ceylannur
Yeni Üyemiz
Işığın Göründüğü Ufuk
Yıllarca ruhumu kasıp kavuran yangın hiç sönmeyecek gibiydi. Kan ağlayan yüreğimin hıçkırıklarını kimse duymaz zannetmiştim. Kâbuslarla uyandığım gecelere düşmandım. Her yer, her şey karanlıktaydı sanki.
Sisli, dumanlı bir yol vardı önümde. Ne etrafımı görebiliyordum, ne de ileriyi. Yürüyordum, nereye gitmek istediğimi bilmeden. Rüzgârda savrulan bir yaprak gibiydim. Geride ne bıraktığımı bile hatırlamıyordum.
Pencereme beyaz bir güvercin konar, akşama kadar sabırla bekler, sonra uçup giderdi. Bir mânâ veremezdim bu duruma. Bilirdim, ümidin sembolüydü güvercinler; ama benim umutla ne işim olurdu ki? Karanlığın ortasında yaşarken, aydınlığa kavuşmayı hayal edemezdim. “Bana yardım edecek tek bir kişi yok işte. Yapayalnızım bu dünyada…” deyip hayıflanırdım.
Maddî zenginliğimin aksine, tam bir boşluk içinde geçiyordu hayatım. Okuduğum yüzlerce kitap bana hiçbir tatmin edici reçete sunmuyordu. Zihnimi kurcalayan soruları cevaplamak yerine, sorularımı unutturmaya çalışıyordu çoğu. İçime sinmeyen bir şeyler vardı okuduklarımda ve dinlediklerimde. Soru sormaya kalktığımda, küçük bir çocuk gibi susturuluyordum. Annem psikolojimin bozulacağını söylüyor, babamsa, hemen cebime para koyuyordu.
Televizyonda bir yelkenli geminin rüzgârın şiddetiyle sürüklenerek, kayalara çarptığı haberini işittim. Kaptanın kurtulamadığı da ekleniyordu haberin sonuna. Ne kadar müteessir olmuştum. “Tıpkı ben!” demiştim üzülerek. Ben de bir yelkenli gemi gibiydim. Nefsimin beni istediği yere sürükleyip durduğunu sonra anladım.
Bir gün öğle vakti dışarı çıktığımda, her taraf beyazlara bürümüştü. Kuru ayaz, insanın yüzünü bıçak gibi kesiyordu. Sıkı giyinmeme rağmen, kalın palto bile vücudumu ısıtmaya yetmiyordu. Üşüyen sadece bedenim değildi, yıllarca aç kalmış ruhum tir tir titriyordu. Adımlarım gayriihtiyari sürükleniyordu kaldırımlarda. Beynime art arda hücum eden sorulara cevap bulmakta zorlanıyordum. Bir divâne gibi yürüyordum buz kesmiş sokaklarda.
Uzun süre başım önde dolaştım. Bu hâldeyken birden yan taraftan yüzüme bir sıcaklık aktı ve duraksadım. Başımı kaldırdığımda bir kitapçının önünde olduğumu anladım. “Hayret! Bütün sokaklarına âşina olduğum bu şehirde, burayı ilk defa görüyorum. Benim gibi bir kitap kurdu nasıl burayı görmez. Neyse, bir bakalım!” deyip girdim içeri. Rafların önünden ürkek bir şekilde ilerliyordum.
Bir rafta daha önce hiç görmediğim kitaplar diziliydi. Hepsi bir yazara ait olan bu kitapların arasından, ‘Işığın Göründüğü Ufuk’ kitabını çekip incelemeye koyuldum. Her zaman yaptığım gibi ilk önce kapağını okumaya başladım. Bir söz ustasının elinden çıktığı ilk cümlesinden belli oluyordu:
“Sevgi yaşatan bir iksirdir; insan sevgi ile yaşar… Sevgi ile mutlu olur ve sevgiyle çevresini mutlu eder…” cümleler devam edip gidiyordu.
Kitabın sayfaları arasında gezindikçe, içimdeki buzdağının yavaş yavaş eridiğini hissediyordum:
“Evet bizim için gerçek saadet, hârici tatminlere bağlı, gelen-kesilen, akan-duran saadet değildir; bizim için hakiki saadet, ruhumuzdan fışkıran, ALLAH münasebetiyle derinleşen ve cennetle noktalanan ebedî saadettir…”
‘İslâm’ın Büyüsü’, ‘Kendi Ruhumuzu Ararken’, ‘Işığın Göründüğü Ufuk’, ‘Karamsarlığa Bir Neşter’, ‘Bir Sorgulama’, ‘Huzur Ufku’.. başlıkların birinden diğerine atlayıp duruyordum. Hangi birini okuyacağımı şaşırmıştım. Hepsi de birbirinden tesirli cümlelerle, hislerime tercüman olup, mânevî hastalıklarıma reçete sunuyordu.
Hemen boş bulduğum bir sandalyeye oturdum. İlk sayfadan başlayarak, kitabı okumaya başladım. Okudukça gözlerimin önündeki sis perdesi aralanıyor, düşüncelerimi esir eden yanlışlar siliniyordu.
Başımı kaldırmadan kaç saat okuduğumu hatırlamıyorum. Bir elin dokunmasıyla irkildim. Mağazanın çalışanlarındandı. Gülümseyerek akşam olduğunu, mağazayı kapatacaklarını ifade etti. Yerimden kalkarak bu yazarın bütün kitaplarını almak istediğimi söyledim. Vazifeli şahıs, hemen kitap setini getirdi. Yazarın kaset ve CD’lerinin de olduğunu söyledi. Onların da tamamını almak istediğimi belirttim. Hemen getirdi. Parasını ödeyip, teşekkür ettim. Yolda kitap ve kasetlerin ağırlığından belim ağrıyordu; ama ruhumun üzerine çöken kara bulutlar yavaş yavaş dağılıyordu.
Beni iliklerime kadar üşüten kuru ayaz hafiflemişti. Kâinatta derin bir sessizlik vardı. Kitabın satırları bir film şeridi gibi beynimden geçip kalıcı izler bırakıyordu. Ümit, beyaz bir güvercin olup gönül pencereme konmuştu artık. Yelkenleri muhalif rüzgârlara dayanıklı bir gemi değildim; ama sonu aydınlığa çıkan bir yola girdiğimi ve beni duyan birinin olduğunu biliyordum artık.