MURATS44
Özel Üye
Kurân'a Ebced Yöntemiyle Bakmak
İslâm düşünce tarihinde Kurân te'vili, kimilerince, nassların sadece zahirî yönü, kimilerince nassların zahirî hiç dikkate alınmaksızın sadece bâtınî yönü ve kimilerince de hem zahirî hem de bâtınî yönü dikkate alınarak yapılmıştır.
Bu yorumlama yöntemleri içerisinde aslâ kabul edilmeyecek olanı nassların zahirîni hiç dikkate almaksızın sadece bâtınî yönüne itibar eden anlayıştır. Bu düşünce tarzı, bâtınî te'vil geleneğini sürdüren; hatta, mezheplerinin temel prensibi, inanç umdesi olarak kabul eden İsmâilîyye mezhebine aittir. Bu yaklaşım tarzı, hidayet, rahmet ve nur kaynağı olarak gönderilen Kurân'ın ruhuna kesinlikle aykırıdır. Zira Kurân açık ve anlaşılır bir dille gönderildiğini bizzat kendisi beyan etmektedir. Dolayısıyla Kurân'ın zahirî ifadesini dışlamak demek, muhataplarının onun hidayet ve rahmet saçan mesajlarından istifade etme imkânını ortadan kaldırmak demektir.[SUP][1][/SUP]
Ebced yöntemiyle Kuran'da geçen bazı ayetler incelendiğinde, bu ayetlerin anlamlarına uygun olarak birtakım tarihlere denk geldikleri iddiası veya Kurân'da geçen bir takım kelimelerin ulaşılan bilimsel sonuçlarla uyumlu olduğunu ortaya koymaya çalışılması aslında Allah'ın kelamını ulaşılan beşerî sonuçların güvenilirliğine (!) terk etmek anlamına gelen bir garabeti beraberinde getirmektedir. Değerli araştırmacı Öztürk'ün, Kurân ve Aşırı Yorum'da te'vil için söylediklerini, burada ayniyle cefr ve ebced için de söyleyebiliriz diye düşünüyorum. Bu, kendi anladığını muhatabına onaylatmak maksadıyla yapılan tüm başvuru girişimlerinde sürekli olarak “te'vil”/cefr enstrümanını kullanmış olmaktır. Bütün bu başvurulardaki talepler de yine te'vilin/cefrin sağladığı imkanlar vasıtasıyla karşılanmaya çalışılmıştır.[SUP][2][/SUP] Buradan hareketle te'vilin beklentilerini cefrin tamamen karşıladığını söyleyebiliriz.
Ayetlerde bahsedilen olayların, ebced hesaplarıyla elde edilen tarihlerde gerçekleştiğinin sanılması, söz konusu ayetlerde olaya ilişkin gizli bir işaret bulunduğu sanısına yol açmıştır. Örneğin şöhret bulmuş bir anlatı olarak söylenegelen İstanbul'un fetih tarihine Sebe' Sûresi'nin 14. âyetinde geçen iki kelime olan “beldetun tayyibetun” ifadesinin denk geldiği kanaâti dahi sağlıklı olmayıp bunun tarihlemede ve hesaplanışında önemli bir kural değişikliğine gidilerek elde edildiği görülür.[SUP][3][/SUP] Bu işlem, normal ebced kurallarıyla yapılmış olsa hesaplamada bu tarihin de tutmadığı görülecektir. Kaldı ki bizim için tarihin tutup tutmamasından öte ilâhî metinlerin bu yöntem ile yorumunun ve/veya bir takım meydana gelmiş olaylara Kurân ayetlerini bu yöntem ile delil getirmenin güvenilirliği noktasıdır.
1969 yılında Ay'a çıkılmasına Kurân'da işaret edildiğinin söylenmesinde de, “Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı” [SUP][4][/SUP] da geçen "şakka" kelimesinin Arapça'da "ikiye yarılma, ayrılma" manasından başka "çizilme, kabartma, toprağı sürme, toprağın kazılması" gibi manalarda da kullanıldığı, yine “Şöyle ki; Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz ayırdık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma bağları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.”[SUP] [5][/SUP] ayetinde geçen "şakka" kelimesi "ikiye yarılma, ayrılma" manasında değil, "toprağın yarılıp, çeşitli ekinlerin bitmesi" manasında kullanılmıştır. "Şakka" kelimesi bu şekilde değerlendirildiğinde (Kamer Suresi, 1. ayetinde geçen) "Ay'ın yarılması" anlamı yanında, aynı zamanda 1969 yılında Ay'a çıkma olayında Ay toprağı üzerinde yapılan faaliyetlerin, Amerikalı astronotların Ay üzerinde incelemeler yapmaları, Ay'ın toprağının çeşitli aletlerle kazıldığı, yarıldığının da anlaşıldığı, aynı zamanda Kamer Suresi'nde geçen bu ayetin bazı kelimelerinin ebcedi bizlere 1969 rakamını verdiğinin [SUP][6][/SUP] söylenmesi gibi isteyenin isteyeceği konuda istediği tarz ilgileri kurabileceği zorlaması ortadadır.
Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkün iken araştırmamızın amacı açısından bu yolu tercih etmiyor, esas itibariyle yaklaşımın doğru-yanlışlığını izah ile yetiniyoruz. Ancak bu bağlamda yapılmış bir çalışmaya kısa değini ile konuyu tamamlamak istiyorum. İlgili çalışmada, sadece Fatiha Suresi için verilen sırlı dizilişte [SUP][7][/SUP] bile sayılan sırlardan daha fazla çelişkiler vardır. Her şeyden önce vahyî olanın beşerî olan ile delillendirilmeye kalkışılması yanlıştır.
Zira beşerî olanın değişebilirliği mümkün hatta kaçınılmaz iken vahyî olan değişmezdir. Bir diğer nokta ise yazarın adeta Said Nursi'nin yapmak isteyip de yapamadığına hayıflandığı, “bütün Kurân'ı bütün harfleriyle ve kelam ve kelimatıyla hesap etmeye ve letaif-i i'caziyeyi onunla tam takviye etmeye vakit bulamadım”[SUP] [8][/SUP] hayıflanmasını bir vasiyet gibi algılıyor. Bu vasiyeti gerçekleştirircesine Kurân'ın her bir harf ve kelimesinin ebcedî değeri çıkartılmaya çalışılıyor. Ancak burada da belli sonuçları tutturmak için çok farklı hesap sistemlerinin kullanıldığı görülmektedir.[SUP][9][/SUP] Oysa Cümel-i Sağir, Cümel-i Asgar, Cümel-i Kebîr ve Cümel-i Ekber gibi farklı hesap sistemlerinin birer zihni faaliyet olduğu bir kez daha düşünülecek olursa ve alfabelerin farklılığı, takvim türleri de buna eklendiğinde ilâhî olanın hata ile malûl üretmelere terkinin sakıncaları ve bu tür çıkarımlara güvenmenin imkansızlığı ortaya çıkmaktadır.
Kurân tanımlamalarının bilimsel sonuçlar ile denklenmesi de aynı riski taşımaktadır. Çünkü “bilimsel sonuç” denilenin, yarın reddedilmeyeceğini kim garanti edebilir? Değişmezlik iddiası bilime dahi terstir. Bilimsel olanın değişmesi mümkün iken kendisine endekslenen vahyî olanın değişmesi ise imkansızdır. Bugün insanların imanını artırmak için ön plana çıkartılan argümanlar yarın vahyin yalanlanmasının sebebi de olabilir. Mucizelerin ilim-fen ile izahına, ıspatına gelince; mucizeler, zaten “mucize” oluşları itibariyle insanı acze düşüren ve iman ile yetinilmesi gerekli ilâhi uyarı sebepleridir.
Kurân'daki belli kıssa ve ayetleri, haberi geçen mucizeleri, bilimsel buluş ve o anın ilmi sonuçlarına endeksleme de yanlış yaklaşımdır. Daha çok Batı kültürü ve bilimsel gelişmeler karşısında eziklik duygusu ile takınılan bu tavırın [SUP][10][/SUP] cefr ile desteklenmesi ile ‘o an' için ilmî netice olarak kabul edilen veriler ile desteklenmesi arasında aslında güvenilirlik açısından bir fark yoktur. Birisiyle vahyin tamamen uçları açık beşerî bir üretmeye terki söz konusuyken bir diğerinde ise ‘o an'ki bilgi ile mukayyet; her an değişmesi mümkün hatta kaçınılmaz olana terk vardır. Kaldı ki ikincisinin epistemik temelde de mutlaklık iddiasının reddi vardır. Dolayısıyla burada vahyi kabule yanaşmayan rasyonalite ile vahyi kendi penceresinden görmek isteyen ruhçu-maneviyatçı geleneğin denkliğini görüyoruz. Bu da modern ile gelenk hurafesinin denkliğidir diye düşünüyoruz.
İnsanları te'vile sevk eden değişik sebepler olduğunu biliyoruz. “Yorum öznesinin Kurân'a her istediğini söyletme amacına hizmet eden bir te'vilin ‘bâtınî' sıfatını taşımasıyla, alegorik, sembolik, işârî veya bilimsel nitelikli olması arasında hemen hiçbir fark yoktur. Yorum öznesinin bâtınî te'vile başvur-masındaki ilk amaç, mensubu bulunduğu mezhebin görüşlerini kutsal metne (nassa) uyarlamak; ikinci amaç ise, aklın verileriyle sarih lafızdan anlaşılan mânâyı uzlaştırmaktır. Bu uyarlama ve uzlaştırma ediminin ile temelinde, kutsal metnin bağlayıcılığından kurtulma iradesi yatmaktadır. Yorumcuyu bâtınî te'vile sevk eden üçüncü âmil ise, sarih kutsal metnin içerdiği mânâ ve mefhumların hakikatine nüfuz etme isteğidir.” [SUP][11][/SUP] Dini ahkamın gerektirdiği yükümlülüklerden soyutlanmak, bâtınî yönelimlerini mezhep, cemaât ve farklılıklarını Kurânî delillerle desteklemek, Kurân'ın zahiri anlamlarını nefyetmek suretiyle, kendilerine geniş bir düşünce özgürlüğü oluşturmak ve böylece her istediklerini [SUP][12][/SUP] Kurân'a söyletmek saikiyle de bâtınî te'vile gidilmiş; cefr ve ebced gibi enstrümanlar da kullanılarak sınırsız özgürlük (!) alanı oluşturulmuştur.
Kaynaklar
[1] Bkz.: Öztürk, s. 14.
[2] Yakıt, s. 142, 62.
[3] Kamer, 54/ 1.
[4] Abese, 80/25-31.
[5] www.kuranmucizeleri.com/kuranda ebcedhesabihtm
[6] Bkz.: Maraşlı, s. 93-103.
[7] Nursi, Said, Risale-i Nur Külliyat –Zülfikar Mecmuası, Fihriste-i Rumûzat-ı Semâniye 29. mek., 8. kısım, 8. remz-, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1996, c: 2, s. 2321; Badıllı, s. 773-783.
[8] Maraşlı, s. 93-480.
[9] Bkz.: Halil Rahman Açar, “Bilimin Dinleşmesi Dinin Bilimselleştirilmesi”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Ankara 1998, c: 11, s: 1-2.
78 Öztürk, s. 138, 139.
[10] Bkz.: Öztürk, s. 140.
[11] En'am, 6/50, 59, 73; Maide, 5/109; Tevbe, 9/78,94,105; Rad, 13/9; Mü'minun, 23/92; Secde, 32/6; Sebe, 34/3,48; Zümer, 39/46; Haşr, 59/22; Cum'a, 62/8; Tegâbun, 64/18; Nahl, 16/77; Kehf, 18/26; Fatr, 35/38; Necm, 53/35; Meryem, 19/78; Tûr, 52/41; Kalem, 68/47; Neml, 27/65; Al-i İmran, 3/179; A'raf, 7/188; Cin, 72/26-27; Yûnus, 10/20; Bakara, 2/255; Lokman, 31/34;...
İslâm düşünce tarihinde Kurân te'vili, kimilerince, nassların sadece zahirî yönü, kimilerince nassların zahirî hiç dikkate alınmaksızın sadece bâtınî yönü ve kimilerince de hem zahirî hem de bâtınî yönü dikkate alınarak yapılmıştır.
Bu yorumlama yöntemleri içerisinde aslâ kabul edilmeyecek olanı nassların zahirîni hiç dikkate almaksızın sadece bâtınî yönüne itibar eden anlayıştır. Bu düşünce tarzı, bâtınî te'vil geleneğini sürdüren; hatta, mezheplerinin temel prensibi, inanç umdesi olarak kabul eden İsmâilîyye mezhebine aittir. Bu yaklaşım tarzı, hidayet, rahmet ve nur kaynağı olarak gönderilen Kurân'ın ruhuna kesinlikle aykırıdır. Zira Kurân açık ve anlaşılır bir dille gönderildiğini bizzat kendisi beyan etmektedir. Dolayısıyla Kurân'ın zahirî ifadesini dışlamak demek, muhataplarının onun hidayet ve rahmet saçan mesajlarından istifade etme imkânını ortadan kaldırmak demektir.[SUP][1][/SUP]
Ebced yöntemiyle Kuran'da geçen bazı ayetler incelendiğinde, bu ayetlerin anlamlarına uygun olarak birtakım tarihlere denk geldikleri iddiası veya Kurân'da geçen bir takım kelimelerin ulaşılan bilimsel sonuçlarla uyumlu olduğunu ortaya koymaya çalışılması aslında Allah'ın kelamını ulaşılan beşerî sonuçların güvenilirliğine (!) terk etmek anlamına gelen bir garabeti beraberinde getirmektedir. Değerli araştırmacı Öztürk'ün, Kurân ve Aşırı Yorum'da te'vil için söylediklerini, burada ayniyle cefr ve ebced için de söyleyebiliriz diye düşünüyorum. Bu, kendi anladığını muhatabına onaylatmak maksadıyla yapılan tüm başvuru girişimlerinde sürekli olarak “te'vil”/cefr enstrümanını kullanmış olmaktır. Bütün bu başvurulardaki talepler de yine te'vilin/cefrin sağladığı imkanlar vasıtasıyla karşılanmaya çalışılmıştır.[SUP][2][/SUP] Buradan hareketle te'vilin beklentilerini cefrin tamamen karşıladığını söyleyebiliriz.
Ayetlerde bahsedilen olayların, ebced hesaplarıyla elde edilen tarihlerde gerçekleştiğinin sanılması, söz konusu ayetlerde olaya ilişkin gizli bir işaret bulunduğu sanısına yol açmıştır. Örneğin şöhret bulmuş bir anlatı olarak söylenegelen İstanbul'un fetih tarihine Sebe' Sûresi'nin 14. âyetinde geçen iki kelime olan “beldetun tayyibetun” ifadesinin denk geldiği kanaâti dahi sağlıklı olmayıp bunun tarihlemede ve hesaplanışında önemli bir kural değişikliğine gidilerek elde edildiği görülür.[SUP][3][/SUP] Bu işlem, normal ebced kurallarıyla yapılmış olsa hesaplamada bu tarihin de tutmadığı görülecektir. Kaldı ki bizim için tarihin tutup tutmamasından öte ilâhî metinlerin bu yöntem ile yorumunun ve/veya bir takım meydana gelmiş olaylara Kurân ayetlerini bu yöntem ile delil getirmenin güvenilirliği noktasıdır.
1969 yılında Ay'a çıkılmasına Kurân'da işaret edildiğinin söylenmesinde de, “Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı” [SUP][4][/SUP] da geçen "şakka" kelimesinin Arapça'da "ikiye yarılma, ayrılma" manasından başka "çizilme, kabartma, toprağı sürme, toprağın kazılması" gibi manalarda da kullanıldığı, yine “Şöyle ki; Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz ayırdık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma bağları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.”[SUP] [5][/SUP] ayetinde geçen "şakka" kelimesi "ikiye yarılma, ayrılma" manasında değil, "toprağın yarılıp, çeşitli ekinlerin bitmesi" manasında kullanılmıştır. "Şakka" kelimesi bu şekilde değerlendirildiğinde (Kamer Suresi, 1. ayetinde geçen) "Ay'ın yarılması" anlamı yanında, aynı zamanda 1969 yılında Ay'a çıkma olayında Ay toprağı üzerinde yapılan faaliyetlerin, Amerikalı astronotların Ay üzerinde incelemeler yapmaları, Ay'ın toprağının çeşitli aletlerle kazıldığı, yarıldığının da anlaşıldığı, aynı zamanda Kamer Suresi'nde geçen bu ayetin bazı kelimelerinin ebcedi bizlere 1969 rakamını verdiğinin [SUP][6][/SUP] söylenmesi gibi isteyenin isteyeceği konuda istediği tarz ilgileri kurabileceği zorlaması ortadadır.
Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkün iken araştırmamızın amacı açısından bu yolu tercih etmiyor, esas itibariyle yaklaşımın doğru-yanlışlığını izah ile yetiniyoruz. Ancak bu bağlamda yapılmış bir çalışmaya kısa değini ile konuyu tamamlamak istiyorum. İlgili çalışmada, sadece Fatiha Suresi için verilen sırlı dizilişte [SUP][7][/SUP] bile sayılan sırlardan daha fazla çelişkiler vardır. Her şeyden önce vahyî olanın beşerî olan ile delillendirilmeye kalkışılması yanlıştır.
Zira beşerî olanın değişebilirliği mümkün hatta kaçınılmaz iken vahyî olan değişmezdir. Bir diğer nokta ise yazarın adeta Said Nursi'nin yapmak isteyip de yapamadığına hayıflandığı, “bütün Kurân'ı bütün harfleriyle ve kelam ve kelimatıyla hesap etmeye ve letaif-i i'caziyeyi onunla tam takviye etmeye vakit bulamadım”[SUP] [8][/SUP] hayıflanmasını bir vasiyet gibi algılıyor. Bu vasiyeti gerçekleştirircesine Kurân'ın her bir harf ve kelimesinin ebcedî değeri çıkartılmaya çalışılıyor. Ancak burada da belli sonuçları tutturmak için çok farklı hesap sistemlerinin kullanıldığı görülmektedir.[SUP][9][/SUP] Oysa Cümel-i Sağir, Cümel-i Asgar, Cümel-i Kebîr ve Cümel-i Ekber gibi farklı hesap sistemlerinin birer zihni faaliyet olduğu bir kez daha düşünülecek olursa ve alfabelerin farklılığı, takvim türleri de buna eklendiğinde ilâhî olanın hata ile malûl üretmelere terkinin sakıncaları ve bu tür çıkarımlara güvenmenin imkansızlığı ortaya çıkmaktadır.
Kurân tanımlamalarının bilimsel sonuçlar ile denklenmesi de aynı riski taşımaktadır. Çünkü “bilimsel sonuç” denilenin, yarın reddedilmeyeceğini kim garanti edebilir? Değişmezlik iddiası bilime dahi terstir. Bilimsel olanın değişmesi mümkün iken kendisine endekslenen vahyî olanın değişmesi ise imkansızdır. Bugün insanların imanını artırmak için ön plana çıkartılan argümanlar yarın vahyin yalanlanmasının sebebi de olabilir. Mucizelerin ilim-fen ile izahına, ıspatına gelince; mucizeler, zaten “mucize” oluşları itibariyle insanı acze düşüren ve iman ile yetinilmesi gerekli ilâhi uyarı sebepleridir.
Kurân'daki belli kıssa ve ayetleri, haberi geçen mucizeleri, bilimsel buluş ve o anın ilmi sonuçlarına endeksleme de yanlış yaklaşımdır. Daha çok Batı kültürü ve bilimsel gelişmeler karşısında eziklik duygusu ile takınılan bu tavırın [SUP][10][/SUP] cefr ile desteklenmesi ile ‘o an' için ilmî netice olarak kabul edilen veriler ile desteklenmesi arasında aslında güvenilirlik açısından bir fark yoktur. Birisiyle vahyin tamamen uçları açık beşerî bir üretmeye terki söz konusuyken bir diğerinde ise ‘o an'ki bilgi ile mukayyet; her an değişmesi mümkün hatta kaçınılmaz olana terk vardır. Kaldı ki ikincisinin epistemik temelde de mutlaklık iddiasının reddi vardır. Dolayısıyla burada vahyi kabule yanaşmayan rasyonalite ile vahyi kendi penceresinden görmek isteyen ruhçu-maneviyatçı geleneğin denkliğini görüyoruz. Bu da modern ile gelenk hurafesinin denkliğidir diye düşünüyoruz.
İnsanları te'vile sevk eden değişik sebepler olduğunu biliyoruz. “Yorum öznesinin Kurân'a her istediğini söyletme amacına hizmet eden bir te'vilin ‘bâtınî' sıfatını taşımasıyla, alegorik, sembolik, işârî veya bilimsel nitelikli olması arasında hemen hiçbir fark yoktur. Yorum öznesinin bâtınî te'vile başvur-masındaki ilk amaç, mensubu bulunduğu mezhebin görüşlerini kutsal metne (nassa) uyarlamak; ikinci amaç ise, aklın verileriyle sarih lafızdan anlaşılan mânâyı uzlaştırmaktır. Bu uyarlama ve uzlaştırma ediminin ile temelinde, kutsal metnin bağlayıcılığından kurtulma iradesi yatmaktadır. Yorumcuyu bâtınî te'vile sevk eden üçüncü âmil ise, sarih kutsal metnin içerdiği mânâ ve mefhumların hakikatine nüfuz etme isteğidir.” [SUP][11][/SUP] Dini ahkamın gerektirdiği yükümlülüklerden soyutlanmak, bâtınî yönelimlerini mezhep, cemaât ve farklılıklarını Kurânî delillerle desteklemek, Kurân'ın zahiri anlamlarını nefyetmek suretiyle, kendilerine geniş bir düşünce özgürlüğü oluşturmak ve böylece her istediklerini [SUP][12][/SUP] Kurân'a söyletmek saikiyle de bâtınî te'vile gidilmiş; cefr ve ebced gibi enstrümanlar da kullanılarak sınırsız özgürlük (!) alanı oluşturulmuştur.
Kaynaklar
[1] Bkz.: Öztürk, s. 14.
[2] Yakıt, s. 142, 62.
[3] Kamer, 54/ 1.
[4] Abese, 80/25-31.
[5] www.kuranmucizeleri.com/kuranda ebcedhesabihtm
[6] Bkz.: Maraşlı, s. 93-103.
[7] Nursi, Said, Risale-i Nur Külliyat –Zülfikar Mecmuası, Fihriste-i Rumûzat-ı Semâniye 29. mek., 8. kısım, 8. remz-, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1996, c: 2, s. 2321; Badıllı, s. 773-783.
[8] Maraşlı, s. 93-480.
[9] Bkz.: Halil Rahman Açar, “Bilimin Dinleşmesi Dinin Bilimselleştirilmesi”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Ankara 1998, c: 11, s: 1-2.
78 Öztürk, s. 138, 139.
[10] Bkz.: Öztürk, s. 140.
[11] En'am, 6/50, 59, 73; Maide, 5/109; Tevbe, 9/78,94,105; Rad, 13/9; Mü'minun, 23/92; Secde, 32/6; Sebe, 34/3,48; Zümer, 39/46; Haşr, 59/22; Cum'a, 62/8; Tegâbun, 64/18; Nahl, 16/77; Kehf, 18/26; Fatr, 35/38; Necm, 53/35; Meryem, 19/78; Tûr, 52/41; Kalem, 68/47; Neml, 27/65; Al-i İmran, 3/179; A'raf, 7/188; Cin, 72/26-27; Yûnus, 10/20; Bakara, 2/255; Lokman, 31/34;...