Nur Hanım
Aktif Üyemiz
Ne zaman kar’a açsam gözlerimi, bütün sıkıntılarımın camda eriyen kar taneleri gibi berhava olduğuna şahid olurum. Çünkü kar, an’ın gerçek sertliğinden belirsiz bir zaman ve hayal âlemine taşır beni. Masal ve gerçek mukayesesinde birincinin mutlak zaferidir kar. Mutlaka bir Elhan-ı Şita geçer gözlerimden, mümkünse iki mısra ile Dıranas: “Allah aşkına, gök, deniz aşkına / Yağsın kar üstümüze buram buram…” Yalnız dışarısı mıdır farklılaşan? Yalnız ben miyim aynalardan kendini çekip alan? Herkese bir hâl olur kar ile. Kar ile bir ekmeğin yarısı gibi paylaşılır yaşananlar. Bilinir ki kar herkese yağmaktadır.
Kar ile iç dünyamız kadar dış dünyamızı şekillendiren eşyamız, yaşadığımız evlerimiz ve şehrimiz de farklı bir boyuta taşınır. Birden en pak rengi ile beyaz, kar beyazı az öncesine dair bütün kir ve berbat halini, yani insan eli değmiş kamburları bertaraf edip harikulade levha kılar. Şehrin en munis ve en davetkâr anıdır kar yağarken. Kar şehre yağmakla kalmaz, şehrin ve şehirlinin hafızasında bir gönle sığacak hatta bir ömre uzayacak kareler bırakır. Belki bir yaz günü, kurumuş dudaklarla anılacak serinliktir kar.
Kar bizi yalnızca dışarı davet etmez. Aynı zamanda evimizin hudutlarını keşfe çıkarır. Bir oturma odasından bakarız dışarı, bir mutfaktan. Dışarıdaki karla nice zamandır dünyaya açılan pencere sandığımız evlerimizin gözlerinin körlük iklimlerinde salındığını biliriz. Uzak ve tenha bir dünyanın ne kadar uzağındaymışız deriz de buğulanan cama bir çizgi ile olsun iz bırakmak zevkinden alamayız kendimizi.
Kar illa şiirle anlatılır. Çünkü kar, şiirin egemen sınırlarına ahenk ile alt yapı sunmaktadır. Kar, mısra mısra yağar; kar yağarken vezin mütebessim bir cisim olur, şiir ete kemiğe bürünür. Kar kelime kelime, kafiye kafiye yağar da bir bulut geçer içimizden, uzaklara dalar gözlerimiz, susmasını her daim biliriz. Kar altında kalan lal bir dilimiz olur şiir ve kar susunca. Şiirin çarptığı buzdağıdır kar. Karanlık şarkıların inadına bembeyaz bir umut, kar…
İki ucu beyaza değdirilmiş bir aşk gibi yağar kar.
Sağrısında bir atın cezbeye duruşu
Kar ile iç dünyamız kadar dış dünyamızı şekillendiren eşyamız, yaşadığımız evlerimiz ve şehrimiz de farklı bir boyuta taşınır. Birden en pak rengi ile beyaz, kar beyazı az öncesine dair bütün kir ve berbat halini, yani insan eli değmiş kamburları bertaraf edip harikulade levha kılar. Şehrin en munis ve en davetkâr anıdır kar yağarken. Kar şehre yağmakla kalmaz, şehrin ve şehirlinin hafızasında bir gönle sığacak hatta bir ömre uzayacak kareler bırakır. Belki bir yaz günü, kurumuş dudaklarla anılacak serinliktir kar.
Kar bizi yalnızca dışarı davet etmez. Aynı zamanda evimizin hudutlarını keşfe çıkarır. Bir oturma odasından bakarız dışarı, bir mutfaktan. Dışarıdaki karla nice zamandır dünyaya açılan pencere sandığımız evlerimizin gözlerinin körlük iklimlerinde salındığını biliriz. Uzak ve tenha bir dünyanın ne kadar uzağındaymışız deriz de buğulanan cama bir çizgi ile olsun iz bırakmak zevkinden alamayız kendimizi.
Kar illa şiirle anlatılır. Çünkü kar, şiirin egemen sınırlarına ahenk ile alt yapı sunmaktadır. Kar, mısra mısra yağar; kar yağarken vezin mütebessim bir cisim olur, şiir ete kemiğe bürünür. Kar kelime kelime, kafiye kafiye yağar da bir bulut geçer içimizden, uzaklara dalar gözlerimiz, susmasını her daim biliriz. Kar altında kalan lal bir dilimiz olur şiir ve kar susunca. Şiirin çarptığı buzdağıdır kar. Karanlık şarkıların inadına bembeyaz bir umut, kar…
İki ucu beyaza değdirilmiş bir aşk gibi yağar kar.
Sağrısında bir atın cezbeye duruşu