ceylannur
Yeni Üyemiz
Karakter Eğitimi Niçin Önemlidir?
İnsan hayatının en kesin ve temel gerçeklerinden biri de, davranışlarımıza bazı sınırların çizilmesi ve bunlara saygı gösterilmesinin gerekli olduğudur. Bu sınırlar, yasalarda açıkça belirtilmiş olabilir. Bu kurallar ve kanunlar, bize bahçemizde yaban otlarının yetişmesine nasıl engel olabileceğimiz konusunda bir şeyler söylerler. Kişi; bu görünen veya görünmeyen, yazılı olan veya yazılı olmayan sınırlara uyduğunda ahlâklı ve karakterli insan hâline gelir. Kişi, sosyal hayatı bir arada tutan bu kurallara uymazsa kısa veya uzun vadede kendi kendini yok eder. İnsanın kendisi hiçbir sorumluluk almadan ve çuvaldızı kendine batırmadan; hep başkalarını suçlaması ve kendine bakan kusurları görememesi, iyileşmenin ve düzelmenin önündeki en büyük engeldir. İnsanlar kendi vicdanlarına karşı dürüst olmayı unutmuşlarsa, yaptıkları her harekete makul bir gerekçe uydurabilirler. Kuralları ve ahlâkî değerleri çiğneyişimizin altında, fıtratımıza konulan istekler vardır. Başarılı olmak, kazanmak, ön plâna çıkmak, terfi etmek, zirveye doğru tırmanmak, ünlü olmak, başkalarına karşı avantajlı duruma geçmek gibi his ve istekler; bizi, kuralları çiğnemeye sevk eder. Eğer, ciddî düzeyde ahlâk ve karakter eğitimi almışsak, bu isteklerimizi frenleyebilir ve onları meşrû dairede ahlâkî ilkelere uygun olarak tatmin etmeye çalışırız.
Karakterli olup olmama konusunda insanın kendi içinde yaşadığı çatışma, "kurallara ve ahlâkî değerlere uymalıyım isteği ile, bu şeyi o kadar çok istiyorum ki, kuralları ve ahlâkî değerleri çiğnemeliyim hissi" arasında yaşanır. Ama şu unutulmamalıdır ki, hiç kimse, yanlış olduğunu bildiğiniz ve yapmak istemediğiniz bir şeyi, iradenize rağmen size yaptıramaz; eğer yapıyorsanız, irade ve karakter zaafiyeti yaşıyorsunuz, demektir.
Antik Yunanlılar'dan tutun; Babilliler'e, Sümer-ler'e kadar ortak motif olan iki söz vardır. Bunlardan biri; "Kendini bil!" diğeri de; "Hiçbir şeyde aşırıya kaçma!"dır. Bu iki söz, karakter eğitiminin bütün kültürlerde ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Özellikle orta yolun ve dengede kalmanın ehemmiyetini vurgulaması bakımından oldukça çarpıcıdırlar. Karakter eğitiminde, bütün kültürlerde ortak bir başka nokta da; iç dünyasını, ruhunu ve özünü görebilmek için, kusurunu bilmek ve kendi üzerinde düşünmektir. Kendini bilmek; sadece güçlü bir karakter eğitimi kazanmak için değil, aynı zamanda insanın Yaratıcısı'nı bilmesi için de gerekli olan bir haslettir. Nitekim:
"Bil kendini sen, ALLAH'ı bilmekse muradın,
Kim nefsine ârifse, odur ârif-i billâh" sözü de, çok manidârdır.
Karakterli insan olmanın yolu, sadece yanlış ve kötü olan şeyler üzerine odaklanmak ve kötüden uzak durmaya çalışmak değildir. Mükemmel insan olmak için doğru ve iyi olana odaklanmak ve bunların peşinden gitmek gerekiyor. Sadece kötülüklere hayır demek, insanı ahlâklı ve karakterli yapmaz. Benzetme yapacak olursak; mükemmel bir bahçe meydana getirmek, sadece bahçedeki yaban otların temizlenmesiyle mümkün olmaz. Güzel çiçeklerin dikilip yetiştirilmesine de çalışmak lâzımdır. Yabanî otları temizlemek, çiçek yetiştirmeye yardımcı bir iştir; çiçek yetiştirmek ise apayrı bir iş. Kötülüklere engel olmanın yolu, kötülüklere hayır demekten ziyade, iyilikleri ve faziletleri hayatımızda çoğaltarak kötülüklere yer bırakmamaktır. Her insanın iç dünyasında bir karakter bahçesi vardır. Bu bahçede yetiştirilen şeyler, insanın tutum ve davranışlarında görüntüye çıkar. Eğer bizler kendi bahçemize, mizacımıza ve kişilik bandımıza uygun güzel huyları, alışkanlıkları ekmezsek, iyi insan olmamız oldukça zordur. Kişilik bandları veya mizaç özelliklerimiz, çeşitli toprak çeşitlerine benzerken, karakter özelliklerimiz de, o toprakta yetişen çiçeklere benzer. İnsanlar düşünce ve enerjilerini, çiçek ekmeye ve bunları yetiştirmeye odaklarsa, o zaman etrafta karakterli insanlar çoğalacaktır.
Bu teorik izahlardan hareketle bugüne geliyor ve şunu diyoruz. Meselâ; günümüzde, demokrasinin başarılı olması, kişilerin ferdî karaktere ne ölçüde sahip olduğuna bağlıdır. İnsanın ahlâki (etik) bir varlık olduğunu unutan ve bireyde karakter gelişimine önem vermeyen bir demokrasinin başarılı olma şansı çok düşüktür. Çünkü demokrasi, erdemli insanların benimseyebileceği ve yaşatabileceği bir yönetim tarzıdır.
Fırsatçı ve sadece kendini düşünen bir insan, haksız ve zarar verici biçimde yasalara ve kurallara muhalefet etmeksizin, bir başkasının kalbini ruhunu ve bedenini sömürebilir. Bunun anlamı; kişi mevcut kurallara uygun davranmasına rağmen, kötü ahlâk sahibi olabilir. Sınırların çizili olmadığı yerde, sınır çizebilecek karaktere ve vicdana sahip olmak, ahlâkî mükemmelliğin önemli bir şartıdır. Bu zaviyeden hukukî olan her şey, ahlâkî olmak mecburiyetinde değildir. Dolayısıyla hukuka uygunluk ile hakka uygunluk her zaman birebir örtüşmez. Aradaki boşluğu, ancak karakter sahibi insanlar kapatabilir. Hukukun bittiği veya açık verdiği yerde, vicdanda beslenen inanç ve ahlâkî değerler devreye girer.
Bunu tarihten bir misâlle taçlandıralım: Osmanlı'nın kuruluş yıllarında, Bursa Kadısı olan Dursun Fakih, mizacına ve kişilik bandına uygun bir görev almış, karakterli ve yüksek ahlâk sahibi bir kişidir. Dönemin istihbarat şefi, halk arasında çıkan fitne, fesat ve yalanlar hakkında Dursun Fakih'e bilgi sunuyor. Bilgiler arasında Dursun Fakih'in öldürülme plânları da var. İstihbarat elemanı ile Dursun Fakih arasında geçen konuşmadan bir kesit sunarak, karakter eğitiminin, sosyal hayattaki barışı sağlamada ne kadar önemli olduğunu görelim:
İstihbarat Elemanı: Anlattığım şeyler, bin bir ok olmuş, Dursun Fakih'i yüreğinden vurmak üzere doğrultulmuş.
Dursun Fakih: Anlattıkların doğru senin. Akıl mantık yoluyla doğru.. gelgelelim görmedin sen bu anlattıklarını, hiçbirini kendi kulağınla duymadın. Gördün mü gözlerinle, duydun mu öz kulağınla? Bu sözleri, suçladığın Ali'nin yaydığını görüp, ağzından işittin mi?
İstihbarat Elemanı: Hayır! Ne gördüm ne de işittim. Ama bunun böyle olduğunu sanıyorum, biliyorum ve inanıyorum.
Dursun Fakih: Sanmakla, bilmekle, inanmakla hüküm verilmez. Bunlar delil olamaz.
İstihbarat Elemanı: Haber aldım, adamlarıma inanırım.
Dursun Fakih: Adamlarını dinlemek ve onların delillerini görmek gerekir.
İstihbarat Elemanı: Hüküm istemiyorum, sadece ne yapmam lâzım yol göster.
Dursun Fakih: Göstereceğim yol bir suçsuzu ölüme götürecekse, günahını nasıl öderim?
İstihbarat Elemanı: Benim yerimde başka birisi olsa çıldırırdı. 'Devlet' dedim, 'Devlet elden gidecek.' Devleti yıkmak için uğraşanları adalet terazisinde tartmak gerek...
Dursun Fakih: Devlet devletse, insan da insandır. Suçu görülmeli. Belli olmalı. Suçlu dediğin kimse de, 'bu işi devlet için yapıyorum', derse?
İstihbarat Elemanı: Ama sen, Dursun Fakih! Okun varacağı yer, sensin. Canını sokakta mı buldun sen?
Dursun Fakih: Ben, devlet değilim. Dursun Fakih'in canı da devlet değil. Ölürsem, hesabımı suçludan devlet sorar. Ama ben ölmeyeyim diye ortaya devlete suçlu çıkaramam. ALLAH, hepimizin taksiratını affetsin.
...
Bu sözler üzerine, istihbarat elemanı odayı terk eder.
Bu anekdotta görüldüğü gibi kişinin karakteri, insanı o hâle getiriyor ki, mevcut yasalar ve kurallar onun emrinde dahi olsa; vicdanı, ahirette hesap verme şuuru, onu yanlış yapmaktan alıkoyuyor. Kendisinin haksızlığa ve ölüme maruz kalmasını kabul ediyor da, bir başkasına haksızlık etmekten kaçınıyor. İnsan iç dünyasındaki bahçesine ne ekerse, onu biçer.
Bizler, bu karakter eğitimini almış şahsiyetli ve karakterli insanlar yetiştirdiğimizde; tekrar, sesi ve soluğu duyulan ve milletlerarası platformlarda sözü dinlenenler arasına gireceğiz. Bu da okullarımızda karakter eğitimine hususî önem vermeye ve örnek rol modelleri üzerinden çocuklarımıza güzel değerleri aktarabilmeye bağlıdır.
Dr. Selim AYDIN
İnsan hayatının en kesin ve temel gerçeklerinden biri de, davranışlarımıza bazı sınırların çizilmesi ve bunlara saygı gösterilmesinin gerekli olduğudur. Bu sınırlar, yasalarda açıkça belirtilmiş olabilir. Bu kurallar ve kanunlar, bize bahçemizde yaban otlarının yetişmesine nasıl engel olabileceğimiz konusunda bir şeyler söylerler. Kişi; bu görünen veya görünmeyen, yazılı olan veya yazılı olmayan sınırlara uyduğunda ahlâklı ve karakterli insan hâline gelir. Kişi, sosyal hayatı bir arada tutan bu kurallara uymazsa kısa veya uzun vadede kendi kendini yok eder. İnsanın kendisi hiçbir sorumluluk almadan ve çuvaldızı kendine batırmadan; hep başkalarını suçlaması ve kendine bakan kusurları görememesi, iyileşmenin ve düzelmenin önündeki en büyük engeldir. İnsanlar kendi vicdanlarına karşı dürüst olmayı unutmuşlarsa, yaptıkları her harekete makul bir gerekçe uydurabilirler. Kuralları ve ahlâkî değerleri çiğneyişimizin altında, fıtratımıza konulan istekler vardır. Başarılı olmak, kazanmak, ön plâna çıkmak, terfi etmek, zirveye doğru tırmanmak, ünlü olmak, başkalarına karşı avantajlı duruma geçmek gibi his ve istekler; bizi, kuralları çiğnemeye sevk eder. Eğer, ciddî düzeyde ahlâk ve karakter eğitimi almışsak, bu isteklerimizi frenleyebilir ve onları meşrû dairede ahlâkî ilkelere uygun olarak tatmin etmeye çalışırız.
Karakterli olup olmama konusunda insanın kendi içinde yaşadığı çatışma, "kurallara ve ahlâkî değerlere uymalıyım isteği ile, bu şeyi o kadar çok istiyorum ki, kuralları ve ahlâkî değerleri çiğnemeliyim hissi" arasında yaşanır. Ama şu unutulmamalıdır ki, hiç kimse, yanlış olduğunu bildiğiniz ve yapmak istemediğiniz bir şeyi, iradenize rağmen size yaptıramaz; eğer yapıyorsanız, irade ve karakter zaafiyeti yaşıyorsunuz, demektir.
Antik Yunanlılar'dan tutun; Babilliler'e, Sümer-ler'e kadar ortak motif olan iki söz vardır. Bunlardan biri; "Kendini bil!" diğeri de; "Hiçbir şeyde aşırıya kaçma!"dır. Bu iki söz, karakter eğitiminin bütün kültürlerde ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Özellikle orta yolun ve dengede kalmanın ehemmiyetini vurgulaması bakımından oldukça çarpıcıdırlar. Karakter eğitiminde, bütün kültürlerde ortak bir başka nokta da; iç dünyasını, ruhunu ve özünü görebilmek için, kusurunu bilmek ve kendi üzerinde düşünmektir. Kendini bilmek; sadece güçlü bir karakter eğitimi kazanmak için değil, aynı zamanda insanın Yaratıcısı'nı bilmesi için de gerekli olan bir haslettir. Nitekim:
"Bil kendini sen, ALLAH'ı bilmekse muradın,
Kim nefsine ârifse, odur ârif-i billâh" sözü de, çok manidârdır.
Karakterli insan olmanın yolu, sadece yanlış ve kötü olan şeyler üzerine odaklanmak ve kötüden uzak durmaya çalışmak değildir. Mükemmel insan olmak için doğru ve iyi olana odaklanmak ve bunların peşinden gitmek gerekiyor. Sadece kötülüklere hayır demek, insanı ahlâklı ve karakterli yapmaz. Benzetme yapacak olursak; mükemmel bir bahçe meydana getirmek, sadece bahçedeki yaban otların temizlenmesiyle mümkün olmaz. Güzel çiçeklerin dikilip yetiştirilmesine de çalışmak lâzımdır. Yabanî otları temizlemek, çiçek yetiştirmeye yardımcı bir iştir; çiçek yetiştirmek ise apayrı bir iş. Kötülüklere engel olmanın yolu, kötülüklere hayır demekten ziyade, iyilikleri ve faziletleri hayatımızda çoğaltarak kötülüklere yer bırakmamaktır. Her insanın iç dünyasında bir karakter bahçesi vardır. Bu bahçede yetiştirilen şeyler, insanın tutum ve davranışlarında görüntüye çıkar. Eğer bizler kendi bahçemize, mizacımıza ve kişilik bandımıza uygun güzel huyları, alışkanlıkları ekmezsek, iyi insan olmamız oldukça zordur. Kişilik bandları veya mizaç özelliklerimiz, çeşitli toprak çeşitlerine benzerken, karakter özelliklerimiz de, o toprakta yetişen çiçeklere benzer. İnsanlar düşünce ve enerjilerini, çiçek ekmeye ve bunları yetiştirmeye odaklarsa, o zaman etrafta karakterli insanlar çoğalacaktır.
Bu teorik izahlardan hareketle bugüne geliyor ve şunu diyoruz. Meselâ; günümüzde, demokrasinin başarılı olması, kişilerin ferdî karaktere ne ölçüde sahip olduğuna bağlıdır. İnsanın ahlâki (etik) bir varlık olduğunu unutan ve bireyde karakter gelişimine önem vermeyen bir demokrasinin başarılı olma şansı çok düşüktür. Çünkü demokrasi, erdemli insanların benimseyebileceği ve yaşatabileceği bir yönetim tarzıdır.
Fırsatçı ve sadece kendini düşünen bir insan, haksız ve zarar verici biçimde yasalara ve kurallara muhalefet etmeksizin, bir başkasının kalbini ruhunu ve bedenini sömürebilir. Bunun anlamı; kişi mevcut kurallara uygun davranmasına rağmen, kötü ahlâk sahibi olabilir. Sınırların çizili olmadığı yerde, sınır çizebilecek karaktere ve vicdana sahip olmak, ahlâkî mükemmelliğin önemli bir şartıdır. Bu zaviyeden hukukî olan her şey, ahlâkî olmak mecburiyetinde değildir. Dolayısıyla hukuka uygunluk ile hakka uygunluk her zaman birebir örtüşmez. Aradaki boşluğu, ancak karakter sahibi insanlar kapatabilir. Hukukun bittiği veya açık verdiği yerde, vicdanda beslenen inanç ve ahlâkî değerler devreye girer.
Bunu tarihten bir misâlle taçlandıralım: Osmanlı'nın kuruluş yıllarında, Bursa Kadısı olan Dursun Fakih, mizacına ve kişilik bandına uygun bir görev almış, karakterli ve yüksek ahlâk sahibi bir kişidir. Dönemin istihbarat şefi, halk arasında çıkan fitne, fesat ve yalanlar hakkında Dursun Fakih'e bilgi sunuyor. Bilgiler arasında Dursun Fakih'in öldürülme plânları da var. İstihbarat elemanı ile Dursun Fakih arasında geçen konuşmadan bir kesit sunarak, karakter eğitiminin, sosyal hayattaki barışı sağlamada ne kadar önemli olduğunu görelim:
İstihbarat Elemanı: Anlattığım şeyler, bin bir ok olmuş, Dursun Fakih'i yüreğinden vurmak üzere doğrultulmuş.
Dursun Fakih: Anlattıkların doğru senin. Akıl mantık yoluyla doğru.. gelgelelim görmedin sen bu anlattıklarını, hiçbirini kendi kulağınla duymadın. Gördün mü gözlerinle, duydun mu öz kulağınla? Bu sözleri, suçladığın Ali'nin yaydığını görüp, ağzından işittin mi?
İstihbarat Elemanı: Hayır! Ne gördüm ne de işittim. Ama bunun böyle olduğunu sanıyorum, biliyorum ve inanıyorum.
Dursun Fakih: Sanmakla, bilmekle, inanmakla hüküm verilmez. Bunlar delil olamaz.
İstihbarat Elemanı: Haber aldım, adamlarıma inanırım.
Dursun Fakih: Adamlarını dinlemek ve onların delillerini görmek gerekir.
İstihbarat Elemanı: Hüküm istemiyorum, sadece ne yapmam lâzım yol göster.
Dursun Fakih: Göstereceğim yol bir suçsuzu ölüme götürecekse, günahını nasıl öderim?
İstihbarat Elemanı: Benim yerimde başka birisi olsa çıldırırdı. 'Devlet' dedim, 'Devlet elden gidecek.' Devleti yıkmak için uğraşanları adalet terazisinde tartmak gerek...
Dursun Fakih: Devlet devletse, insan da insandır. Suçu görülmeli. Belli olmalı. Suçlu dediğin kimse de, 'bu işi devlet için yapıyorum', derse?
İstihbarat Elemanı: Ama sen, Dursun Fakih! Okun varacağı yer, sensin. Canını sokakta mı buldun sen?
Dursun Fakih: Ben, devlet değilim. Dursun Fakih'in canı da devlet değil. Ölürsem, hesabımı suçludan devlet sorar. Ama ben ölmeyeyim diye ortaya devlete suçlu çıkaramam. ALLAH, hepimizin taksiratını affetsin.
...
Bu sözler üzerine, istihbarat elemanı odayı terk eder.
Bu anekdotta görüldüğü gibi kişinin karakteri, insanı o hâle getiriyor ki, mevcut yasalar ve kurallar onun emrinde dahi olsa; vicdanı, ahirette hesap verme şuuru, onu yanlış yapmaktan alıkoyuyor. Kendisinin haksızlığa ve ölüme maruz kalmasını kabul ediyor da, bir başkasına haksızlık etmekten kaçınıyor. İnsan iç dünyasındaki bahçesine ne ekerse, onu biçer.
Bizler, bu karakter eğitimini almış şahsiyetli ve karakterli insanlar yetiştirdiğimizde; tekrar, sesi ve soluğu duyulan ve milletlerarası platformlarda sözü dinlenenler arasına gireceğiz. Bu da okullarımızda karakter eğitimine hususî önem vermeye ve örnek rol modelleri üzerinden çocuklarımıza güzel değerleri aktarabilmeye bağlıdır.
Dr. Selim AYDIN