Küçük Ev
Kapı kapandı…
Büyük çocuk hızla odasına girdi.. İkinci çocuk ile yalnız kalmıştı, ve bu yeni bir kavganın en büyük habercisiydi. Onun yüzünü dahi görmek istemiyordu. Bu bir nefret belirtisi miydi..? İşte cevabı verilemeyen sorulara bir yenisi daha eklenmişti.
“Hayır onun vücudundan, ya da görünümünden nefret etmiyordu.. O kadar saf, masum, bir o kadar da güzeldi ki. İnsanda güven duygusu uyandırıyordu. Oysa ki çocukluğu, ne zaman nerede, nasıl davranacağını bilememesi, parayla bile satın alınabilen özentilerindeydi.…”
Önce okuyana şu soruyu sormak gerekir.; Bir yığın sorunun, işinin olduğu, en azından insanın kendisini iyi hissedemediği stresli bir döneminde, hangi kişi temizlik yapmayı nasıl her şeyden üstün tutabilirdi? Büyük çocuk bu durumda değildi, o an temizliği önemsemediği için bu masum İkinci Çocuğun bir canavara dönüşmesine sebep oluverdi.
Büyük Çocuk- “ Bütün günümü temizliğe ayıramam…!”
Kulaklarında bas bağıran sesler duymaya başladı. Öyle ki her gün duyduğu bu sesin, bu tonunu duymak onu çıldırtıyordu..Artık katlanamıyordu, diğer yandan aklında yine ona bağıran ikinci bir ses daha yankılanıyordu.. Yıllar önce hayata veda eden annesini sesiydi bu. Unutmak mümkün değildi.. Her iki ses de buyuruyor, emrediyor, kişiliğine saldırıyor, aşağılıyor, hakaret ediyor.. İşte bunun sebebinin nefret olup olmadığını anlamaya çalışıyorken gelinen aşamada normal ses tonu ile konuşuyor olsa bile hepsi büyük çocuğa batıyordu, duymaya tahammül edemiyordu. Duyduğu bağırmalar, ikinci çocuğun kişiliğine karşı tutumlarını etkiliyordu. Annesine karşı da böylelikle tamamen olumsuzlaşmıştı.. Birden bire canavarlaşan ikinci çocuğa karşı da aynı tavrı geliştirmişti, ya tam olarak bu sebepten, ya da yeni bir kavgaya fırsat vermemek için onunla karşılaşmamaya, konuşmamaya özen gösteriyordu..
Geçmişine, ilkokuldan beri süregelen yaşamındaki kesitleri gözden geçirmeye başladı; her şeyi daha yeni anlıyordu, etraftakiler büyük çocuğun hastalığını sebep göstererek sürekli ona saldırmıştı. Ailecek sorunları tartışarak hiç halletmemişlerdi, hep boğuşmalar olmuştu, herkes birbirini incitmişti, hem ruhsal hem de fiziksel açıdan tüm bireyler ciddi yaralar almıştı.
İkinci Çocuk ile olan anlaşmazlığı sadece ilkokuldan itibaren başlamıyordu. Dört beş yaşlarındayken, o zaman üçüncü çocuk henüz dünyaya gelmemişti. Yemek yiyorlardı, birden aralarında bir çatal kavgası başladı, büyük çocuk, ikinciye “orospu” deyivermişti! O kelimenin sadece kötü bir kelime olduğunu biliyor, tam olarak neyi ifade ettiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Baba yanlarından geçerken kelimeyi duyar duymaz “ ayıp,ayıp” diyerek azarlamıştı. O kadar…Hatırlanabilen en büyük ilk kavga buydu.
Daha belirgin olan kavgaların temeli de malesef büyük çocuktan kaynaklanıyordu. Güzel bir vücudu olan kardeşe karşılık şişko, ders çalışmaktan başka yaptığı en önemli şey kitap okumak olan, kendisine asosyal bir ortam yaratmış, klasik sorunları olan biri.
En büyük olmanın sorumluluğunu hep üzerinde taşımıştı, ister beş yaşında olsun isterse yüz, ailenin en büyüğü, her zaman en büyük kalacaktı.Olayların sonucunda suçlanan, durumu iyi idare edemediğinden dolayı azar işiten büyük çocuk.. Oysa o büyük çocuğun yaşadığı bunalımlar hep bir kenara itilip farkedilmemişti bile. Ne zaman, ne yapacağını herkesten iyi bilen, erkek düşmanı, manyak gibi ders çalışan, kuzu gibi her türlü lafı kaldırabilen, kendisine sinirlenen birinin üzerine yürüdüğü anda o kişinin rahatlamasına yardımcı olan bir kurban. Bağnaz kafaların istediği gibi davranmasına ses çıkaramayan, duygularını ve isteklerini bastırmayı öğrenmiş, hayatında hep güzel bir şeyler olur diye beklemiş, insanların sevgilerini başka türlü elde edememiş, kendisini daha çok sevsinler diye sürekli taviz vermiş, görünüşte herkesten çok güçlü, duygusal yönden ise bir zavallı, bu büyük çocuk.
İletişim anlarında derdinin anlatamadığı için kaskatı kalıverdiğinde, aklına söyleyecek bir harf dahi gelemeyen, tıkanıp kalan, bu nedenle derdini kimseye anlatmayı başaramamış. En önemlisi küçük yaşlarda başına gelenler ona ciddi bir hastalıktan başka bir şey kazandırmamış. Çocuk olamamış çünkü olgun bir insan izlenimi uyandırmış.
Dost olarak yalnızlığı seçmek doğru mudur yoksa yanlış mıdır? Yalnız kalmaktan kaynaklanan sorunların neredeyse hepsini yaşamış Büyük Çocuk. Gemişin bıraktığı izleri silmenin ne kadar zor olduğunu, her yeni yaşına girdiğinde bir kez daha görmüş, anlamış. Büyük çocuğun tüm bunlara rağmen hep yalnızlıkta huzuru bulabilmesi kaçınılmaz bir durum oluvermiş.. Diğer bir gerçek ise kendisi ile olmayı tercih ettiği tüm anlarda hayatında başka hiç kimsenin olmasını istememiş. Kimse onu ne yönlendirsin ne de kendisinden bir şeyler yapamasını beklemesin, onu istemesin.
Yediği dayaklar, yaşanılanlar , olumsuzmuş gibi görünse de aslında çok fazla olgunun ve olayın anlamlarını irdeletmiş ona, hastanelerde geçirdiği tüm zamanlar gerçek acıyı bizzat yaşatmış, sürekli değişkenlik gösteren karakterinin kendisini kaybettirdiğini bilerek, onu tekrar bulmaya çalışan bir insan oluvermiş. Kendisi sorunlarına çare ararken bu sorunları çözmeye çalışan diğer bireylerin agresif ve acımasız sorgulamalarına katlanmaya, başetmeye çabalaması da verdiği en büyük mücadele olmuş.
İşte geçmişten gelen bu ufak, tefek bazen de büyük izler bırakan tüm bu kavgalar yaşanılanların temelini oluşturmuştu çoktan.
Sevgi gösterilmez, ama yanlış bir davranışın cezası muhakkak cezalıya çektirilir. Aile tarafından sunulan tüm imkanların, alınan giyeceklerin, oyuncakların o küçük beyinlere sevildikleri için verilen birer ödül olduğunun anlaşılması beklentisi vardır. Oysa şunu daha iyi anlamak gerekir; ne olursa olsun ailenin sevgisizliği çocuklara verilebilecek en büyük cezalardan biridir. Bir çocuktan nasıl kendisini sevdiğinizi anlamasını bekleyebilirsiniz? Bu küçük beyinler davranışla kendilerine sunulmayan soyut bir olguyu nasıl anlayacak veya algılayabilecek. Bir kez bile sarılmadan? Büyük çocuk zaten en başta olabilecek en kötü şey ile karşı karşıya kalmış. Dayaklar yemesi, yanlışlarının sürekli yüzüne vurulması, ödüllendirmek için “öpmek” yerine ona maddiyatın öğretilmesi. Büyük çocuk için yaşamak bu yüzden çok zor geliyor olmalıydı, paylaşmayı bilmiyor, sevgiyi bilmiyor, insanlara yakınlaşabilmek için maddi yöntemleri seçiyor, yakınlaştığını zannediyor. Vermeye çalıştığı bu maddiyat içinde gerçek bir sevgi barındırdığı için vardı? Bilinemez.
Büyük çocuk, ikiyüzlülükten, sahtekarlıklardan, yalanlardan, karaktersizliklerden, tutarsızlıklardan gerçekten nefret ediyordu. İyiyi, doğruyu kendisine yakıştırıp daha da güzelini arayıp bulmaya çalışıyordu. Bir sevgili istiyordu. Tek amacı sevgiyi öğrenebileceği birilerinin varlığının olabilmesiydi.. Kendisi ile arasında olan mesafeleri bu şekilde aşabileceğini düşünüyordu.. Belki de sürekli kendisine acımaktan vazgeçmeyi öğrenebilecek, tekrar ayağa kalkmanın bir yolunu bulabilecekti.
Bu kavgaların nedenleri değildi önemli olan. Kavga edenlerin nasıl oldukları, neler yaşadıkları, zayıf yönleri, huzursuzlukları ve en önemlisi de uzun süreler neler bekleyip, neler bulamadıklarıydı.
İlknur Kırbaş
Kapı kapandı…
Büyük çocuk hızla odasına girdi.. İkinci çocuk ile yalnız kalmıştı, ve bu yeni bir kavganın en büyük habercisiydi. Onun yüzünü dahi görmek istemiyordu. Bu bir nefret belirtisi miydi..? İşte cevabı verilemeyen sorulara bir yenisi daha eklenmişti.
“Hayır onun vücudundan, ya da görünümünden nefret etmiyordu.. O kadar saf, masum, bir o kadar da güzeldi ki. İnsanda güven duygusu uyandırıyordu. Oysa ki çocukluğu, ne zaman nerede, nasıl davranacağını bilememesi, parayla bile satın alınabilen özentilerindeydi.…”
Önce okuyana şu soruyu sormak gerekir.; Bir yığın sorunun, işinin olduğu, en azından insanın kendisini iyi hissedemediği stresli bir döneminde, hangi kişi temizlik yapmayı nasıl her şeyden üstün tutabilirdi? Büyük çocuk bu durumda değildi, o an temizliği önemsemediği için bu masum İkinci Çocuğun bir canavara dönüşmesine sebep oluverdi.
Büyük Çocuk- “ Bütün günümü temizliğe ayıramam…!”
Kulaklarında bas bağıran sesler duymaya başladı. Öyle ki her gün duyduğu bu sesin, bu tonunu duymak onu çıldırtıyordu..Artık katlanamıyordu, diğer yandan aklında yine ona bağıran ikinci bir ses daha yankılanıyordu.. Yıllar önce hayata veda eden annesini sesiydi bu. Unutmak mümkün değildi.. Her iki ses de buyuruyor, emrediyor, kişiliğine saldırıyor, aşağılıyor, hakaret ediyor.. İşte bunun sebebinin nefret olup olmadığını anlamaya çalışıyorken gelinen aşamada normal ses tonu ile konuşuyor olsa bile hepsi büyük çocuğa batıyordu, duymaya tahammül edemiyordu. Duyduğu bağırmalar, ikinci çocuğun kişiliğine karşı tutumlarını etkiliyordu. Annesine karşı da böylelikle tamamen olumsuzlaşmıştı.. Birden bire canavarlaşan ikinci çocuğa karşı da aynı tavrı geliştirmişti, ya tam olarak bu sebepten, ya da yeni bir kavgaya fırsat vermemek için onunla karşılaşmamaya, konuşmamaya özen gösteriyordu..
Geçmişine, ilkokuldan beri süregelen yaşamındaki kesitleri gözden geçirmeye başladı; her şeyi daha yeni anlıyordu, etraftakiler büyük çocuğun hastalığını sebep göstererek sürekli ona saldırmıştı. Ailecek sorunları tartışarak hiç halletmemişlerdi, hep boğuşmalar olmuştu, herkes birbirini incitmişti, hem ruhsal hem de fiziksel açıdan tüm bireyler ciddi yaralar almıştı.
İkinci Çocuk ile olan anlaşmazlığı sadece ilkokuldan itibaren başlamıyordu. Dört beş yaşlarındayken, o zaman üçüncü çocuk henüz dünyaya gelmemişti. Yemek yiyorlardı, birden aralarında bir çatal kavgası başladı, büyük çocuk, ikinciye “orospu” deyivermişti! O kelimenin sadece kötü bir kelime olduğunu biliyor, tam olarak neyi ifade ettiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Baba yanlarından geçerken kelimeyi duyar duymaz “ ayıp,ayıp” diyerek azarlamıştı. O kadar…Hatırlanabilen en büyük ilk kavga buydu.
Daha belirgin olan kavgaların temeli de malesef büyük çocuktan kaynaklanıyordu. Güzel bir vücudu olan kardeşe karşılık şişko, ders çalışmaktan başka yaptığı en önemli şey kitap okumak olan, kendisine asosyal bir ortam yaratmış, klasik sorunları olan biri.
En büyük olmanın sorumluluğunu hep üzerinde taşımıştı, ister beş yaşında olsun isterse yüz, ailenin en büyüğü, her zaman en büyük kalacaktı.Olayların sonucunda suçlanan, durumu iyi idare edemediğinden dolayı azar işiten büyük çocuk.. Oysa o büyük çocuğun yaşadığı bunalımlar hep bir kenara itilip farkedilmemişti bile. Ne zaman, ne yapacağını herkesten iyi bilen, erkek düşmanı, manyak gibi ders çalışan, kuzu gibi her türlü lafı kaldırabilen, kendisine sinirlenen birinin üzerine yürüdüğü anda o kişinin rahatlamasına yardımcı olan bir kurban. Bağnaz kafaların istediği gibi davranmasına ses çıkaramayan, duygularını ve isteklerini bastırmayı öğrenmiş, hayatında hep güzel bir şeyler olur diye beklemiş, insanların sevgilerini başka türlü elde edememiş, kendisini daha çok sevsinler diye sürekli taviz vermiş, görünüşte herkesten çok güçlü, duygusal yönden ise bir zavallı, bu büyük çocuk.
İletişim anlarında derdinin anlatamadığı için kaskatı kalıverdiğinde, aklına söyleyecek bir harf dahi gelemeyen, tıkanıp kalan, bu nedenle derdini kimseye anlatmayı başaramamış. En önemlisi küçük yaşlarda başına gelenler ona ciddi bir hastalıktan başka bir şey kazandırmamış. Çocuk olamamış çünkü olgun bir insan izlenimi uyandırmış.
Dost olarak yalnızlığı seçmek doğru mudur yoksa yanlış mıdır? Yalnız kalmaktan kaynaklanan sorunların neredeyse hepsini yaşamış Büyük Çocuk. Gemişin bıraktığı izleri silmenin ne kadar zor olduğunu, her yeni yaşına girdiğinde bir kez daha görmüş, anlamış. Büyük çocuğun tüm bunlara rağmen hep yalnızlıkta huzuru bulabilmesi kaçınılmaz bir durum oluvermiş.. Diğer bir gerçek ise kendisi ile olmayı tercih ettiği tüm anlarda hayatında başka hiç kimsenin olmasını istememiş. Kimse onu ne yönlendirsin ne de kendisinden bir şeyler yapamasını beklemesin, onu istemesin.
Yediği dayaklar, yaşanılanlar , olumsuzmuş gibi görünse de aslında çok fazla olgunun ve olayın anlamlarını irdeletmiş ona, hastanelerde geçirdiği tüm zamanlar gerçek acıyı bizzat yaşatmış, sürekli değişkenlik gösteren karakterinin kendisini kaybettirdiğini bilerek, onu tekrar bulmaya çalışan bir insan oluvermiş. Kendisi sorunlarına çare ararken bu sorunları çözmeye çalışan diğer bireylerin agresif ve acımasız sorgulamalarına katlanmaya, başetmeye çabalaması da verdiği en büyük mücadele olmuş.
İşte geçmişten gelen bu ufak, tefek bazen de büyük izler bırakan tüm bu kavgalar yaşanılanların temelini oluşturmuştu çoktan.
Sevgi gösterilmez, ama yanlış bir davranışın cezası muhakkak cezalıya çektirilir. Aile tarafından sunulan tüm imkanların, alınan giyeceklerin, oyuncakların o küçük beyinlere sevildikleri için verilen birer ödül olduğunun anlaşılması beklentisi vardır. Oysa şunu daha iyi anlamak gerekir; ne olursa olsun ailenin sevgisizliği çocuklara verilebilecek en büyük cezalardan biridir. Bir çocuktan nasıl kendisini sevdiğinizi anlamasını bekleyebilirsiniz? Bu küçük beyinler davranışla kendilerine sunulmayan soyut bir olguyu nasıl anlayacak veya algılayabilecek. Bir kez bile sarılmadan? Büyük çocuk zaten en başta olabilecek en kötü şey ile karşı karşıya kalmış. Dayaklar yemesi, yanlışlarının sürekli yüzüne vurulması, ödüllendirmek için “öpmek” yerine ona maddiyatın öğretilmesi. Büyük çocuk için yaşamak bu yüzden çok zor geliyor olmalıydı, paylaşmayı bilmiyor, sevgiyi bilmiyor, insanlara yakınlaşabilmek için maddi yöntemleri seçiyor, yakınlaştığını zannediyor. Vermeye çalıştığı bu maddiyat içinde gerçek bir sevgi barındırdığı için vardı? Bilinemez.
Büyük çocuk, ikiyüzlülükten, sahtekarlıklardan, yalanlardan, karaktersizliklerden, tutarsızlıklardan gerçekten nefret ediyordu. İyiyi, doğruyu kendisine yakıştırıp daha da güzelini arayıp bulmaya çalışıyordu. Bir sevgili istiyordu. Tek amacı sevgiyi öğrenebileceği birilerinin varlığının olabilmesiydi.. Kendisi ile arasında olan mesafeleri bu şekilde aşabileceğini düşünüyordu.. Belki de sürekli kendisine acımaktan vazgeçmeyi öğrenebilecek, tekrar ayağa kalkmanın bir yolunu bulabilecekti.
Bu kavgaların nedenleri değildi önemli olan. Kavga edenlerin nasıl oldukları, neler yaşadıkları, zayıf yönleri, huzursuzlukları ve en önemlisi de uzun süreler neler bekleyip, neler bulamadıklarıydı.
İlknur Kırbaş