romeo
Yeni Üyemiz
İnsan fıtraten mükerrem olduğu için hakkı arıyor, lakin bazen batıl eline gelir, hak zannederek alır koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız dalâlet başına düşer, hakikat zannederek alır başına giyer.
İşte reenkarnasyon da böyle batıl bir meseledir ve asla İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Buna rağmen esefle ve üzüntüyle görmekteyiz ki, bir kısım bedbahtlar televizyon televizyon gezerek bu batıl meseleyi hak gibi göstermeye çalışmakta ve maalesef insanları aldatmaktadırlar. Bilhassa bu bedbahtların içinde bir kısım ilahiyat profesörlerinin de olması bizleri ayrıca üzmekte ve “Ümmetin dinini korumakla mükellef olanlar bunlar mı?” diye bizleri düşündürmektedir.
Bu eseri hazırlamaktaki amaç: Reenkarnasyonun batıllığını ispat ederek Müslümanların imanını bir tehlikeden kurtarmak ve bu batıl meseleyi hak gibi anlatan sözde profesörlerin asıl yüzlerini göstererek, onların diğer şerli fikirlerinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmektir.
Yani mesele sadece reenkarnasyon değildir. Mesele, aynı zamanda bu fikri savunanların İslam’dan ve imandan ne kadar uzak olduklarını beyan ederek, Ümmet-i Muhammed’i onlara karşı uyarmaktır.
“Reenkarnasyon Saçmalığı” isimli bu eserimizde reenkarnasyonun asla mümkün olamayacağı iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilecektir. Tevfik ve inayet Allah’tandır.
Reenkarnasyon:Ruh göçü demektir. Ruhun, insan öldükten sonra başka insana geçmesi ve başka bir bedenle dünyaya gelmesidir. Buna tenasüh de denilir.
Reenkarnasyonun mümkün olamayacağı meselesini dört başlıkta inceleyeceğiz:
·İlk önce Kur’an’a bakacağız ve Kur’an bu konuda ne diyor, bunu öğreneceğiz.
·Daha sonra hadislere bakarak, bu konuda Efendimiz (s.a.v.)’in bir beyanı var mıdır? bunu araştıracağız.
·Daha sonra ise bu konudaki İslam âlimlerinin görüşlerini inceleyeceğiz. Acaba onlar bu konuda ne demişler?
·Ve daha sonra da reenkarnasyonun aklen ve mantıken mümkün olamayacağının delillerini beyan edeceğiz.
Zira bir meselenin hak olabilmesi için:
·Ya Kur’an haber vermeli,
·Ya Peygamberimiz (s.a.v.) ondan bahsetmeli,
·Ya İslam âlimleri o meselede ittifak etmeli,
·Ya da en azından o mesele akla ve mantığa uygun gelmelidir.
Eğer:
·Kur’an’ın haber vermesi bir kenara, Kur’an ona karşı çıkıyorsa,
·Peygamberimiz (s.a.v.) ondan hiç bahsetmiyorsa,
·İslam âlimleri onu küfür sayıyorsa,
·Ve akıl ve mantık da onu reddediyorsa, artık bu meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıkmış demektir.
İşte bizler, bu dört başlık altında reenkarnasyonun batıllığını kat’i olarak ispat edeceğiz. Şimdi, Kur’an’ın bu meseleye bakışına geçiyoruz.
DELİL 1
Mezkûr ayet-i kerime, reenkarnasyonu çok açık bir şekilde reddetmektedir. Şimdi ayet-i celileyi tahlil edelim:
Soru:Onlara ölüm gelince ne diye dua etmeye ve yalvarmaya başlarlar?
Cevap:Bir daha dünyaya geri dönmek ve dünyada iken terk ettikleri salih ameller işlemek isterler.
Soru:Onlara müsaade edilir mi?
Cevap:Hayır, müsaade edilmez.
Soru:Peki, onların bu istekleri hakkında ne buyrulur?
Cevap:“Bu söyledikleri boş bir sözdür!” buyrulur.
Soru:Peki, onların akıbetleri ne olur?
Cevap:Dirilme gününe kadar beklemek üzere Berzah adı verilen âleme götürülür.
Acaba, ayet-i kerimenin beyanları bu kadar açık ve net iken, nasıl olur da bir Müslüman reenkarnasyona inanabilir? Ve reenkarnasyona inanana nasıl Müslüman denilebilir?
Reenkarnasyonu savunanlar; ruhun kemal bulmak için, bu dünyadaki macerasına başka bedenlerle devam ettiğini iddia ederler. Hâlbuki tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede, günahkâr olarak ölenler, terk ettikleri salih amelleri işleyebilmek için izin istemekte -yani reenkarnasyonculara göre, kemal bulmak için izin istemekte- ama onlara izin verilmemektedir. Demek, reenkarnasyoncuların iddiaları tamamıyla Kur’an’a zıt ve muhalif olan bir görüştür.
Ayet-i kerimede geçen ve kıyamete kadar onların kalacakları yer olarak bildirilen “Berzah” ise, ölen ruhların kıyamete kadar bekledikleri âlemin ismidir. Dünyaya gelmeyen ruhlar “Âlem-i Ervah”ta beklerken, dünyaya gelmiş ve ölüm ile bedenini terk etmiş ruhlar “Âlem-i Berzah”ta beklemektedirler. Âlem-i berzah âdeta ahiretin bekleme salonudur.
Netice olarak diyebiliriz ki:Müminun suresi 99. ve 100. ayetler tenasühü açıkça reddetmektedir. Malumdur ki, Kur’an’ın tek bir ayetini inkâr edenler dinden çıkar ve kâfir olurlar. İşte tenasühe inananlar bu ayet-i kerimeyi ve birazdan zikredeceğimiz diğer ayetleri inkâr ettikleri için dinden çıkmışlar ve küfre girmişlerdir.
DELİL 2
Mezkûr ayet-i kerime de tenasühü reddetmektedir. Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim:
Soru:Günahkârlar, boyunlarını öne eğmiş olarak Allah’tan ne isterler?
Cevap:Dünyaya bir daha gönderilmek ve salih ameller işleyebilmek.
Soru:Salih amel işleyecekleri hususunda neyi delil gösterirler?
Cevap:Artık hakkı gördüklerini ve hakikati işittiklerini delil gösterirler ve bundan sonra artık batıla dalmayacaklarını bildirirler.
Soru:Onlara ne cevap verilmiştir?
Cevap:İstekleri reddedilmiş ve “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” denilerek, her nefsin hidayet bulmasının murad-ı İlahî olmadığı beyan buyrulmuştur.
Hani ölümden sonra ruh başka bedene giriyordu? Hâlbuki ayet-i kerimenin açık ifadesiyle onların bu istekleri reddedilmektedir.
Hem hani ruh başka bedene girerek kemal buluyordu? Hâlbuki “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” ayetinin açık beyanıyla, her nefsin hidayet bulması murad-ı İlahî değildir. Evet, Cenab-ı Hak her kulunun hidayet üzere olmasından ve kemal bulmasından hoşnut ve razı olur; ancak her kulun illaki kemal bulmasını Allah-u Teâlâ murad etmemiş ve kullarını, iman veya küfrü seçme hususunda serbest bırakmıştır. Bu hakikate Kur’an’ın şu ayeti işaret etmektedir:
“Ve de ki: O hak Rabbimiz’dendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 29)
Zaten eğer Allah-u Teâlâ her kulunun hidayet bulmasını murad etseydi, her nefse ölmeden önce hidayet verebilir ve ruhların onlarca beden değiştirmesi gibi uzun bir seyahate gerek kalmazdı. Ancak böyle olsaydı, imtihanın açılması ve cehennemin yaratılmasının bir manası olmazdı.
Netice olarak diyebiliriz ki:Secde suresi 11, 12 ve 13. ayetler tenasühü açıkça reddetmekte ve ölümden sonra bir daha dünyaya gelmenin mümkün olmadığını beyan etmektedir. Artık kim bundan sonra tenasühe inanırsa, mezkûr ayeti ve Allah-u Teâlâ’yı tekzib etmiş olur. Herhâlde insan olan da bu yaptığından utanır ve aklı varsa bundan titrer!
DELİL 3
Bu ayet-i kerime de açık bir şekilde tenasühü reddetmekte ve tenasüh fikrinin batıllığını ortaya koymaktadır. Şöyle ki: Tenasühü savunanlar, kendileri için bir zeval ve ölümün yok olduğuna inanmaktadırlar. İleride de açıklanacağı üzere, tenasüh fikrinin temelinde, uzun asırlar boyunca dünyada yaşama arzusu vardır. Onlara göre, ruhları başka bedenlerle defalarca bu dünyaya gelecek ve bu dünyadan hiç ayrılmayacaklardır. Yani inançlarına göre, onlar için bir zeval yoktur.
Şimdi, ayet-i kerimenin onlara verdiği cevaba bakalım: “Onlara denilir ki: ‘Sizin için hiç bir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?’”
İşte, bu ayet-i kerime âdeta onların yüzüne bir tokat vurmakta ve şöyle demektedir: “Hani siz ruhunuzun başka bedenlerle defalarca dünyaya geleceğine inanıyor ve buna yemin ediyordunuz, hani sizin için bir son yoktu! O hâlde niçin şimdi, ecelinizin ileriye tehir edilmesi için yalvarıyorsunuz? Hadi gitseniz ya dünyaya, niçin gidemiyorsunuz…”
Demek, ruhlar öyle başıboş değiller ve diledikleri gibi bu dünyaya gelip gidemezler! Acaba, tenasühe inananların o andaki hâllerini ve yüzlerinin şeklini hayal edebiliyor musunuz?
DELİL 4
Bu ayet-i kerime de tenasüh fikrini açık bir şekilde reddetmektedir. Şöyle ki: Tenasühe inananlara göre, insan kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelmekte ve seyr-i sülükünü tamamlayıncaya kadar bu seyahat devam etmektedir. Hâlbuki ayet-i kerime onların bu görüşlerini reddetmektedir. Şimdi, ayet-i kerimeyi tahlil ederek bu reddi görelim:
Soru:Onlar niçin dünyaya bir daha gelmek istiyorlar?
Cevap:Salih amel işlemek, yani kemal bulmak için.
Soru:Peki, onlara izin veriliyor mu?
Cevap:Hayır!
Soru:İzin verilmeme gerekçesi olarak ne gösteriliyor?
Cevap:Onların, düşünecek ve salih amel yapabilecek kadar bir ömre sahip oldukları ve ayrıca kendilerine uyarıcılar geldiği; ama onların buna rağmen salih amel işlememiş olmaları.
Demek ki, kemal bulmak için bir daha bu dünyaya gönderilme yoktur. Eğer öyle olsaydı, onların salih amel işlemek için bir daha bu dünyaya dönme arzuları kabul edilirdi. Hâlbuki ayetin çok net ifadesine göre, bu istekleri reddedilmiş ve onlar bir daha dünyaya gönderilmemiştir.
Ayet-i kerimenin bu kadar açık beyanına rağmen hâlâ nasıl olur da tenasüh kabul edilebilir? Biz, bu ayetlerden habersiz olanların tenasühe inanmasını bir derece anlayabiliyor ve cehaletlerine veriyoruz, tabi cehalet özür değildir! Lakin Kur’an’ı bildiğini iddia eden sözde profesörlerin bu görüşü savunmalarını anlayamıyoruz. Acaba onlar bu ayetleri hiç görmüyorlar mı? Ya da amaçları üzüm yemek değil de, bağcıyı mı dövmek? Yani onlar, bu milletin itikadını bozmak için tutulmuş kişiler mi? Bizim aklımıza başka bir şey gelmiyor; çünkü değil bir profesör, Kur’an’ı az bir şey okuyan kimse bile tenasühün Kur’an’a bütün bütün zıt olduğunu anlar. Peki, onlar nasıl anlayamıyorlar? Bizce anlıyorlar ve hakikati çok iyi biliyorlar; ama dediğimiz gibi, onlar başka bir şeyin peşinde, bu ümmetin imanının…
DELİL 5
Mezkûr ayeti kerime, insanın ölümü sadece bir kere tadacağını haber vermekte iken; tenasühçüler insanın defalarca ölümü tattığını ve her defasında başka bir beden ile bu dünyaya geldiğini söylemektedirler. Şimdi, Kur’an’a mı inanacağız, yoksa tenasühçülere mi?
Ayrıca şunu da merak ediyoruz, acaba tenasühü savunanlar bu ayeti hiç görmüyorlar mı? Gerçi daha evvel söylemiştik, onlar tenasühü, inandıklarından dolayı savunmuyorlar; onların derdi başka, onların derdi, sadece bu ümmetin imanını çalmaktır.
“Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar.” ayet-i kerimesi o kadar açık ve nettir ki, tahlile ihtiyaç duymuyor ve bir sonraki ayet-i kerimeye geçiyoruz.
DELİL 6
Bu ayetin beyanıyla, bu dünya imtihan için yaratılmıştır ve imtihanın sırrı da gabya iman esası üzerine cereyan etmektedir. Yani iman hakikatlerini görmeden inanmamız istenmektedir.
Başka bir ifadeyle, Cenab-ı Hak bu dünyayı, kim iman edecek ve kim iman etmeyecek sırrının açığa çıkması için yaratmış olup kullarından gayba iman etmelerini istemiştir.
Hâlbuki bedenden çıkan bir ruh için gayb kalmamakta ve o ruh bütün iman hakikatlerini bizzat müşahade etmektedir. Yani melekleri, mükâfatı ve azabı v.s. görmekte ve kendisi için imtihanın sırrı bozulmaktadır. Dolayısıyla bu dünyaya tekrar dönmesinin hiçbir manası yoktur. Ve madem manası yoktur, o hâlde dönüşüne elbette izin verilmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de ölüm ve dirilişle ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin hiçbirinde ruhun başka bir insana veya başka bir mahluka geçtiğini gösteren bir ifade yoktur. Buna karşı tenasühü reddeden ayetler oldukça çoktur. Bizler, bu altı ayeti yeterli görüyor ve sizleri sıkmamak için daha fazla ayet-i kerimeyi delil getirmeye gerek duymuyoruz. Zira daha üç kapıyı daha çalacak ve tenasühü, ilk önce Efendimiz (s.a.v.)’e, sonra İslam âlimlerine ve daha sonra da akıl ve mantığa soracağız.
Bizler bu kapıyı kapatmadan önce, tenasühü reddeden diğer Kur’an ayetlerinin bir kısmını vereceğiz. Dileyenler bu ayetlerin tefsirlerini mütalaa ederek, tenasühün Kur’an’ın ruhundan ne kadar uzak olduğunu görebilirler.
Nisa 18, En’am 93, Secde 11, Münafikun 10-11, Mü’min 45-46, Mümtehine 13, Nisa 97 ve mükâfatın ve cezanın ölümden hemen sonra olduğunu beyan buyuran diğer bütün ayetler tenasühü reddetmektedir.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun!”(Haşr 7) ayetinin emriyle bir Müslüman, Efendimiz’in verdiğini almalı ve vermediğini almamalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın en büyük müfessiri ve bu dinin tebliğ edicisidir.
O hâlde bizler de Müslümanlar olarak, meselemiz olan tenasühü Peygamber Efendimiz’e götürmeli ve “alın!” diyorsa almalı; “almayın!” diyorsa da almamalıyız.
O halde şimdi biz tenasühü savunanlara soruyoruz: Bu konuda Peygamberimiz’den bir hadis veya küçücük bir söz nakledebiliyor musunuz?
Hayır, nakledemezler! Doğuyu, batıyı, kuzeyi ve güneyi arasalar, Peygamber Efendimiz’in bütün sözlerini teker teker araştırsalar tenasühe ait tek bir hadis bulamazlar. Eğer İslam’da tenasüh inancı olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bundan haber vermesi gerekirdi. Zira o zat bu dinin öğreticisi ve muallimidir, bizler bu dini onun hadislerinden öğreniyoruz. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) tenasühe ait tek bir söz söylememiş, mükâfat veya azabın hemen ölümden sonra başladığına ait ise yüzlerce hadis söyleyerek tenasühü reddetmiştir.
Acaba hiç mümkün müdür ki tenasüh caiz ve vaki olacak da, Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bilmeyecek ve bundan haber vermeyecek? Acaba bu konuda Peygamberimiz’den daha bilgili ve yetkili birisi olabilir mi?
Şurası da çok ilginçtir ki, din namına konuşanlar, konuştukları hususta Peygamber Efendimiz’in ne dediğini hiç umursamamakta ve sadece kendi vehimlerine göre konuşmaktadırlar. Din sadece vehimlere dayandırılabilir mi? Peygamberi aradan çıkartan bir anlayışla ne kadar isabet edilebilir? Eğer herkes vehmine göre hükmedecekse, o hâlde peygamberler niye gönderildi?
Sözün özü olarak deriz ki:Tenasüh İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Eğer öyle olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) bu inancı sahabesine ve ümmetine ders verirdi; diğer iman hakikatlerini ders verdiği gibi… Madem ders vermemiş ve bu konuda küçücük bir söz bile söylememiştir, o hâlde tenasüh inancı batıldır ve gayr-i İslami’dir.
İ. Azam Hazretleri her gün bir defa Kur’an’ı baştan sona okumuş, İ. Şafi Hazretleri bir günde iki defa Kur’an’ı hatmetmiş ve birçok hakiki âlim de üç veya yedi günde bir manasına nüfuz ederek Kur’an’ı okumuşlardır. Yine bu âlimler Peygamber Efendimiz’in on binlerce hadisini senetleriyle beraber ezberlemişlerdir.
Eğer Kur’an’da tenasüh olsaydı veya hadisler tenasühten haber verseydi, elbette bu zatların dürbün gibi gözünden kaçmayacaktı. Hâlbuki bu zatlar böyle bir şeyden haber vermemişler; bırakın haber vermeyi, bu fikrin batıl olduğunu ve buna inananların kâfir olacağını bildirmişlerdir.
Mesela, İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle der:Kalpleri hasta ve bilgileri az olan bazı kimseler, hatta kendilerini âlim olarak tanıtan bazı dinsizler tenasühe inanıyor. “Ruhlar olgunlaşmadan önce bir bedenden ayrılınca, başka bir bedene geçer. Kemale geldikten sonra insanlara gelmez, tenasüh yolu ile olgunlaşmış olurlar.”diyor ve tenasühle ilgili birçok hikâyeler uyduruyorlar. Tenasühe inanan dinden çıkar kâfir olur…
Yine Âlim İbni Hazm şöyle der: Tenasühe inananların kâfir oldukları hususunda icma vardır.
Berika ve Hadika isimli kitaplarda ve İslam’ın diğer bütün kaynaklarında, tenasühe inananların kâfir oldukları beyan buyrulmuştur. Rüştünü ispat etmiş ve ümmet tarafından kabul görmüş hiçbir âlim tenasühün mümkün olabileceğinden bahsetmemiş, hepsi ittifakla tenasühün küfür olduğunu haber vermiştir.
Acaba onların bu ittifakına ve sözlerine karşı, bu zamanın takva ve amel fakiri olan birkaç cahilin sözünün ne kıymeti olabilir? Ve onların sözünü nasıl hükümden düşürebilir?
Şimdi maddeler hâlinde, akıl ve mantığın tenasühü reddettiğini ortaya koyalım:
1-Eğer tenasühü yaşayan, bin kişiden bir kişi bile olsa, dünya nüfusuna kıyasla tenasühün ne kadar sıklıkla görüleceği aşikârdır. Hâlbuki bunu iddia edenler bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu da tenasühün hakikat olmadığına bir delildir.
2-Tenasühe inanan kişiye soruyoruz: Öldükten sonra dirilme, beden ve ruh ile olacaktır. Azap veya lezzetler ikisinedir. Binlerce bedene girmiş bir ruh, hangi şahsiyetiyle haşrolacak ve hesaba çekilecektir?
3-Eğer “En son beden” diye cevap verilirse, o hâlde biz de deriz ki: Mesela on beden değiştirmiş olan ve ilk dokuz bedeninde zalim, son bedeninde ise salih olan bir ruh, salih olarak cennete girse; acaba ilk dokuz bedeninde zulmettiği mazlumların haklarının ondan alınmaması bir zulüm değil midir? Hâlbuki Allah-u Teâlâ zerre miktar zulmetmez.
4-Veya tam tersi olarak, bir ruh ilk dokuz bedeninde salih ve son beninde zalim olsa, eğer son bedene göre hesaba çekilerek cehenneme atılsa; ilk dokuz bedende yaptığı ibadet zayi mi olacak? Hâlbuki Allah-u Teâlâ: “Kazandığınız tastamam verilecektir.” buyuruyor.
Demek, haşrin hem beden ve hem ruh ile olması, tenasühü imkânsız kılmaktadır.
5-Malumdur ki, eşyanın zatî özellikleri ve vasıfları, mahiyetinden ayrılmaz; hiçbir nevin zatî hasseleri kendinden kopup başka bir neve geçmez. Mesela bir insan; ilim, itikat, zekâ vb. sıfatlarda başkasının aynı değildir. İmam Gazali’nin o nezih ruhu, diğer ruhlardan ayrıdır. Eğer tenasüh olsa idi, dünyaya birçok İmam Gazalilerin gelmesi gerekirdi. Hâlbuki tarih sayfası, İmam Gazali ve emsallerine rastlamamıştır. Bu da tenasühün vaki olmadığına bir delildir.
6-Eğer tenasüh ile ruhlar olgunlaşıyor ve kemale ermeyen her ruh bu seyahat ile kemale ulaşıyorsa, cehennem kimler için hazırlandı ve orada kimler azap görecek? Tenasühe inanmak, cehennemi inkâr etmek ile neticelenmez mi?
7-Tenasühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce, başka bedenlerle bu dünyaya gelmiş olsaydı, o bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Hâlbuki hiçbirimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz. Bu da tenasühün safsata olduğuna bir delildir.
8- Tenasüh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır. Bu durumda dünya nüfusunun statik olması ve nüfusta bir artışın olmaması gerekirdi. Hâlbuki realite bunun aksini göstermektedir.
9- Tenasüh iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve semavi kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz. Eğer ruhlar, kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelseydi, peygamberlerin gönderilmesine ve kitapların indirilmesine ihtiyaç kalmazdı. Zira Cenab-ı Hak onları, insanın terakki ve tekâmülünü temin ve beşerin bakışını ebedî hayata çevirmek için göndermiştir. Eğer tenasüh tek başına bu kemali sağlıyorsa, ne diye peygamberler gönderildi ve semavi kitaplar indirildi? Demek tenasüh, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi hakikatleriyle de tam bir çelişki içindedir.
10- Kur’an ve diğer semavi kitapların günahların tevbe ile affedileceğine dair olan beyanları, affedilebilmek için ruhların böyle ızdıraplı ve uzun seyahatlerini fuzuli ve manasız göstermektedir. Allah-u Teâlâ böyle bir seyahat olmaksızın bütün günahları bir anda sevaba çevirebilmektedir. Demek tenasüh, Allah’ın affının genişliği ile de çelişki içindedir.
11- Peygamberlere uyan kimseler arasında, ilk hayatları itibariyle çok kötü kimseler de bulunuyordu. Bu insanların uzun ve kirli bir geçmişten sonra, velileri geride bırakacak kadar mualla bir mevkiye bir anda yükselmeleri o kadar vakidir ki, aksine fikir beyan etmek âdeta imkânsızdır. Böyle, bir hamlede ve bir nefhada olgunluğun zirvesine yükselmek mümkün iken ve bu Allah’ın lütfuna daha yakışır iken, defalarca başka bedenlerle dünyaya gelmenin ne gibi bir manası olabilir?
Tenasühün saçmalığına dair daha birçok delilleri ortaya koyabiliriz. Ancak meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıktığından dolayı başka delillere ihtiyaç duymuyor ve bu uzun meseleyi burada keserek tenasüh hakkında merak edilen birkaç sorunun cevabına geçiyoruz:
1- “Kâfirler diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Artık çıkmaya bir yol var mı?”(Mü’min 11)ayetindeki “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmenin” tenasühe bir işareti var mıdır?
Asla yoktur! Zira eğer tenasühten bahsetseydi, “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmeden” değil; “onlarca defa öldürülüp onlarca defa diriltilmeden” bahsedilirdi. Zira tenasühe inananlara göre, ruh onlarca defa ölmekte ve onlarca defa dirilmektedir. Eğer mezkûr ayet-i kerime tenasühe işaret etseydi şöyle olurdu: “Ey Rabbimiz! Sen bizi onlarca defa öldürdün ve onlarca defa dirilttin…” Lakin böyle söylenmemiş ve sadece “iki defa ölümden” bahsedilmiştir. Demek ayetin tenasühle hiçbir ilgisi yoktur.
Ayette geçen “iki defa öldürülme” hakkında Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Katade, Dahhak ve Ebu Malik Hazretleri şöyle demiştir: Birinci ölüm, ruh üflenmeden önceki durumdur. İnsanların, atalarının sulbünde iken ölü olmaları kastedilmiştir. İkinci ölüm ise, bu dünyaya geldikten sonra ölmeleridir.
Bu ayet şu ayete benzer: “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki siz ölüler idiniz, o sizi diriltti. Sonra öldürecek ve sonra tekrar diriltecektir. Nihayet ona döndürüleceksiniz.” (Bakara 28)
Bu ayetteki:
·“Ölüler idiniz.” ifadesiyle ataların sulbündeki hâle dikkat çekilmiş,
·“O sizi diriltti.” ifadesiyle hayat bulup bu dünyaya gelmek kastedilmiş,
·“Sonra öldürülmek” ifadesiyle dünyadaki ölümümüz murad edilmiş,
·“Sonra diriltilmek” ifadesiyle kabirde diriltilmek kastedilmiş,
·“Sonra ona döndürülürsünüz.” ifadesiyle de kabirlerden çıkıp mahşer meydanına çıkışımız kastedilmiştir.
Sözün özü: Ayetin tenasüh ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ayetler kabir hayatından ve berzah âleminden haber vermektedirler.
2- Bazı evliya kıssalarında veli zatların ruhlarının insan şekline büründüğü anlatılmaktadır. Bu tenasühe benzemiyor mu?
Cevap:Asla benzemiyor! Evet, Allah-u Teâlâ bazı dostlarının ruhlarını insan şeklinde temessül ettirmiş ve onlar insan gibi görünmüştür. Ancak bu bir temessüldür, yoksa o mübarek ruhlar başka bedenlere girmiş değildir. Melekler ve cinler de insan şekline girip birçok şeyler yapabiliyorlar, hatta şeytanın dahi insan şekline girip gözüktüğü hususunda birçok kıssa-ı nebevi vardır. Ancak bunların hiçbiri tenasüh değildir. Evliyanın ruhlarının da insan suretinde görünmesi bunlar gibidir. Tenasüh ile hiçbir ilgisi yoktur, kişinin aynadaki aksine benzeyen bir temessüldür.
3- Bazı yeni doğan çocuklar eski hayatlarından bahsediyorlar. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Cevap:Hadis-i şerifler ile sabittir ki, cinler insanın içine girebilir ve insanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, cinlerin bu söz ve hareketinden hiçbir haberi olmaz. Cinlerin bu oyunu sebebiyle, dünyanın bazı yerlerinde konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka bir insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Cinlerin insan üzerindeki tesirini bilmeyen cahiller bunu tenasüh sanmış ve cin ve şeytanların oyuncağı olmuştur.
Demek mesele, cinlerin insanın vücuduna girerek his ve hareket sinirlerine tesir etmesi ve bu tesirin neticesiyle de hareket ve sesin meydana gelmesidir.
4-Bazen insan bir olayı daha önce yaşadığını hissediyor. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Buna “Dejavü” denilmektedir. Dejavü, hâlihazırda yaşanılan bir olayı, daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusudur.
Bu, beynin yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü veya ses gibi herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamasından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi, bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabilir.
Bu hisse kapılmanın bir sebebi de şudur;
Uyku halinde insanın maddi alemle ilişkisi ve münasebeti kesildiği için, sair latife ve duygular gaybi alemle ile irtibata geçiyor. Uyku vasıtası ile maddi aleme kapanan pencereler, manevi ve misali alemlere açılıyor. Ruh da bu açılan pencerelerden o alemleri seyir ve mütalaa ediyor. Bazen Levh-i Mahfuz’un cilveleri, bazen de kader mektuplarının numuneleri ile karşılaşıyor.
Daha sonra rüyada iken gördüğü bir hadiseyi maddi alemde gördüğünde ben bunu daha önce yaşamıştım ve görmüştüm hissine kapılıyor. Onun bu hisse kapılmasına sebep olan şey ise bunu rüyada iken gördüğünü hatırlayamamasıdır.
Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından da kaynaklanabilir. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf, bu olayın daha önce yaşanmış olduğu duygusuna kapılır. Bu durum sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan kaynaklanır.
Dejavünün zıttına “Jamevü” denilir ki, bu durumda insanlar tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebilirler.
Bütün bunlar beynin fonksiyonlarıyla alakadar olup asla tenasüh ile bir ilgisi yoktur.
“Tenasüh saçmalığı” isimli eserimiz burada tamamlandı. Başta dediğimiz gibi, mesele sadece tenasühün batıllığını ortaya koymak değildi; mesele aynı zamanda, bu meseleyi savunanların ne derece İslam ve Kur’an’dan uzak olduğunu ispat ederek onların şerrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmekti.
İşte reenkarnasyon da böyle batıl bir meseledir ve asla İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Buna rağmen esefle ve üzüntüyle görmekteyiz ki, bir kısım bedbahtlar televizyon televizyon gezerek bu batıl meseleyi hak gibi göstermeye çalışmakta ve maalesef insanları aldatmaktadırlar. Bilhassa bu bedbahtların içinde bir kısım ilahiyat profesörlerinin de olması bizleri ayrıca üzmekte ve “Ümmetin dinini korumakla mükellef olanlar bunlar mı?” diye bizleri düşündürmektedir.
Bu eseri hazırlamaktaki amaç: Reenkarnasyonun batıllığını ispat ederek Müslümanların imanını bir tehlikeden kurtarmak ve bu batıl meseleyi hak gibi anlatan sözde profesörlerin asıl yüzlerini göstererek, onların diğer şerli fikirlerinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmektir.
Yani mesele sadece reenkarnasyon değildir. Mesele, aynı zamanda bu fikri savunanların İslam’dan ve imandan ne kadar uzak olduklarını beyan ederek, Ümmet-i Muhammed’i onlara karşı uyarmaktır.
“Reenkarnasyon Saçmalığı” isimli bu eserimizde reenkarnasyonun asla mümkün olamayacağı iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilecektir. Tevfik ve inayet Allah’tandır.
REENKARNASYON NEDİR?
Reenkarnasyon:Ruh göçü demektir. Ruhun, insan öldükten sonra başka insana geçmesi ve başka bir bedenle dünyaya gelmesidir. Buna tenasüh de denilir.
Reenkarnasyonun mümkün olamayacağı meselesini dört başlıkta inceleyeceğiz:
·İlk önce Kur’an’a bakacağız ve Kur’an bu konuda ne diyor, bunu öğreneceğiz.
·Daha sonra hadislere bakarak, bu konuda Efendimiz (s.a.v.)’in bir beyanı var mıdır? bunu araştıracağız.
·Daha sonra ise bu konudaki İslam âlimlerinin görüşlerini inceleyeceğiz. Acaba onlar bu konuda ne demişler?
·Ve daha sonra da reenkarnasyonun aklen ve mantıken mümkün olamayacağının delillerini beyan edeceğiz.
Zira bir meselenin hak olabilmesi için:
·Ya Kur’an haber vermeli,
·Ya Peygamberimiz (s.a.v.) ondan bahsetmeli,
·Ya İslam âlimleri o meselede ittifak etmeli,
·Ya da en azından o mesele akla ve mantığa uygun gelmelidir.
Eğer:
·Kur’an’ın haber vermesi bir kenara, Kur’an ona karşı çıkıyorsa,
·Peygamberimiz (s.a.v.) ondan hiç bahsetmiyorsa,
·İslam âlimleri onu küfür sayıyorsa,
·Ve akıl ve mantık da onu reddediyorsa, artık bu meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıkmış demektir.
İşte bizler, bu dört başlık altında reenkarnasyonun batıllığını kat’i olarak ispat edeceğiz. Şimdi, Kur’an’ın bu meseleye bakışına geçiyoruz.
KUR’AN REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
DELİL 1
AYET-İ KERiME
Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelince, “Rabbim, beni (dünyaya) geri döndür, ta ki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır! Bu söylediği boş bir laftır. Onların arkasında ise, yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır.(Müminun 99-100)
Mezkûr ayet-i kerime, reenkarnasyonu çok açık bir şekilde reddetmektedir. Şimdi ayet-i celileyi tahlil edelim:
Soru:Onlara ölüm gelince ne diye dua etmeye ve yalvarmaya başlarlar?
Cevap:Bir daha dünyaya geri dönmek ve dünyada iken terk ettikleri salih ameller işlemek isterler.
Soru:Onlara müsaade edilir mi?
Cevap:Hayır, müsaade edilmez.
Soru:Peki, onların bu istekleri hakkında ne buyrulur?
Cevap:“Bu söyledikleri boş bir sözdür!” buyrulur.
Soru:Peki, onların akıbetleri ne olur?
Cevap:Dirilme gününe kadar beklemek üzere Berzah adı verilen âleme götürülür.
Acaba, ayet-i kerimenin beyanları bu kadar açık ve net iken, nasıl olur da bir Müslüman reenkarnasyona inanabilir? Ve reenkarnasyona inanana nasıl Müslüman denilebilir?
Reenkarnasyonu savunanlar; ruhun kemal bulmak için, bu dünyadaki macerasına başka bedenlerle devam ettiğini iddia ederler. Hâlbuki tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede, günahkâr olarak ölenler, terk ettikleri salih amelleri işleyebilmek için izin istemekte -yani reenkarnasyonculara göre, kemal bulmak için izin istemekte- ama onlara izin verilmemektedir. Demek, reenkarnasyoncuların iddiaları tamamıyla Kur’an’a zıt ve muhalif olan bir görüştür.
Ayet-i kerimede geçen ve kıyamete kadar onların kalacakları yer olarak bildirilen “Berzah” ise, ölen ruhların kıyamete kadar bekledikleri âlemin ismidir. Dünyaya gelmeyen ruhlar “Âlem-i Ervah”ta beklerken, dünyaya gelmiş ve ölüm ile bedenini terk etmiş ruhlar “Âlem-i Berzah”ta beklemektedirler. Âlem-i berzah âdeta ahiretin bekleme salonudur.
Netice olarak diyebiliriz ki:Müminun suresi 99. ve 100. ayetler tenasühü açıkça reddetmektedir. Malumdur ki, Kur’an’ın tek bir ayetini inkâr edenler dinden çıkar ve kâfir olurlar. İşte tenasühe inananlar bu ayet-i kerimeyi ve birazdan zikredeceğimiz diğer ayetleri inkâr ettikleri için dinden çıkmışlar ve küfre girmişlerdir.
DELİL 2
AYET-İ KERiME
De ki: Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz. Günahkârları bir görseydin! Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim; çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.” Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayetini verirdik!(Secde 11-13)
Soru:Günahkârlar, boyunlarını öne eğmiş olarak Allah’tan ne isterler?
Cevap:Dünyaya bir daha gönderilmek ve salih ameller işleyebilmek.
Soru:Salih amel işleyecekleri hususunda neyi delil gösterirler?
Cevap:Artık hakkı gördüklerini ve hakikati işittiklerini delil gösterirler ve bundan sonra artık batıla dalmayacaklarını bildirirler.
Soru:Onlara ne cevap verilmiştir?
Cevap:İstekleri reddedilmiş ve “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” denilerek, her nefsin hidayet bulmasının murad-ı İlahî olmadığı beyan buyrulmuştur.
Hani ölümden sonra ruh başka bedene giriyordu? Hâlbuki ayet-i kerimenin açık ifadesiyle onların bu istekleri reddedilmektedir.
Hem hani ruh başka bedene girerek kemal buluyordu? Hâlbuki “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” ayetinin açık beyanıyla, her nefsin hidayet bulması murad-ı İlahî değildir. Evet, Cenab-ı Hak her kulunun hidayet üzere olmasından ve kemal bulmasından hoşnut ve razı olur; ancak her kulun illaki kemal bulmasını Allah-u Teâlâ murad etmemiş ve kullarını, iman veya küfrü seçme hususunda serbest bırakmıştır. Bu hakikate Kur’an’ın şu ayeti işaret etmektedir:
“Ve de ki: O hak Rabbimiz’dendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 29)
Zaten eğer Allah-u Teâlâ her kulunun hidayet bulmasını murad etseydi, her nefse ölmeden önce hidayet verebilir ve ruhların onlarca beden değiştirmesi gibi uzun bir seyahate gerek kalmazdı. Ancak böyle olsaydı, imtihanın açılması ve cehennemin yaratılmasının bir manası olmazdı.
Netice olarak diyebiliriz ki:Secde suresi 11, 12 ve 13. ayetler tenasühü açıkça reddetmekte ve ölümden sonra bir daha dünyaya gelmenin mümkün olmadığını beyan etmektedir. Artık kim bundan sonra tenasühe inanırsa, mezkûr ayeti ve Allah-u Teâlâ’yı tekzib etmiş olur. Herhâlde insan olan da bu yaptığından utanır ve aklı varsa bundan titrer!
DELİL 3
AYET-İ KERiME
Zalimler şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım.” Onlara denilir ki: “Sizin için hiçbir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim 44)
Şimdi, ayet-i kerimenin onlara verdiği cevaba bakalım: “Onlara denilir ki: ‘Sizin için hiç bir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?’”
İşte, bu ayet-i kerime âdeta onların yüzüne bir tokat vurmakta ve şöyle demektedir: “Hani siz ruhunuzun başka bedenlerle defalarca dünyaya geleceğine inanıyor ve buna yemin ediyordunuz, hani sizin için bir son yoktu! O hâlde niçin şimdi, ecelinizin ileriye tehir edilmesi için yalvarıyorsunuz? Hadi gitseniz ya dünyaya, niçin gidemiyorsunuz…”
Demek, ruhlar öyle başıboş değiller ve diledikleri gibi bu dünyaya gelip gidemezler! Acaba, tenasühe inananların o andaki hâllerini ve yüzlerinin şeklini hayal edebiliyor musunuz?
DELİL 4
AYET-İ KERiME
Onlar, orada şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yaptıklarımızdan başka, salih bir amel yapalım.” Onlara denilir ki: “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın bakalım azabı! Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur.” (Fatır 37)
Soru:Onlar niçin dünyaya bir daha gelmek istiyorlar?
Cevap:Salih amel işlemek, yani kemal bulmak için.
Soru:Peki, onlara izin veriliyor mu?
Cevap:Hayır!
Soru:İzin verilmeme gerekçesi olarak ne gösteriliyor?
Cevap:Onların, düşünecek ve salih amel yapabilecek kadar bir ömre sahip oldukları ve ayrıca kendilerine uyarıcılar geldiği; ama onların buna rağmen salih amel işlememiş olmaları.
Demek ki, kemal bulmak için bir daha bu dünyaya gönderilme yoktur. Eğer öyle olsaydı, onların salih amel işlemek için bir daha bu dünyaya dönme arzuları kabul edilirdi. Hâlbuki ayetin çok net ifadesine göre, bu istekleri reddedilmiş ve onlar bir daha dünyaya gönderilmemiştir.
Ayet-i kerimenin bu kadar açık beyanına rağmen hâlâ nasıl olur da tenasüh kabul edilebilir? Biz, bu ayetlerden habersiz olanların tenasühe inanmasını bir derece anlayabiliyor ve cehaletlerine veriyoruz, tabi cehalet özür değildir! Lakin Kur’an’ı bildiğini iddia eden sözde profesörlerin bu görüşü savunmalarını anlayamıyoruz. Acaba onlar bu ayetleri hiç görmüyorlar mı? Ya da amaçları üzüm yemek değil de, bağcıyı mı dövmek? Yani onlar, bu milletin itikadını bozmak için tutulmuş kişiler mi? Bizim aklımıza başka bir şey gelmiyor; çünkü değil bir profesör, Kur’an’ı az bir şey okuyan kimse bile tenasühün Kur’an’a bütün bütün zıt olduğunu anlar. Peki, onlar nasıl anlayamıyorlar? Bizce anlıyorlar ve hakikati çok iyi biliyorlar; ama dediğimiz gibi, onlar başka bir şeyin peşinde, bu ümmetin imanının…
DELİL 5
AYET-İ KERiME
Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar. (Duhan 56)
Ayrıca şunu da merak ediyoruz, acaba tenasühü savunanlar bu ayeti hiç görmüyorlar mı? Gerçi daha evvel söylemiştik, onlar tenasühü, inandıklarından dolayı savunmuyorlar; onların derdi başka, onların derdi, sadece bu ümmetin imanını çalmaktır.
“Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar.” ayet-i kerimesi o kadar açık ve nettir ki, tahlile ihtiyaç duymuyor ve bir sonraki ayet-i kerimeye geçiyoruz.
DELİL 6
AYET-İ KERiME
… Onlar ki gayba iman ederler… (Bakara 3)
Başka bir ifadeyle, Cenab-ı Hak bu dünyayı, kim iman edecek ve kim iman etmeyecek sırrının açığa çıkması için yaratmış olup kullarından gayba iman etmelerini istemiştir.
Hâlbuki bedenden çıkan bir ruh için gayb kalmamakta ve o ruh bütün iman hakikatlerini bizzat müşahade etmektedir. Yani melekleri, mükâfatı ve azabı v.s. görmekte ve kendisi için imtihanın sırrı bozulmaktadır. Dolayısıyla bu dünyaya tekrar dönmesinin hiçbir manası yoktur. Ve madem manası yoktur, o hâlde dönüşüne elbette izin verilmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de ölüm ve dirilişle ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin hiçbirinde ruhun başka bir insana veya başka bir mahluka geçtiğini gösteren bir ifade yoktur. Buna karşı tenasühü reddeden ayetler oldukça çoktur. Bizler, bu altı ayeti yeterli görüyor ve sizleri sıkmamak için daha fazla ayet-i kerimeyi delil getirmeye gerek duymuyoruz. Zira daha üç kapıyı daha çalacak ve tenasühü, ilk önce Efendimiz (s.a.v.)’e, sonra İslam âlimlerine ve daha sonra da akıl ve mantığa soracağız.
Bizler bu kapıyı kapatmadan önce, tenasühü reddeden diğer Kur’an ayetlerinin bir kısmını vereceğiz. Dileyenler bu ayetlerin tefsirlerini mütalaa ederek, tenasühün Kur’an’ın ruhundan ne kadar uzak olduğunu görebilirler.
Nisa 18, En’am 93, Secde 11, Münafikun 10-11, Mü’min 45-46, Mümtehine 13, Nisa 97 ve mükâfatın ve cezanın ölümden hemen sonra olduğunu beyan buyuran diğer bütün ayetler tenasühü reddetmektedir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
“Peygamber size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun!”(Haşr 7) ayetinin emriyle bir Müslüman, Efendimiz’in verdiğini almalı ve vermediğini almamalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın en büyük müfessiri ve bu dinin tebliğ edicisidir.
O hâlde bizler de Müslümanlar olarak, meselemiz olan tenasühü Peygamber Efendimiz’e götürmeli ve “alın!” diyorsa almalı; “almayın!” diyorsa da almamalıyız.
O halde şimdi biz tenasühü savunanlara soruyoruz: Bu konuda Peygamberimiz’den bir hadis veya küçücük bir söz nakledebiliyor musunuz?
Hayır, nakledemezler! Doğuyu, batıyı, kuzeyi ve güneyi arasalar, Peygamber Efendimiz’in bütün sözlerini teker teker araştırsalar tenasühe ait tek bir hadis bulamazlar. Eğer İslam’da tenasüh inancı olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bundan haber vermesi gerekirdi. Zira o zat bu dinin öğreticisi ve muallimidir, bizler bu dini onun hadislerinden öğreniyoruz. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) tenasühe ait tek bir söz söylememiş, mükâfat veya azabın hemen ölümden sonra başladığına ait ise yüzlerce hadis söyleyerek tenasühü reddetmiştir.
Acaba hiç mümkün müdür ki tenasüh caiz ve vaki olacak da, Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bilmeyecek ve bundan haber vermeyecek? Acaba bu konuda Peygamberimiz’den daha bilgili ve yetkili birisi olabilir mi?
Şurası da çok ilginçtir ki, din namına konuşanlar, konuştukları hususta Peygamber Efendimiz’in ne dediğini hiç umursamamakta ve sadece kendi vehimlerine göre konuşmaktadırlar. Din sadece vehimlere dayandırılabilir mi? Peygamberi aradan çıkartan bir anlayışla ne kadar isabet edilebilir? Eğer herkes vehmine göre hükmedecekse, o hâlde peygamberler niye gönderildi?
Sözün özü olarak deriz ki:Tenasüh İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Eğer öyle olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) bu inancı sahabesine ve ümmetine ders verirdi; diğer iman hakikatlerini ders verdiği gibi… Madem ders vermemiş ve bu konuda küçücük bir söz bile söylememiştir, o hâlde tenasüh inancı batıldır ve gayr-i İslami’dir.
İSLAM ÂLİMLERİ REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
İ. Azam Hazretleri her gün bir defa Kur’an’ı baştan sona okumuş, İ. Şafi Hazretleri bir günde iki defa Kur’an’ı hatmetmiş ve birçok hakiki âlim de üç veya yedi günde bir manasına nüfuz ederek Kur’an’ı okumuşlardır. Yine bu âlimler Peygamber Efendimiz’in on binlerce hadisini senetleriyle beraber ezberlemişlerdir.
Eğer Kur’an’da tenasüh olsaydı veya hadisler tenasühten haber verseydi, elbette bu zatların dürbün gibi gözünden kaçmayacaktı. Hâlbuki bu zatlar böyle bir şeyden haber vermemişler; bırakın haber vermeyi, bu fikrin batıl olduğunu ve buna inananların kâfir olacağını bildirmişlerdir.
Mesela, İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle der:Kalpleri hasta ve bilgileri az olan bazı kimseler, hatta kendilerini âlim olarak tanıtan bazı dinsizler tenasühe inanıyor. “Ruhlar olgunlaşmadan önce bir bedenden ayrılınca, başka bir bedene geçer. Kemale geldikten sonra insanlara gelmez, tenasüh yolu ile olgunlaşmış olurlar.”diyor ve tenasühle ilgili birçok hikâyeler uyduruyorlar. Tenasühe inanan dinden çıkar kâfir olur…
Yine Âlim İbni Hazm şöyle der: Tenasühe inananların kâfir oldukları hususunda icma vardır.
Berika ve Hadika isimli kitaplarda ve İslam’ın diğer bütün kaynaklarında, tenasühe inananların kâfir oldukları beyan buyrulmuştur. Rüştünü ispat etmiş ve ümmet tarafından kabul görmüş hiçbir âlim tenasühün mümkün olabileceğinden bahsetmemiş, hepsi ittifakla tenasühün küfür olduğunu haber vermiştir.
Acaba onların bu ittifakına ve sözlerine karşı, bu zamanın takva ve amel fakiri olan birkaç cahilin sözünün ne kıymeti olabilir? Ve onların sözünü nasıl hükümden düşürebilir?
AYET-İ KERiME
AKIL VE MANTIK REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
Şimdi maddeler hâlinde, akıl ve mantığın tenasühü reddettiğini ortaya koyalım:
1-Eğer tenasühü yaşayan, bin kişiden bir kişi bile olsa, dünya nüfusuna kıyasla tenasühün ne kadar sıklıkla görüleceği aşikârdır. Hâlbuki bunu iddia edenler bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu da tenasühün hakikat olmadığına bir delildir.
2-Tenasühe inanan kişiye soruyoruz: Öldükten sonra dirilme, beden ve ruh ile olacaktır. Azap veya lezzetler ikisinedir. Binlerce bedene girmiş bir ruh, hangi şahsiyetiyle haşrolacak ve hesaba çekilecektir?
3-Eğer “En son beden” diye cevap verilirse, o hâlde biz de deriz ki: Mesela on beden değiştirmiş olan ve ilk dokuz bedeninde zalim, son bedeninde ise salih olan bir ruh, salih olarak cennete girse; acaba ilk dokuz bedeninde zulmettiği mazlumların haklarının ondan alınmaması bir zulüm değil midir? Hâlbuki Allah-u Teâlâ zerre miktar zulmetmez.
4-Veya tam tersi olarak, bir ruh ilk dokuz bedeninde salih ve son beninde zalim olsa, eğer son bedene göre hesaba çekilerek cehenneme atılsa; ilk dokuz bedende yaptığı ibadet zayi mi olacak? Hâlbuki Allah-u Teâlâ: “Kazandığınız tastamam verilecektir.” buyuruyor.
Demek, haşrin hem beden ve hem ruh ile olması, tenasühü imkânsız kılmaktadır.
5-Malumdur ki, eşyanın zatî özellikleri ve vasıfları, mahiyetinden ayrılmaz; hiçbir nevin zatî hasseleri kendinden kopup başka bir neve geçmez. Mesela bir insan; ilim, itikat, zekâ vb. sıfatlarda başkasının aynı değildir. İmam Gazali’nin o nezih ruhu, diğer ruhlardan ayrıdır. Eğer tenasüh olsa idi, dünyaya birçok İmam Gazalilerin gelmesi gerekirdi. Hâlbuki tarih sayfası, İmam Gazali ve emsallerine rastlamamıştır. Bu da tenasühün vaki olmadığına bir delildir.
6-Eğer tenasüh ile ruhlar olgunlaşıyor ve kemale ermeyen her ruh bu seyahat ile kemale ulaşıyorsa, cehennem kimler için hazırlandı ve orada kimler azap görecek? Tenasühe inanmak, cehennemi inkâr etmek ile neticelenmez mi?
7-Tenasühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce, başka bedenlerle bu dünyaya gelmiş olsaydı, o bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Hâlbuki hiçbirimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz. Bu da tenasühün safsata olduğuna bir delildir.
8- Tenasüh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır. Bu durumda dünya nüfusunun statik olması ve nüfusta bir artışın olmaması gerekirdi. Hâlbuki realite bunun aksini göstermektedir.
9- Tenasüh iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve semavi kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz. Eğer ruhlar, kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelseydi, peygamberlerin gönderilmesine ve kitapların indirilmesine ihtiyaç kalmazdı. Zira Cenab-ı Hak onları, insanın terakki ve tekâmülünü temin ve beşerin bakışını ebedî hayata çevirmek için göndermiştir. Eğer tenasüh tek başına bu kemali sağlıyorsa, ne diye peygamberler gönderildi ve semavi kitaplar indirildi? Demek tenasüh, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi hakikatleriyle de tam bir çelişki içindedir.
10- Kur’an ve diğer semavi kitapların günahların tevbe ile affedileceğine dair olan beyanları, affedilebilmek için ruhların böyle ızdıraplı ve uzun seyahatlerini fuzuli ve manasız göstermektedir. Allah-u Teâlâ böyle bir seyahat olmaksızın bütün günahları bir anda sevaba çevirebilmektedir. Demek tenasüh, Allah’ın affının genişliği ile de çelişki içindedir.
11- Peygamberlere uyan kimseler arasında, ilk hayatları itibariyle çok kötü kimseler de bulunuyordu. Bu insanların uzun ve kirli bir geçmişten sonra, velileri geride bırakacak kadar mualla bir mevkiye bir anda yükselmeleri o kadar vakidir ki, aksine fikir beyan etmek âdeta imkânsızdır. Böyle, bir hamlede ve bir nefhada olgunluğun zirvesine yükselmek mümkün iken ve bu Allah’ın lütfuna daha yakışır iken, defalarca başka bedenlerle dünyaya gelmenin ne gibi bir manası olabilir?
Tenasühün saçmalığına dair daha birçok delilleri ortaya koyabiliriz. Ancak meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıktığından dolayı başka delillere ihtiyaç duymuyor ve bu uzun meseleyi burada keserek tenasüh hakkında merak edilen birkaç sorunun cevabına geçiyoruz:
SORULAR VE CEVAPLARI
1- “Kâfirler diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Artık çıkmaya bir yol var mı?”(Mü’min 11)ayetindeki “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmenin” tenasühe bir işareti var mıdır?
Asla yoktur! Zira eğer tenasühten bahsetseydi, “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmeden” değil; “onlarca defa öldürülüp onlarca defa diriltilmeden” bahsedilirdi. Zira tenasühe inananlara göre, ruh onlarca defa ölmekte ve onlarca defa dirilmektedir. Eğer mezkûr ayet-i kerime tenasühe işaret etseydi şöyle olurdu: “Ey Rabbimiz! Sen bizi onlarca defa öldürdün ve onlarca defa dirilttin…” Lakin böyle söylenmemiş ve sadece “iki defa ölümden” bahsedilmiştir. Demek ayetin tenasühle hiçbir ilgisi yoktur.
Ayette geçen “iki defa öldürülme” hakkında Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Katade, Dahhak ve Ebu Malik Hazretleri şöyle demiştir: Birinci ölüm, ruh üflenmeden önceki durumdur. İnsanların, atalarının sulbünde iken ölü olmaları kastedilmiştir. İkinci ölüm ise, bu dünyaya geldikten sonra ölmeleridir.
Bu ayet şu ayete benzer: “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki siz ölüler idiniz, o sizi diriltti. Sonra öldürecek ve sonra tekrar diriltecektir. Nihayet ona döndürüleceksiniz.” (Bakara 28)
Bu ayetteki:
·“Ölüler idiniz.” ifadesiyle ataların sulbündeki hâle dikkat çekilmiş,
·“O sizi diriltti.” ifadesiyle hayat bulup bu dünyaya gelmek kastedilmiş,
·“Sonra öldürülmek” ifadesiyle dünyadaki ölümümüz murad edilmiş,
·“Sonra diriltilmek” ifadesiyle kabirde diriltilmek kastedilmiş,
·“Sonra ona döndürülürsünüz.” ifadesiyle de kabirlerden çıkıp mahşer meydanına çıkışımız kastedilmiştir.
Sözün özü: Ayetin tenasüh ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ayetler kabir hayatından ve berzah âleminden haber vermektedirler.
2- Bazı evliya kıssalarında veli zatların ruhlarının insan şekline büründüğü anlatılmaktadır. Bu tenasühe benzemiyor mu?
Cevap:Asla benzemiyor! Evet, Allah-u Teâlâ bazı dostlarının ruhlarını insan şeklinde temessül ettirmiş ve onlar insan gibi görünmüştür. Ancak bu bir temessüldür, yoksa o mübarek ruhlar başka bedenlere girmiş değildir. Melekler ve cinler de insan şekline girip birçok şeyler yapabiliyorlar, hatta şeytanın dahi insan şekline girip gözüktüğü hususunda birçok kıssa-ı nebevi vardır. Ancak bunların hiçbiri tenasüh değildir. Evliyanın ruhlarının da insan suretinde görünmesi bunlar gibidir. Tenasüh ile hiçbir ilgisi yoktur, kişinin aynadaki aksine benzeyen bir temessüldür.
3- Bazı yeni doğan çocuklar eski hayatlarından bahsediyorlar. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Cevap:Hadis-i şerifler ile sabittir ki, cinler insanın içine girebilir ve insanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, cinlerin bu söz ve hareketinden hiçbir haberi olmaz. Cinlerin bu oyunu sebebiyle, dünyanın bazı yerlerinde konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka bir insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Cinlerin insan üzerindeki tesirini bilmeyen cahiller bunu tenasüh sanmış ve cin ve şeytanların oyuncağı olmuştur.
Demek mesele, cinlerin insanın vücuduna girerek his ve hareket sinirlerine tesir etmesi ve bu tesirin neticesiyle de hareket ve sesin meydana gelmesidir.
4-Bazen insan bir olayı daha önce yaşadığını hissediyor. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Buna “Dejavü” denilmektedir. Dejavü, hâlihazırda yaşanılan bir olayı, daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusudur.
Bu, beynin yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü veya ses gibi herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamasından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi, bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabilir.
Bu hisse kapılmanın bir sebebi de şudur;
Uyku halinde insanın maddi alemle ilişkisi ve münasebeti kesildiği için, sair latife ve duygular gaybi alemle ile irtibata geçiyor. Uyku vasıtası ile maddi aleme kapanan pencereler, manevi ve misali alemlere açılıyor. Ruh da bu açılan pencerelerden o alemleri seyir ve mütalaa ediyor. Bazen Levh-i Mahfuz’un cilveleri, bazen de kader mektuplarının numuneleri ile karşılaşıyor.
Daha sonra rüyada iken gördüğü bir hadiseyi maddi alemde gördüğünde ben bunu daha önce yaşamıştım ve görmüştüm hissine kapılıyor. Onun bu hisse kapılmasına sebep olan şey ise bunu rüyada iken gördüğünü hatırlayamamasıdır.
Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından da kaynaklanabilir. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf, bu olayın daha önce yaşanmış olduğu duygusuna kapılır. Bu durum sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan kaynaklanır.
Dejavünün zıttına “Jamevü” denilir ki, bu durumda insanlar tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebilirler.
Bütün bunlar beynin fonksiyonlarıyla alakadar olup asla tenasüh ile bir ilgisi yoktur.
“Tenasüh saçmalığı” isimli eserimiz burada tamamlandı. Başta dediğimiz gibi, mesele sadece tenasühün batıllığını ortaya koymak değildi; mesele aynı zamanda, bu meseleyi savunanların ne derece İslam ve Kur’an’dan uzak olduğunu ispat ederek onların şerrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmekti.
NOT
Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’i onların şerrinden muhafaza etsin ve razı olacağı imana bizleri vasıl eylesin! Âmin!