MURATS44
Özel Üye
Sabah kalktığınızda yaptığınız işleri bir an için aklınızdan geçirin. Gözünüzü açarsınız, nefes alırsınız, yatakta doğrulursunuz, kalkar ve yürürsünüz, yemek yersiniz, kıyafetlerinizi değiştirirsiniz. Annenizle veya kardeşinizle konuşursunuz, size söylediklerini duyarsınız. Sonra dışarıya çıkarsınız ya da pencereden dışarıya bakarsınız ve masmavi gökyüzünü görürsünüz. Belki o an pencerenin önünden uçan kuşların seslerini duyarsınız. Düşen bir yaprağı izlerken, ağaçtaki olgunlaşmış elmaları fark edersiniz. Güneşin sıcaklığını ve rüzgarı yüzünüzde hissedersiniz. Sokakta yürüyen, arabalarıyla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar vardır. Kısacası sizin için sıradan bir gün başlamıştır. Gördüğünüz, duyduğunuz şeyler alışılmıştır; bu yüzden bunların üzerinde düşünmeye bile gerek duymazsınız.
Peki bir de şöyle düşünün. Doğduğunuz günden itibaren tek bir odada yaşamınızı sürdürdüğünüzü farz edin. Bu oda dört duvardan oluşuyor olsun ve dışarıyı görebileceğiniz küçük bir penceresi bile olmasın. Sadece ihtiyacınıza yönelik birkaç mütevazi mobilya bu odaya konmuş olsun. Yaşamınızı geçirdiğiniz bu odada size yalnızca hayatınızı sürdürebilmeniz için gerekli olan bir-iki çeşit yiyecek ve su verilsin. Odada, dışarıdan haber alabilmenizi sağlayacak herhangi bir iletişim aracının, örneğin; bir telefon, radyo yada bir televizyonun da bulunmadığını varsayalım. Dolayısıyla birçok konu hakkında bilginiz olmayacaktır.
Derken bir gün hayatınızı geçirdiğiniz bu odadan çıkarıldığınızı ve dış dünyayı gördüğünüzü farz edin. Bu durumda dünya hakkında neler düşünürsünüz?
Gözünüzün görebildiği alanın genişliği, ışığın varlığı, Güneş'in yüzünüze çarpan sıcaklığı, gökyüzünün masmavi rengi, bembeyaz bulutların varlığı sizi çok şaşırtacaktır. Geceleri gökyüzünde beliren parlak ışıklı yıldızlar, tüm ihtişamı ile gökyüzüne doğru uzanan dağlar, insanlar için bir güzellik olan akarsular, göller, denizler, yeryüzüne hayat veren sağanak yağmur, yemyeşil ağaçlar, rengarenk menekşeler, papatyalar, karanfiller, güzel kokularıyla leylaklar, güller, her biri insana ayrı lezzet veren portakallar, karpuzlar, erikler, çilekler, muzlar, şeftaliler, insanda şefkat duygusu uyandıran kediler, köpekler, tavşanlar, gazeller, hayranlık verici estetikleri ve renkleriyle kelebekler, kuşlar, deniz altı canlıları….
Tüm bu gördükleriniz karşısında hem hayrete kapılır, hem de tüm bunları biraraya kimin yerleştirdiğini merak edersiniz. Meyvelerin renklerini görüp, kokularını duyduğunuzda bunları kimin böylesine cezbedici renklere boyadığını, bu enfes kokuları onlara kimin verdiğini merak edersiniz. Bir kavunu tattığınızda, elmadan bir parça ısırdığınızda lezzetlerinin nasıl bu kadar güzel ve çeşitli olduğunu, böyle kabuklu bir cismin içine nasıl olup da şekerin yerleştirildiğini düşünür, meyvelerin sıra sıra dizilmiş çekirdeklerini gördüğünüzde bunun nasıl olduğunu öğrenmek istersiniz.
Gördüğünüz her yeni şey, öğrendiğiniz her bilgi sizde büyük bir heyecan yaratır. Herşeyin nedenini, nasılını öğrenmeye çalışırsınız. Karpuzun çoğalabilmek için çekirdeklerine ihtiyaç duyduğunu, kuşların uçmak için mutlaka tüylerinin olmasının gerektiğini Güneş'ten gelen ışınların, oksijenin, suyun bütün canlıların yaşaması için gerekli olduğunu, denizlerin ve okyanusların varlığının önemini, bitkiler olmasa yeryüzünde bozulacak dengeleri, tahta parçasına benzeyen tohumlarda çeşit çeşit bitkilerin çıkmasını sağlayan bilgilerin şifrelenmiş olduğunu ve daha pek çok detayı öğrenirsiniz. Öğrendiğiniz herşey bu ihtişamı biraz daha idrak etmenizi sağlar.
Öğrenmeye başladıklarınızın yeryüzündeki canlıların özelliklerinin sadece çok küçük bir kısmı olduğundan, herşeyin birbirine bağlı çalıştığından, göremediğiniz varlıkların, duyamadığınız seslerin var olduğundan, uzaydaki ihtişamlı sistemlerin varlığından haberdar olduğunuzda ise şaşkınlığınız daha da artar.
Bütün bunların detaylarını birer birer öğrenirken her seferinde aynı sorular aklınıza gelecektir: Bu muhteşem varlıkların tümü nasıl ortaya çıktı? Ben nasıl meydana geldim? Madem herşeyin bir sebebi var, herşeye bir sebep bulunuyor; peki öyleyse ben niye varım?
Yıllarca kaldığınız bir odadan çıktığınız anda dünyadaki çeşitlilik ve ihtişamlı yaratılış ile karşı karşıya kaldığınız için sürekli düşünmekte ve sorularınıza cevap aramaktasınızdır. Her sorunuzun cevabında "mutlaka bunları yapan biri vardır" sözleri yer almaktadır. Düşünce tembelliğine kapılmadığınız ve çevrenizdeki varlıklara bir alışkanlık perdesi ardından bakmadığınız için herşeyin bir Yaratıcısı'nın olduğuna kesin kanaatiniz gelecektir. İşte her insanın yapması gereken aslında budur: Gördüğü şeylere alışkanlıkla değil de düşünerek, sorular sorarak bakmak…
Nasıl ki her gün üzerinden geçtiğiniz çelik köprüleri bir yapan varsa, sağlamlığı çelik ile karşılaştırılan kemiklerinizi de bir tasarlayan vardır. Hiçbir zaman için birisi çıkıp da ham demir ve kömürün tesadüfen birleşerek çeliği, çeliğin de tesadüfen çimentolarla birleşip köprüleri oluşturduğunu söyleyemez. Çünkü böyle bir iddiada bulunan kişinin aklından şüphe edileceğini herkes bilir.
Ancak bu açık gerçeğe rağmen dünyadaki bütün canlıların, gökyüzünün, yıldızların, uzayın, kısacası herşeyin tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmeye cesaret edenler vardır. Bu tesadüf iddialarının mantıksızlığı ise düşünen ve akleden her insan için son derece açıktır.
Tesadüfün Mantıksızlığı
Tesadüf iddiasıyla ortaya çıkanlar, materyalist ve evrimci zihniyeti taşıyan insanlardır. Bu insanlar maddenin ve evrenin başının ve sonunun olmadığını, bir yaratıcısının bulunmadığını iddia eder, milyarlarca yıldızdan oluşan milyarlarca galaksinin, tüm gökcisimlerinin, gezegenlerin, güneşlerin ve tüm bunların düzen içinde varlıklarını sürdürmesini sağlayan kusursuz sistemlerin başıboş tesadüflerle varlığını sürdürdüğünü söylerler. Aynı şekilde evrim teorisi de evrendeki ihtişamlı düzene rağmen, canlıların da tesadüflerle meydana geldiğini savunur.
Bu bilgiler ışığında evrimcilerin "tesadüf"ü yaratıcı bir güç olarak gördükleri ortaya çıkar. Allah'ın dışında bir varlığı yaratıcı güç olarak kabul etmek ise, kuşkusuz putperestliktir. Yani evrimciler "tesadüf" isimli bir puta sahiptirler. Nitekim Darwinist eserleri okuduğunuzda tesadüf putundan, bu putun sözde gücünden ve üstün kabiliyetlerinden sık sık bahsedildiğini görürsünüz.
Evrimcilerin, "tesadüf putu"nun var ettiğine inandıkları varlıkların örneklerini saymakla bitiremeyiz. Örneğin, evrimciler canlıları oluşturan ilk hücrenin tesadüf putunun bir eseri olduğuna inanırlar. Bu inanışa göre cansız ve şuursuz atomlar bir gün karar alıp yıldırımların, yağmurların ve çeşitli doğal etkilerin sonucunda biraraya gelmişler ve aminoasitleri oluşturmuşlardır. Sonra bu aminoasitler canlı hücresinin temeli olan proteinleri var etme kararı almış ve tesadüf putunun yardımıyla bu kararını uygulamaya koymuştur. Böylece ortaya çıkan proteinlerin ise ilk canlı hücreyi meydana getirmesi tesadüf ismi verilen güç sayesinde hemen gerçekleşmiştir. Ancak da "tesadüf"ün işi bununla da bitmemiştir.
Evrimci safsatalara göre, "tesadüf putu" dünya üzerindeki milyonlarca canlı türünü de kendi çabasıyla ortaya çıkarmıştır. Önce bir balık meydana getirmiş ama tek bir balığın yeterli olmayacağını düşünerek bugün var olan yüzbinlerce balık türünün oluşmasını sağlamıştır. Yüzbinlerce balık cinsi yeterli olmamış, bu balıklarla birlikte diğer deniz canlılarını da oluşturarak deniz altında nefes kesici ihtişamda bir ortam meydana getirmiştir. Ardından "tesadüf putu" bir gün deniz altında yaşamın yeterli olmadığını düşünmüş ve bir balığın denizden karaya çıkması için gerekli altyapıyı hazırlamıştır. Tesadüfler sayesinde balığın yüzgeçleri ayaklara dönüşmüştür ve balık suyun dışında solunumunu sağlayabileceği akciğerlere kavuşmuştur. Fakat bunlar da bugünkü canlı çeşitliliğini meydana getirememiştir ve "tesadüf"ler işlerine devam etmişlerdir...
Kitabın ilerleyen bölümünde pek çok örneğini göreceğiniz gibi, canlılar yaşamlarını ancak birçok organları tam ve eksiksiz biçimde var olduğunda sürdürebilmektedirler. Bazı organların çalışmaması canlıyı birkaç dakikada ya da en fazla birkaç günde öldürür. Fakat evrimcilerin iddiasına göre "tesadüf putu", milyonlarca yıllık bir süre içinde son derece şuurlu, dikkatli, hatasız ve kusursuz bir şekilde canlılarla ilgili bütün detayları düşünmüş, tasarlamış ve oluşturmuştur.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, "tesadüf" evrimcilere göre öyle bir puttur ki, her istediğini yapabilir, istediğini anında şekillendirebilir, bir hayvanı başka bir hayvana dönüştürebilir. Bütün bunları yaparken de bütün canlıların ve cansız varlıkların renklerini, görüntülerini, tadlarını olabilecek en estetik şekilde ayarlar. Mevsimlerine göre meyvelere vitaminleri yerleştirir, onları sulu ya da doyurucu niteliklerde kılar. Her yerde kokularının ve tadlarının aynı olmasını sağlar. Tesadüf putu tohumun içine bitkiyle ilgili bütün bilgileri yerleştirecek bir ilme dahi sahiptir.
Buraya kadar saydıklarımız, materyalist ve evrimci zihniyetin iddialarının genel mantığını oluşturmaktadır. Elbette tüm bu örneklerin evrimcilerin tek sebep olarak gösterdikleri "tesadüf"le gerçekleşemeyeceği akıl ve vicdan sahibi her insanın hemen kavrayabileceği bir gerçektir. Şimdi şunu düşünün: Tesadüfler biraraya gelerek otoban yollar yapabilirler mi, taşıma şirketleri kurarak bunların düzenli işlemesini sağlayabilirler mi? Elbette ki tesadüfen böyle şeylerin ortaya çıkması imkansızdır. Nasıl ki bir taşıma şirketi tesadüfen kurulamıyorsa, insan vücudundaki dolaşım sistemi de tesadüfen ortaya çıkmış olamaz. Nasıl ki Eiffel Kulesi'nin tüm çeliklerini teker teker üreten, onları belli büyüklüklerde kesen, kulenin tasarımını yapan, sonra bu tasarıma uygun olarak parçaları birleştiren, onlara sağlamlığını veren birileri varsa, insan kemiklerinin her birini gerekli boylarda yaratan, insan vücudunun ihtiyaçlarına uygun olarak hepsini en iyi yerlere yerleştiren, kemikleri birleştirerek sapasağlam bir iskelet yapan bir güç sahibi de vardır. Bu, doğadaki her türlü gücün üstünde olan, herşeyi kapsayan, benzeri olmayan bir güçtür. İşte bu gücün sahibi, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır.
Buraya kadar yapılan karşılaştırmaların ve kitap boyunca verilen örneklerin tümü Allah'ın evrende kusursuzca yarattığı çeşitlilikten sadece birkaç örnektir. Bu örneklerin her biri kendi içinde çok detaylı bilgiler içermektedir. Örneğin, bu kitapta kelebeklerin birkaç genel özelliğinden bahsedilmektedir, ancak sadece kelebeğin gözü üzerine yazılmış ve her biri sayfalar dolusu olan kitaplar vardır. Bundan başka çok çeşitli sayıda kelebek türleri, bu türlerin her birinin kendilerine has özellikleri vardır. İnsan vücudunun bu kitapta çok genel olarak ele alınan birkaç özelliği vardır ancak sadece kemikler ile ilgili ciltler dolusu kitap ve araştırma bulunmaktadır. İnsan gözünün tek bir siniri, böceklerin kanatları, hatta bu kanadı oluşturan maddenin içeriği üzerine yazılmış sayfalar dolusu kitaplar vardır.
Tüm bunlar Allah'ın varlığının apaçık delilleridir. Allah'ın varlığı her yeri kuşatmıştır ve aklını kullanabilen her insan yaratılıştaki ihtişamı hemen görecektir. Her insan aklı ve vicdanı ölçüsünde Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilecektir. Allah'ın üstün kudretini, nihayetsiz sanatını kavramaya başlayan insana düşen en önemli görev ise, gördüğü güzelliklerin gerçek sahibine yönelmek ve yalnızca Allah'ın hoşnut olacağı umulan şekilde bir yaşam sürmektir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin, O, herşeyin üstünde bir vekildir. (En'am Suresi, 102)
AKILLI TASARIM yani YARATILIŞ
Kitapta zaman zaman karşınıza Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği vurgulamak için kullandığımız "tasarım" kelimesi çıkacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullanıldığının doğru anlaşılması çok önemli. Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz'in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol!" demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandr. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.
(Bakara Suresi, 117)
Yokluktan Varlığa: Big Bang
Çevrenizde gördüğünüz herşeyin, kendi bedeniniz, içinde yaşadığınız ev, şu anda oturduğunuz koltuk, anneniz, babanız, ağaçlar, kuşlar, toprak, meyveler, bitkiler, kısacası bütün canlıların ve aklınıza gelebilecek bütün maddelerin "Büyük Patlama" ile var olan atomların biraraya gelmesiyle hayat bulduklarını biliyor muydunuz? Bu patlamanın ardından evrendeki kusursuz düzenin oluştuğundan haberdar mıydınız? Peki nedir bu "Büyük Patlama"?
Son yüzyılda gelişmiş teknoloji ile gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar, evrenin bir başlangıcı olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Bilimadamları yaptıkları incelemeler sonucunda evrenin sürekli olarak "genişlediğini" tesbit etmişlerdir. Ve evren genişlediğine göre, zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan genişlemeye başladığı sonucuna ulaşmışlardır. İşte bugün bilimin ulaştığı gerçek, evrenin bu tek noktanın patlamasıyla yoktan var olduğudur. Bu patlamaya "Big Bang" yani "Büyük Patlama" adı verilmiştir.
Bugün bilim çevreleri tarafından evrenin var oluş şekli olarak kabul gören Büyük Patlama'nın ardından, son derece kusursuz bir düzenin oluşması ise aslında hiç de sıradan karşılanabilecek bir durum değildir. Düşünün ki, yeryüzünde binlerce çeşit patlama olumakta ama hiçbirinde ortaya bir düzen çıkmamaktadır. Hepsi olanı bozmaya, parçalamaya, yok etmeye yönelik olarak gerçekleşir.Örneğin; atom ve hidrojen bombalarının patlaması, giruzu patlamaları, volkanik patlamalar, doğalgaz patlaması, güneşte meydana gelen patlamalar; kısacası ne tür patlama incelenirse incelensin, etkilerinin hep yıkıcı oldukları görülecektir. Hiçbir zaman bir patlamanın neticesinde görünüm olarak yapıcı ve olumlu bir sonuç çıkmaz. Ama günümüz teknolojisi ile ortaya konmuş olan bilimsel sonuçlara göre Büyük Patlama yokluktan varlığa, hem de çok düzenli ve ahenkli bir varlığa geçişe sebep olmuştur.
Şimdi de şöyle bir örnek üzerinde düşünelim; yerin altında bir dinamit patlıyor ve bu patlamanın ardından da odalarıyla, pencereleriyle, kapılarıyla, mobilyalarıyla dünyanın en görkemli sarayı meydana geliyor. Buna "tesadüf sonucu oluştu" demek mantıklı bir yaklaşım olur mu? Böyle bir şey kendiliğinden oluşabilir mi? Elbette ki hayır!
Büyük Patlama'nın ardından oluşan kainat ise elbette dünya üzerindeki bir sarayla karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar ihtişamlı, ince ince planlanmış, görkemli bir sistemdir. Bu durumda evrenin kendi kendine oluştuğunu iddia etmek son derece anlamsız olacaktır. Evren yokken birdenbire ortaya çıkmıştır. Bu da bize maddeyi yoktan var eden, onun her anını kontrolü altında bulunduran sonsuz bilgi ve güç sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. O Yaratıcı üstün güç sahibi olan Allah'tır.
Uzaydaki Büyüklük Kavramı
Evrende sayısız sistem işlemektedir. Allah, biz farkında dahi değilken, örneğin, kitap okurken, yürürken, uyurken tüm bu sistemleri kontrolü altında tutar. Allah insanların Kendi sınırsız gücünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detayla birlikte yaratmıştır. Allah Kuran'da insanlara hitap etmekte, evrendeki düzenin yaratılış sebebini "sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz ve öğrenmeniz için" (Talak Suresi, 12) ifade etmektedir. Bu düzen öylesine detaylar içerir ki, insan nereden düşünmeye başlayacağını şaşırır.
Örneğin, uzayın uçsuz bucaksız olduğundan herkes haberdardır. Ancak bunun gerçek anlamda nasıl bir büyüklük olduğu üzerinde düşünmeye başladığımızda tahmin edebileceğimizden çok daha farklı kavramlarla karşılaşırız. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer Dünya'yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Burada ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.
Bu benzetmeyle Güneş Sistemi'nin dev bir boyuta sahip olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Ancak aslında Güneş Sistemi içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisine oranla oldukça mütevazi bir büyüklüğe sahiptir. Çünkü Samanyolu Galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar tane yıldız vardır.
Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır. Ancak şaşırtıcı olan, Samanyolu Galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar…
Evrendeki gök cisimlerinin boyutları ve dağılımlarındaki ihtişamdan verdiğimiz bu birkaç örnek bile Allah'ın yaratma sanatının benzersizliğini, O'nun yaratmada hiçbir ortağının olmadığını, Allah'ın üstün bir güç sahibi olduğunu göstermek için yeterlidir. Allah insanları bu gerçekler üzerinde düşünmeye şöyle çağırmaktadır:
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz, yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi… (Naziat Suresi, 27-28)
Güneş Sistemi'ndeki Kusursuz Düzen
Bulunduğunuz mekandan dışarıya çıktığınızda güneş ışınlarının yüzünüze sizi hiç rahatsız etmeden çarpmasını Güneş Sistemi'ndeki kusursuz düzene borçlusunuz. Bize sadece güzel bir sıcaklıkla aydınlık ileten Güneş, aslında kıpkırmızı gaz bulutlarından oluşan derin bir kuyu gibidir. Kaynayan yüzeyinden milyonlarca kilometre öteye fışkıran dev alev girdaplarından ve dipten yüzeye doğru yükselen dev hortumlardan oluşur. Bunlar canlılar için öldürücüdür. Ancak Güneş'in bütün zararlı, öldürücü ışınları bize ulaşmadan önce atmosfer ve dünyanın manyetik alanı tarafından süzülür. İşte Dünya'nın yaşanabilir bir gezegen olmasını sağlayan, Güneş Sistemi'ndeki kusursuz düzendir.
Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde son derece hassas bir denge ile karşılaşırız. Güneş Sistemi'ndeki gezegenleri, sistemden çıkarak dondurucu soğukluktaki "dış uzay"a savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulur. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilir ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kusursuz bir şekilde kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu için devam etmektedir.
Bu arada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Bunlar Güneş Sistemi'ndeki ihtişamlı dengenin birkaç delilidir. Dev gezegenleri ve tüm Güneş Sistemi'ni düzene sokan ve devamlı olmasını sağlayan dengenin tesadüfen ortaya çıkamayacağı akıl sahibi her insanın kolaylıkla anlayabileceği bir gerçektir. Bu düzenin ince ince hesaplandığı çok açıktır. Üstün bir güç sahibi olan Allah evrende yarattığı kusursuz detaylarla bize herşeyin Kendi kontrolü altında olduğunu göstermektedir.
Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar, bu sistemin çok açık şekilde yaratılışı gösterdiğini ve Allah'ın tüm evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu pek çok kereler belirtmişlerdir. Allah herşeyi sonsuz ilmiyle yaratır ve düzenler. Allah üstün güç sahibi olandır.
Peki bir de şöyle düşünün. Doğduğunuz günden itibaren tek bir odada yaşamınızı sürdürdüğünüzü farz edin. Bu oda dört duvardan oluşuyor olsun ve dışarıyı görebileceğiniz küçük bir penceresi bile olmasın. Sadece ihtiyacınıza yönelik birkaç mütevazi mobilya bu odaya konmuş olsun. Yaşamınızı geçirdiğiniz bu odada size yalnızca hayatınızı sürdürebilmeniz için gerekli olan bir-iki çeşit yiyecek ve su verilsin. Odada, dışarıdan haber alabilmenizi sağlayacak herhangi bir iletişim aracının, örneğin; bir telefon, radyo yada bir televizyonun da bulunmadığını varsayalım. Dolayısıyla birçok konu hakkında bilginiz olmayacaktır.
Derken bir gün hayatınızı geçirdiğiniz bu odadan çıkarıldığınızı ve dış dünyayı gördüğünüzü farz edin. Bu durumda dünya hakkında neler düşünürsünüz?
Gözünüzün görebildiği alanın genişliği, ışığın varlığı, Güneş'in yüzünüze çarpan sıcaklığı, gökyüzünün masmavi rengi, bembeyaz bulutların varlığı sizi çok şaşırtacaktır. Geceleri gökyüzünde beliren parlak ışıklı yıldızlar, tüm ihtişamı ile gökyüzüne doğru uzanan dağlar, insanlar için bir güzellik olan akarsular, göller, denizler, yeryüzüne hayat veren sağanak yağmur, yemyeşil ağaçlar, rengarenk menekşeler, papatyalar, karanfiller, güzel kokularıyla leylaklar, güller, her biri insana ayrı lezzet veren portakallar, karpuzlar, erikler, çilekler, muzlar, şeftaliler, insanda şefkat duygusu uyandıran kediler, köpekler, tavşanlar, gazeller, hayranlık verici estetikleri ve renkleriyle kelebekler, kuşlar, deniz altı canlıları….
Tüm bu gördükleriniz karşısında hem hayrete kapılır, hem de tüm bunları biraraya kimin yerleştirdiğini merak edersiniz. Meyvelerin renklerini görüp, kokularını duyduğunuzda bunları kimin böylesine cezbedici renklere boyadığını, bu enfes kokuları onlara kimin verdiğini merak edersiniz. Bir kavunu tattığınızda, elmadan bir parça ısırdığınızda lezzetlerinin nasıl bu kadar güzel ve çeşitli olduğunu, böyle kabuklu bir cismin içine nasıl olup da şekerin yerleştirildiğini düşünür, meyvelerin sıra sıra dizilmiş çekirdeklerini gördüğünüzde bunun nasıl olduğunu öğrenmek istersiniz.
Gördüğünüz her yeni şey, öğrendiğiniz her bilgi sizde büyük bir heyecan yaratır. Herşeyin nedenini, nasılını öğrenmeye çalışırsınız. Karpuzun çoğalabilmek için çekirdeklerine ihtiyaç duyduğunu, kuşların uçmak için mutlaka tüylerinin olmasının gerektiğini Güneş'ten gelen ışınların, oksijenin, suyun bütün canlıların yaşaması için gerekli olduğunu, denizlerin ve okyanusların varlığının önemini, bitkiler olmasa yeryüzünde bozulacak dengeleri, tahta parçasına benzeyen tohumlarda çeşit çeşit bitkilerin çıkmasını sağlayan bilgilerin şifrelenmiş olduğunu ve daha pek çok detayı öğrenirsiniz. Öğrendiğiniz herşey bu ihtişamı biraz daha idrak etmenizi sağlar.
Öğrenmeye başladıklarınızın yeryüzündeki canlıların özelliklerinin sadece çok küçük bir kısmı olduğundan, herşeyin birbirine bağlı çalıştığından, göremediğiniz varlıkların, duyamadığınız seslerin var olduğundan, uzaydaki ihtişamlı sistemlerin varlığından haberdar olduğunuzda ise şaşkınlığınız daha da artar.
Bütün bunların detaylarını birer birer öğrenirken her seferinde aynı sorular aklınıza gelecektir: Bu muhteşem varlıkların tümü nasıl ortaya çıktı? Ben nasıl meydana geldim? Madem herşeyin bir sebebi var, herşeye bir sebep bulunuyor; peki öyleyse ben niye varım?
Yıllarca kaldığınız bir odadan çıktığınız anda dünyadaki çeşitlilik ve ihtişamlı yaratılış ile karşı karşıya kaldığınız için sürekli düşünmekte ve sorularınıza cevap aramaktasınızdır. Her sorunuzun cevabında "mutlaka bunları yapan biri vardır" sözleri yer almaktadır. Düşünce tembelliğine kapılmadığınız ve çevrenizdeki varlıklara bir alışkanlık perdesi ardından bakmadığınız için herşeyin bir Yaratıcısı'nın olduğuna kesin kanaatiniz gelecektir. İşte her insanın yapması gereken aslında budur: Gördüğü şeylere alışkanlıkla değil de düşünerek, sorular sorarak bakmak…
Nasıl ki her gün üzerinden geçtiğiniz çelik köprüleri bir yapan varsa, sağlamlığı çelik ile karşılaştırılan kemiklerinizi de bir tasarlayan vardır. Hiçbir zaman için birisi çıkıp da ham demir ve kömürün tesadüfen birleşerek çeliği, çeliğin de tesadüfen çimentolarla birleşip köprüleri oluşturduğunu söyleyemez. Çünkü böyle bir iddiada bulunan kişinin aklından şüphe edileceğini herkes bilir.
Ancak bu açık gerçeğe rağmen dünyadaki bütün canlıların, gökyüzünün, yıldızların, uzayın, kısacası herşeyin tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmeye cesaret edenler vardır. Bu tesadüf iddialarının mantıksızlığı ise düşünen ve akleden her insan için son derece açıktır.
Tesadüfün Mantıksızlığı
Tesadüf iddiasıyla ortaya çıkanlar, materyalist ve evrimci zihniyeti taşıyan insanlardır. Bu insanlar maddenin ve evrenin başının ve sonunun olmadığını, bir yaratıcısının bulunmadığını iddia eder, milyarlarca yıldızdan oluşan milyarlarca galaksinin, tüm gökcisimlerinin, gezegenlerin, güneşlerin ve tüm bunların düzen içinde varlıklarını sürdürmesini sağlayan kusursuz sistemlerin başıboş tesadüflerle varlığını sürdürdüğünü söylerler. Aynı şekilde evrim teorisi de evrendeki ihtişamlı düzene rağmen, canlıların da tesadüflerle meydana geldiğini savunur.
Bu bilgiler ışığında evrimcilerin "tesadüf"ü yaratıcı bir güç olarak gördükleri ortaya çıkar. Allah'ın dışında bir varlığı yaratıcı güç olarak kabul etmek ise, kuşkusuz putperestliktir. Yani evrimciler "tesadüf" isimli bir puta sahiptirler. Nitekim Darwinist eserleri okuduğunuzda tesadüf putundan, bu putun sözde gücünden ve üstün kabiliyetlerinden sık sık bahsedildiğini görürsünüz.
Evrimcilerin, "tesadüf putu"nun var ettiğine inandıkları varlıkların örneklerini saymakla bitiremeyiz. Örneğin, evrimciler canlıları oluşturan ilk hücrenin tesadüf putunun bir eseri olduğuna inanırlar. Bu inanışa göre cansız ve şuursuz atomlar bir gün karar alıp yıldırımların, yağmurların ve çeşitli doğal etkilerin sonucunda biraraya gelmişler ve aminoasitleri oluşturmuşlardır. Sonra bu aminoasitler canlı hücresinin temeli olan proteinleri var etme kararı almış ve tesadüf putunun yardımıyla bu kararını uygulamaya koymuştur. Böylece ortaya çıkan proteinlerin ise ilk canlı hücreyi meydana getirmesi tesadüf ismi verilen güç sayesinde hemen gerçekleşmiştir. Ancak da "tesadüf"ün işi bununla da bitmemiştir.
Evrimci safsatalara göre, "tesadüf putu" dünya üzerindeki milyonlarca canlı türünü de kendi çabasıyla ortaya çıkarmıştır. Önce bir balık meydana getirmiş ama tek bir balığın yeterli olmayacağını düşünerek bugün var olan yüzbinlerce balık türünün oluşmasını sağlamıştır. Yüzbinlerce balık cinsi yeterli olmamış, bu balıklarla birlikte diğer deniz canlılarını da oluşturarak deniz altında nefes kesici ihtişamda bir ortam meydana getirmiştir. Ardından "tesadüf putu" bir gün deniz altında yaşamın yeterli olmadığını düşünmüş ve bir balığın denizden karaya çıkması için gerekli altyapıyı hazırlamıştır. Tesadüfler sayesinde balığın yüzgeçleri ayaklara dönüşmüştür ve balık suyun dışında solunumunu sağlayabileceği akciğerlere kavuşmuştur. Fakat bunlar da bugünkü canlı çeşitliliğini meydana getirememiştir ve "tesadüf"ler işlerine devam etmişlerdir...
Kitabın ilerleyen bölümünde pek çok örneğini göreceğiniz gibi, canlılar yaşamlarını ancak birçok organları tam ve eksiksiz biçimde var olduğunda sürdürebilmektedirler. Bazı organların çalışmaması canlıyı birkaç dakikada ya da en fazla birkaç günde öldürür. Fakat evrimcilerin iddiasına göre "tesadüf putu", milyonlarca yıllık bir süre içinde son derece şuurlu, dikkatli, hatasız ve kusursuz bir şekilde canlılarla ilgili bütün detayları düşünmüş, tasarlamış ve oluşturmuştur.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, "tesadüf" evrimcilere göre öyle bir puttur ki, her istediğini yapabilir, istediğini anında şekillendirebilir, bir hayvanı başka bir hayvana dönüştürebilir. Bütün bunları yaparken de bütün canlıların ve cansız varlıkların renklerini, görüntülerini, tadlarını olabilecek en estetik şekilde ayarlar. Mevsimlerine göre meyvelere vitaminleri yerleştirir, onları sulu ya da doyurucu niteliklerde kılar. Her yerde kokularının ve tadlarının aynı olmasını sağlar. Tesadüf putu tohumun içine bitkiyle ilgili bütün bilgileri yerleştirecek bir ilme dahi sahiptir.
Buraya kadar saydıklarımız, materyalist ve evrimci zihniyetin iddialarının genel mantığını oluşturmaktadır. Elbette tüm bu örneklerin evrimcilerin tek sebep olarak gösterdikleri "tesadüf"le gerçekleşemeyeceği akıl ve vicdan sahibi her insanın hemen kavrayabileceği bir gerçektir. Şimdi şunu düşünün: Tesadüfler biraraya gelerek otoban yollar yapabilirler mi, taşıma şirketleri kurarak bunların düzenli işlemesini sağlayabilirler mi? Elbette ki tesadüfen böyle şeylerin ortaya çıkması imkansızdır. Nasıl ki bir taşıma şirketi tesadüfen kurulamıyorsa, insan vücudundaki dolaşım sistemi de tesadüfen ortaya çıkmış olamaz. Nasıl ki Eiffel Kulesi'nin tüm çeliklerini teker teker üreten, onları belli büyüklüklerde kesen, kulenin tasarımını yapan, sonra bu tasarıma uygun olarak parçaları birleştiren, onlara sağlamlığını veren birileri varsa, insan kemiklerinin her birini gerekli boylarda yaratan, insan vücudunun ihtiyaçlarına uygun olarak hepsini en iyi yerlere yerleştiren, kemikleri birleştirerek sapasağlam bir iskelet yapan bir güç sahibi de vardır. Bu, doğadaki her türlü gücün üstünde olan, herşeyi kapsayan, benzeri olmayan bir güçtür. İşte bu gücün sahibi, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır.
Buraya kadar yapılan karşılaştırmaların ve kitap boyunca verilen örneklerin tümü Allah'ın evrende kusursuzca yarattığı çeşitlilikten sadece birkaç örnektir. Bu örneklerin her biri kendi içinde çok detaylı bilgiler içermektedir. Örneğin, bu kitapta kelebeklerin birkaç genel özelliğinden bahsedilmektedir, ancak sadece kelebeğin gözü üzerine yazılmış ve her biri sayfalar dolusu olan kitaplar vardır. Bundan başka çok çeşitli sayıda kelebek türleri, bu türlerin her birinin kendilerine has özellikleri vardır. İnsan vücudunun bu kitapta çok genel olarak ele alınan birkaç özelliği vardır ancak sadece kemikler ile ilgili ciltler dolusu kitap ve araştırma bulunmaktadır. İnsan gözünün tek bir siniri, böceklerin kanatları, hatta bu kanadı oluşturan maddenin içeriği üzerine yazılmış sayfalar dolusu kitaplar vardır.
Tüm bunlar Allah'ın varlığının apaçık delilleridir. Allah'ın varlığı her yeri kuşatmıştır ve aklını kullanabilen her insan yaratılıştaki ihtişamı hemen görecektir. Her insan aklı ve vicdanı ölçüsünde Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilecektir. Allah'ın üstün kudretini, nihayetsiz sanatını kavramaya başlayan insana düşen en önemli görev ise, gördüğü güzelliklerin gerçek sahibine yönelmek ve yalnızca Allah'ın hoşnut olacağı umulan şekilde bir yaşam sürmektir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin, O, herşeyin üstünde bir vekildir. (En'am Suresi, 102)
AKILLI TASARIM yani YARATILIŞ
Kitapta zaman zaman karşınıza Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği vurgulamak için kullandığımız "tasarım" kelimesi çıkacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullanıldığının doğru anlaşılması çok önemli. Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz'in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol!" demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandr. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.
(Bakara Suresi, 117)
Yokluktan Varlığa: Big Bang
Çevrenizde gördüğünüz herşeyin, kendi bedeniniz, içinde yaşadığınız ev, şu anda oturduğunuz koltuk, anneniz, babanız, ağaçlar, kuşlar, toprak, meyveler, bitkiler, kısacası bütün canlıların ve aklınıza gelebilecek bütün maddelerin "Büyük Patlama" ile var olan atomların biraraya gelmesiyle hayat bulduklarını biliyor muydunuz? Bu patlamanın ardından evrendeki kusursuz düzenin oluştuğundan haberdar mıydınız? Peki nedir bu "Büyük Patlama"?
Son yüzyılda gelişmiş teknoloji ile gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar, evrenin bir başlangıcı olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Bilimadamları yaptıkları incelemeler sonucunda evrenin sürekli olarak "genişlediğini" tesbit etmişlerdir. Ve evren genişlediğine göre, zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan genişlemeye başladığı sonucuna ulaşmışlardır. İşte bugün bilimin ulaştığı gerçek, evrenin bu tek noktanın patlamasıyla yoktan var olduğudur. Bu patlamaya "Big Bang" yani "Büyük Patlama" adı verilmiştir.
Bugün bilim çevreleri tarafından evrenin var oluş şekli olarak kabul gören Büyük Patlama'nın ardından, son derece kusursuz bir düzenin oluşması ise aslında hiç de sıradan karşılanabilecek bir durum değildir. Düşünün ki, yeryüzünde binlerce çeşit patlama olumakta ama hiçbirinde ortaya bir düzen çıkmamaktadır. Hepsi olanı bozmaya, parçalamaya, yok etmeye yönelik olarak gerçekleşir.Örneğin; atom ve hidrojen bombalarının patlaması, giruzu patlamaları, volkanik patlamalar, doğalgaz patlaması, güneşte meydana gelen patlamalar; kısacası ne tür patlama incelenirse incelensin, etkilerinin hep yıkıcı oldukları görülecektir. Hiçbir zaman bir patlamanın neticesinde görünüm olarak yapıcı ve olumlu bir sonuç çıkmaz. Ama günümüz teknolojisi ile ortaya konmuş olan bilimsel sonuçlara göre Büyük Patlama yokluktan varlığa, hem de çok düzenli ve ahenkli bir varlığa geçişe sebep olmuştur.
Şimdi de şöyle bir örnek üzerinde düşünelim; yerin altında bir dinamit patlıyor ve bu patlamanın ardından da odalarıyla, pencereleriyle, kapılarıyla, mobilyalarıyla dünyanın en görkemli sarayı meydana geliyor. Buna "tesadüf sonucu oluştu" demek mantıklı bir yaklaşım olur mu? Böyle bir şey kendiliğinden oluşabilir mi? Elbette ki hayır!
Büyük Patlama'nın ardından oluşan kainat ise elbette dünya üzerindeki bir sarayla karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar ihtişamlı, ince ince planlanmış, görkemli bir sistemdir. Bu durumda evrenin kendi kendine oluştuğunu iddia etmek son derece anlamsız olacaktır. Evren yokken birdenbire ortaya çıkmıştır. Bu da bize maddeyi yoktan var eden, onun her anını kontrolü altında bulunduran sonsuz bilgi ve güç sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. O Yaratıcı üstün güç sahibi olan Allah'tır.
Uzaydaki Büyüklük Kavramı
Evrende sayısız sistem işlemektedir. Allah, biz farkında dahi değilken, örneğin, kitap okurken, yürürken, uyurken tüm bu sistemleri kontrolü altında tutar. Allah insanların Kendi sınırsız gücünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detayla birlikte yaratmıştır. Allah Kuran'da insanlara hitap etmekte, evrendeki düzenin yaratılış sebebini "sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz ve öğrenmeniz için" (Talak Suresi, 12) ifade etmektedir. Bu düzen öylesine detaylar içerir ki, insan nereden düşünmeye başlayacağını şaşırır.
Örneğin, uzayın uçsuz bucaksız olduğundan herkes haberdardır. Ancak bunun gerçek anlamda nasıl bir büyüklük olduğu üzerinde düşünmeye başladığımızda tahmin edebileceğimizden çok daha farklı kavramlarla karşılaşırız. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer Dünya'yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Burada ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.
Bu benzetmeyle Güneş Sistemi'nin dev bir boyuta sahip olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Ancak aslında Güneş Sistemi içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisine oranla oldukça mütevazi bir büyüklüğe sahiptir. Çünkü Samanyolu Galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar tane yıldız vardır.
Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır. Ancak şaşırtıcı olan, Samanyolu Galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar…
Evrendeki gök cisimlerinin boyutları ve dağılımlarındaki ihtişamdan verdiğimiz bu birkaç örnek bile Allah'ın yaratma sanatının benzersizliğini, O'nun yaratmada hiçbir ortağının olmadığını, Allah'ın üstün bir güç sahibi olduğunu göstermek için yeterlidir. Allah insanları bu gerçekler üzerinde düşünmeye şöyle çağırmaktadır:
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz, yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi… (Naziat Suresi, 27-28)
Güneş Sistemi'ndeki Kusursuz Düzen
Bulunduğunuz mekandan dışarıya çıktığınızda güneş ışınlarının yüzünüze sizi hiç rahatsız etmeden çarpmasını Güneş Sistemi'ndeki kusursuz düzene borçlusunuz. Bize sadece güzel bir sıcaklıkla aydınlık ileten Güneş, aslında kıpkırmızı gaz bulutlarından oluşan derin bir kuyu gibidir. Kaynayan yüzeyinden milyonlarca kilometre öteye fışkıran dev alev girdaplarından ve dipten yüzeye doğru yükselen dev hortumlardan oluşur. Bunlar canlılar için öldürücüdür. Ancak Güneş'in bütün zararlı, öldürücü ışınları bize ulaşmadan önce atmosfer ve dünyanın manyetik alanı tarafından süzülür. İşte Dünya'nın yaşanabilir bir gezegen olmasını sağlayan, Güneş Sistemi'ndeki kusursuz düzendir.
Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde son derece hassas bir denge ile karşılaşırız. Güneş Sistemi'ndeki gezegenleri, sistemden çıkarak dondurucu soğukluktaki "dış uzay"a savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulur. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilir ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kusursuz bir şekilde kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu için devam etmektedir.
Bu arada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Bunlar Güneş Sistemi'ndeki ihtişamlı dengenin birkaç delilidir. Dev gezegenleri ve tüm Güneş Sistemi'ni düzene sokan ve devamlı olmasını sağlayan dengenin tesadüfen ortaya çıkamayacağı akıl sahibi her insanın kolaylıkla anlayabileceği bir gerçektir. Bu düzenin ince ince hesaplandığı çok açıktır. Üstün bir güç sahibi olan Allah evrende yarattığı kusursuz detaylarla bize herşeyin Kendi kontrolü altında olduğunu göstermektedir.
Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar, bu sistemin çok açık şekilde yaratılışı gösterdiğini ve Allah'ın tüm evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu pek çok kereler belirtmişlerdir. Allah herşeyi sonsuz ilmiyle yaratır ve düzenler. Allah üstün güç sahibi olandır.
Moderatör tarafında düzenlendi: