Hz. Muhammed (sav ) İntikam kurbanları

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
İNTİKAM KURBANLARI

 İntikam kurbanları
İntikam kurbanları
İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. Böylesine ‘Allah’tan kork!’ denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevk eder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir! İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah kullarına şefkatlidir. [291]

Uhud’dan sonraki ilk bir kaç ay Müslümanlar açısından sakin aylardı. Müslümanlar, Mekke müşriklerinin en azından bir süre Medine’ye tekrar saldıramayacakla-rmı bilmenin verdiği rahatlıkla, Uhud’un bedenlerine ve kalplerine açtığı yaraların tedavisiyle uğraştılar, dinlendiler. Her gün Resurüllah’ın çevresinde halka olup, ondan İslâm’ı öğrenmeye devam ettiler. İnanç konusunda zihinlerine takılan, yaşantılarında karşılarına çıkan konularla, durumlarla ilgili sorular sordular; bilgilerini artırdılar, yanlışlarını giderdiler. İnançlarını ve yaşantılarını eksiksiz, pürüzsüz bir hale getirmenin çabasını yürüttüler. Fakat yeni sıkıntılar baş göstermekte gecikmedi. Müslümanların Uhud’da uğradığı zarar veya Bedir ile kıyaslandığında beklenen üstünlüğü göster ememel eri, Mekke müşrikleri ile Müslümanlar arasındaki çekişmeleri sessizce izleyen ama dinleri ve gönülleri Mekkelilerden yana olan bölge Araplarını şımarttı. Mekke liderlerinin de teşvikiyle, Müslümanlara yönelik tecavüzkâr davranışlar sergilemeye başladılar. Aralarında görüşüp konuşuyorlar, birbirlerini Müslümanlara zarar verme konusunda teşvik ediyorlardı. Böylelikle Müslümanlar için sıkıntılı, gerilimli günler başlamış oldu. Bedir sonrasındaki olumlu hava tersine döndü. Resulüllah, psikolojik savaşın yürütüldüğü bu zor günleri en az zararla atlatmanın ve Müslümanların tekrar psikolojik üstünlüğü elde edecekleri ortamı oluşturmanın çabasını yürütmeye başladı. Ara sıra çevre bölgelere gönderdiği askeri birlikler bu çabaların gereğiydi; dost ve düşman herkese bölgede Müslümanların hâlâ bir güç olduğunun mesajını vermeyi amaçlıyordu.

Uhud’dan iki ay kadar sonra (Haziran 625) Esed kabilesine yönelik bir askerî harekât düzenlendi. Alınan duyumlara göre Huveylid’in oğulları Tulayha ile kardeşi Seleme kendi kabilelerinin yanı sıra diğer kabilelerden de adam toplayıp Medine’yi basmayı planlıyorlardı. Mekkelilerin de teşvikiyle, çevrede şımarık bir şekilde dolaşıp, Resulüllah’ı evinde ele geçireceklerini, tüm Müslümanların mallarına el koyacaklarını söylüyorlardı. Bu şımarıklıklarının nedeni, Uhud savaşı nedeniyle güç kaybettiklerine inandıkları Müslümanların kendilerine karşılık veremeyeceklerine inanmalarıydı. Resulüllah, Uhud gazisi Ebû Seleme b. El Mahzunu komutasında 150 kişilik bir birliği Esed kabilesinin üzerine gönderdi. Birlik, Resulüllah’ın talimatı ile gece yolculuk yapıp gündüz dinlenerek gizlice Esed kabilesinin yaşadığı Necid bölgesindeki Katan dağına kadar ilerledi. Müslümanları hiç ummadıkları bir zamanda karşılarında gören Esedler korkup kaçtılar. Bir süredir şımarıkça ve ukalaca Müslümanlar için tüm söylediklerini unuttular, direniş göstermediler. Sadece, kovalama sırasında çıkan küçük bir çatışmada, Urve b. Mes’ud şehit oldu. Müslümanlar daha başka bir kayıp vermeden Medine’ye döndüler. Medine’ye dönerlerken de, Resulüllah’ı evinde avlayacaklarını ve Müslümanların bütün mal varlıklarını yağmalayacaklarını söyleyen Esed kabilesinin bütün sürülerini yanlarına aldılar. Esedler aşağılanmış bir halde kalakaldılar. Bu, küçük ama yürütülen psikolojik savaş açısından ayrıcalıklı bir değere sahip askerî harekât ile Müslümanlar, Esedlerin bölgedeki gücünü kırıp kendi güçlerini perçinledikleri gibi, daha da önemlisi, Uhud’un Müslümanların aleyhine neden olduğu olumsuz ortamı biraz olsun dağıtıp, tüm Arap kabilelerinin katındaki prestijlerini yükselttiler. Üstelik, harekâta katılan Müslümanların bir çoğu, harekât sırasında, Uhud’da aldıkları ve hâlâ iyileşmemiş yaralara sahiptiler, bedenen zayıftılar. Hatta harekâtın komutanı Ebû Seleme, Medine’ye döndükten birkaç gün sonra, Uhud’da aldığı derin yaranın tekrar açılması üzerine şehit oldu.

Müslümanlar açısından olumlu sonuçlanan bir başka olay ise Ebû Seleme komutasındaki harekâtın düzenlendiği günlerde yaşandı. Medine’ye gelen haberlere göre Süfyan b. Halid ismindeki bir müşrik, Müslümanların aleyhine adam topluyordu. Resulüllah, Abdullah b. Üneys’i bu problemi halletmesi için görevlendirdi. Abdullah’ı gönderirken de bazı taktikler verdi. Süfyan b. Halid’in güvenini kazanmasını, güvenini kazanabilmesi için de gerekirse kendisinin ve islâm’ın aleyhine konuşabileceğini söyledi. Abdullah günler süren bir yolculuktan sonra Süfyan b. Halid’in bulunduğu yere ulaştı. Kendisini, Süfyan’m adamlarına, Muhammed’e karşı savaşmak isteğine sahip Huzâah birisi olarak tanıttı. Muhammed’e karşı öfke dolu olduğunu, O’nu öldürmeyi çok arzuladığım söyledi. Adamlar inandılar ve onu Süfyan’la görüştürmeye razı oldular. Bu sırada namaz vakti geçmek üzereydi. Abdullah daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir şekilde ima ile namazını kıldı. Süfyan ile bir araya gelince de onunla dostça konuşup, güvenini kazandı. Süfyan, Abdullah’ı çadırında misafir etti. Çünkü ‘Muhammed’le savaşmaya bu kadar İstekli’ birisinin yanında yer almasını istiyordu. Abdullah o gece Süfyan’ı öldürüp, tekrar Medine’ye döndü. Resulüllah, Abdullah’ın görevini layıkıyla yerine getirmesinden çok memnun cldu ve ona asasını hediye etti. Abdullah b. Uneys’in bu eylemi sırasındaki ima ile namaz kılması, düşman araşma girmek için Müslümanların ve Resulüllah’m aleyhinde konuşması ve tüm bunların Resulüllah tarafından reddedilmemesi, benzer durumlarda Müslümanların nasıl davranabilecekleriyle ilgili bir örnek teşkil etti.

Esed oğullarına yönelik harekât ile Halid b. Süfyan’m girişimini başlamadan sona erdirme eyleminin başarıyla sonuçlanması, Müslümanlar için üzerlerindeki kara bulutları dağıtmaya başlamıştı ki, peş peşe yaşanan iki ağır olumsuz gelişme Müslümanları sadece üzmekle kalmadı, genel havanın daha da aleyhlerine dönmesine neden oldu. Söz konusu iki olay, canice işlenen Raci ve Mauna katliamlarıydı.

Raci Katliamı

Süfyan b. Halid’in öldürülmesiyle neye uğradıklarını şaşıran ve Müslümanlara yönelik kinleri bir kat daha artan Lihyan kabilesinin mensupları, liderlerinin intikamını almak için haince bir girişimde bulunmaya karar verdiler. Lihyandan bazı kimseler Adal ve Kare kabilelerine giderek, birlikte bir oyun planladılar. Planlanan oyun gereği Adal ve Kare kabileleri Resulüllah’tan kendilerine İslâm’ı öğretecek kişiler isteyeceklerdi. Muhtemeldir ki, Lihyanlar, kendilerinin böylesi bir istekte bulunmalarının Resulüllah’ı kuşkulandıracağını düşünmüşler, Resulüllah’ı kuşkulandırmamak için Adal ve Kare kabilelerinden bazı yandaşlarının yardımına başvurmayı daha uygun bulmuşlardı. Oyun planlandığı gibi yürütüldü ve Adal ve Kâre’den bazı kimseler Medine’ye giderek, Resulüllah’tan islâm’ı öğretecek bazı kimseleri kendileriyle göndermesini rica ettiler. Bu tür istekleri önceden beri geri çevirmeyen Resulüllah, ilk anda biraz tereddüt etti. Müşrik Arapların iyice şımardığı bir dönemde bazı Müslümanları Medine’den uzak yerlere göndermenin riskli olacağım düşündü. Ancak sonunda, Adal ve Kare kabileleri adına konuşanların ısrarlı isteklerini kabul etti. Altı [292] Müslümam islâm’ı öğretmeleri için bu iki kabileye gönderdi. Mersed b. Ebî Mersed, Halid b. Bükeyr, Âsim b. Sabit, Hubeyb b. Adî, Zeyd b. Desinne ve Abdullah b. Tarık’tan oluşan altı kişilik irşat heyeti Raci bölgesine gelince, dinlenmek için konakladılar. Dinlenirlerken, sayılar yüzü aşkın adam tarafından kuşatıldıklarını ve bir oyuna getirildiklerini fark ettiler. Teslim ol çağrılarım kabul etmediler. Çıkan çatışmada Müslümanların üçü şehit ol du, diğer üçü ise esir düştü. Lihyanların ihanetleri İle irşat heyetini teşkil eden Müslümanların inançlarmdaki samimiyetleri ve şehadeti tercih etmeleri vahyolunan bir grup ayetin konusu oldu. Allah, hain Lihyanlarm kötülükleri ile Müslümanların imanlarına ve şehadetlerine şahitlik etti: ‘İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. Böylesine ‘Allah’tan kork!’ denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevk eder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir! İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah kullarına şefkatlidir.[293]

Lihyanlar, aslında Müslümanların tamamını esir alıp Kureyş’e satmayı planlamışlardı. Üç Müslümamn şehit olması bu planlarını kısmen bozdu. Fakat öldürdükleri Asım b. Sabit’in cesedinin de iyi bir kazanç vesilesi olacağım düşündüler. Çünkü, Uhud’da öldürdüğü iki müşrik kardeşin anneleri olan Sülefâ, Asım’ın ka-fatasıyla şarap içmeye yemin etmiş ve onun ölü veya dirisine 100 deve ödül koymuştu. Lihyanlar, ödülü almak arzusuyla Asım’ın kafasını kesmeye karar verdiler. Ancak hiç beklemedikleri bir gelişme oldu. Uhud’da savaşın en kızgın anlarında dahi Resulüllah’ın yanından hiç ayrılmayan ve vücudunu Resulüllah’a siper yapan Asım’ın cesedim büyük bir arı topluluğu sardı. Katiller, arılardan Asım’ın cesedine yaklaşamadılar. Arıların dağılması için geceyi beklemeye karar verdiler. Gece oldu. Arılar dağılmak üzereyken, bu sefer de şiddetli bir yağmur başladı ve kısa sürede büyük bir sel oluştu. Sel, Asım’m cesedini sürükleyip götürdü. Bütün aramalarına rağmen Asım’ın cesedini bulamayan Lihyanlar, Sülefâ’nm arzusunu gerçekleştiremeyip büyük ödülü alamayacaklarının üzüntüsüyle yanlarına üç esiri alıp yola çıktılar. Esirleri Kureyş’e satarak hem intikamlarını almış olacaklardı, hem de Kureyş ile dostluk bağlarını kuvvetlendireceklerdi. Esirleri hiç başka bir alternatif düşünmeden Mekke’ye götürmeyi düşünmeleri, o sıralarda Mekkelilerin Araplar üzerinde oluşturdukları Müslümanların aleyhine havayı göstermesi açısından önemlidir. Lihyanlar, Müslümanları Mekkelilere teslim etmelerinin kendi intikamlarım da almalarını sağlayacak en iyi yol olduğundan, Mekkelilerin esirlere kendilerinden daha zorbaca davranacaklarından emindiler. Ayrıca esirler karşılığında alacakları yüklüce para da işin cabasıydı.

Mekke’ye giderken esirlerden Abdullah b. Tarık ellerindeki bağı çözerek, ele geçirdiği bir kılıçla müşriklere saldırdı. Abdullah kaçmayı düşünmedi, çünkü arkadaşlarını da kurtarmak istiyordu. Bir süre Abdullah’ı yakalamaya çalışan müşrikler, bunu başaramayacaklarını anlayınca, attıkları taşlarla Abdullah’ı şehit ettiler. Lihyanlar geriye kalan iki esiri götürüp Mekkelilere sattılar. Esirlerden Hubeyb b. Adiyy’i Huceyr b. nbî Ihab Bedir’de öldürülen kardeşine karşılık, Zeyd b. Desinne’yi ise Safvan b. Umeyye yine Bedir’de öldürülen babasına karşılık satın alıp hapsetti. Bir süre sonra ikisini de öldürmeye karar verdiler. Ancak, öldürme olayının bireysel bir intikam alma girişimi olarak sonuçlanmasını istemiyorlardı. Tüm Mekkelilerin gözleri önünde gerçekleştirilen işkencelerle iki Mûslümanı öldürmeyi kararlaştırdılar. Önce Hubeyb’i öldüreceklerdi.

Hübeyb öldürüleceğini anlayınca, katillerinden bir ricada bulundu. Onun bu ricası ve takip eden bir olay Müslüman ahlâkını ve İslâm’ın insan anlayışını ortaya koyması açısından önemlidir. Hubeyb, öldürülmeden önce temizlenmek ve Rabbine maddî olarak da tertemiz kavuşmak arzusu ile katillerinden kendisine bir ustura vermelerini istedi. Onun bu isteğini ve takip eden olayı, olayın tanıklarından ve evin cariyelerinden Maviye şöyle anlatmıştır: ‘Hubeyb’in yanına giderek ‘Biraz sonra öldürüleceksin. Bir isteğin var mı?’ dedim. Ben bunu söylediğimde üzüleceğini, korkacağını sanıyordum. Vallahi durumunda en ufacık üzüntü veya korku yoktu. ‘Bana bir ustura ver de temizleneyim’ dedi. Ben de usturayı üvey oğlumla gönderdim. Oğlum usturayı alıp gidince aklım başıma geldi. ‘Eyvah! Oğlum öldü. Bu adam oğlumu yaşatmaz. Öldürülmesinin intikamını oğlumdan alır’ dedim. Hemen koşup Hübeyb’in bulunduğu yere gittim. Hubeyb oğlumu kucağına almış birşeyler konuşuyordu, ustura da elindeydi. Ben korkuyla yanlarına varınca yüzüme bakıp ‘Oğlun için mi korktun? Benim bu çocuğu öldüreceğimi mi sandın? Ben asla böyle bir şey yapmam. Haksız yere bir cana kıymak bizim özelliğimin değildir. Dinimiz haksız yere cana kıymayı yasaklamıştır’ dedi.[294]

Ölüm zamanı geldi. Hübeyb işkenceler altında öldürülmeden önce namaz kılma isteğini dile getirdi. Mekkeliler onun bu isteğini kabul ettiler. Muhtemeldir ki, bu izni, bir idam mahkumunun son isteğini kabul etmekten daha çok, öldürülecek kişinin kimliğini tüm Mekkelilere göstermek arzusuyla kabul ettiler. Hübeyb iki rekat namaz kıldı. Kendisinin seyredenlere ‘Eğer korktu da namazı uzattı denilmeyeceğini bilseydim daha devam edecektim’ [295] dedi. Kıldığı namazla da, idam edilmeden önce iki rekat namaz kılma âdetini Müslümanlar arasında başlatan kişi oldu. Müşrikler, bir ağaca bağladıkları Hubeyb’e dininden dönmesini teklif ettiler. Hubeyb bu teklifi şiddetle reddetti. Müşrikler ısrar ettiler, Hubeyb reddetti. Bunun üzerine Mekke’deki onlarca çocuğun eline verdikleri mızraklarla işkence yaparak Hubeyb’i şehit ettiler. İşkenceler sırasında ‘Sen burada acı çekerken Mühammed rahat bir şekilde Medine’de oturuyor. Sen çoluk- çocuğun la evinde otururken Muhammed’in bizim elimizde olmasını istemez misin?’ sözlerine Hübeyb ‘Asla! Vallahi O’nun ayağına bir diken batmasına bile gönlüm razı olmaz [296] cevabını verdi, işkenceler sırasında imanım ifade eden şiirler okudu. Okuduğu şiirlerden birisi şöyleydi:

Ey arşın sahibi!

Bu kâfirlerin yapmak istediklerine karşı bana sabır ver.

Etimi parçaladılar, umudum kesildi.

Beni ya küfrü ya da ölümü seçmekte serbest bıraktılar;

Gözlerim yaşla doldu, ama korkudan sızlanmıyorum.

Ölümden korkmuyorum;

Gidişim de, dönüşüm de Rabbimedir.

Müslüman olarak öldürüleyim, ne tarafta öldürüldüğüme önem vermem. [297]

Hubeyb’in işkenceyle öldürülmesini takiben Mekke müşrikleri arasında yaşanan bir korku, sahip oldukları psikolojiyi göstermesi açısından son derece önemlidir. Hubeyb, son nefesini vermeye yakın işkencenin verdiği acıyla müşriklere beddua etmeye başladı: ‘Âllahım! Bunların hepsini teker teker say ve mahvet! Topluluklarını dağıt! Hepsinin canlarını al ve hiçbirini sağ bırakma[298] dedi. Müşrikler bu beddua karşısında çok korktular. İlâhî azabın o anda üzerlerine ineceğini düşündüler. Hatta öyle ki, beddua anında yere oturulursa etkisini kaybedeceğine inandıklarından, Hubeyb’in işkenceyle öldürülüşünü seyreden Ebû Süfyan, oğlu Muaviye’yi hızla çekip yere oturttu. Muaviye yere düşerken belini incitti ve uzun süre bel rahatsızlığı çekti, bir süre de yere oturamadı. Mekkeliler, suçluluk psikolojisinin verdiği etkiyle günlerce üzerlerine gelecek felaketi beklediler. Bütün Mekke’yi bir korku havası sardı.

Müşrikler Hübeyb’den sonra aynı şekilde Zeyd b. Desinne’yi de öldürdüler. O da dininden dönmedi ve Resulüllah’ın en ufak acı çekmesine gönlünün razı olmayacağını ifade etti. Ebû Süfyan, Müslümanların Resulüllah’a yönelik bu sevgileri karşısından ‘İnsanlar içinde, arkadaşlarının Muhammed’i sevdiği kadar sevilen hiç kimse görmedim [299] demekten kendini alamadı.

Raci faciası Medine’de duyulduğu zaman başta Resulüllah olmak üzere tüm Müslümanlar çok üzüldüler. Fakat iki Müslümanm imanlarmdaki sebatları ise ayrı bir övünç ve sevinç kaynağı oldu. Şehitlerin işkencelerle öldürülürlerken söyledikleri; ‘Allahım! Burada düşman yüzünden başka yüz görmüyorum. Selâmımı Resulüne ulaştıracak kimse yok. Sen bizim selâmımızı Resulüne ulaştır [300] sözlerinden haberdar olan Resulüllah, büyük bir gönül hoşluğu ile selâmlarını aldı ve o şehit müminleri en içten duygularla selâmladı. Hassan b. Sabit, Raci şehitleri için en güzel mersiyelerini söyledi, Lihyanları da hicviyeleriyle aşağıladı. Fakat Raci katliamının yaşandığı aynı günlerde yaşanan daha büyük bir acı, Raci katliamının acısını bir oranda da olsa bastırdı. Bu yeni acının nedeni Maûne katliamıydı.

Maûne Katliamı

Adal ve Kâre’den bazı kimselerin Medine’ye gelerek irşad heyeti istedikleri günlerdi. Amir kabilesinin büyüğü ve lideri Ebû Berâ da Medine’ye gelerek Resulüllah’la görüştü. Müslüman değildi ama Müslümanlara karşı bir sevgisi vardı. Kabilesinde ve çevresinde İslâm’ın yaygınlaşmasını arzuluyordu. Belki de gittikçe güçlenen Müslümanların kadim bir müttefiki olma şerefine sahip olmak ve bunun imkânlarından yararlanmak istiyordu. Bu nedenle Resulüllah’tan kabilesine bazı Müslümanları göndererek, insanları islâm’dan haberdar etmesini istedi. Uhud’da yaşanan durumlar nedeniyle Mekke’nin müttefiki olan kabilelerin şımardığı bir zaman olduğu için, Resulüllah bu teklifi ilk önce kabul etmeye yanaşmadı. Ancak Ebû Berâ’nın gönderilecek irşat heyetinin güvenliğinden kendisinin sorumlu olacağını, onları himayesine alacağını, kendi himayesindeki kişi veya kişilere hiç kimsenin zarar vermeye cesaret edemeyeceği söyleyip, ısrarlı bir şekilde isteğini tekrar etmesi üzerine Resulüllah ikna oldu ve Ebû Berâ’mn da kabilesinin bulunduğu Necid bölgesine büyükçe bir irşat grubu göndermeyi kabul etti.

Ebü Berâ, irşat heyetinden önce Medine’den ayrılarak kabilesine gitti. Resulüllah’a verdiği söz gereği, gelecek irşat heyetinin kendi himayesinde olduğunu ilan edip, hiç kimsenin onlara zarar vermemesini istedi. Ancak yeğen: Amir b. Tufeyl bu girişimi hoş karşılamadı, Ebü Berâ’ya karşı çıktı. Yapılan işin yanlış olduğunu söyledi. Ancak bazı düşüncelerini de içinde tutarak beklemeye başladı.

Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, tamamı da Suffe topluluğundan olan irşat grubu Medine’den ayrıldı.[301] Heyete verilen görev, Necid bölgesindeki Rı’l, Usayya, Lihyan, Amir ve Zekran kabilelerine islâm’ı anlatmak, onları islâm’a davet etmekti, irşat grubu yolculuğuna devam ederek bölgeye girdi. Mauna ismiyle bilinen kuyunun yanında mola verdiler. Irşad heyetindeki müminler davet çalışmalarının ilk adımı olarak, yakınlardaki insanlara islâm’ı anlatmak istiyorlardı. Eşraftan olan Amir b. Tufeyl’in de orada olduğunu öğrenince, Resulüllah tarafından kendisine yazılmış olan mektubu vermek istediler. Fakat Amir kendisine yazılmış mektubu okumadan, mektubu kendisine getiren Haram b. Milhan’ı mızrakla şehit etti. Sonra, çevre kabilelerden topladığı adamlarla müminleri ablukaya alarak islâm’dan dönmelerini teklif etti. Müminler, o anda ölümden kurtulmak için görünüşte dahi olsa islâm’dan ayrılma teklifini kabul etmeyerek şehit oluncaya kadar savaştılar. Amir, müttefiki Süleym boyu ile ilişkilerim bozmamak için Süleymli Urve b. Esma’ya ilişmek istemedi. Ona, eğer isterse ayrılabileceğini, kendisine ilişilmeyeceğim bildirdi. Fakat Urve bu teklifi kabul etmedi; ‘Ben hiçbir zaman müşriklerle dost olmamak üzere Resulüllah’a söz verdim. Ben, ne müşriklerin bağışını kabul ederim ne de şu arkadaşlarımın vurulup şehit olacakları yerden kendimi uzak tutarım [302] diyerek şehit oluncaya kadar savaştı.

Katliam sırasında ilginç bir de olay yaşandı. Olay, Hz. Peygamber ve Ebû Bekir ile birlikte Medine’ye hicret eden, Ebû Bekir’in azatlı kölelerinden Âmir b. Füheyre’nin şehit oluşuyla ilgilidir. Olayı, bizzat onu şehit eden ve daha sonra Müslüman olan Cebbar b. Sülmâ anlatmıştır. Cebbar b. Sülmâ, öldürmek niyetiyle Âmir b. Füheyre’ye saldırıp mızrağını saplar. Mızrak Âmir’in sırtından girip döşünden çıkar. Ancak o sırada Âmir’in ağzından çıkan tek söz ‘Kazandım vallahi! [303] olur. Çünkü şehit olmak üzeredir ve o bunu herşeyden çok istemektedir. Bu durum katilini şaşkına çevirir. Bir türlü Âmir’in son sözünü ve bu söze yansıyan tavrı anlayamaz. Günlerce düşünür. Âmir b. Füheyre’yi memnun eden şeyin ne olduğunu öğrenmek ister. Bunun yolunun İslâm’dan geçtiğini anlar ve islâm’ı öğrenmeye karar verir. Çevresindeki bazı kimselerden edindiği bilgilerle biraz da olsa İslâm’ı öğrenir ve Müslüman olmaya karar verip Medine’ye gider.

Mauna katliamından sadece iki Müslüman kurtulmuştu. Ölümden kurtulanlardan birisi Kâ’b b. Zeyd idi. O savaş meydanında can çekişirken bırakılmıştı. Ölümden kurtulan diğer Müslüman ise Mauna kuyusunu yanında konakladıkları zaman hayvanları otlatmak için arkadaşlarından ayrılan Amr b. Umeyye idi. Amr, hayvanları otlatmak için Münzir b. Muhammed’le birlikte gruptan ayrılmıştı. Fakat uzaktan arkadaşlarmm saldırıya uğradıklarını görünce Münzir arkadaşlarının yanına dönerek şehit oluncaya kadar savaştı. Amr ise müşrikler tarafından yakalandı. Amir b. Tufeyl ona ilişmeyip serbest bıraktı. Amr, yolda karşılaştığı ve Amir b. Tufeyl’in kabilesinden olan iki kişiyi öldürdü. Medine’ye gelince de olup-bite-ni Resulüllah’a anlattı. Resulüllah, Amr’m öldürdüğü iki kişi için kızdı ve üzüldü. Çünkü onlar daha önceden Resulüllah’tan eman almış ve Âmir’in işiyle ilgileri bulunmayan kimselerdi. Resulüllah ikisinin de diyetlerinin verileceğini ilan etti.

Mauna katliamının haberi Medine’de duyulduğu zaman Raci katliamı nedeniyle yasta olan Müslümanların acısı daha da arttı. Tüm Müslümanlar ağır bir mateme hüründüler. Şehitleri nedeniyle üzüldüler, oyuna getirilmiş olmaları nedeniyle de öfkelendiler. Resulüllah, acı haberin alındığı günün sabah namazı dahil olmak üzere, bir ay süreyle, bütün sabah namazlarında,[304] daha önce hiç yapmadığı bir şekilde müşriklere lanet okudu; Allah’tan helâklarını istedi. O’nun lanetlemesi şöyleydi ‘Allahım! Mudar kabilesini şiddetle tepele! Onları, Yusuf Peygamberin kıtlık yılları gibi çetin bir kıtlıkla karşı karşıya getir; onları dayanılmaz darlıklara sok. Allahım! Lihyan oğullarım, Adal, Kare, Zil, Rı’l, Zekvan ve Vsayya kabilelerini sana havale diyorum! Onlar Allah ve Resulüne asi oldular. [305] Resulûllah’m bu duası kabul oldu. O yıl bölge müşriklerini perişan eden çok ağır bir kuraklık yaşandı, kıtlık baş gösterdi. Fakat Medine bundan etkilenmedi. Ayrıca birden patlak veren veba nedeniyle Resulûllah’ın ismen anıp beddua ettiği kabilelerde yüzlerce kişi acılar içerisinde kıvranarak can verdi. Diğerlerinin bir süre sonra Medine’ye gelip af dilemesi ve yaptıklarından dolayı tövbe etmeleriyle Resulüllah namazlarında onları lanetlemekten vazgeçti. Amir b. Tufeyl kuzeni Rabia b. Berâ tarafından öldürüldü. Rabia bu girişimiyle babası Berâ’mn zedelenmiş itibarını kurtarmak arzusundaydı.

Resulüllah’a Suikast Girişimi

Uhud sonrasında Mekke müşriklerinin şımarıklık ve azgınlıkları sadece çevre bölgelerdeki Arapları Müslümanların aleyhine kışkırtmakla kalmadı. Ebû Süfyan’ın kişisel girişimiyle Resulüllah’a bir de suikast girişiminde bulunuldu. Kiralık katil olarak seçilip ücreti verilen bir bedevi, Resulüllah’ı öldürmesi için Medine’ye gönderildi. Kiralık katil Medine’ye geldi ve Resulüllah’a yaklaştı. Fakat çok heyecanlıydı. Durumu şüphe uyandırıcıydı. Müslümanlar bedeviyi yakalayarak amacının ne olduğunu sordular. Bedevi, sıkıştırılınca Medine’ye geliş amacım anlattı. Böylelikle suikast girişimi önlenmiş oldu.

Raci faciasında esir alınıp işkenceyle şehit edilen Müslümanlardan Hübeyb’in cesedinin Mekke’de sergilendiği haberi Medine’ye ulaşınca Resulüllah, Amr b. Umeyye ile Cebbar b. Sahr’ı [306] gizlice Mekke’ye gönderdi. İki Müslümana verilen görev Ebû Süfyan’a suikast düzenleyip öldürmek ve Hübeyb’in cesedini sergilenmekten kurtarmaktı. Amr ve arkadaşı Mekke’ye vardılar. Kendilerini tanıyan çıkmayacağını düşündükleri için rahat hareket ediyorlardı. Ancak Ebû Süfyan’ı öldürmek için harekete geçecekleri anda Amr’ı tanıyan bir kişi çıktı ve onun Müslüman olduğunu Mekkelilere bildirdi. Mekkelilerin kendilerini takibe almaları üzerine Amr ve arkadaşı kaçarak şehirden çıkıp dağda bir mağaraya saklandılar. Mevcut şartlar altında Ebû Süfyan’ı öldürme şansları kalmamıştı. Herkes kendilerini tanıdığı için Ebû Süfyan’a yaklaşamayacaklarını biliyorlardı. Görevlerinin ikinci kısmını yapmak için girişimde bulundular. Gece olunca, dikkat çekmemek için sadece Amr şehre indi ve sergilenmekte olan Hübeyb’in cesedini sırtlayıp Mekke’den çıkardı. Ancak bu sırada birileri tarafından fark edildi. Mekkeliler kendisini kovalamaya başladılar. Amr, Hübeyb’in cesedini bir dere yatağına bırakıp üzerini toprakla örterek tekrar kaçtı. Amacı sonradan gelip Hübeyb’in cesedini götürmekti. Düşündüğü gibi de yaptı. Daha sonra geldi ve Hübeyb’in cesedini aradı. Fakat bulamadı. Aynı şekilde müşrikler de bütün aramalarına rağmen Hübeyb’in cesedini bulamadılar. Müslümanlar Hübeyb’in cesedini müşriklerden korumak için toprağın yuttuğunu düşündüler ve bu nedenle Hübeyb’i ‘yerin yuttuğu’ kişi olarak isimlendirdiler.

[291] Bakara, 2:204-207
[292] Bu irşad grubu lbn İshak ve Buharî’ye göre 10 kişiden oluşuyordu
[293] Bakara, 2:204-207
[294] Taberi, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülûk 111/31; İbn Abdilber, el-lstiübfî Esmail-Ashâb 11/440-Vakıdî, Meğazi, 1/278, 279.
[295] Buharı, Meğazi 28; Vakıdî, Meğazi, 1/279.
[296] Vakıdî, Meğazi, 1/280.
[297] Ibn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 11/122.
[298] Buharı, Meğazi 28.
[299] İbn Sâ’d, et-Tabahatül-Kûbra, IV56; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihâye, IV/75
[300] Vakıdî, Meğazi, 1/280, 281; Koksal, islâm Tarihi-Medine Devri IV/25
[301] Başta Buharı (Meğazi, 23) olmak üzere bazı kaynaklar irşad grubunun 70 kişi olduğunu bildirmektedir. Ancak bu sayı, kaynaklarda irşad grubundaki şahsiyetlerin isimlerinden hareketle oluşturulan listeyi doğrulamamaktadır. trşad grubunun 4C kişi veya bu sayının az fazlası veya az aşağısı olması kuvvetle muhtemeldir.
[302] Vakıdî, Meğazi, V303.
[303] Vakıdî, Meğazi, 1/271, 272; Koksal, İslam Tari/ıi-Medme Devri, IV/44.
[304] Ebü Davud’un rivayetine göre ise beş vakit namazın tamamında.
[305] Vakıdî, Megad, 1/272; Ibn Sâ’d, et-Takafcarıî’i-Kubra, 11/53.
[306] Bazı kaynaklar Amr bin Umeyye ile Mekke’ye gönderilen müslümanın Seleme bin Eşlem olduğunu bildirirler.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Allah razı olsun emegıne saglık, ne kadar huzun dolu konu, insan okuyunca zulmu ve kotulugu goruyor, sapkınlıkta cok ileri gitmeleri Allaha ınanmayıslarıdır. Allah o zalimleri gormuyormuydu, elbet giren bilendir, ama inanan ve inanmayan boyle belli oluyordu bu dunya da bir imtihandır, hiç kolay olmamış İslamiyeti kabul ettirmek... Allah inananlardan razı olsun....
 
Üst Alt