MURATS44
Özel Üye
Büyük Saray, İstanbul’u başkent yapan Roma İmparatoru Konstantin tarafından yaptırılmıştır. MS 330 yılında inşa edilen saray kompleksi, bundan sonra yaklaşık 800 yıl süreyle faal olarak kullanılmıştır.
Byzantium’u Konstantinopolis’e çevirerek yeryüzünün en kudretli imparatorluğunun başkenti haline getiren Konstantin, o kudrete yaraşır bir saraya ihtiyaç duydu. Bu öyle bir saray olmalıydı ki hem kendinden sonra gelenlere yetmeli hem de büyük imparatorluğuna gelen tüm yabancılara onun ihtişamını göstermeliydi.
Büyük Saray’ın yeri, Aya Sofya ile Antik Hipodrom arasındaydı. Tabi o dönem Ayasofya henüz inşa edilmemişti. İlk Ayasofya, Büyük Ayasofya Kilisesi isimli yazımda da belirttiğim gibi ancak MS 360 yılında Konstantin’in oğlu tarafından açılmıştı. Yalnız şunu belirtmek lazım, sarayın seçildiği yer o dönemde gözde bir konumdu. Zaten Megaralı Kral Byzas da Byzantion’u, Sarayburnu’nun ucuna, bugünkü Topkapı sarayının bulunduğu yerde kurmuştu.
Büyük Saray’ın bir kısmı, bugünkü Sultanahmet Camisi’nin arazisinin bulunduğu yerdeydi. Muhtemelen İmparatorluk Locası tam olarak buraya denk gelmekteydi. Duvarından arda kalan bir bölüm ise Küçük Ayasofya’ya inen yolun sağında kalır.
Saray’ın büyüklüğünün yaklaşık 20.000 m2 olduğu tahmin edilmektedir. Ana giriş kapısı (Halki Kapısı), bugünkü Divanyolu yani Mese caddesine bakan tarafta, Augustaion (tören alanı) meydanı yönündeydi.
Sultanahmet Meydanı tarafına bakan yüzünde ise Hipodrom ile birleşik “İmparator Locası” yer almaktaydı. Marmara denizine bakan güney yamacında ise bir sahil köşkü olan Bukoleon Sarayı bulunuyordu. Burası aynı zamanda imparatorlara özel olan ve limana açılan kapıydı.
Sarayın tamamının mimari yapısı hakkında kesin bilgiler olmasa da genel yapısının bir Roma askeri kampına (Castrum) benzediği tahmin edilmektedir.
Konstantin döneminde yapılan “kabul salonunun” tavanının altın yaldızlı olduğu bilinmektedir. Konsistirion da denilen mecliste bir İsa mozaiği, Sigma denilen revaklı salonda ise imparatorluk sınırları içerisinde bulunan vahşi hayvanların resimleri vardı. Salonların yerleri ve duvarları genellikle mozaiklerle ve değerli eşyalar ile süslüydü.
Abbasi Halifesi Harun Reşid döneminde (786-809) İslam Devleti ile Roma İmparatorluğu arasındaki ilişki artmış ve karşılıklı hediye alışverişleri gerçekleşmişti. Romalı tarihçilerin anlattıklarına göre bu dönemde sarayın bazı bölümleri de mimari olarak (süslemeler de) doğu saraylarına benzemeye başlamış.
Adına yaraşır bir biçimde büyük ve gösterişli olan saray yüzyıllar boyu genişledi. Sarayın bölümleri arasında şunlar yer alıyordu: Daphne (ikametgah), Kathisma (hipodrom locası), Konsistorium (meclis), Magna Aula (taht ve kabul salonu), Nea Ekklesia (Kilise), Tribunal (Mahkeme), Skholai (muhafız koğuşu), hapishane hücreleri ve pek çok büyük salon.
Bildiğim kadarıyla saraya önemli yeni yapılar ekleyen imparatorlar şunlardır: İkinci ve yedinci Konstantin, birinci ve ikinci Jüstinyen, İustinianos, Theofilos, Basileus, Lekapanos, Nikephoros, Tzimikes ve Theodosius.
Yaklaşık 8 asır boyunca kudretli Roma İmparatorluğu’nun yönetim merkezi Büyük Saray, her dönem farklı bir isimle anıldı. 4.yy’da zaten tek olması hasebiyle yalnızca Palation (Saray) olarak adlandırılan saray ayrıca; Basileos Oikia (İmparator Evi), Hieron Palation (Kutsal Saray), Palaion Palaiton (Eski Saray) ve çoğunlukla Magnum Palation (Büyük Saray) olarak anılmıştır.
Büyük Saray’ın günümüze kalan belirgin miraslarından bazısı muhteşem mozaikleridir. Beşinci ve altıncı yüzyıllardan kalma mozaikler, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Hem o dönemin süslemelerini ve kültürünü yansıtmaları açısından hem de sanatsal açıdan birçok arkeolog tarafından bu mozaiklere büyük önem ithaf edilmektedir. Çünkü hem kullanılan teknik çok başarılıdır hem de günlük yaşam ile ilgili önemli betimlemeler vardır. 200m2’ye yakın bir alanı ortaya çıkarılan mozaiklerin pişmiş toprak, kireç taşı ve farklı yapılardaki çeşitli renkli taşlardan yapıldığı anlaşılmıştır. Bazı kaynaklarda süslemelerde altın kullanıldığı dahi iddia edilmektedir.
Fatih Sultan Mehmet Han 1453 yılında İstanbul’u fethettiğinde Büyük Saray’ın ihtişamından geriye pek fazla bir şey kalmamıştı ne yazık ki… Çok bilinen bir anlatıda Sultan’ın yaşadığı hayal kırıklığı şu şekilde izah edilir: Sultan 2.Mehmet “Fethin Babası” unvanını henüz hak etmişken Ayasofya’dan sonra Büyük Saray’ı ziyaret eder. İçeri giren genç fatih, gördükleri karşısında o kadar şaşırır ki Pers şairi Firdevsi’nin “Sezarların sarayında örümcek perdedarlık ediyor, Efrasiyab’ın kulelerinde baykuş nevbet vuruyor” dizlerini mırıldanır. Yani “imparatorların sarayında örümcek odacılık ediyor” diyerek üzüntüsünü ve şaşkınlığını belli eder.
Birçok kereler yaptığım gibi bu durumun sebebini anlatırken sözü yine talihsiz Latin İstilası dönemine getirmem gerekiyor. Katolik Latin İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü 1204 ve 1261 yılları arasında saray o kadar sömürülür ki, yapılardan birinin kurşun damı dahi sökülüp satılmış ya da eritilerek başka bir madene çevrilmiştir. Zaten sarayın, şehir düştükten hemen sonra askerler tarafından feci bir şekilde yağmalandığı ve neredeyse tamamen talan edildiği malumdur.
Byzantium’u Konstantinopolis’e çevirerek yeryüzünün en kudretli imparatorluğunun başkenti haline getiren Konstantin, o kudrete yaraşır bir saraya ihtiyaç duydu. Bu öyle bir saray olmalıydı ki hem kendinden sonra gelenlere yetmeli hem de büyük imparatorluğuna gelen tüm yabancılara onun ihtişamını göstermeliydi.
Büyük Saray Neredeydi?
Büyük Saray’ın yeri, Aya Sofya ile Antik Hipodrom arasındaydı. Tabi o dönem Ayasofya henüz inşa edilmemişti. İlk Ayasofya, Büyük Ayasofya Kilisesi isimli yazımda da belirttiğim gibi ancak MS 360 yılında Konstantin’in oğlu tarafından açılmıştı. Yalnız şunu belirtmek lazım, sarayın seçildiği yer o dönemde gözde bir konumdu. Zaten Megaralı Kral Byzas da Byzantion’u, Sarayburnu’nun ucuna, bugünkü Topkapı sarayının bulunduğu yerde kurmuştu.
Büyük Saray’ın bir kısmı, bugünkü Sultanahmet Camisi’nin arazisinin bulunduğu yerdeydi. Muhtemelen İmparatorluk Locası tam olarak buraya denk gelmekteydi. Duvarından arda kalan bir bölüm ise Küçük Ayasofya’ya inen yolun sağında kalır.
Saray’ın büyüklüğünün yaklaşık 20.000 m2 olduğu tahmin edilmektedir. Ana giriş kapısı (Halki Kapısı), bugünkü Divanyolu yani Mese caddesine bakan tarafta, Augustaion (tören alanı) meydanı yönündeydi.
Sultanahmet Meydanı tarafına bakan yüzünde ise Hipodrom ile birleşik “İmparator Locası” yer almaktaydı. Marmara denizine bakan güney yamacında ise bir sahil köşkü olan Bukoleon Sarayı bulunuyordu. Burası aynı zamanda imparatorlara özel olan ve limana açılan kapıydı.
Büyük Saray’ın Mimari Yapısı
Sarayın tamamının mimari yapısı hakkında kesin bilgiler olmasa da genel yapısının bir Roma askeri kampına (Castrum) benzediği tahmin edilmektedir.
Konstantin döneminde yapılan “kabul salonunun” tavanının altın yaldızlı olduğu bilinmektedir. Konsistirion da denilen mecliste bir İsa mozaiği, Sigma denilen revaklı salonda ise imparatorluk sınırları içerisinde bulunan vahşi hayvanların resimleri vardı. Salonların yerleri ve duvarları genellikle mozaiklerle ve değerli eşyalar ile süslüydü.
Abbasi Halifesi Harun Reşid döneminde (786-809) İslam Devleti ile Roma İmparatorluğu arasındaki ilişki artmış ve karşılıklı hediye alışverişleri gerçekleşmişti. Romalı tarihçilerin anlattıklarına göre bu dönemde sarayın bazı bölümleri de mimari olarak (süslemeler de) doğu saraylarına benzemeye başlamış.
Büyük Saray’ın Bölümleri
Adına yaraşır bir biçimde büyük ve gösterişli olan saray yüzyıllar boyu genişledi. Sarayın bölümleri arasında şunlar yer alıyordu: Daphne (ikametgah), Kathisma (hipodrom locası), Konsistorium (meclis), Magna Aula (taht ve kabul salonu), Nea Ekklesia (Kilise), Tribunal (Mahkeme), Skholai (muhafız koğuşu), hapishane hücreleri ve pek çok büyük salon.
Bildiğim kadarıyla saraya önemli yeni yapılar ekleyen imparatorlar şunlardır: İkinci ve yedinci Konstantin, birinci ve ikinci Jüstinyen, İustinianos, Theofilos, Basileus, Lekapanos, Nikephoros, Tzimikes ve Theodosius.
Sarayın İsimleri
Yaklaşık 8 asır boyunca kudretli Roma İmparatorluğu’nun yönetim merkezi Büyük Saray, her dönem farklı bir isimle anıldı. 4.yy’da zaten tek olması hasebiyle yalnızca Palation (Saray) olarak adlandırılan saray ayrıca; Basileos Oikia (İmparator Evi), Hieron Palation (Kutsal Saray), Palaion Palaiton (Eski Saray) ve çoğunlukla Magnum Palation (Büyük Saray) olarak anılmıştır.
Büyük Saray Mozaikleri
Büyük Saray’ın günümüze kalan belirgin miraslarından bazısı muhteşem mozaikleridir. Beşinci ve altıncı yüzyıllardan kalma mozaikler, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Hem o dönemin süslemelerini ve kültürünü yansıtmaları açısından hem de sanatsal açıdan birçok arkeolog tarafından bu mozaiklere büyük önem ithaf edilmektedir. Çünkü hem kullanılan teknik çok başarılıdır hem de günlük yaşam ile ilgili önemli betimlemeler vardır. 200m2’ye yakın bir alanı ortaya çıkarılan mozaiklerin pişmiş toprak, kireç taşı ve farklı yapılardaki çeşitli renkli taşlardan yapıldığı anlaşılmıştır. Bazı kaynaklarda süslemelerde altın kullanıldığı dahi iddia edilmektedir.
Fetih Sonrası Sarayın Durumu
Fatih Sultan Mehmet Han 1453 yılında İstanbul’u fethettiğinde Büyük Saray’ın ihtişamından geriye pek fazla bir şey kalmamıştı ne yazık ki… Çok bilinen bir anlatıda Sultan’ın yaşadığı hayal kırıklığı şu şekilde izah edilir: Sultan 2.Mehmet “Fethin Babası” unvanını henüz hak etmişken Ayasofya’dan sonra Büyük Saray’ı ziyaret eder. İçeri giren genç fatih, gördükleri karşısında o kadar şaşırır ki Pers şairi Firdevsi’nin “Sezarların sarayında örümcek perdedarlık ediyor, Efrasiyab’ın kulelerinde baykuş nevbet vuruyor” dizlerini mırıldanır. Yani “imparatorların sarayında örümcek odacılık ediyor” diyerek üzüntüsünü ve şaşkınlığını belli eder.
Birçok kereler yaptığım gibi bu durumun sebebini anlatırken sözü yine talihsiz Latin İstilası dönemine getirmem gerekiyor. Katolik Latin İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü 1204 ve 1261 yılları arasında saray o kadar sömürülür ki, yapılardan birinin kurşun damı dahi sökülüp satılmış ya da eritilerek başka bir madene çevrilmiştir. Zaten sarayın, şehir düştükten hemen sonra askerler tarafından feci bir şekilde yağmalandığı ve neredeyse tamamen talan edildiği malumdur.