NuSReT
Aktif Üyemiz
Osmanlı şairleri arasında veciz sözleriyle ve hikmetli deyişleriyle nam salmış çok sayıda zevât dikkati çeker. En basit şekliyle söyleyecek olursak, lise ders kitaplarından hatırda kalan “Nâbi hikmet şairidir”, “Nedim bir aşk şairidir” gibi tekdüze tasnifler yapadururuz. Bunlar arasında bazılarının dilinden dökülenler ise bir darb-ı mesel (atalarsözü) olarak literatürümüzde yerini almıştır. Söz konusu deyişleri bugün dahi hikâyesini bilmesek de kullanırız…
Örneğin Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman’ı ele alalım. Ona ait olan “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözünü çok zaman farklı fraksiyonlarıyla dile getiririz. Fakat bunun onun bir gazelinde geçtiğini, tek başına söylenmiş (müfred) bir söz olmadığını ve 10-12 mısralık bir şiirin içinde yalnızca bir satır olduğunu pek bilmeyiz. Bunun gibi değişmesi mümkün görünmeyen hâdiselerden sonra biraz da hayal kırıklığı ile söylediğimiz “Kırk yıllık kâni, olur mu yâni” sözü de Osmanlı şuarasından Kâni isimli bir şairimize aittir ve hikayesi şöyledir:
Kânî 1712 doğumlu Tokatlı bir şairdir. Mizahî ve nüktedan kişiliğe sahiptir. Bir ara Trabzon’dan İstanbul’a gelirken devrin tanınmış sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa’nın yolu Tokat’a düşmüş ve Kânî de “fırsat bu fırsatdır” diyerek yazmış olduğu bir kasideyi Paşaya takdim etmiştir. Hekimoğlu Ali Paşa şiirden anlayan biri olduğu için bu gencin sahip olduğu yeteneği farketmiş ve onu beraberinde İstanbul’a götürmüştür.
İstanbul’da çeşitli memuriyetlerde vazife alan Kânî, eskilerin tabiriyle serâzâd (kendi hâlinde takılan ve pek söz dinlemeye gelmeyen) biri olduğu için Silistire’ye gitmiştir. Öteden beri kâtiplik yaparak geçimini temin eden şair, Rumeli’de gezdiği birçok bölgede yüksek rütbeli beylerin kâtipliğini (bugün için özel kalem diyebiliriz) yaptı. Ulah beylerinin ve bazı voyvodaların yanında bulundu. Ve bir ara Bükreş’te iken gönlünü Hrıstiyan bir güzele kaptırdı…
Gel zaman git zaman Kâni’nin başında kavak yelleri esedursun artık bu durum tahammül edilemez bir hâle dönüşmüştür. Ne yapıp edip Hrıstiyan güzele içini açmalı ve ardından sadede gelmeliydi. Şairimiz bu güzel ve genç kıza evlenme teklifi yapmaya karar verdi, bir fırsatını buldu ve mevzuya girdi…
Hrıstiyan güzel, böyle bir teklifi öteden beri bekliyor ve aslında kabul etmeye hazırlanıyordu. Fakat bir şarta bağlı idi… O da, kendisi gibi Kâni’nin de Hrıstiyan olmasıydı…
Sonunda Kâni teklifini yaptı ve ardından hiç beklemediği bir cevapla karşılaştı… Kız dedi, “Peki kabul ederim ama o zaman sen de Müslümanlığı bırakıp, Hrıstiyan olursun!” Bu şartın imkansızlığını bilen şairimiz, biraz da mizahla karışık işte o meşhur sözüyle karşılıkta bulundu: “Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani…”
Bu sözden iki mana çıkmaktadır. Bugün bir çoğumuzun anladığı ve hayal kırıklığı ile söylenen “Bu kadar da yapılmaz, böyle de olmaz yani” gibi bir anlam.
Fakat öte tarafta “Yani” Osmanlı’da gayri-müslim tebaa arasında yaygın olarak kullanılan bir erkek ismidir. Müslüman olmayanların kullandığı bu Yani ismine mahkeme kayıtlarının tutulduğu Kadı Sicil defterlerinde sıkça rastlayabiliriz.
Yani şairimiz demek istiyor ki,
“40 yıldan beri Müslümanlık’tan ayrılmayan Kâni, bu saatten sonra din değiştirip, Yani olmaz…”
Olmaya Devlet Dihanda
Örneğin Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman’ı ele alalım. Ona ait olan “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözünü çok zaman farklı fraksiyonlarıyla dile getiririz. Fakat bunun onun bir gazelinde geçtiğini, tek başına söylenmiş (müfred) bir söz olmadığını ve 10-12 mısralık bir şiirin içinde yalnızca bir satır olduğunu pek bilmeyiz. Bunun gibi değişmesi mümkün görünmeyen hâdiselerden sonra biraz da hayal kırıklığı ile söylediğimiz “Kırk yıllık kâni, olur mu yâni” sözü de Osmanlı şuarasından Kâni isimli bir şairimize aittir ve hikayesi şöyledir:
İstanbul’dan Bükreş’e…
Kânî 1712 doğumlu Tokatlı bir şairdir. Mizahî ve nüktedan kişiliğe sahiptir. Bir ara Trabzon’dan İstanbul’a gelirken devrin tanınmış sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa’nın yolu Tokat’a düşmüş ve Kânî de “fırsat bu fırsatdır” diyerek yazmış olduğu bir kasideyi Paşaya takdim etmiştir. Hekimoğlu Ali Paşa şiirden anlayan biri olduğu için bu gencin sahip olduğu yeteneği farketmiş ve onu beraberinde İstanbul’a götürmüştür.
İstanbul’da çeşitli memuriyetlerde vazife alan Kânî, eskilerin tabiriyle serâzâd (kendi hâlinde takılan ve pek söz dinlemeye gelmeyen) biri olduğu için Silistire’ye gitmiştir. Öteden beri kâtiplik yaparak geçimini temin eden şair, Rumeli’de gezdiği birçok bölgede yüksek rütbeli beylerin kâtipliğini (bugün için özel kalem diyebiliriz) yaptı. Ulah beylerinin ve bazı voyvodaların yanında bulundu. Ve bir ara Bükreş’te iken gönlünü Hrıstiyan bir güzele kaptırdı…
Kırk Yıllık Kâni…
Gel zaman git zaman Kâni’nin başında kavak yelleri esedursun artık bu durum tahammül edilemez bir hâle dönüşmüştür. Ne yapıp edip Hrıstiyan güzele içini açmalı ve ardından sadede gelmeliydi. Şairimiz bu güzel ve genç kıza evlenme teklifi yapmaya karar verdi, bir fırsatını buldu ve mevzuya girdi…
Hrıstiyan güzel, böyle bir teklifi öteden beri bekliyor ve aslında kabul etmeye hazırlanıyordu. Fakat bir şarta bağlı idi… O da, kendisi gibi Kâni’nin de Hrıstiyan olmasıydı…
Sonunda Kâni teklifini yaptı ve ardından hiç beklemediği bir cevapla karşılaştı… Kız dedi, “Peki kabul ederim ama o zaman sen de Müslümanlığı bırakıp, Hrıstiyan olursun!” Bu şartın imkansızlığını bilen şairimiz, biraz da mizahla karışık işte o meşhur sözüyle karşılıkta bulundu: “Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani…”
Olur mu Yani !
Bu sözden iki mana çıkmaktadır. Bugün bir çoğumuzun anladığı ve hayal kırıklığı ile söylenen “Bu kadar da yapılmaz, böyle de olmaz yani” gibi bir anlam.
Fakat öte tarafta “Yani” Osmanlı’da gayri-müslim tebaa arasında yaygın olarak kullanılan bir erkek ismidir. Müslüman olmayanların kullandığı bu Yani ismine mahkeme kayıtlarının tutulduğu Kadı Sicil defterlerinde sıkça rastlayabiliriz.
Yani şairimiz demek istiyor ki,
“40 yıldan beri Müslümanlık’tan ayrılmayan Kâni, bu saatten sonra din değiştirip, Yani olmaz…”