Okyay
ÖZEL ÜYE
Syf.-1
KA’B İBNİ MALİK (r.a.)
Ve doğruluk
Peygamber Efendimiz, en büyük bir orduyla, s.a.v.
Tebük Seferi için, hazırlandı duayla
Haber saldı dört yana, ve herkese duyurdu,
Savaşa iştiraki, emr’olarak buyurdu.
Canla- Malla her mü’min, yarıştı katılıma,
Çünkü ALLAH Resulü, en öndeydi bu yolda.
Sadece munafıklar, ve de samimiyette,
Zayıf müslümanlardan, acınacak bir halde,
Resululla’a gelip , özür beyan ettiler, s.a.v.
Geride kalmak için ,bir izin istediler.
Üç- dört kişi vardı ki, ne mazeret beirtmiş,
Ne de diğerler gibi, gelip izin istemiş.
Tevbe Suresi’ndeki, yüz on sekiz ayette,
Rabbi’mizin affına, mazhar bir vaziyette,
Hikmeti sorulamaz, gizli bir sır olarak,
ALLAH’ın sınavına, hem muhatap kalarak,
Bu Tebük Seferinden, geriye bırakılmış,
Üç mü’minden birisi, Ka’b-İbni Malik’miş,
Doğruluk sayesinde, nice zorluk atlatmış,
Görelim Buhari’de, bize nasıl anlatmış.
Ka’b-İbni Malik Tebük’ten, kalış hikayesini,
Ezcümle anlatarak, ve dahi demiştir ki,
Ben Tebük gazasından , gayri hiçbir savaşta,
Resulullah’tan ayrı , kalmamışımdır asla. s,a.v.
Şu kadar ki, Bedir’e, ben katılamamıştım,
Fakat Bedir için de, itap olunmamıştı.
Çünkü Resulullah o an, harbe niyetle değil,
Kureyş kervanı için, yola çıkmıştı meyil.
Rabbi düşmanlarını, ansızın çıkarmıştı,
Bu da ayrı hikmetti, belki de sınamıştı.
Ben Resulullah ile, Akabe gecesinde, s.a.v.
İslam üzre Misak’ta, haızır bulundum hem de.
Durum şu idi ki, önceler hiçbir zaman,
Tebük’ten kaldığımki, kadar ne güç vardı ne de mal.
İki tane devem de , yoktu daha evvelce,
Bu gaza sırasında, olmuştu ikisi de.
Peygamber bu savaşı gayet açık tutmuştu, s.a.v.
Yol-düşmanın çokluğu, gizlenmemiş, açmıştı.
Gidecekler deftere , kayıtlı da değildi,
Kalksa biri kaytarsa,fark edilmez sanırdı.
Bir de çok sıcak vardı, meyveler de olgundu.
Gölgelerse uzamış, gölgelikler dolgundu.
Bu yüzden sefer işi, nefse hoş gelmiyordu.
Ama ben kesinlikle, gitme kararındaydım,
Daha zaman var diye, her hal ağırdan aldım.
Resulullah-Sahabi, hazırlık yapıyordu, s.a.v.
Ben de onlarla birlik, gidip çabalıyordum.
Bir-kaç kez gittim geldim, ama başaramadım,
Bu gün yarına kaldı, kendimi devşiremedim.
Ben öyle didinirken, ordu bir gün erkenden,
Ayrılmış- uzaklaşmış, Beldemiz Medine’den,
Oysaki ben hala, hazırlanamamıştım,
Gene de bir_ki günde, hazırlanrım sanmıştım.
Onlar ayrılınca ben, hemen acele ettim,
Gerekecek şeyleri, tedarik için gittim.
Velakin yapamadım, öyle geriye döndüm,
Sonra bir daha gittim, gene olmadı döndüm.
Ben oyalanıyorken, onlar süratle gitti,
Şansım azalıyordu, gaza ilerlemişti.
Hazırlıktan da öte, ne olsa olsun dedim,
Bir bineğe atlayıp,yetişeyim istedim.
Yapamadım- olmadı, keşke-keşke yapsaydım,
Ne kadar geciksem de, yetişip katılsaydım.
Velakin gidemedim, olmadı k.aldım işte,
Kendimi mahkum ettim, pişmek için ateşte
Resulullah ayrılıp- uzaklaşıp gidince, s.a.v.
Bazan dolaşıyordum, Medine’nin içinde.
Ama gördüklerim hep, özürlüler-sakatlar,
Ya da daha korkuncu, mimlenmiş münafıklar.
Resulullah Tebük’e, varıncaya beni hiç, s.a.v.
Ne aramış-ne anmış, ancak varınca hariç.
O da Tebük’e dönüp, otururken bir ara,
“Ka’b ne yaptı” buyurmuş, beni selem’den biri,
“Onu bürdeler tuttu” , demiş –ileri ,geri,
Muaz ibni Cebel’se, “fena konuştun” demiş,
“Biz onda iyilikten, başka bir şey görmedik”,
Demişler- tartışmışlar, lakin Resul-ü Zişan, s.a.v.
Hiç ses çıkarmamışlar, konu öyle kapanmış.
Herhalde mahkemesi, artık ALLAH’a kalmış.
Peygamber dönüş için, yola çıktıklarında, s.a.v.
Beni bir merak sardı, aklım yoktu başımda.
Ne yapcam-ne söyleycem, kara-kara düşündüm.
Yalan uydurarak geçer, söylerim olur dedim,
Yarın dönüp gelince, gazabından korkmuştum.
Ne yapar, ne ederim- diye şaştıkça şaştım.
Yakınım olanlardan, ve aklı erenlerden,
Bana yardım istedim, ne geliyorsa elden.
Ne zaman ki, Peygamber teşrif edip geldiler, s.a.v.
Benden hepsi kayboldu, bu batıl düşünceler.
Azıcık yalan olan, bir şey karıştırırsam,
Düşündüm kesinlikle , bu işten kurtulamam..
Kendimi toparladım, doğru söyleyecektim,
Neler olup bittiyse., onları diyecektim.
…………………………..
Resulullah seferden , her döndüğü zaman, s.a.v.
Mescid’e uğrar ve de, kısa bir namaz kılar,
Sonra orda oturur, ortama sevinç katar,
Ve de ordakilerle, kısa görüşme yapar.
Gene öyle yapmıştı, sefere katılmayan,
Seksen kişilik gurup, tek-tek ettiler beyan.
Mazeret bildirerek, affolmak dilediler,
Zişan’da özürleri, hep tek-tek dinlediler.
Dış görünüşe göre, kabul ve affettiler,
İç yüzünü ALLAH’a, havale eylediler.
Onlar tamamlanınca, sıra bana gelmişti,
Gayet heyecanlıydım, sanki zaman durmuştu.
Sonra vardım huzura, selam verdiğimi gördü,
Öfkeli tebessümle “Gel bakalım” buyurdu.
Yürüdüm ve yaklaştım, tam önünde oturdum,
Artık ne diyeceğini, merakla bekliyordum.
“Ne diye kaldın, sen ki, omzuna biy’at almış,
Birisi değimliydin” dedi hem yavaş-yavaş.
Ben de sonra dedim ki, “Evet vallahi eğer,
Ben başka birisinin, dünya ehli birinin,
Önünde otursaydım, her bir özür bulurdum,
Uydururdum ve dahi, bir kurtuluş umardım.
Gerçekten de hem ben de, ikna kuvveti vardı,
Büyük bir ihtimalle, mazerete uyardı
Şevket OKYAY
..............................................................
NOT
Devamı Sayfa 2 'de..
Moderatör tarafında düzenlendi: