nefsimutmainne
Aktif Üyemiz
Allah hepinizden razı olsun. Allah hulûsunuzun, ihlasınızın bârını, meyvasını yedirsin. Allah emeklerinizi zayi etmesin. Uzaklardan geldiniz, Yoruldunuz. Tabii ki Cenâb-ı Hakk emek zayi etmez hâşâ. Bizim tarikatımızda müridin hizmeti zayi olmaz. Mübarek Şeyh Efendimiz buyururdu ki: Müridin bir abdestinin hizmeti bile zayi olmaz. Çok basit olan hizmet, çok ufak olan hizmet bile zayi olmaz. Onun için buyurmuşlar: "Baba himmet, oğul hizmet."
Himmetten mânâ: Evliyâullah'ın bize olan manevî yardımıdır.
Hizmetten mânâ: Bizim O'na tâbi olmamız, O'nun şerefini muhafaza etmemiz, mürşidimizin şerefini muhafaza etmemizdir. Bizim tarîkatımız, nazenin tarîki; bir ismi Azîzan tarîki, bir ismi Hâcegân (hocalar) tarîki. Bütün hocalar, âlimler bizim tarikatımızdan geçmişler.
Azîzan: Kıymetli demek, azizler demek. Nazenin: Çok kibar.
Onun için bugünü bize Cenâb-ı Hakk ihsan etti. Cenâb-ı Hakk bugünümüzü her zaman için bize ihsan etsin. Nasip etsin. Evet tarikatımızın büyük amelidir teveccüh. Hiçbir tarîkatta bu amel yoktur. Bu nasıl ameldir ki, şarktakini, garbtakini, şimal ve cenuptakini toplamışlar buraya. Her vilâyetten burada insan var. Ne toplamış, bu amel toplamış. Onun için büyük amel. Onun için büyüklerimizin ameli olduğu için biz bunun taklidini yapacağız. Biz bunun ehli değiliz. Taklittten tahkike döner mi, döner. Bir güzel kelâm var:
Çürüklerin hep sağ olur
Zehrin kamu bal yağ olur
Dağlar yemişli bağ olur
Burada çürük amelleri sağlam ederler. Senin bütün meşakkatini, bağandaki gönül meşakkatini, tatlı yaparlar. Onun için çok şükür, bin şükür. Nihayetsiz şükürler olsun bu günümüze. Allah bu günlerimizi aratmasın. Allah hepimize hayırlı, sağlıklı, sâlih amel ihsan etsin. Allah şerefinizi, makamınızı yükseltsin. Allah bu nimetimizin nurundan, feyzinden mahrum etmesin.
Teveccüh olunca her bir ihvana
Mürde kalplerimiz gelirler cana
Îşte bu güzellik aşikâr.
Murg-u canlar başlar âh u figâna
Murg-ı canlar: Ruhlar... Uyanmış. Bu ağlamak, hareket, nerden geliyor, ruhtan geliyor. Evliyâullah'ın bir iltifatı var burada. Evliyâullah'ın zahiri var, bâtını var. Zahirine uyamazsak, bâtınından yararla namayız.
Ne çok yedin bu zehirli gıdayı
Erenler elinden iç bir badeyi
Tamir et öteyi yık bu odayı
Evet, Evliyâullah'ın iki yönü vardır. Zahiri, bâtını. Zahirine uyacağız. Onun amellerini, hareketlerini, yaşantısını, sözlerini, kıyafetini kendimize örnek yapacağız. Ne görmüşsek Ondan, biz de onu işleyeceğiz. Görmediğimiz bir şeyi işlemeyeceğiz. Zahirde mübarek görüntüsü var. Bir de velayet nuru var ki, görünmez. O rûh oradan faydalanıyor. Bu cezbe oradan geliyor. Müritte niye evliyaullaha karşı bu hareket var, niye bu sevgi var; çünkü onun ruhuna iltifat var. Rabıta nuru var, o nefsini terbiye ediyor. Onun için "sâdıklarla olun" buyuruluyor. Burada iki mânâ vardır:
- ilmiyle âmil olan, âlimle dosdoğru, yüzyüze. Ondan bilmediklerimizi
öğrenmek.
-ilmiyle âmil olan yine meşâyihtir. Bir insan tasavvuf ehli olmazsa ilmi ile
âmil olamaz.
Bir de gönül sahiplerine gönülden bağlanmak. Müridin cesedi meşâyihinin zâhirinedir. Ruhu ise velâyetinedir. Fakat müridin bundan haberi olmaz. Evliyaullahın haberi vardır. Evliyâullah'ın ruhu kapalı değildir. Çıkar gezer. Nereye gider, semâyı gezer, zemini gezer, âlemi gezer. Ama avamın ruhu kapalıdır. Çıkamaz. Onun için:
Oların ruhlarının yok kararı
Dolaşırlar zemin ü asumanı
Olar bu âlemi devran ederler
Ararlar derde düşen nâtüvânı
Biz evliyaullahın maneviyaündaki esrarı bilemeyiz, anlayamayız. Bakınız anlayan ne demiş:
Salihem şeyhim güneştir ben anın zerresi
Güneş bütün mükevvenâtı ihata eder. Zerre nedir, şu pencereden içeriye bir hattır. Ne zaman ki velayete dahil olursan o zaman evliyaullahın esrarını anlarsın.
Allah'a şükür velayete inancımız bizi buraya topladı. Velayet sahibi de bir cisim sahibidir. Peygamberler de bir cisim sahibidir. Bu cisim sahiplerini görüyoruz. Ancak onların cisimleri bir âlet olmuştur. Bizim ki de öyle midir, Hayır. Bizim ruhumuz nefse mağlup olmuştur. Velîlerde ise nefis mağlup olmuştur. Nasıl ulaşmıştır ruh oraya, Meşâyihe hizmet görmüştür. Biz ne yapacağız, meşâyihi örnek edineceğiz kendimize, daima onun izinde olacağız. Ona muhalif bir hâlimiz olmayacak. Şerefini muhafaza edeceğiz, sözümüzle yaşantımızla vs.
Velayet nuru nedir, velayet nuru ruhumuza hizmet görüyor. Bizim bundan haberimiz yoktur. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor:
"Benim mürebbim Rabbım. Rabbim beni terbiye etti." buyuruyor.
Peygamber Efendimiz medrese görmedi, ilim görmedi. Ondaki ilim ne idi, Allah onun ruhuna iltifat etmiş.
Özün bir pîre teslim et müdavim ol kapısında
Meşâyihten murad şahım mürebbi kâmil olmaktır
Teslim olmaktan maksat o mürebbidir, Yetiştiricidir. Ne öğretecek sana, ruhuna öğretecek. Ruhun bir tahsili var. Tarîkat da aynı zahir gibidir. Nasıl ki bir talebe ilkokulu bitirince diploma alıyor, Ortaokula, liseye vs. gidiyor. Diploma ile bir yükseğine kaydoluyor, Ruhun da böyle tahsilleri vardır:
Fenâfi'ş-şeyh âlemi, fenâfi'r-resul âlemi, fenâfillah, bekâ-billah, seyr-i ilal* lah. Bir de râh-ı revanı makamı, râh-ı sultânı makamı, râh-ı nûrânî makamı vardır. Bunlar vardır.
Îşte mürid, tarîkata girerse, kendisini meşâyihine teslim ederse, zahirde hizmetini görürse, himmet alırsa, fenâfi'ş-şeyh olacak. Fenâfi'ş-şeyh olmak için şeyhini canından fazla sevecek. Şeyhini büyük görecek.
Bilinmez âlemin sırr-ı nihandır
Dört şahın hükmüyle döner cihandır
Arif olanlara özge seyrandır
Kâmile her eşya olmuştur evrad
İnsana âlemin sırrı nihandır. Sadece bu gördüklerimiz mi var, sadece bilinenler mi... Bilinenlerden çok bilinmiyenler var. Sen de, ben de bir insanız ama bu insanda olan âlemden, bu insanda olan esrardan haberimiz var mı, yok. Eğer insanda olan esrardan haberimiz olsa bir insan bu dünyadan büyük. Evliyaullah buyurmuş ki:
"Zahirde dünya harmanında ben bir taneyim." Bu dünyada milyarlarca insan var. Bir harmana ziraatçı yüz teneke buğday eker. Oradan bin teneke buğday çıkar. Bir teneke buğdayın içerisinde milyonlarca buğday tanesi var.
Onun için zahirde: Dünya harmanında birdaneyim diyor. Dünya bir harman ise ben de bir danesiyim. Ama manada:
"Bu dünya benim harmanımda bir tane."
Niçin; Cenâb-ı Hakk: "Lekad halaknel insanefî ahseni takvim" buyuruyor, "Ben insanı kıymetli halkettim. Ben insanı büyük halkettim. Ben insanı güzel halkettim." buyuruyor.
"Ama o insanı cehennemin en karanlık yerine düşürürüm." En büyük âlem sensin. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın zatından sonra en büyük varlık insan. En kıymetli varlık yine insan. Cenâb-ı Hakk'ın zatından sonra en güzel varlık yine insan. Ama hangi insan; Allah'ın sıfatları onda tecelli ederse haktır. Doğrudur.
Meşâyihin sıfatı ile sıfatlanacak, sıfatlanınca fenâfi'ş-şeyh olur. Resulullah'a vasıta meşâyihtir. Allah'a vasıta da Resulullah'tır.
"Habibim seni seven, beni sever. Seni sevmeyen, beni sevemez. Habibim seni bilen, beni bilir. Seni bilmeyen beni bilemez. Habibim seni bulan beni bulur. Seni bulamayan beni bulamaz. Habibim seni gören, beni görür. Seni göremeyen beni göremez." Biz Peygamber Efendimizi göremedik. Ama O'nu görenler var. Öyle ise onu görenleri göreceğiz ki, ondan sonra onu görebilelim.
Bu neye benzer, biz şimdi buradan Erzincan'ın veya başka bir ilin valisini görebilir miyiz, göremeyiz. Ama onu gören kişilerden öğrenebiliriz.
Peki bir âmirin veya başkanın dairesinin içini, çalıştığı yeri görebilir miyiz, hayır. Sen, ben göremeyiz. Onunla teşrik-i mesâisi olanlar görür. Îşte insan budur Efendim.
En evvel fenâfi'ş-şeyh olacak bir mürid. Fenâfi'ş-şeyh olmadan fenafi'r- resul olamaz. Fenâfi'r-resul olmadan fenafillah olamaz. Fenâfi'ş-şeyh olmadan fenâfi'r-resul olamazsın. Bir meşâyihin hizmetini gördün, himmetini aldınsa, Resulullah'a giden vasıtaya bindin. O götürür seni "Ya Resulûllah işte ümmetin" der, teslim eder.
Muhammed Beşir'il amed
Olmuştur vâris-i Ahmed
Eder bizleride makbul ümmet
Evet evliyaullah makbul ümmet eder. Bir insan evliyaullahı bulamazsa makbul ümmet olamaz. Bir mürid şeyhinde fâni olunca şeyhinin sıfatlan onda tecelli eder. Sâlih Baba: Bütün rabıtasına söylemiş. Rabıtasından söylemiş. Rabıtası söyletmiş. Hiçbir kelâmında Rabıtasını bahsetmediği var mı, Diyor ki:
Bi-hamdillah kamu varım sen oldun Her eşyada taleb-kârım sen oldun
Neye baksam seni anda görürem
Bu manadan meded-kârım sen oldun
Bütün eşyada şeyh efendisini görmüş. Evet ,bir Mecnun da on paralık kıza âşık oldu da on paralık kızın yüzünden bütün eşyada Cenâb-ı Hakk'ın sıfatını seyretmedi mi, Kendisinde de Allah'ın sıfatlan tecelli etti.
Küntü kenzin mebdeidir Arş-ı a'lâ'dan gelir.
Küntü kenzin mebdei: Cenâb-ı Hakk'ın Zatıdır. Arş-ı a'lâ: Cenâb-ı Hakk'ın en yüksek makamı, oraya ulaşamayan Allah'a ulaşamıyor.
Aslında Cenâb-ı Hakk'a mekân yoktur. Mekandan münezzehtir. Mekanlara sığmaz. Bunlar söylemekle bilinmez, yaşayan bilir. En önemli sır insandadır. Bunu ancak tarîkata girmekle açarlar. Hizmetle insanlarda letaif makamları vardır, bunu ulemâ biliyor, ama ismini söylüyorlar. Özünden haberleri yok. Özünden haberi olan var mı, var. Söyler ama anlatamaz. Ben şimdi dünyalardan büyüğüm desem kim inanacak, Hâşâ misal olarak. Diyenleri de tenkid etmişler inanmamışlar. İnananlar ne olmuş, hakikati bulmuşlar, inanmayanlar mecazda kalmışlar.
Mecaz ne, insanın varlığı. Hakikat ne, insanın manevî varlığı. Mecaz: Cesedidir. Hakikat: Ruhudur. Ben dünyadan büyüğüm diyen bir kimse nasıl büyük olmuş, bu sözü hâl içerisinde, gayr-i ihtiyarî söylerlerse mesul olmazlar. Kendi iradesi ile söylemek yasaktır. Zaten "ben böyleyim" diyen olamaz, olamamıştır. Ben böyle değilim diyen öyle olmuştur. "Ben böyleyim" diyende bir varlık var. "Ben böyle değilim" diyende bir tevazu var. insanı yükselten tevazudur. "Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz." Evet amenna bir insan hakikate ulaşırsa dünyadan büyüktür, insanda letaif makamları vardır. Bu makamlar nerelerdedir? insanın kalp âlemi açılırsa dünyadan büyüktür.
insanda rûh âlemi var. Ruh âlemi açılırsa o zaman ruhundan haberdâr olur. Haberdâr olur ama orasını söyleyemiyor. Söyleyenler asılmış, kesilmiş. Şimdi şeriat yok; asmazlar, kesmezler. Ama Mansur onu ruh âleminde demiş. "Ben Allah'ım" demiş. Rûh Allah'tan gelmiştir. Allah'a ulaşınca sen O'sun O da sen. Ayrı da değil, gayrı da değil. Bu kelime bunu ifade eder. Zahirde cesete gelince aynı değilsin. Bu ruh âlemi. Bir de sır âlemi var. Sır âlemi açılınca kendi nasıl kendi sırrına vakıf olursa, bütün âlemlerin sırrına vakıf oluyor. O hâli biliyor, Allah.
Bilinmez âlemin sırrı nihandır
Bu âlemlerde olan sim bilir söylemez, insanlarda havf âlemi var. Cenâb-ı Hakk: "Müttakî olun! Sizin en çok muttaki olanınız Allah'tan en çok korkanınız" buyuruyor. Ama, bu havf müptedide olamaz. Bu havf velîler için buyurulur. Biz bu korkuyu nasıl anlayacağız, zannediyoruz ki: Allah'tan korkuyoruz. Bütün hikmetlerin başı Allah korkusu. Ama burada ölçü var mı, yok. Nelerden korkuyoruz? Allah'ın gadabından korkuyoruz. Günah işleriz, isyan ederiz, aşağıya düşeriz. Allah hastalık verir.,Fakirlik verir, belâ verir. Bunlar değil. Evliyaullah'taki korku bunlar değil. Bu korku en çok Allah'a yaklaşanda olurmuş.
Bir de ahfâ var. Beytullah'ta oluyor. Ne oluyor? Bin kişinin önüne geçip imamlık yapıyor. Bir milyon kişinin önüne geçip imamlık yapıyor. Orada bir mihrap şeklini almıştır. Bütün kalp âlemine ulaşan, sır âlemine ulaşan bütün insanların önünde. O da mihraptadır. Bir de kalp gözünün makamı vardır. Bunlar açılmazsa neye benzer? Şöyle düşünelim. Bir ağacın çekirdeğini düşünelim. Meselâ: Bir incir ağacının çekirdeği, o incir ağacının içerisinde binden fazla çekirdeği var. Bir çekirdeğin içerisinde o incir ağacının kökü, yapraklan, dalı hepsi mevcut. Eğer o çekirdek patlarsa... büyürse.... patlamazsa çürür, yok olur. îşte insanın kıymeti budur, insanın büyüklüğü budur, insanın güzelliği budur. Sen kalbini açamazsın. Eğer açabilseydin. Cenâb-ı Hakk sâdık olun buyururdu. Ama nasıl buyuruyor. "Sâdıklarla olun." buyuruyor. Sâdıklar, velîler.
Bunun da iki yolu vardın
1-Zahiri rabıta.
2-Bâtıni velayet.
- Biz velayetten haberdar değiliz. Cesedin ruhtan haberdâr olacak mı, olacak. Cesedinde râhuna muhalif olan maddeler var. Onlar değişecek ki o zaman rûh haberdâr oluyor.
Bilinmez âlemin sırr-ı nihandır
Dört şahın hükmüyle döner cihandır.
Cesediniz, insan büyük, insan cihangir. Evvelâ şeriat seni hayvanî sıfattan kurtaracak. Beşerî sıfata geçeceksin. Bu da nedir;
1-Kitap, 2- Sünnet, 3-tema, 4- Kıyas. 1-Farz, 2-Vacip,
-Sünnet,
-Müstehaptır.
Dört şahtan mana: 1-Şeriat, 2-Tarîkat, 3-Hakikat, 4-Marifet.
Tasavvufta: 1-Muhabbet, 2-İhlas, 3-Adab, 4-Teslim.
Muhabbetin oluşması için şeyhinin su içtiğini görmüşsen aynen öyle iç. Yemek yediğini görmüşsen aynen öyle ye. Yemeğini şeyhinle beraber ye. Şeyhinle beraber yürü. Şeyhinle beraber namaz kıl. Böyle yapa yapa ne oluyor, Fenâfı'şşeyh oluyorsun. Sen O oluyorsun, O da sen oluyor. Senin varlığın kalkıyor Şeyh Efendinin varlığı sende tecelli ediyor. Buna ulaşamazsa insan hakikate geçemiyor.
"Kulum beni sev, sevdiklerimi sev. Kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir." Burada meşâyihin esrarı açıklanıyor. Bu dört şartı elde etmezse insan, tarîkatı anlamış değil ,yaşamış değil. Bu dört şartı yaşayan velî olur. Herkes velî olursa, mürid kim olacak, bir de Peygamber Efendimiz (S.A.V.): "Herkes sevdiği ile beraber olacak." buyuruyor. Âhirette herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Askeriyeyi misal verecek olursak: Bizim tarîkatımız askerîdir. Kıyafeti de askeri, eğitimi de askeri, tâlimi, terbiyesi de askeri, görevi de askeri, askerî sistem. Erden mareşala kadar düşün. Her tarîkata giren erdir. Madem resmî kıyafet taşıyor. Onu muhafaza edecek. Eğer muhafaza edemezse terfi edemez. Hem de askeriyede disiplin var. Eğer görevini yapmazsa, kıyafetini korumazsa ceza veriyorlar. Evet ne zaman ki insan o dört özelliği elde ederse o zaman hakikate geçer. Her tarîkata giren hakikate ulaşamaz. Meselâ burada bin veya iki bin cemaat var. Hepsi tarîkata inanmış gelmişler. Ama hepsi bu dört şartı yaşıyor mu? Yaşayan var mıdır? Vardır. Hepsi yaşıyor mu? Hayır. Ama tarîkatın dört şartı yaşanacak. Dört şartı olmazsa tarîkata geçmiş değildir. Meşâyihten ders almış ama şeriatta eksikliği var. Daha bu kimse tarîkata geçmemiştir. Şeriatta eksikliği varsa tarîkata girmemiştir.
Kabiliyyet bizde olmazsa meşâyih neylesin ister ise mürşid olsun Muhammed Hazreti
Kabiliyet kab manasınadır. Kab ise bizim kalbimizdir. Senin kalbine mürşit tarafından verilen sevgi var ya onu muhafaza etmendir.
Onu, ahlâkınla muhafaza edeceksin. Sözlerinle, kıyafetinle, yaşantınla, işinle, sözünle muhafaza edeceksin. Mürşidine muhalif olacak bir işi görme, mürşidine leke getirecek bir sözü söyleme. Mürşidine tenkid getirecek bir kıyafet taşıma. Ve yaşantın mürşidine ters düşecek şekilde olmasın. Evet sizi buraya meşâyih sevgisi getirdi.
1- Muhabbet: Meşâyihimizi çok seveceğiz.
Bulam dersen eğer ayn-i imanı
Çalış ki şeyhinde olasın fâni
Sana senden yakır olanı tanı
Burada rumuz var îmanın olgun olanını bulayım diyorsan çalış şeyhinde fâni ol. Burası anlaşılıyor.
Sana senden yakın olanı tanı.
Burasını ne kadar izah etsem yine anlayamazsınız. Ama doğrudan doğruya söylersem küfür olur. Zahire küfür görünür. Bizden yakın olan kim var? Allah var. îmanın hakikatini elde etmek için şeyhimizde fâni olacağız. Şeyh Efendimizi nefsimizden fazla seveceğiz.
2- İhlas: Şeyh efendimizi sevmek için onu büyük göreceğiz.
3- Âdab: Ihlası takviye eden âdâb vardır. Hani şurada sehba ne kadar yer işgal etmiş. Kendi vücudu kadar (hacmi kadar) bir yer işgal etmiş. Salon ne kadar yer işgal etmiş. Vücudu kadar. Bir insan kendi vücudu ile bir oturduğu yeri işgal eder. Ama kâmil insan olursa dünyayı işgal eder. Dünyayı işgal etmiştir. Âdâb şudur ki, meşâyihinin zahirini, bâtınını bir görmek. Onu büyük göreceksin. Ama âdabın olacak ki büyük görebilesin. Ne diyeceksin? Benim Şeyh Efendimi ben göremiyorum, ama O beni görüyor. Çünkü O dünyayı ihata etmiştir. Onun için uzak yakın yok. O her taraftan haberdâr. Âdâb budur. Ne kadar ırakta olursa olsun ırakta görme.
4- Teslimiyet: Zahirde teslimiyet tevekkül demektir. Allah'a kulun teslim olması. Meşâyihe tevekkül olmazsa teslim olamaz. Tarikattaki tevekkül şudurki, öyle bir teslim olmuş ki, bir âlet olduğunu biliyor. Beni şeyhim yediriyor,Şeyhim içiriyor, şeyhim yatırıyor, şeyhim kaldırıyor, şeyhim konuşturuyor. Bu olmazsa, bir insan tarîkatı anlamış yaşamış değildir. Allah hakkımızda hayırlısını versin. Meşâyihimizi ilme'l-yakîn bildikse, ayne'l-yakîn bilmek nasip etsin. Ayne'l-yakîn bilenlere de Allah hakke'l-yakîn bilmek nasip etsin. Evet efendiler bu amelimizde, burada bize ihsan mazhar oluyor.
Gelin ey yâr-ı sâdıklar
Bu meydân-ı muhabbettir
Bütün cem olsun âşıklar
Bu meydân-ı muhabbettir
Pirimiz Sami Hazrettir
Bizim de pîrimiz Dede Paşa Hazretleri...
Gelin dergâha dervişler..
Derviş: Allah için her işini bırakmış da Allah için dünyayı çıkartmış da, toplanmışlar.
Sizler de dünyayı çıkarttınız ki geldiniz buraya. Hepiniz dervişsiniz.
Derviş: Az bir ibâdet yapana, sofu olana diyorlar. Olmaz. Bunlarla ve kıyafetle dervişlik olmaz. Kürk ile post ile dervişlik olmaz.
Hâce Abdülhalik Gücdüvani Hazretlerine sormuşlar:
-"Niçin sarık bağlamıyorsun, niçin cübbe giyinmiyorsun?" Demişki:
-"Sarığı hoca bağlar. Cübbeyi derviş giyer. Ben hoca değilim. Derviş değilim. Ben utanıyorum. Hicap duyuyorum." Niçin;
Sanar kim kendini bir âdem olmuş.
Kıyafet düzmek ile olmuş eşraf
Böyle buyuruyor: Kendini hoca kıyafetine sokmuş. Derviş kıyafetine sokmuş. Sanıyor ki kıyafeti ile adam olmuş. Kıyafet ile insan derviş olmaz. Ancak gönlünden her şeyi atmış olacak. Derviş: Dünyadan da geçmiştir. Âhiretten de geçmiştir. Bir dost bir post kalmıştır. Post: Cesedi. Dost: Allah'tır. Oturtturmuş dostu, postun üzerine işte derviş budur. Dervişlik kadar yüksek bir makam yoktur. Derviş kıyafetle olmaz. Bizim tarikatımızın kurucusu Abdülhalik Güc*düvani Hazretleri, oğlum diyor:
-Şöhret kazanma, şöhrette afet vardır.
- İsmini hüccetlere yazdırma.
-Zahirini belli etme, zahir bâtını harap eder.
- Camiden, cemaatten geri kalma,
-imam-müezzin olma.
Ama bu zamanda hadiste de olduğu "Insanların hayırlısı, insanlara hizmet görendir." buyuruyor.
Tabii ehli olan vaazlerden kaçmayacak. Niye bu böyle buyurulmuş. O, o zamana göre buyurulmuş. Zahir var bâtın var. Herkes imam olacak değil, camiden, cemaatten geri kalma. Ama ille ben imam olacağım deme.
- Evi mescit eyle.
-Peki insan camiye, cemaate giderse evin nasıl mescit edecek?
- Evin halkını namaz kıldır, demek oluyor.
Teveccüh tarifi: Bu teveccühü Musa Dede Paşa Hazretleri yapıyor. Sırtımıza o el vuruyor. Bu el vurmaktaki maksat şudur ki büyüklerimizin Şeyh Efendimizin emri iki kürek kemiğinin arasında bir çukur yer var. Orada kalbe bir pencere varmış. Şeytan oradan vesvese verirmiş. Vurmakla ora kapanıyor. Şeytan vesvese veremiyor. Peki orası kapanınca daha vesvese olmaz mı? insanda nefis var. Şeytan var, şeytan dışardan veriyor vesveseyi, insanın iki türlü şeytanı vardır.
1-Sûri: Dışardan.
2- Mane 'î: Nefs-i emmâresi.
Bir de kelâm-ı kibar söylenir. Burada söylenen kelâm bir kimseye söylenmiştir. Hepsi faydalanır. Tabii müridin haline göre söylenir. Hepsine tek tek okumak mümkün değil. Akşama kadar değil, bir haftada bitmez. Bu kelâm hoşuna gitti ise bana söylendi deme. Bir kelâmı okuyacağız. Yirmi kişiye vurup geçeceğiz. Önemli olan teveccühün sonuna kadar gözlerimizi açmayacağız. Kalbimizi muhafaza etmek, dünya ile ilgili şeyleri düşünmemek.
Birde şu var: Sohbetimiz herkese serbest. Yalnız amelimize gelince serbest değil. Hatmemize de, teveccühümüze de dersli olmayan oturamıyor. Dersi olmayan lütfen çıksın. Dersi varsa nereden olursa olsun oturabilir. Yalnız cehrî zikir yapanlar zikirlerini yapmasınlar, bizde cehri zikir yasak. Ama yasak diye inkâr mı ediyoruz? Hayır, haktır. Çünkü Resulallah Efendimiz, Hz. Ali Efendimize cehrî zikri tâlim ettirmiştir. Bieim amelimiz bittiği zaman "lillahil fatiha" denir. O zaman herkes gözünü açar. Kendi zikrini yapabilir, serbest. Bizde cezbe var ama o gayr-i iradî oluyor. Ama cehrî zikir irade ile başladığı için yasaktır. Cehrî zikir yasak. Cehrî tarikattan olanlar yasaklara riâyet etsinler. Hiç tarîkatı yoksa, onlar lütfen oturmasın. Yunus Emre ne buyurmuş:
Senin aşkın deniz, ben bir balıksa, Balık sudan çıksa hemen ölürüm.
Bir balığı su nasıl ihata etmişse, suda nasıl yaşıyorsa, senin aşkın da bir derya gibi, benim ruhumu ihata etmiştir. Balık sudan çıkınca nasıl yasayamazsa, senin aşkın kesilirse ben de öyle olurum. Ama aşk kesilmez. Ne buyuruluyor
"Bizi unutmayın. Biz sizinle beraberiz. Bizi unutursanız, ayrı düşersiniz." Meşâyih müridi unutmaz, mürid meşâyihi unutmazsa. Burada mürid hangi nurda ise o tecelli eder. Rabıtadan gelen nûr esma nurudur.
Sıfat nuru vardır. Zat nuru vardır. Eğer mürid evliyaullahı Allah'ın sıfatında görürse ödü kopar. Evliyaullah bir celâl sıfatında görünür, bir cemâl sıfatında görünür. Cemâl sıfatında görünürse bayılır. Îşte vecd haline geçenler böyle geçer. Görenler nasıl görüyor? Yavaş yavaş, tedricen tedricen, alışa alışa. Onun için evilaullahı unutmayacağız. Hayali gözümüzde, sevgisi gönlümüzde olacak. Şeyh Efendinin yediğini, içtiğini, sohbetini neyini gördüysen onu hayal etmen rabıtadır. Biz hayali rabıtadayız. Râbıta-yı Nakş-i cemâl de var. Ama onu göremeyiz. Alıştıra alıştıra gösterirler. Allah'ın üç nuru vardır:
Esma nurunda ise: Rabıta nuru tecelli eder.
Eğer sıfat nurunda ise: Nübüvvet nuru tecelli eder. O da onu cezbeder. Eğer huzur müridi ise: Allah'ın zat nuru ile ihata edilmişse, Zat nuru oluşur.
Esma nuru: 1001 isminin nuru. '
Sıfat nuru: sıfatının nuru
Zat nuru: Zât'ının nuru.
Allah'ü Teala'nın üç nuru vardır
Himmetten mânâ: Evliyâullah'ın bize olan manevî yardımıdır.
Hizmetten mânâ: Bizim O'na tâbi olmamız, O'nun şerefini muhafaza etmemiz, mürşidimizin şerefini muhafaza etmemizdir. Bizim tarîkatımız, nazenin tarîki; bir ismi Azîzan tarîki, bir ismi Hâcegân (hocalar) tarîki. Bütün hocalar, âlimler bizim tarikatımızdan geçmişler.
Azîzan: Kıymetli demek, azizler demek. Nazenin: Çok kibar.
Onun için bugünü bize Cenâb-ı Hakk ihsan etti. Cenâb-ı Hakk bugünümüzü her zaman için bize ihsan etsin. Nasip etsin. Evet tarikatımızın büyük amelidir teveccüh. Hiçbir tarîkatta bu amel yoktur. Bu nasıl ameldir ki, şarktakini, garbtakini, şimal ve cenuptakini toplamışlar buraya. Her vilâyetten burada insan var. Ne toplamış, bu amel toplamış. Onun için büyük amel. Onun için büyüklerimizin ameli olduğu için biz bunun taklidini yapacağız. Biz bunun ehli değiliz. Taklittten tahkike döner mi, döner. Bir güzel kelâm var:
Çürüklerin hep sağ olur
Zehrin kamu bal yağ olur
Dağlar yemişli bağ olur
Burada çürük amelleri sağlam ederler. Senin bütün meşakkatini, bağandaki gönül meşakkatini, tatlı yaparlar. Onun için çok şükür, bin şükür. Nihayetsiz şükürler olsun bu günümüze. Allah bu günlerimizi aratmasın. Allah hepimize hayırlı, sağlıklı, sâlih amel ihsan etsin. Allah şerefinizi, makamınızı yükseltsin. Allah bu nimetimizin nurundan, feyzinden mahrum etmesin.
Teveccüh olunca her bir ihvana
Mürde kalplerimiz gelirler cana
Îşte bu güzellik aşikâr.
Murg-u canlar başlar âh u figâna
Murg-ı canlar: Ruhlar... Uyanmış. Bu ağlamak, hareket, nerden geliyor, ruhtan geliyor. Evliyâullah'ın bir iltifatı var burada. Evliyâullah'ın zahiri var, bâtını var. Zahirine uyamazsak, bâtınından yararla namayız.
Ne çok yedin bu zehirli gıdayı
Erenler elinden iç bir badeyi
Tamir et öteyi yık bu odayı
Evet, Evliyâullah'ın iki yönü vardır. Zahiri, bâtını. Zahirine uyacağız. Onun amellerini, hareketlerini, yaşantısını, sözlerini, kıyafetini kendimize örnek yapacağız. Ne görmüşsek Ondan, biz de onu işleyeceğiz. Görmediğimiz bir şeyi işlemeyeceğiz. Zahirde mübarek görüntüsü var. Bir de velayet nuru var ki, görünmez. O rûh oradan faydalanıyor. Bu cezbe oradan geliyor. Müritte niye evliyaullaha karşı bu hareket var, niye bu sevgi var; çünkü onun ruhuna iltifat var. Rabıta nuru var, o nefsini terbiye ediyor. Onun için "sâdıklarla olun" buyuruluyor. Burada iki mânâ vardır:
- ilmiyle âmil olan, âlimle dosdoğru, yüzyüze. Ondan bilmediklerimizi
öğrenmek.
-ilmiyle âmil olan yine meşâyihtir. Bir insan tasavvuf ehli olmazsa ilmi ile
âmil olamaz.
Bir de gönül sahiplerine gönülden bağlanmak. Müridin cesedi meşâyihinin zâhirinedir. Ruhu ise velâyetinedir. Fakat müridin bundan haberi olmaz. Evliyaullahın haberi vardır. Evliyâullah'ın ruhu kapalı değildir. Çıkar gezer. Nereye gider, semâyı gezer, zemini gezer, âlemi gezer. Ama avamın ruhu kapalıdır. Çıkamaz. Onun için:
Oların ruhlarının yok kararı
Dolaşırlar zemin ü asumanı
Olar bu âlemi devran ederler
Ararlar derde düşen nâtüvânı
Biz evliyaullahın maneviyaündaki esrarı bilemeyiz, anlayamayız. Bakınız anlayan ne demiş:
Salihem şeyhim güneştir ben anın zerresi
Güneş bütün mükevvenâtı ihata eder. Zerre nedir, şu pencereden içeriye bir hattır. Ne zaman ki velayete dahil olursan o zaman evliyaullahın esrarını anlarsın.
Allah'a şükür velayete inancımız bizi buraya topladı. Velayet sahibi de bir cisim sahibidir. Peygamberler de bir cisim sahibidir. Bu cisim sahiplerini görüyoruz. Ancak onların cisimleri bir âlet olmuştur. Bizim ki de öyle midir, Hayır. Bizim ruhumuz nefse mağlup olmuştur. Velîlerde ise nefis mağlup olmuştur. Nasıl ulaşmıştır ruh oraya, Meşâyihe hizmet görmüştür. Biz ne yapacağız, meşâyihi örnek edineceğiz kendimize, daima onun izinde olacağız. Ona muhalif bir hâlimiz olmayacak. Şerefini muhafaza edeceğiz, sözümüzle yaşantımızla vs.
Velayet nuru nedir, velayet nuru ruhumuza hizmet görüyor. Bizim bundan haberimiz yoktur. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor:
"Benim mürebbim Rabbım. Rabbim beni terbiye etti." buyuruyor.
Peygamber Efendimiz medrese görmedi, ilim görmedi. Ondaki ilim ne idi, Allah onun ruhuna iltifat etmiş.
Özün bir pîre teslim et müdavim ol kapısında
Meşâyihten murad şahım mürebbi kâmil olmaktır
Teslim olmaktan maksat o mürebbidir, Yetiştiricidir. Ne öğretecek sana, ruhuna öğretecek. Ruhun bir tahsili var. Tarîkat da aynı zahir gibidir. Nasıl ki bir talebe ilkokulu bitirince diploma alıyor, Ortaokula, liseye vs. gidiyor. Diploma ile bir yükseğine kaydoluyor, Ruhun da böyle tahsilleri vardır:
Fenâfi'ş-şeyh âlemi, fenâfi'r-resul âlemi, fenâfillah, bekâ-billah, seyr-i ilal* lah. Bir de râh-ı revanı makamı, râh-ı sultânı makamı, râh-ı nûrânî makamı vardır. Bunlar vardır.
Îşte mürid, tarîkata girerse, kendisini meşâyihine teslim ederse, zahirde hizmetini görürse, himmet alırsa, fenâfi'ş-şeyh olacak. Fenâfi'ş-şeyh olmak için şeyhini canından fazla sevecek. Şeyhini büyük görecek.
Bilinmez âlemin sırr-ı nihandır
Dört şahın hükmüyle döner cihandır
Arif olanlara özge seyrandır
Kâmile her eşya olmuştur evrad
İnsana âlemin sırrı nihandır. Sadece bu gördüklerimiz mi var, sadece bilinenler mi... Bilinenlerden çok bilinmiyenler var. Sen de, ben de bir insanız ama bu insanda olan âlemden, bu insanda olan esrardan haberimiz var mı, yok. Eğer insanda olan esrardan haberimiz olsa bir insan bu dünyadan büyük. Evliyaullah buyurmuş ki:
"Zahirde dünya harmanında ben bir taneyim." Bu dünyada milyarlarca insan var. Bir harmana ziraatçı yüz teneke buğday eker. Oradan bin teneke buğday çıkar. Bir teneke buğdayın içerisinde milyonlarca buğday tanesi var.
Onun için zahirde: Dünya harmanında birdaneyim diyor. Dünya bir harman ise ben de bir danesiyim. Ama manada:
"Bu dünya benim harmanımda bir tane."
Niçin; Cenâb-ı Hakk: "Lekad halaknel insanefî ahseni takvim" buyuruyor, "Ben insanı kıymetli halkettim. Ben insanı büyük halkettim. Ben insanı güzel halkettim." buyuruyor.
"Ama o insanı cehennemin en karanlık yerine düşürürüm." En büyük âlem sensin. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın zatından sonra en büyük varlık insan. En kıymetli varlık yine insan. Cenâb-ı Hakk'ın zatından sonra en güzel varlık yine insan. Ama hangi insan; Allah'ın sıfatları onda tecelli ederse haktır. Doğrudur.
Meşâyihin sıfatı ile sıfatlanacak, sıfatlanınca fenâfi'ş-şeyh olur. Resulullah'a vasıta meşâyihtir. Allah'a vasıta da Resulullah'tır.
"Habibim seni seven, beni sever. Seni sevmeyen, beni sevemez. Habibim seni bilen, beni bilir. Seni bilmeyen beni bilemez. Habibim seni bulan beni bulur. Seni bulamayan beni bulamaz. Habibim seni gören, beni görür. Seni göremeyen beni göremez." Biz Peygamber Efendimizi göremedik. Ama O'nu görenler var. Öyle ise onu görenleri göreceğiz ki, ondan sonra onu görebilelim.
Bu neye benzer, biz şimdi buradan Erzincan'ın veya başka bir ilin valisini görebilir miyiz, göremeyiz. Ama onu gören kişilerden öğrenebiliriz.
Peki bir âmirin veya başkanın dairesinin içini, çalıştığı yeri görebilir miyiz, hayır. Sen, ben göremeyiz. Onunla teşrik-i mesâisi olanlar görür. Îşte insan budur Efendim.
En evvel fenâfi'ş-şeyh olacak bir mürid. Fenâfi'ş-şeyh olmadan fenafi'r- resul olamaz. Fenâfi'r-resul olmadan fenafillah olamaz. Fenâfi'ş-şeyh olmadan fenâfi'r-resul olamazsın. Bir meşâyihin hizmetini gördün, himmetini aldınsa, Resulullah'a giden vasıtaya bindin. O götürür seni "Ya Resulûllah işte ümmetin" der, teslim eder.
Muhammed Beşir'il amed
Olmuştur vâris-i Ahmed
Eder bizleride makbul ümmet
Evet evliyaullah makbul ümmet eder. Bir insan evliyaullahı bulamazsa makbul ümmet olamaz. Bir mürid şeyhinde fâni olunca şeyhinin sıfatlan onda tecelli eder. Sâlih Baba: Bütün rabıtasına söylemiş. Rabıtasından söylemiş. Rabıtası söyletmiş. Hiçbir kelâmında Rabıtasını bahsetmediği var mı, Diyor ki:
Bi-hamdillah kamu varım sen oldun Her eşyada taleb-kârım sen oldun
Neye baksam seni anda görürem
Bu manadan meded-kârım sen oldun
Bütün eşyada şeyh efendisini görmüş. Evet ,bir Mecnun da on paralık kıza âşık oldu da on paralık kızın yüzünden bütün eşyada Cenâb-ı Hakk'ın sıfatını seyretmedi mi, Kendisinde de Allah'ın sıfatlan tecelli etti.
Küntü kenzin mebdeidir Arş-ı a'lâ'dan gelir.
Küntü kenzin mebdei: Cenâb-ı Hakk'ın Zatıdır. Arş-ı a'lâ: Cenâb-ı Hakk'ın en yüksek makamı, oraya ulaşamayan Allah'a ulaşamıyor.
Aslında Cenâb-ı Hakk'a mekân yoktur. Mekandan münezzehtir. Mekanlara sığmaz. Bunlar söylemekle bilinmez, yaşayan bilir. En önemli sır insandadır. Bunu ancak tarîkata girmekle açarlar. Hizmetle insanlarda letaif makamları vardır, bunu ulemâ biliyor, ama ismini söylüyorlar. Özünden haberleri yok. Özünden haberi olan var mı, var. Söyler ama anlatamaz. Ben şimdi dünyalardan büyüğüm desem kim inanacak, Hâşâ misal olarak. Diyenleri de tenkid etmişler inanmamışlar. İnananlar ne olmuş, hakikati bulmuşlar, inanmayanlar mecazda kalmışlar.
Mecaz ne, insanın varlığı. Hakikat ne, insanın manevî varlığı. Mecaz: Cesedidir. Hakikat: Ruhudur. Ben dünyadan büyüğüm diyen bir kimse nasıl büyük olmuş, bu sözü hâl içerisinde, gayr-i ihtiyarî söylerlerse mesul olmazlar. Kendi iradesi ile söylemek yasaktır. Zaten "ben böyleyim" diyen olamaz, olamamıştır. Ben böyle değilim diyen öyle olmuştur. "Ben böyleyim" diyende bir varlık var. "Ben böyle değilim" diyende bir tevazu var. insanı yükselten tevazudur. "Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz." Evet amenna bir insan hakikate ulaşırsa dünyadan büyüktür, insanda letaif makamları vardır. Bu makamlar nerelerdedir? insanın kalp âlemi açılırsa dünyadan büyüktür.
insanda rûh âlemi var. Ruh âlemi açılırsa o zaman ruhundan haberdâr olur. Haberdâr olur ama orasını söyleyemiyor. Söyleyenler asılmış, kesilmiş. Şimdi şeriat yok; asmazlar, kesmezler. Ama Mansur onu ruh âleminde demiş. "Ben Allah'ım" demiş. Rûh Allah'tan gelmiştir. Allah'a ulaşınca sen O'sun O da sen. Ayrı da değil, gayrı da değil. Bu kelime bunu ifade eder. Zahirde cesete gelince aynı değilsin. Bu ruh âlemi. Bir de sır âlemi var. Sır âlemi açılınca kendi nasıl kendi sırrına vakıf olursa, bütün âlemlerin sırrına vakıf oluyor. O hâli biliyor, Allah.
Bilinmez âlemin sırrı nihandır
Bu âlemlerde olan sim bilir söylemez, insanlarda havf âlemi var. Cenâb-ı Hakk: "Müttakî olun! Sizin en çok muttaki olanınız Allah'tan en çok korkanınız" buyuruyor. Ama, bu havf müptedide olamaz. Bu havf velîler için buyurulur. Biz bu korkuyu nasıl anlayacağız, zannediyoruz ki: Allah'tan korkuyoruz. Bütün hikmetlerin başı Allah korkusu. Ama burada ölçü var mı, yok. Nelerden korkuyoruz? Allah'ın gadabından korkuyoruz. Günah işleriz, isyan ederiz, aşağıya düşeriz. Allah hastalık verir.,Fakirlik verir, belâ verir. Bunlar değil. Evliyaullah'taki korku bunlar değil. Bu korku en çok Allah'a yaklaşanda olurmuş.
Bir de ahfâ var. Beytullah'ta oluyor. Ne oluyor? Bin kişinin önüne geçip imamlık yapıyor. Bir milyon kişinin önüne geçip imamlık yapıyor. Orada bir mihrap şeklini almıştır. Bütün kalp âlemine ulaşan, sır âlemine ulaşan bütün insanların önünde. O da mihraptadır. Bir de kalp gözünün makamı vardır. Bunlar açılmazsa neye benzer? Şöyle düşünelim. Bir ağacın çekirdeğini düşünelim. Meselâ: Bir incir ağacının çekirdeği, o incir ağacının içerisinde binden fazla çekirdeği var. Bir çekirdeğin içerisinde o incir ağacının kökü, yapraklan, dalı hepsi mevcut. Eğer o çekirdek patlarsa... büyürse.... patlamazsa çürür, yok olur. îşte insanın kıymeti budur, insanın büyüklüğü budur, insanın güzelliği budur. Sen kalbini açamazsın. Eğer açabilseydin. Cenâb-ı Hakk sâdık olun buyururdu. Ama nasıl buyuruyor. "Sâdıklarla olun." buyuruyor. Sâdıklar, velîler.
Bunun da iki yolu vardın
1-Zahiri rabıta.
2-Bâtıni velayet.
- Biz velayetten haberdar değiliz. Cesedin ruhtan haberdâr olacak mı, olacak. Cesedinde râhuna muhalif olan maddeler var. Onlar değişecek ki o zaman rûh haberdâr oluyor.
Bilinmez âlemin sırr-ı nihandır
Dört şahın hükmüyle döner cihandır.
Cesediniz, insan büyük, insan cihangir. Evvelâ şeriat seni hayvanî sıfattan kurtaracak. Beşerî sıfata geçeceksin. Bu da nedir;
1-Kitap, 2- Sünnet, 3-tema, 4- Kıyas. 1-Farz, 2-Vacip,
-Sünnet,
-Müstehaptır.
Dört şahtan mana: 1-Şeriat, 2-Tarîkat, 3-Hakikat, 4-Marifet.
Tasavvufta: 1-Muhabbet, 2-İhlas, 3-Adab, 4-Teslim.
Muhabbetin oluşması için şeyhinin su içtiğini görmüşsen aynen öyle iç. Yemek yediğini görmüşsen aynen öyle ye. Yemeğini şeyhinle beraber ye. Şeyhinle beraber yürü. Şeyhinle beraber namaz kıl. Böyle yapa yapa ne oluyor, Fenâfı'şşeyh oluyorsun. Sen O oluyorsun, O da sen oluyor. Senin varlığın kalkıyor Şeyh Efendinin varlığı sende tecelli ediyor. Buna ulaşamazsa insan hakikate geçemiyor.
"Kulum beni sev, sevdiklerimi sev. Kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir." Burada meşâyihin esrarı açıklanıyor. Bu dört şartı elde etmezse insan, tarîkatı anlamış değil ,yaşamış değil. Bu dört şartı yaşayan velî olur. Herkes velî olursa, mürid kim olacak, bir de Peygamber Efendimiz (S.A.V.): "Herkes sevdiği ile beraber olacak." buyuruyor. Âhirette herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Askeriyeyi misal verecek olursak: Bizim tarîkatımız askerîdir. Kıyafeti de askeri, eğitimi de askeri, tâlimi, terbiyesi de askeri, görevi de askeri, askerî sistem. Erden mareşala kadar düşün. Her tarîkata giren erdir. Madem resmî kıyafet taşıyor. Onu muhafaza edecek. Eğer muhafaza edemezse terfi edemez. Hem de askeriyede disiplin var. Eğer görevini yapmazsa, kıyafetini korumazsa ceza veriyorlar. Evet ne zaman ki insan o dört özelliği elde ederse o zaman hakikate geçer. Her tarîkata giren hakikate ulaşamaz. Meselâ burada bin veya iki bin cemaat var. Hepsi tarîkata inanmış gelmişler. Ama hepsi bu dört şartı yaşıyor mu? Yaşayan var mıdır? Vardır. Hepsi yaşıyor mu? Hayır. Ama tarîkatın dört şartı yaşanacak. Dört şartı olmazsa tarîkata geçmiş değildir. Meşâyihten ders almış ama şeriatta eksikliği var. Daha bu kimse tarîkata geçmemiştir. Şeriatta eksikliği varsa tarîkata girmemiştir.
Kabiliyyet bizde olmazsa meşâyih neylesin ister ise mürşid olsun Muhammed Hazreti
Kabiliyet kab manasınadır. Kab ise bizim kalbimizdir. Senin kalbine mürşit tarafından verilen sevgi var ya onu muhafaza etmendir.
Onu, ahlâkınla muhafaza edeceksin. Sözlerinle, kıyafetinle, yaşantınla, işinle, sözünle muhafaza edeceksin. Mürşidine muhalif olacak bir işi görme, mürşidine leke getirecek bir sözü söyleme. Mürşidine tenkid getirecek bir kıyafet taşıma. Ve yaşantın mürşidine ters düşecek şekilde olmasın. Evet sizi buraya meşâyih sevgisi getirdi.
1- Muhabbet: Meşâyihimizi çok seveceğiz.
Bulam dersen eğer ayn-i imanı
Çalış ki şeyhinde olasın fâni
Sana senden yakır olanı tanı
Burada rumuz var îmanın olgun olanını bulayım diyorsan çalış şeyhinde fâni ol. Burası anlaşılıyor.
Sana senden yakın olanı tanı.
Burasını ne kadar izah etsem yine anlayamazsınız. Ama doğrudan doğruya söylersem küfür olur. Zahire küfür görünür. Bizden yakın olan kim var? Allah var. îmanın hakikatini elde etmek için şeyhimizde fâni olacağız. Şeyh Efendimizi nefsimizden fazla seveceğiz.
2- İhlas: Şeyh efendimizi sevmek için onu büyük göreceğiz.
3- Âdab: Ihlası takviye eden âdâb vardır. Hani şurada sehba ne kadar yer işgal etmiş. Kendi vücudu kadar (hacmi kadar) bir yer işgal etmiş. Salon ne kadar yer işgal etmiş. Vücudu kadar. Bir insan kendi vücudu ile bir oturduğu yeri işgal eder. Ama kâmil insan olursa dünyayı işgal eder. Dünyayı işgal etmiştir. Âdâb şudur ki, meşâyihinin zahirini, bâtınını bir görmek. Onu büyük göreceksin. Ama âdabın olacak ki büyük görebilesin. Ne diyeceksin? Benim Şeyh Efendimi ben göremiyorum, ama O beni görüyor. Çünkü O dünyayı ihata etmiştir. Onun için uzak yakın yok. O her taraftan haberdâr. Âdâb budur. Ne kadar ırakta olursa olsun ırakta görme.
4- Teslimiyet: Zahirde teslimiyet tevekkül demektir. Allah'a kulun teslim olması. Meşâyihe tevekkül olmazsa teslim olamaz. Tarikattaki tevekkül şudurki, öyle bir teslim olmuş ki, bir âlet olduğunu biliyor. Beni şeyhim yediriyor,Şeyhim içiriyor, şeyhim yatırıyor, şeyhim kaldırıyor, şeyhim konuşturuyor. Bu olmazsa, bir insan tarîkatı anlamış yaşamış değildir. Allah hakkımızda hayırlısını versin. Meşâyihimizi ilme'l-yakîn bildikse, ayne'l-yakîn bilmek nasip etsin. Ayne'l-yakîn bilenlere de Allah hakke'l-yakîn bilmek nasip etsin. Evet efendiler bu amelimizde, burada bize ihsan mazhar oluyor.
Gelin ey yâr-ı sâdıklar
Bu meydân-ı muhabbettir
Bütün cem olsun âşıklar
Bu meydân-ı muhabbettir
Pirimiz Sami Hazrettir
Bizim de pîrimiz Dede Paşa Hazretleri...
Gelin dergâha dervişler..
Derviş: Allah için her işini bırakmış da Allah için dünyayı çıkartmış da, toplanmışlar.
Sizler de dünyayı çıkarttınız ki geldiniz buraya. Hepiniz dervişsiniz.
Derviş: Az bir ibâdet yapana, sofu olana diyorlar. Olmaz. Bunlarla ve kıyafetle dervişlik olmaz. Kürk ile post ile dervişlik olmaz.
Hâce Abdülhalik Gücdüvani Hazretlerine sormuşlar:
-"Niçin sarık bağlamıyorsun, niçin cübbe giyinmiyorsun?" Demişki:
-"Sarığı hoca bağlar. Cübbeyi derviş giyer. Ben hoca değilim. Derviş değilim. Ben utanıyorum. Hicap duyuyorum." Niçin;
Sanar kim kendini bir âdem olmuş.
Kıyafet düzmek ile olmuş eşraf
Böyle buyuruyor: Kendini hoca kıyafetine sokmuş. Derviş kıyafetine sokmuş. Sanıyor ki kıyafeti ile adam olmuş. Kıyafet ile insan derviş olmaz. Ancak gönlünden her şeyi atmış olacak. Derviş: Dünyadan da geçmiştir. Âhiretten de geçmiştir. Bir dost bir post kalmıştır. Post: Cesedi. Dost: Allah'tır. Oturtturmuş dostu, postun üzerine işte derviş budur. Dervişlik kadar yüksek bir makam yoktur. Derviş kıyafetle olmaz. Bizim tarikatımızın kurucusu Abdülhalik Güc*düvani Hazretleri, oğlum diyor:
-Şöhret kazanma, şöhrette afet vardır.
- İsmini hüccetlere yazdırma.
-Zahirini belli etme, zahir bâtını harap eder.
- Camiden, cemaatten geri kalma,
-imam-müezzin olma.
Ama bu zamanda hadiste de olduğu "Insanların hayırlısı, insanlara hizmet görendir." buyuruyor.
Tabii ehli olan vaazlerden kaçmayacak. Niye bu böyle buyurulmuş. O, o zamana göre buyurulmuş. Zahir var bâtın var. Herkes imam olacak değil, camiden, cemaatten geri kalma. Ama ille ben imam olacağım deme.
- Evi mescit eyle.
-Peki insan camiye, cemaate giderse evin nasıl mescit edecek?
- Evin halkını namaz kıldır, demek oluyor.
Teveccüh tarifi: Bu teveccühü Musa Dede Paşa Hazretleri yapıyor. Sırtımıza o el vuruyor. Bu el vurmaktaki maksat şudur ki büyüklerimizin Şeyh Efendimizin emri iki kürek kemiğinin arasında bir çukur yer var. Orada kalbe bir pencere varmış. Şeytan oradan vesvese verirmiş. Vurmakla ora kapanıyor. Şeytan vesvese veremiyor. Peki orası kapanınca daha vesvese olmaz mı? insanda nefis var. Şeytan var, şeytan dışardan veriyor vesveseyi, insanın iki türlü şeytanı vardır.
1-Sûri: Dışardan.
2- Mane 'î: Nefs-i emmâresi.
Bir de kelâm-ı kibar söylenir. Burada söylenen kelâm bir kimseye söylenmiştir. Hepsi faydalanır. Tabii müridin haline göre söylenir. Hepsine tek tek okumak mümkün değil. Akşama kadar değil, bir haftada bitmez. Bu kelâm hoşuna gitti ise bana söylendi deme. Bir kelâmı okuyacağız. Yirmi kişiye vurup geçeceğiz. Önemli olan teveccühün sonuna kadar gözlerimizi açmayacağız. Kalbimizi muhafaza etmek, dünya ile ilgili şeyleri düşünmemek.
Birde şu var: Sohbetimiz herkese serbest. Yalnız amelimize gelince serbest değil. Hatmemize de, teveccühümüze de dersli olmayan oturamıyor. Dersi olmayan lütfen çıksın. Dersi varsa nereden olursa olsun oturabilir. Yalnız cehrî zikir yapanlar zikirlerini yapmasınlar, bizde cehri zikir yasak. Ama yasak diye inkâr mı ediyoruz? Hayır, haktır. Çünkü Resulallah Efendimiz, Hz. Ali Efendimize cehrî zikri tâlim ettirmiştir. Bieim amelimiz bittiği zaman "lillahil fatiha" denir. O zaman herkes gözünü açar. Kendi zikrini yapabilir, serbest. Bizde cezbe var ama o gayr-i iradî oluyor. Ama cehrî zikir irade ile başladığı için yasaktır. Cehrî zikir yasak. Cehrî tarikattan olanlar yasaklara riâyet etsinler. Hiç tarîkatı yoksa, onlar lütfen oturmasın. Yunus Emre ne buyurmuş:
Senin aşkın deniz, ben bir balıksa, Balık sudan çıksa hemen ölürüm.
Bir balığı su nasıl ihata etmişse, suda nasıl yaşıyorsa, senin aşkın da bir derya gibi, benim ruhumu ihata etmiştir. Balık sudan çıkınca nasıl yasayamazsa, senin aşkın kesilirse ben de öyle olurum. Ama aşk kesilmez. Ne buyuruluyor
"Bizi unutmayın. Biz sizinle beraberiz. Bizi unutursanız, ayrı düşersiniz." Meşâyih müridi unutmaz, mürid meşâyihi unutmazsa. Burada mürid hangi nurda ise o tecelli eder. Rabıtadan gelen nûr esma nurudur.
Sıfat nuru vardır. Zat nuru vardır. Eğer mürid evliyaullahı Allah'ın sıfatında görürse ödü kopar. Evliyaullah bir celâl sıfatında görünür, bir cemâl sıfatında görünür. Cemâl sıfatında görünürse bayılır. Îşte vecd haline geçenler böyle geçer. Görenler nasıl görüyor? Yavaş yavaş, tedricen tedricen, alışa alışa. Onun için evilaullahı unutmayacağız. Hayali gözümüzde, sevgisi gönlümüzde olacak. Şeyh Efendinin yediğini, içtiğini, sohbetini neyini gördüysen onu hayal etmen rabıtadır. Biz hayali rabıtadayız. Râbıta-yı Nakş-i cemâl de var. Ama onu göremeyiz. Alıştıra alıştıra gösterirler. Allah'ın üç nuru vardır:
Esma nurunda ise: Rabıta nuru tecelli eder.
Eğer sıfat nurunda ise: Nübüvvet nuru tecelli eder. O da onu cezbeder. Eğer huzur müridi ise: Allah'ın zat nuru ile ihata edilmişse, Zat nuru oluşur.
Esma nuru: 1001 isminin nuru. '
Sıfat nuru: sıfatının nuru
Zat nuru: Zât'ının nuru.
Allah'ü Teala'nın üç nuru vardır