarına uymayanların ağır biçimde cezalandırıldıklarını insanlara hatırlatmıştır. İbn-i Cerîr, Kamer suresinin tefsirini yaparken ayrıca İmam Buhari, İbn Ebi Hâtim ve Abdürrezzak da "Katâde'nin şu rivâyetini nakletmişlerdir.
Hz. Peygamber (a.s.)'in sahabeleri henüz sağ iken, müslümanlar Irak'ın fethi sırasında El-Cezire'ye (İbn-i Ömer adasına) gittiğinde Cûdî dağında (ve bir rivayete göre Bakırda köyü yakınlarında) bir gemi gördüler. Zamanımızda da Ağrı dağı üzerinden uçakla geçerken bir gemiye benzer iskeletin görüldüğü ve bunun araştırılması için dağın tepesine çeşitli araştırmacı ve dağcı ekiplerin gittiğini gazete, dergi ve radyolardan öğreniyoruz.
Kur'ân-ı Kerîm'e göre, Âd kavminin oturduğu yerin adı Ahkâftı ki, Hicaz ile Yemen ve Yemame arasında bir bölgedir. Âd kavmi, buradan çıkarak Yemen'in batı kıyılarından Irak'a kadar uzanan bütün bölgeye hâkim olmuşlardı. Bu kavmin adı ve sanı tarihten silinmiştir. Ancak Arap yarımadasının güneyinde bazı harabelerin kendilerine ait olduğu söyleniyor. Buralarda bir yerde Hz. Hûd (a.s.)'un bir kabri olduğu da belirtiliyor. 1837 de bir İngiliz yetkilisi, James R. Wellested, Hısn-ı Gurab adlı yerde, Hz. Hûd'un adının geçtiği bir kitabe bulmuştu. Bu kitabenin yazısından, bunun Hz. Hûd'un taraftarları tarafından hazırlandığı anlaşılıyor.ALINTI