KASAS SURESİ OKUNUŞU VE TEFSİRİ
KASAS Suresi hakkında
Kur'an-ı Kerîm'in yirmisekizinci sûresi. Mekke'de nazil olmuştur. Seksensekiz âyet bin yüzkırk bir kelime ve sekizbinbeşyüz harften ibarettir. Fâsılaları, nun, mim, lâm ve râ harfleridir.
Hz. Mûsa'nın doğduğu andan itibaren yaşadığı alışılmamış olaylar ve Firavun'a karşı verdiği mücadeleler, peşpeşe sıralanan bir dizi halinde, bu sürede genişçe anlatıldığından ve 23. âyette "el-Kasas" kelimesi geçtiğinden duayı bu sûrey'e "el-Kasas" ismi verilmiştir. Kasas dilde, kıssa, hikaye ve rivayet anlamdadır.
İbni Abbas ve Cabir'den rivayet edildiğine göre; Şuara, Neml ve Kasas sureleri Kur'an'da yer aldıkları bu sırayla nazil olmuşlardır. Kasas suresinde Hz. Musâ (a.s)'ın kıssası genişletilerek bir tarih özetlenerek, ayrıca Neml sûresinin son âyetindeki "...size âyetlerini gösterecek, siz de onları bilip anlayacaksınız... " va'di de bu Kasas Süresinde açıklanmıştır.
Şuarâ ve Neml surelerinden sonra, Hz. Musa ve Firavun kıssasına Kasas suresinde tekrar ve daha genişçe yer verilmesinin sebebi; Firavun'un İsrailoğullarına yaptığı işkence ve zulüm ile Kureyşlilerin mü'minlere çektirdikleri cefa ve eziyetlerin birbirine son derece benzemeleridir.
Kasas Sûresinin konuları başlıca şu dört başlık altında toplanabilir: Hz. Musa'nın kısası, Hz. Musa'nın kıssasını takibeden hükümler, Karun'un kıssası. Hepsinin ardından gelen son vaad.
Bu başlıklar şöyle özetlenebilir.
1- Firavun kavmine karşı egemenliğiyle övünüyor, alabildiğine böbürleniyordu. Hem istibdat ile toplumu birbirine kırdırıyor, hem de kendi geleceğinden endişe ediyordu. Bu sırada, şeytan fikirli yakınlarından biri ona: "Senin mülkünü İsrailoğullarından doğacak biri yıkacaktır" deyince büyük bir endişeye kapıldı, zulüm ve kaba kuvvetini arttırdığı gibi, şu emri vererek bekçi ve casuslarını dört bir yana saldı: "İsrailoğullarından doğacak bütün erkek çocukları boğazlayın!" Bu sırada Hz. Musa doğmuş -onu korumayı Cenab-ı Hakk üzerine aldığı için- Firavun ve azgınlığı kendi eştiği çukura düşmeye başlamıştı.
Allah (c.c): "Biz Hz. Musa'nın annesine onu korkmadan suya bırakmasını, çünkü onu kendisine geri getirip peygamber seçeceğini vahyetti" (7). Dalgalar onu alıp Firavunun kapısına kadar getirdi. Karısı onu görür görmez ısındı ve evlatlık olarak edinip boğazlanmasını önledi (9).
İşte, Yüce Allah'ın zalim tâğutlara karşı ihlasla amel eden zayıfların lehine uyguladığı bu sünnetini, Hz. Muhammed ve ashabı üzerinde de müşahede ediyoruz. Bu sünnet, Yüce Allah'ın; yolundan sapan, azgınlık ve tuğyan eden, böylece insanları hidayet yolundan alıkoyan herkese uyguladığı sünnettir.
Süt annesi sıfatıyla asıl annesine iade edilen Hz. Musa, bizzat Allah (c.c) tarafından, zulüm ve haksızlıklara uğrayan sınıfı hâkim kılmak için büyütülüyordu. Hattâ tanıştığı bazı kimseler, zorda kaldıklarında kendisinden yardım istemeye bile başladılar. Böyle bir yardım için birisine bir yumruk vurarak-bilmeden- ölümüne sebep olunca, artık göze batmış ve İsrailoğullarından olduğu anlaşılmış olur. Kendisine bir komplo hazırlandığını öğrenince, korkuyla şehirden çıktı. Medyen şehrinin yoluna girdikten sonra Allah'tan doğru yolu göstermesini ve zâlimlerden korumasını diledi (5-20)
Medyen'de evlenip, sekiz veya on sene çalışarak mihrini ödedikten sonra, Mustaz'afları azgınların baskısından kurtarmak için, ailesini de alarak dönüş yoluna koyuldu. Yolculuğunda uzaktan bir ateş gördü ve ailesine ateş getirmek ya da yol soracağı bir kimse bulmak ümidiyle ateşe doğru gitti. Ancak "Ateşe doğru gelince, o mübarek vâdinin sağ tarafından yeralan ağaçtan; "Ey Musa, şüphen olmasın ki ben, âlemlerin Rabbı olan Allah'ım" diye seslenildi" (30). "Ve asânı yere atıver, denildi. Musa asânın kıvrak bir yılan gibi hareket ettiğini görünce arkasını dönüp uzaklaştı, geri dönüp bakmadı." (Allah Teâla) "Yâ Musa beri gel, korkma. Çünkü emniyetle olanlardansın!" (buyurdu) (31). "Elini koynuna sok da kusursuz beyaz (ve parlak) çıksın). Korkudan (yana açılan) kollarını da (indirip) toparla. İşte bu iki (mûcize) Firavun ve cemaatına, Rabbinden iki kesin belgedir, çünkü onlar fasıklar topluluğudur" denildi" (32). Kardeşi harun Peygamber ile Firavun'a giden Hz. Musa, "... Bu uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz evvelki atalarımızdan bunu işitmedik" (36) cevabıyla karşılaşır. Kavmini de hidayetten engellemekle birlikte Rabbü'l-âlemin ile alay etme küstahlığını da gösterir:
'...Ey Haman! Haydi benim için çamurun üzerine ateş yak (tuğla pişir bunlarla) da bana büyük bir kule yap. Belki ben Musa'nın tanrısına çıkar bakarım. Aslında onu yalancılardan sayıyorum ya!.. "(38). "Bunun üzerine Biz onu da askerlerini de yakalayıp denize fırlatıverdik... Bak zalimlerin âkıbeti nice oldu"(40).
İşte Yüce Allah'ın kanunu budur.
2- Kıssayı takip eden âyetlerden özetle şu konular anlaşılmaktadır:
a) Tuhaftır ki, Allah (c.c) Hz. Musa'yı Firavun'un elinden su ve dalgalarla korumuş, Firavun'u ise-Hz. Musa'nın davetini inkârı üzerine- yine suda boğmuştur. Ayaklarının altından akmasıyla övündüğü sular kendini yutuvermişti.
Ayrıca Firavun'u iktidarından uzaklaştıran çocuk, bizzat Firavun'un ve karısının yardımıyla beslenip büyümüş, Firavun kimi beslediğinin farkına bile varamamıştır. Öyleyse kim Allah'a başkaldırıp plânlarını bozabilir?
b) Hz. Muhammed (s.a.s)'den takriben ikibin sene önceki târihî olayların Kasas Sûresinde bu kadar açık ve doğru biçimde anlatılmasının bir sebebi de, onun peygamberliğine delil olmasıdır. Çünkü o, okuma-yazma bilmeyen bir ümmî idi. Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed'in böyle ikibin yıllık bilgileri öğrenebileceği beşerî bir kaynak olmadığını biliyorlardı. Öyleyse nereden öğreniyordu? (44-46).
c) Hz. Musa ve İsrailoğullarını Firavun'a galip getiren Allah Hz. Muhammed (s.a.s) ile ashabını da güçlü müşriklere karşı galip getirecektir (57-58)
3- Kasas suresinin 76-86 ayetlerinde anlatılan Kârun kıssasında ise mal ve bilgilerle övünmenin, sadece anahtarlarını bile taşımanın kuvvetli bir ekibe zor geldiği hazinelerle gururlanmanın ve bunları kendi emeğiyle kazandığını sanmanın kötü sonucu açıklanmaktadır.
Neticede İlâhi kudret işe el atıyor, Kârun'u da hazinelerini de yere batırıyor.
İsrailoğullarını uzun süre ezen Firavun'un da, bilgi ve mal varlığı ile emrine alıp sömüren Karun da ilâhi kudret ile helâk olmuşlardır. Her ikisinde de askerî bir güç olmakla beraber, ihlaslı insanlar acze düşünce, meseleyi doğrudan ilâhî kudret halletmiştir.
4- Kasas suresinin son bölümünde müşriklerin Rasûlüllah'a niçin inanmadıkları ele alınmaktadır: "Tevhid inancını benimseyerek, dinî, siyasî ve ekonomik üstünlüğümüzün sonu olur bu!.. Gidebileceğimiz bir yer de kalmaz."
Allah (c.c) bunların gerçek yüzlerini hikmetli bir şekilde sergileyip, onların bu derin hastalıklarına şu çareyi teklif etmiştir: "İşte Âhiret yurdu.. Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çıkarmayı istemeyenlere (armağan) kılarız. Güzel (kârlı) sonuç takva sahiplerinindir" (83)
AYET-İ KERiME
"Ve Allah ile birlikte başka bir ilah daha edinip tapma... O'ndan başka ilah yoktur. O'ndan başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur. Ve O'na döndürüleceksiniz" (88)
KASAS Suresi
Kasas Suresi (Arapça: سورة القصص) adını, 25. ayette geçen "Kasas" kelimesinden almıştır. "Kasas", "kıssalar, olaylar, hikâyeler" anlamına gelmektedir. Doğumundan peygamberliğine kadar Hz. Musa'nın (a.s) hikâyesi açık ve geniş bir şekilde anlatıldığı için bu sureye "Kasas Suresi" adı verilmiştir. Kasas Suresi 88 ayettir. Mekke'de, Neml Suresi'nden sonra inmiştir. Mushaf’taki resmi sırası itibarıyla 28 ve iniş sırasına göre ise, 49. suredir.
Kasas Suresi, Allah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme gibi inanç konularına önem veren surelerdendir. Bu sure izlediği yol ve varacağı hedef bakımından Neml ve Şuarâ sûreleri ile aynıdır. Aynı zamanda, iniş sebepleri bakımından da birbirlerine uygundurlar. Bu sure, kendinden önce gelen iki surede kısaca anlatılan konuları açıklar veya tamamlar.
İsimlendirilmesi: Hikâye ve olaylara yer verdiği veya bazı peygamberlerin hikâyelerine değindiği için bu adı almıştır. Hz. Musa’nın (a.s) hikâyesi bu surede ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. (3. ayetten 46. ayete kadar)
Nüzul Sırası ve Yeri: Surenin bir diğer adı “Musa ve Firavun’dur”. Mukatta harfler ile (ta-sin-mim) başlayan on dördüncü suredir ve Mekke’de nazil olmuştur. Mushaf’taki resmi sıralamasına göre yirmi sekizinci ve iniş sırasına göre ise, kırk dokuzuncu suredir.
Ayet Sayısı ve Diğer Özellikleri : Sure 88 ayettir. Ancak bazı karilere göre 87 ayettir. Birinci görüş daha doğru ve meşhurdur. Kelime sayısı 1443 ve harf sayısı ise, 5933’tür. Hacim olarak Kur’an’ın orta boyutlu surelerindendir. Yarım cüzden biraz çoktur. Kasas Suresi, Mukatta harfler olan «طسم» ‘‘Ta-Sin-Mim’’ ile başladığından dolayı, ‘‘Tavasin’’ sureleri grubundan sayılmıştır.
İçeriği
Kasas Suresi, Hz. Musa’nın (a.s) doğumundan Firavun’a karşı zafer kazanması ve Tevrat’ın nazil olmasına kadar gerçekleşen olayları beyan etmiştir. Bu sure, Firavunun gücü, kudreti ve İsrailoğullarına karşı uyguladığı zulümlere değinerek, aslında İsrailoğullarının hiçbir güce ve kuvvete sahip olmadığı halde Firavuna karşı nasıl da zafer kazandığını gözler önüne sermektedir. Hz. Musa (a.s) ve Firavun’un hikayesi surenin başında, Karun’un hikayesi ise surenin sonunda yer almıştır. Hikâyelerin içinde Müslümanlara tüm gücün Allah’ın elinde olduğu ve onlara yardım ettiği belirtilmekte, Firavun ve Karun’un zahiri malının ise, Allah’ın kudreti karşısında bir şey olmadığı hatırlatılmaktadır.
Sure'de, Hz. Musa (a.s) ve Hz. Şuayb’ın (a.s) hikâyesi, Hz. Musa’nın, (a.s) Hz. Şuayb’ın (a.s) kızıyla evlilik olayı, Hz. Musa’nın (a.s) kardeşi Hz. Harun’un (a.s) fesahat ve belagati, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) müjdelenmesi, fetih ve zaferle vatana dönüş, güzel amellerin karşılığının birkaç kat olduğu, kötü amellerin karşılığının ise kendisi kadar olduğu gibi konulara yer verilmiştir. Seyyid Muhammed Hüseyin Tabatabai’nin görüşüne göre, bu öykünün anlatılmasının asıl nedeni, o dönem Mekke’de sayıca az ve zayıf olan müminlere ümit vermekdi.
Meşhur Ayet
وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
Ve biz ise yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmesi istenenlere lütfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik. (Kasas Suresi / 5)
Mehdilik konularında, bu ayet-i kerimeden çokluca bahsedilmektedir. Şu şekilde söyleyenler de vardır: Ayet-i kerime, İsrailoğullarının Firavun ve taraftarlarına karşı zafer kazanmasından bahsetse de, tarih boyunca cereyan eden İlahi sünnetin de açıklayıcısıdır. Öyleyse İmam Mehdi’nin (a.f) ayaklanmasını da kapsamaktadır. Tefsir-i Numune’de yazılanlara göre, bu ayet-i kerime tüm milletleri “hakkın batıla karşı zafer kazanması” konusunda ve mustazafları ise, hükümete ulaşacakları noktasında müjdelemektedir.
İmam Ali’den (a.s) nakledilen bir rivayete göre, ayetin müjdelemesi Ehlibeyt’i de (a.s) kapsamaktadır.
Fazilet ve Özellikleri
İmam Sadık’tan (a.s) şöyle bir rivayet nakledilmiştir: Her kim Neml, Şuara ve Kasas surelerini Cuma akşamı okursa, Allah’ın dostlarından olacak, Allah’ın rahmetinin civarında yer alacak, hiçbir zaman zorluğa duçar olmayacak ve ahrette ise, razı olduğu miktarda hatta razı olduğu miktardan daha fazla bir şekilde Cennet ona verilecektir.
Mecmau’l Beyan Tefsirinde, Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle bir hadis-i şerif nakledilmiştir: Her kim, Kasas Suresi'ni okursa, Hz. Musa’yı (a.s) tasdik ve tekzip edenlerin sayısınca, ona 10 mükâfat verilecektir.
Tarihi Rivayet ve Öyküler
- Hz. Musa (a.s) ve Hz. Harun’un (a.s) öyküsü: 3-43. ayet-i kerimeler.
- Hz. Musa’nın (a.s) Firavun’un sarayında büyümesi: Firavun’un halka zulmetmesi, İlahi iradenin Mustazaflardan yana olması, Hz. Musa’nın (a.s) annesi tarafından sandıkta Nil nehrine bırakılması, Firavun hanedanının Hz. Musa’yı (a.s) sudan alması, Firavun’un eşinin Hz. Musa’yı (a.s) büyütmek istemesi, kız kardeşinin Hz. Musa’nın (a.s) peşi sıra gitmesi, Hz. Musa’nın (a.s) getirilen sütannelerin sütünden içmemesi, Hz. Musa’nın (a.s) kız kardeşinin sütannesi için kılavuzluk yapması, Hz. Musa’nın (a.s) annesine kavuşması, Hz. Musa’nın (a.s) rüşt etmesi, 4-14. ayet-i kerimeler.
- Şehirde ihtilaf ve bir kişinin öldürülmesi: Hz. Musa’nın (a.s) ihtilaf ve anlaşmazlığa müdahale ederek, taraftarının düşmanını öldürmesi, Hz. Musa’nın (a.s) korkması, Hz. Musa (a.s) taraftarlarından birinin ikinci anlaşmazlığa düşmesi, Hz. Musa’nın (a.s) düşmanlarından birinin ona ikinci kez öldürme konusunda uyarıda bulunması, bir kişinin Hz. Musa’nın (a.s) yanına gelerek, kavminin ileri gelenlerinden bir grubun, Hz. Musa’yı (a.s) öldürmek için plan yaptıklarını haber vermesi, Hz. Musa’nın (a.s) şehirden çıkması, 15-21. ayet-i kerimeler.
- Medyen’e Giriş: Hz. Musa’nın (a.s) Hz. Şuayb’ın (a.s) kızlarıyla karşılaşması, Hz. Musa’nın (a.s) Hz. Şuayb’ın (a.s) kızlarına yardım etmesi, Hz. Şuayb’ın (a.s) Hz. Musa’yı (a.s) ücret karşılığında istihdam etmesi, Hz. Şuayb (a.s) ve Hz. Musa’nın (a.s) konuşması, Hz. Şuayb’ın (a.s) kızlarından birinin Hz. Musa’nın (a.s) istihdam edilmesi talebinde bulunması, Hz. Şuayb’ın (a.s) Hz. Musa’nın (a.s) kızlarından biriyle evlenmesi durumunda, sekiz yıl çalışması konusunda sözleşme imzalaması, sekiz yılın sona ermesi ve Hz. Musa’nın (a.s) dönmesi, 22-29. ayet-i kerimeler.
- Hz. Musa’nın (a.s) Tur dağında Allah ile konuşması: Hz. Musa’nın (a.s) Tur dağında ateş görmesi, Hz. Musa’nın (a.s) Tur dağında Allah ile konuşması, Yed-i Beyza ve asanın ejderhaya dönüşme mucizesi, Hz. Musa’nın (a.s) Hz. Harun’un (a.s) da yanında gelmesini istemesi, Allah’ın Hz. Musa (a.s) ve taraftarlarının zafer kazanacağını vaat etmesi. 29-35. ayet-i kerimeler.
- Hz. Musa’nın (a.s) Firavunu davet etmesi: Hz. Musa’ya (a.s) sihirbaz iftirasında bulunmaları, Firavunun Allahlık iddiasında bulunması, Firavunun Haman’a kule yapmasını emretmesi, Firavunun büyüklük taslaması ve kibirlenmesi, Firavunun denizde boğulması, 36-42. ayet-i kerimeler.
- Firavun ve taraftarlarının helak olmasının ardından, Hz. Musa’ya (a.s) kitap nazil olması. 43. ayet-i kerime.
- Karun’un Öyküsü: Karun’un Hz. Musa’nın (a.s) kavmine zulüm etmesi, Karun’un devasa serveti, Kavmin Karun’a nasihat etmesi, Karun’un kavme verdiği cevap, Karun’un kendini kavim arasında ziynetlendirmesi, bazılarının Karun’un servetini arzulaması ve ahretin üstünlüğü konusunda diğerlerini uyarması, Karun’un kendisi ve evinin yere batarak, azaba duçar olması, Karun’un servetini arzulayanların gaflet uykusundan uyandırılması. 76-82. ayet-i kerimeler.
KASAS SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
1. Tâ. Sîn. Mîm.
2. Bunlar, gerçekleri açıklayan apaçık kitabın âyetleridir.
3. Rasûlüm! Kesin olarak iman edecek bir toplumun faydalanması için Mûsâ ve Firavun arasında geçen olayların bir kısmını gerçeğe tam uygun olarak sana anlatacağız.
4. Şüphesiz Firavun o ülkede iyice azgınlaşmış ve halkını sınıflara, kastlara ayırmıştı. İçlerinden bir grubu özellikle zayıf düşürmek istiyor; bunun için de oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ve kızlarını ise yüz kızartıcı işlerde kullanmak üzere sağ bırakıyordu. Gerçekten o tam bir bozguncu idi.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlattığı kıssalar gerçeğe aynen uygundur. Olmuş ve yaşanmış hayat hikâyeleridir. Cenâb-ı Hak ders ve ibret olmak üzere onlardan yeri geldikçe belli kesitleri tesirli bir üslup, bağlam ve muhteva içinde beyân eder. Burada ise Mûsâ-Firavun kıssası söz konusu edilmektedir.
Firavun, o dönemin Mısır hükümdarıdır. Son derece azgın, zorba ve bozguncu biridir. Kendisini öylesine kibir ve gurur kaplamıştı ki, neticede tanrılık iddiasında bulunmuş, “Ben sizin en büyük rabbinizim” demişti. (bk. Nâziât 79/24) Mülk ve saltanatıyla şımararak eli altında bulunanlara üstünlük kurmaya çalıştı. Onları etnik ve siyasi durumlarına göre fırkalara, sınıflara ve kastlara ayırmıştı. Bunlar arasında, ileride başına bela olmalarından korktuğu İsrâiloğulları’nı zayıf düşürmek, ezmek ve başlarını yukarı kaldıramayacak zelil bir hâle getirmek istiyordu. Bu sebeple onları her türlü ağır işlerde çalıştırması yetmiyormuş gibi, bu kez oğullarını öldürmeye ve kızlarını sağ bırakmaya başlamıştı. Bunun nedeni ise, kâhinlerden birinin: “İsrâiloğulları arasında doğacak bir erkek çocuğun, Firavun’un mülk ve saltanatına son vereceğini” söylemiş olmasıydı.
Nefis ve şeytanın girdabındaki Firavun, kendine göre bir zulüm yolu tutmuş gidiyordu. Fakat bakalım ilâhî küllî irade hangi istikâmette tecelli edecekti:
5. Biz ise o ülkede hor ve hakir görülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları Firavun’un devlet ve saltanatına mirasçı kılmak istiyorduk.
6. Böylece onlara yeryüzünde kuvvet ve hâkimiyet vermeyi; Firavun, Hâmân ve ordularına da, İsrâiloğulları eliyle geleceğinden korktukları şeyleri başlarına geçirip göstermeyi diliyorduk.
Cenâb-ı Hakk’ın muradı, Firavun’un arzusunun tam tersi istikâmette tecelli edecekti. Firavun, her ne kadar İsrâiloğulları’nı ezme ve bitirme siyaseti gütse de, netice Firavun’un aleyhine ve İsrâiloğullarının lehine vuku bulacaktı. Çünkü Yüce Allah şunları murad ediyordu:
Zayıf ve güçsüz düşürülen İsrâiloğulları’na lutuf ve ihsanda bulunmak.
Onları dünyanın önderleri, liderleri, hükümdarları yapmak.
Onları hem Firavun’un devlet ve saltanatına, hem de mukaddes topraklara vâris kılmak.
topraklarda İsrâiloğulları’na güç ve iktidar vererek onları hâkim kılmak.
Firavun’u, veziri Hâman’ı ve ordularını, İsrâiloğullarından korkup çekindikleri belâya uğratmak; korktuklarını başlarına geçirmek. (bk. A‘râf 7/127)
Sonunda gerçekten korktukları oldu. Firavun ve ordusu boğularak helak edildi. Hem onun devletine hem de mukaddes topraklara, aralarından çıkan Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman gibi hükümdar peygamberler vesilesiyle İsrâiloğulları hâkim oldu. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Asırlardır hor görülüp ezilmekte olan İsrâiloğulları halkını da, feyiz ve bereketlerle donattığımız o toprakların doğusuna ve batısına vâris kıldık. Böylece Rabbinin İsrâiloğulları için verdiği o güzel söz, sabretmelerinin bir neticesi olarak tamamen gerçekleşmiş oldu. Firavun ve kavminin, o sanat ve sanayi ürünü eserlerini; yükseltmekte oldukları köşkleri, sarayları; yetiştirdikleri bağ ve bahçeleri yıkıp yerle bir ettik.” (A‘râf 7/137)
Şâir ne güzel söyler:
“Kemâl-î câha mağrûr olmasun, erbâb-ı ikbâlin
Dem-î idbâr olur kim aybınî ızhâr eder dünya.” (Hersekli Ârif Hikmet)
“Mevki ve makâm sahibi olanlar buna aldanmasınlar. Zira bu dünya dönektir. Bugün yüksek mevkilerde bulunanların kusurlarını, yarın gözden düştükleri zaman ortaya döker, onları rezîl rüsvâ eder.”
Bu girizgâhtan sonra şimdi son derece ilginç sahneler halinde kıssanın tafsilâtı gelmektedir:
7. Mûsâ’yı doğurduğunda annesine: “Onu emzir. Kendisine bir zarar geleceğinden korkarsan onu denize bırak; boğulmasından korkma ve ayrılığına üzülme. Çünkü biz onu sana tekrar kavuşturacağız ve onu peygamberlerden biri kılacağız” diye vahyettik.
8. (Mûsâ’nın annesi onu denize bırakmak mecburiyetinde kaldı.) Derken Firavun’un ailesi onu yitik çocuk olarak bulup denizden aldılar. Bilmiyorlardı ki o, ileride kendileri için bir düşman ve başlarına dert olacaktı. Doğrusu Firavun da Hâmân da askerleri de yanlış bir yolda idiler.
9. Firavun’un hanımı sandıktan çıkan çocuğu görünce kocasına: “Hem benim, hem de senin için göz ve gönül aydınlığı olacak sevimli bir çocuk! Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur yahut onu evlat ediniriz” dedi. Halbuki onlar işin sonunun nereye varacağını fark edemiyorlardı.
Annesi, Mûsâ’yı dünyaya getirdiğinde onun Firavun tarafından öldürülmesinden çok korkuyordu. Çünkü o günlerde İsrâiloğulları’ndan doğan erkek çocukların pek çoğu öldürülmüştü. O zavallı anne kararsızdı ve ne yapacağını bilemiyordu. Yüce Allah yardımına yetişti. Çocuk hakkında herhangi bir tehlikeden korktuğu takdirde onu bir sandığa koyup (bk. Tâhâ 20/39), Nil’e bırakmasını, boğulmasından korkmamasını ve ondan ayrı kalacağım diye üzülmemesini vahyetti. Zira Allah Teâlâ onu koruyacak, tekrar annesine döndürecek ve onu peygamberlerden yapacaktı. Korkulan oldu. Çocuğunun öldürülme tehlikesiyle yüz yüze gelen Mûsâ’nın annesi, onu bir sandığa koyup Nil’e bıraktı. Su onu getirip ırmağın kenarında küçük bir göletin kıyısına yaklaştırınca Firavun’un hizmetçileri onu alıp efendilerinin yanına getirdiler. Firavun’un hanımı da oradaydı. Sandığı açıp o sevimli yavruyu görünce hanımın gönlü ona bağlandı. “Ayrıca bizzat benim gözetimimde yetişip eğitilmen için sana kendimden gönülleri cezbeden bir güzellik ve sevecenlik vermiştim” (Tâhâ 20/39) âyetinde verilen müjde gerçekleşmeye başladı. Gerçekten de Cenâb-ı Hak, Mûsâ (a.s.)’ın gözlerine öyle bir melâhat, öyle bir güzellik vermişti ki, gören kendini alamıyor, onu sevmekten başka çaresi kalmıyordu. İşte en kritik noktada ona gönlünü kaptıranlardan biri de Firavun’un hanımı oldu. Onu öldürmelerine müsaade etmedi. Kocasını da ikna ederek ondan fayda görebileceklerini veya onu çocuk edinebileceklerini söyledi. Halbuki Firavun ve yardımcıları, Mûsâ’yı Nil’den kurtarıp ona sahip çıkmakla, onu saraylarında el bebek gül bebek büyütmekle, kendi sonlarını getirecek ilâhî planın birer oyuncusu olarak iş yaptıklarının farkında bile değillerdi. Çünkü bu şekilde ileri de kendilerini mallarından, yurtlarından ayırıp Kızıl Deniz’in azgın sularında boğacak ve ebedî bir üzüntü ve pişmanlığa uğramalarına sebep olacak birinin bakımını kendi elleriyle yapıyorlardı. İlâhî kudretin tecellisine bakın ki, murad ettiği zaman, sahipsiz, güçsüz, kuvvetsiz, ordusuz, silahsız bir garip kulunu, her istediğini yapmaya muktedir en amansız düşmanlarının elinde nasıl koruyor ve nasıl yetiştiriyor. İnsanların ordularla, tanklarla ve bombalarla yapamadığını Firavun’un hanımının kalbine koyduğu ince bir kadınlık şefkatiyle nasıl gerçekleştiriyor. Her şeye kadirliğini, bize göre küçük ve basit şeylerle fevkalade büyük işler yapmak suretiyle nasıl gösteriyor!
Peki bu sırada Mûsâ’nın annesi ne haldeydi:
10. Mûsâ’nın annesi, çocuğun Firavun’un eline geçtiğini öğrenince aklı başından gidip onun dışındaki her şeyi unuttu. Kendisine verdiğimiz sözün kesinlikle gerçekleşeceğine tam olarak güvenmesi için kalbini sabır ve metânetle kuvvetlendirmeseydik, neredeyse işi açığa vuracaktı.
11. Bu haldeyken annesi Mûsâ’nın ablasına: “Çaktırmadan onun izini takip et” dedi. O da, Firavun adamları farkına varmadan, uzaktan uzağa onu gözetledi.
12. Biz Mûsâ’yı daha ilk günden annesine kavuşuncaya kadar diğer sütanneleri emmekten alıkoyduk. Bu sebeple çaresiz kalan bakıcıların imdâdına Mûsâ’nın ablası yetişti ve: “Sizin adınıza onun bakımını üstlenecek, ona çok içten davranıp terbiye edecek bir âileyle sizi tanıştırayım mı?” dedi.
13. Böylece Mûsâ’yı annesine kavuşturduk ki, annesinin gözü ve gönlü aydın olsun, artık üzülmesin ve Allah’ın verdiği sözün mutlaka gerçekleşeceğini bilsin. Ne var ki, insanların çoğu bu gerçeği bilmez.
Nil’e bıraktığı ciğerparesi yavrusunun Firavun’un hizmetçileri tarafından alınıp saraya götürüldüğünü haber alan Mûsâ’nın annesi çılgına döndü. Ölümüne susamış olanlara çocuğunu kendi elleriyle teslim etmiş gibi olmuştu. Kalbi boşalmış, Mûsâ’dan başka hiçbir şeyi düşünemeyecek bir hale gelmiş ve o şekilde sabahı zor etmişti. Ondan başka hiçbir şey düşünemiyor, gözü hiçbir şey görmüyor ve hiçbir şey yapamıyordu. Eğer, verdiği sözün kesinlikle gerçekleşeceğine inananlardan olması için Allah kalbine sebat vermeseydi, sabır ve sükûnet lütfetmeseydi, az kalsın yaptığını herkese ilan edecekti. Saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı. Deli gibi bağırıp: “Kaybettim, yavrumu kaybettim. Garip bir sese uyarak çocuğumu suya attım. Onu ellerimle düşmanlarına teslim ettim” diyecekti.
Buna rağmen annesi onu araştırmaktan, bir şeyler yapmaktan geri durmadı. Ablasına onun izini takip etmesini, araştırmasını, ondan bir haber getirmesini istedi. Ablası onu takibe aldı. Sarayın hizmetçilerine çaktırmadan kardeşinin durumunu izliyordu. Hizmetçiler onu beslemek için uğraşıyor, onu emzirecek birini bulmaya çalışıyorlardı. Çocuk ise iradesine karşı konulamayacak bir merkezden aldığı tâlimat doğrultusunda dişlerini birbirine kenetlemiş, getirilen hiçbir annenin sütünü emmiyordu. Çünkü Allah ona, öz annesi dışındaki annelerin sütünü emmesini yasaklamıştı. Dolayısıyla o, konuşacak durumu olmasa da, hal diliyle ısrarla öz annesini bekliyordu. Kaderin cilvesine bakalım ki, sabahleyin onu öldürmek niyetiyle kalkanlar, şimdi onu hayatta tutabilmenin canhıraş gayreti içinde bulunuyorlardı. Çocuğun ölmesinden ya da zayıf düşmesinden endişeleniyorlardı. Böylece ilâhî kudret, çocuğa sütanne arayanların şaşkınlığını Mûsâ’nın ablası için bir fırsat haline getirmişti. Tam bu sırada o, hizmetçilerin yanlarına sokularak, çocuğu hiç tanımayan yabancı birisiymiş gibi olaya müdahale etti. Onu emzirecek, bakımını üstlenecek, onu ninnileriyle teskin edip onu güzelce terbiye edecek bir aileyi onlara bulabileceğini söyledi.
Çaresizliğin verdiği şaşkınlık içinde bulunan hizmetçiler hiç tereddüt göstermeden teklifi kabul ettiler. Ablası durumu annesine haber verdi. O da gelip yavrusunu bağrına bastı. Hâsılı Cenâb-ı Hakk’ın va‘dettiği şekilde kısa bir müddet içinde Mûsâ, karşı konmaz ilâhî kanunların çizdiği mecbûrî istikâmet içinde sağ salim annesine kavuşmuş oldu. Üzerinde dolaşan korku bulutları dağıldı, artık güvenilir ve sağlam bir yere yerleşti. Annesi çok sevindi, hüznü sürûra dönüştü. Böylece Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu öğrendi.
Hiç şüphesiz Yüce Rabbimiz, insanı dehşete düşüren harikulâde planının ilk safhasını bu şekilde gerçekleştirdi. Şimdi Hz. Mûsâ, güvenilir bir yerde, can düşmanı Firavun’un himâyesinde, hanımının gözetiminde ve öz annesinin kucağında büyümeğe devam etmektedir.
Böylece yıllar geçti, Mûsâ gençlik çağına ulaştı:
14. Mûsâ yiğitlik çağına erişip bedenen ve zihnen iyice olgunlaşınca ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz iyilik eden ve işini güzel yapanları böyle mükâfatlandırırız.
15. Bir gün Mûsâ, halkın ortalıkta bulunmadığı bir sırada şehre girdi. Orada iki adamın birbiriyle kavga ettiğini gördü. Bunlardan biri kendi kavminden, öbürü ise düşman tarafından idi. Kendi kavminden olan kişi, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ötekine bir yumruk attı, adamın ölümüne sebep oldu. Arkasından da: “Bu, şeytan işidir. Gerçekten o, insanları doğru yoldan saptıran apaçık bir düşmandır” dedi.