Adilbey
Aktif Üyemiz
Müslümanların bilmeleri, öğrenmeleri gereken ilimlere “Ulum-i İslamiyye (İslâmi İlimler)” denir. İslâmi ilimler, “Akli” ve “Nakli” ilimler olmak üzere ikiye ayrılır. “Nakli ilimler”, alelade insanların akıllarının üstünde olup bunlar Tefsir, Hadis, Kelam (Akaid), Fıkıh, bunların Usul’leri ve Tasavvuf gibi ilimlerdir. Bunlara “Din Bilgileri” de denir.
Bunlardan Akaid, Fıkıh ve Tasavvuf (Ahlak) ilimlerini, ihtiyaç miktarınca öğrenmenin, kadın ve erkek, akıllı ve baliğ her müslümana farz-ı ayn, diğerlerini öğrenmenin ise farz-ı kifaye olduğu, İslam alimlerince ifade edilmektedir. “Akli ilimler”, akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek elde edilen ilimler olup, nakli ilimlerin anlaşılmasına ve tatbik edilmesine yardımcıdırlar. Bu bakımdan bunların da öğrenilmesinin farz-ı kifaye olduğu belirtilmektedir. “Fen Bilgileri” de denilen bu ilimler, matematik, mantık ve diğer tecrübi ilimlerdir…
Dünyaya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hazret-i Âdem’den îtibâren bütün ilâhî (semavi) dinler, iman ve ibadetlerin yanı sıra, toplumun sosyal hayâtını düzenleyen kaideleri de bildirmiştir. Her asırda gönderilen peygambere, o asırda yaşayan insanların ihtiyaçlarını içine alan hükümler bildirilmiş ve o peygamberler de bunları tebliğ edip, tatbikatını yapmışlardır. Ne var ki, bu hükümler zamanla insanlar tarafından değiştirilmiş, ilâhî olmaktan çıkıp beşerî kurallar haline dönüşmüştür. Zamânımıza kadar sadece ismini muhâfaza eden Tevrat, Zebur ve İncîl ismindeki ilâhî kitaplar da, tahrif edilmekten, değiştirilmekten kurtulamamıştır. Bu kitaplarda bildirilen şimdiki hükümler, din hüviyeti adı altında belli zümrelerin fikirlerini, düşüncelerini yansıtmaktadır. Dolayısıyle, zamânımızda bunların bildirdiği hukuk kurallarına, ilâhî hukuk gözüyle bakmak yanlış olur.
Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlerin bir kısmı, Allahü teâlânın haklarını, diğer kısmı ise, insanların haklarını bildirmekte ve bunların muhâfazasını sağlamaktadır. İmân etmek ve ibâdet vazifelerini yerine getirmek Allah’ın hakkıdır. İnsanların cemiyet hayatında, daha çok günlük hayatı ilgilendiren muâmelelerinde, âilenin kurulması ve sona ermesini sağlayan sözleşmelerde, tek taraflı tasarruflarda ve İslâm dîninin suç olarak bildirdiği fiilleri işleyenlerin cezâlandırılmasında şahısların hakları düzenlenmiş olup, her biri hakkında ayrı ayrı hükümler konmuştur.
İşte İslâm hukûkunun içine giren bütün bu konuları düzenleyen ve öğreten ilme “Fıkıh ilmi” denir. Fıkıh ilmini ilk olarak sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. Onun talebeleri ve diğer müctehid alimler daha da geliştirmişlerdir.
Netice olarak söylemek gerekirse, İlâhî dinlerin, dolayısıyle İlâhî hukûkun en son halkası ve bu hukûkun zamânımıza kadar hiç değişmeden hayâtiyetini devâm ettiren tek temsilcisi olan İslâm Hukuku, dört ana kaynağa dayanmaktadır:
1. Kur’ân-ı Kerîm: İslamın temel hükümlerini veciz olarak ihtiva etmektedir. Bunun için müctehid olmayanlar Kur’ân-ı kerîmi anlayamazlar.
2. Hadîs-i Şerîfler: Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in sözleridir. Hadisler, Kur’ân-ı kerîmi açıklar. Hadisleri de, ancak ihtisası olan âlimler anlayabilirler.
3. İcmâ: İctihad derecesine yükselmiş müctehid âlimlerin, dini bir konudaki sözbirliğidir.
4. Kıyâs: Müctehid âlimlerin, hükmü bildirilmeyen bir meseleyi, benzerlerini bularak, hükmü bilinen önceki bir meseleye göre netîcelendirmeleridir.
Bunlara ilâveten İslâm hukûkunda, İslâm dîninin temel esâslarına muhâlif olmayan örf ve âdetler de kaynak olarak alınmıştır. İslâm hukûku, bildirilen bu kaynaklarla, insanların meselelerini çözmektedir. İslam âlimleri, toplumun her kesimindeki insanların anlayacağı şekilde fıkıh, ilmihâl kitapları yazarak bu hükümlerin, kuralların anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlarlar.
Fıkıh kelimesi, Arapça’da, genel olarak bilmek-anlamak veya özel olarak islamiyeti bilmek-anlamak demektir. Ahkâm-ı şer’iyyeyi bildiren ilme “Fıkıh ilmi”, fıkıh bilgilerini bilen kimseye de “Fakîh” denir. Tefsîr, hadîs ve kelâm ilmlerinden sonra, en şerefli ilim fıkıh ilmidir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nâfile namâz kılmakdan dahâ sevâbtır. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir. Fıkhın ibadetler kısmını kısaca öğrenmek, her müslümâna farz-ı ayındır. Az sonra bahsedeceğimiz gibi, münâkehât ve mu’âmelât kısımlarını öğrenmek ise farz-ı kifâyedir; ya’nî, başına gelenlerin öğrenmeleri farz olur.
Fıkıh ilmini ilk sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, geliştiren de başta onun talebeleri olmak üzere, diğer müctehid imamlardır. Hanefî mezhebindeki ahkâm-ı şer’iyye, Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibn-i Mes’ûd’dan başlıyan yol ile meydâna çıkarılmıştır. Ya’nî, mezhebin reîsi olan İmâm-ı A’zam, fıkh ilmini, Hammâd’dan, Hammâd da, İbrâhîm-i Nehâî’den, bu da Alkame’den, o da, Abdüllah bin Mes’ûd’dan, bu da Resûl-i Ekrem’den (s.a.s) almıştır. İmam Ebû Yûsüf, Muhammed, Züfer bin Hüzeyl ve Hasan bin Ziyâd, hep, İmâm-ı A’zamın talebesidirler. Bunlardan, İmam-ı Muhammed, din bilgilerinde, 1.000 (bin) kadar kitap yazmıştır. Talebesinden olan İmam-ı Şâfiî’nin annesini nikâh ettiği için, ölünce, kitâbları, İmam-ı Şâfiî’ye mîrâs kalarak, onun bilgisinin artmasına hizmet etmiştir. Bunun için İmam-ı Şâfiî: “Yemîn ederim ki, fıkıh bilgim, İmam-ı Muhammed’in kitâblarını okumakla arttı. Fıkıh bilgisini derinleştirmek istiyen, Ebû Hanîfe’nin talebesi ile beraber bulunsun” demiştir. Bir kerre de: “Bütün müslümânlar, İmâm-ı A’zamın ev halkı, çoluk-çocuğu gibidir” buyurmuştur. Ya’nî, bir adam, çoluk-çocuğunun nafakasını kazandığı gibi, İmâm-ı A’zam da, insanların, işlerinde muhtâc oldukları din bilgilerini meydâna çıkarmayı kendi üzerine almış, herkesi güç bir şeyden kurtarmıştır.
Fıkıh ilmi, çok geniş olup başlıca dört büyük kısma ayrılır:
1. İbâdetler: Allah’ın hakları olup, namaz, oruç, zekât, hac ve cihâd olmak üzere beşe ayrılır. Bunlar bugünkü mânâda hukûkun konuları arasında değildir.
2. Münâkehât ve Mufarekat: İslâm âile hukûkunun bütün konularını bildirir. Evlenme, boşanma, nafaka gibi birçok dalları vardır.
3. Muâmelât: Mâli konuları düzenleyen, eşyâ hukûkunu (aynî hakları), borçlar hukûku ve ticâret hukûkunun konularını içine alır. Alışveriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîras vs. gibi birçok bölümleri vardır.
4. Ukûbât: İslâm cezâ hukûkunu ve usûl hukûkunu düzenleyen kısımdır. Kur’ân-ı kerîm’de beş çeşit cezâ açıkça bildirilmiştir. Bunlar kısas, sirkat (hırsızlık), zinâ, kazif (zinâ iftirasında bulunmak) ve riddet (müslümanlıktan ayrılmak, mürted olmak) cezalarıdır.
Ukûbât; “Had”, “Kısas” ve “Ta’zir” olarak üçe ayrılır. Beş suça, had cezâsı tatbik olunur. Bunlar; zinâ, şarâp içmek (alkollü içkiyle sarhoş olmak), bir kimsenin (erkek veya kadın) nâmusuna iftirâda bulunmak, hırsızlık ve yol kesiciliktir. Kısas, yaralamak ve öldürmek suçlarında uygulanır. Ta’zir, hadden daha hafif cezâ ile cezalandırmaktır. Ta’zir cezâları, çok çeşitli olup, tenbih, ihtâr, tekdir, dövmek, hapsetmek ve öldürmeye kadar gider. Suça ve şahsa uygun olan verilir. Bunların suçluya takdiri hâkime âittir.
Fıkıh ilminin konuları, daha ziyâde, husûsî (özel) hukûkun konuları arasında yer alan hükümleri düzenlemektedir. Amme (Kamu) Hukûkunun düzenleyici kuralları, tamâmen İslâm devlet başkanının (halîfenin) tasarruflarına bırakılmıştır. Devlet başkanı, Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlere bağlı kalarak adâleti sağlamak, ammenin (kamunun) ve fertlerin haklarını korumak üzere gerekli gördüğü her türlü icrâatta bulunmak yetkisine sâhiptir.
İslâm Kamu Hukûkunun hilâfet (devlet başkanlığı) ve bunun kamu görevlerinden olan cihâd (İslâmiyeti yaymak), adâleti gerçekleştirmek, zekât, cizye ve haracın tarh ve tahsili, cezâların tenfizi (infazı, uygulanması), siyer ve fıkıh kitaplarında geniş olarak açıklanmıştır. Onun için fıkıh ilminden müstağni kalmak mümkün değildir. Müctehid olmayan kişilere, fıkıh ilmini terk ettirip onları sadece Kur’an-ı kerime yönlendirmek, hiç hukuk tahsili olmayan kişilere, siz kanun, tüzük, yönetmelik ve diğer bütün hukuki metinleri bırakıp sadece anayasa okuyun demekten farksızdır.
Bunlardan Akaid, Fıkıh ve Tasavvuf (Ahlak) ilimlerini, ihtiyaç miktarınca öğrenmenin, kadın ve erkek, akıllı ve baliğ her müslümana farz-ı ayn, diğerlerini öğrenmenin ise farz-ı kifaye olduğu, İslam alimlerince ifade edilmektedir. “Akli ilimler”, akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek elde edilen ilimler olup, nakli ilimlerin anlaşılmasına ve tatbik edilmesine yardımcıdırlar. Bu bakımdan bunların da öğrenilmesinin farz-ı kifaye olduğu belirtilmektedir. “Fen Bilgileri” de denilen bu ilimler, matematik, mantık ve diğer tecrübi ilimlerdir…
İlk insandan beri…
Dünyaya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hazret-i Âdem’den îtibâren bütün ilâhî (semavi) dinler, iman ve ibadetlerin yanı sıra, toplumun sosyal hayâtını düzenleyen kaideleri de bildirmiştir. Her asırda gönderilen peygambere, o asırda yaşayan insanların ihtiyaçlarını içine alan hükümler bildirilmiş ve o peygamberler de bunları tebliğ edip, tatbikatını yapmışlardır. Ne var ki, bu hükümler zamanla insanlar tarafından değiştirilmiş, ilâhî olmaktan çıkıp beşerî kurallar haline dönüşmüştür. Zamânımıza kadar sadece ismini muhâfaza eden Tevrat, Zebur ve İncîl ismindeki ilâhî kitaplar da, tahrif edilmekten, değiştirilmekten kurtulamamıştır. Bu kitaplarda bildirilen şimdiki hükümler, din hüviyeti adı altında belli zümrelerin fikirlerini, düşüncelerini yansıtmaktadır. Dolayısıyle, zamânımızda bunların bildirdiği hukuk kurallarına, ilâhî hukuk gözüyle bakmak yanlış olur.
İbâdet, Allah’ın hakkıdır…
Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlerin bir kısmı, Allahü teâlânın haklarını, diğer kısmı ise, insanların haklarını bildirmekte ve bunların muhâfazasını sağlamaktadır. İmân etmek ve ibâdet vazifelerini yerine getirmek Allah’ın hakkıdır. İnsanların cemiyet hayatında, daha çok günlük hayatı ilgilendiren muâmelelerinde, âilenin kurulması ve sona ermesini sağlayan sözleşmelerde, tek taraflı tasarruflarda ve İslâm dîninin suç olarak bildirdiği fiilleri işleyenlerin cezâlandırılmasında şahısların hakları düzenlenmiş olup, her biri hakkında ayrı ayrı hükümler konmuştur.
İşte İslâm hukûkunun içine giren bütün bu konuları düzenleyen ve öğreten ilme “Fıkıh ilmi” denir. Fıkıh ilmini ilk olarak sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. Onun talebeleri ve diğer müctehid alimler daha da geliştirmişlerdir.
Netice olarak söylemek gerekirse, İlâhî dinlerin, dolayısıyle İlâhî hukûkun en son halkası ve bu hukûkun zamânımıza kadar hiç değişmeden hayâtiyetini devâm ettiren tek temsilcisi olan İslâm Hukuku, dört ana kaynağa dayanmaktadır:
Dört ana kaynak…
1. Kur’ân-ı Kerîm: İslamın temel hükümlerini veciz olarak ihtiva etmektedir. Bunun için müctehid olmayanlar Kur’ân-ı kerîmi anlayamazlar.
2. Hadîs-i Şerîfler: Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in sözleridir. Hadisler, Kur’ân-ı kerîmi açıklar. Hadisleri de, ancak ihtisası olan âlimler anlayabilirler.
3. İcmâ: İctihad derecesine yükselmiş müctehid âlimlerin, dini bir konudaki sözbirliğidir.
4. Kıyâs: Müctehid âlimlerin, hükmü bildirilmeyen bir meseleyi, benzerlerini bularak, hükmü bilinen önceki bir meseleye göre netîcelendirmeleridir.
Bunlara ilâveten İslâm hukûkunda, İslâm dîninin temel esâslarına muhâlif olmayan örf ve âdetler de kaynak olarak alınmıştır. İslâm hukûku, bildirilen bu kaynaklarla, insanların meselelerini çözmektedir. İslam âlimleri, toplumun her kesimindeki insanların anlayacağı şekilde fıkıh, ilmihâl kitapları yazarak bu hükümlerin, kuralların anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlarlar.
Fıkıh ilminin dalları
Fıkıh kelimesi, Arapça’da, genel olarak bilmek-anlamak veya özel olarak islamiyeti bilmek-anlamak demektir. Ahkâm-ı şer’iyyeyi bildiren ilme “Fıkıh ilmi”, fıkıh bilgilerini bilen kimseye de “Fakîh” denir. Tefsîr, hadîs ve kelâm ilmlerinden sonra, en şerefli ilim fıkıh ilmidir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nâfile namâz kılmakdan dahâ sevâbtır. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir. Fıkhın ibadetler kısmını kısaca öğrenmek, her müslümâna farz-ı ayındır. Az sonra bahsedeceğimiz gibi, münâkehât ve mu’âmelât kısımlarını öğrenmek ise farz-ı kifâyedir; ya’nî, başına gelenlerin öğrenmeleri farz olur.
Fıkıh ilmini sistemleştiren
Fıkıh ilmini ilk sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, geliştiren de başta onun talebeleri olmak üzere, diğer müctehid imamlardır. Hanefî mezhebindeki ahkâm-ı şer’iyye, Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibn-i Mes’ûd’dan başlıyan yol ile meydâna çıkarılmıştır. Ya’nî, mezhebin reîsi olan İmâm-ı A’zam, fıkh ilmini, Hammâd’dan, Hammâd da, İbrâhîm-i Nehâî’den, bu da Alkame’den, o da, Abdüllah bin Mes’ûd’dan, bu da Resûl-i Ekrem’den (s.a.s) almıştır. İmam Ebû Yûsüf, Muhammed, Züfer bin Hüzeyl ve Hasan bin Ziyâd, hep, İmâm-ı A’zamın talebesidirler. Bunlardan, İmam-ı Muhammed, din bilgilerinde, 1.000 (bin) kadar kitap yazmıştır. Talebesinden olan İmam-ı Şâfiî’nin annesini nikâh ettiği için, ölünce, kitâbları, İmam-ı Şâfiî’ye mîrâs kalarak, onun bilgisinin artmasına hizmet etmiştir. Bunun için İmam-ı Şâfiî: “Yemîn ederim ki, fıkıh bilgim, İmam-ı Muhammed’in kitâblarını okumakla arttı. Fıkıh bilgisini derinleştirmek istiyen, Ebû Hanîfe’nin talebesi ile beraber bulunsun” demiştir. Bir kerre de: “Bütün müslümânlar, İmâm-ı A’zamın ev halkı, çoluk-çocuğu gibidir” buyurmuştur. Ya’nî, bir adam, çoluk-çocuğunun nafakasını kazandığı gibi, İmâm-ı A’zam da, insanların, işlerinde muhtâc oldukları din bilgilerini meydâna çıkarmayı kendi üzerine almış, herkesi güç bir şeyden kurtarmıştır.
Fıkıh dört kısma ayrılır
Fıkıh ilmi, çok geniş olup başlıca dört büyük kısma ayrılır:
1. İbâdetler: Allah’ın hakları olup, namaz, oruç, zekât, hac ve cihâd olmak üzere beşe ayrılır. Bunlar bugünkü mânâda hukûkun konuları arasında değildir.
2. Münâkehât ve Mufarekat: İslâm âile hukûkunun bütün konularını bildirir. Evlenme, boşanma, nafaka gibi birçok dalları vardır.
3. Muâmelât: Mâli konuları düzenleyen, eşyâ hukûkunu (aynî hakları), borçlar hukûku ve ticâret hukûkunun konularını içine alır. Alışveriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîras vs. gibi birçok bölümleri vardır.
4. Ukûbât: İslâm cezâ hukûkunu ve usûl hukûkunu düzenleyen kısımdır. Kur’ân-ı kerîm’de beş çeşit cezâ açıkça bildirilmiştir. Bunlar kısas, sirkat (hırsızlık), zinâ, kazif (zinâ iftirasında bulunmak) ve riddet (müslümanlıktan ayrılmak, mürted olmak) cezalarıdır.
Ukûbât; “Had”, “Kısas” ve “Ta’zir” olarak üçe ayrılır. Beş suça, had cezâsı tatbik olunur. Bunlar; zinâ, şarâp içmek (alkollü içkiyle sarhoş olmak), bir kimsenin (erkek veya kadın) nâmusuna iftirâda bulunmak, hırsızlık ve yol kesiciliktir. Kısas, yaralamak ve öldürmek suçlarında uygulanır. Ta’zir, hadden daha hafif cezâ ile cezalandırmaktır. Ta’zir cezâları, çok çeşitli olup, tenbih, ihtâr, tekdir, dövmek, hapsetmek ve öldürmeye kadar gider. Suça ve şahsa uygun olan verilir. Bunların suçluya takdiri hâkime âittir.
Özel ve amme hukuku
Fıkıh ilminin konuları, daha ziyâde, husûsî (özel) hukûkun konuları arasında yer alan hükümleri düzenlemektedir. Amme (Kamu) Hukûkunun düzenleyici kuralları, tamâmen İslâm devlet başkanının (halîfenin) tasarruflarına bırakılmıştır. Devlet başkanı, Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlere bağlı kalarak adâleti sağlamak, ammenin (kamunun) ve fertlerin haklarını korumak üzere gerekli gördüğü her türlü icrâatta bulunmak yetkisine sâhiptir.
İslâm Kamu Hukûkunun hilâfet (devlet başkanlığı) ve bunun kamu görevlerinden olan cihâd (İslâmiyeti yaymak), adâleti gerçekleştirmek, zekât, cizye ve haracın tarh ve tahsili, cezâların tenfizi (infazı, uygulanması), siyer ve fıkıh kitaplarında geniş olarak açıklanmıştır. Onun için fıkıh ilminden müstağni kalmak mümkün değildir. Müctehid olmayan kişilere, fıkıh ilmini terk ettirip onları sadece Kur’an-ı kerime yönlendirmek, hiç hukuk tahsili olmayan kişilere, siz kanun, tüzük, yönetmelik ve diğer bütün hukuki metinleri bırakıp sadece anayasa okuyun demekten farksızdır.