MURATS44
Özel Üye
Îman; Allâh'a samîmî bir muhabbetle bağlılıktır. Mü'minin Allâh'a vuslat yolunda en büyük sermâyesi
muhabbetidir. Fakat davranışlara intikal etmeyip sözde kalan bir muhabbet
tek başına kâfî değildir. Muhabbetin kâmil neticesi
edebe riâyetle elde edilebilir.
Edep ise
rûha ferahlık veren bir gül kokusu gibidir. O kokunun
mü'minin gönül dokusuna güzelce nüfûz etmesi ve hayatının her safhasında hissedilmesi îcâb eder. Ne zaman ki davranışların hâkim vasfı edep
nezâket ve zarâfet hâline gelir
bu aynı zamanda îmânın kemâlinin de tescîli demektir. Zîrâ Hak dostu Mevlânâ'nın ifâdesiyle:
"Aklım
kalbime; «Îmân nedir?» diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek dedi ki: «Îmân
edepten ibârettir!»"
Dolayısıyla Hak dostu kâmil mü'minlerin her hâl ve davranışı
bir edep ve nezâket tâlimidir. Rabbimiz de Kur'ân-ı Kerîm'de bildirdiği ölçülerle bizleri kulluk edebine dâvet etmektedir.
Edep kâidelerine tâbî kılınması gereken beşerî davranışlarımızın başında "konuşma" gelir. Konuşma
kişinin aklî ve kalbî seviyesini
îmânî ve ahlâkî durumunu gösteren mücellâ bir ayna gibidir. Nitekim büyükler; "İnsan
dilinin altında gizlidir." demişlerdir. Dolayısıyla
ince ruhlu ve zarif bir mü'minin konuşması da nâzik ve edepli olur. Şu hâdise
buna ne güzel bir misaldir:
Kubâs bin Üşeym -radıyallâhu anh-:
"-Ben ve Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-
Fil Senesi'nde doğduk." der. Osman bin Affân -radıyallâhu anh- ona:
"-Sen mi daha büyüksün
yoksa Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mi?" diye sorar. O mübârek sahâbî
şu edep numûnesi karşılığı verir:
"-Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-
benden çok çok ve târife sığmaz derecede büyüktür. Doğumda ise ben O'ndan daha eskiyim..." (Tirmizî
Menâkıb
2/3619)
İşte örnek nesildeki rûh inceliğinin lisâna aksetmiş hâli... Düşünmek îcâb eder ki
bu kadar nâzik
zarif ve ince bir lisan kullanmayı telkin eden gönül hassâsiyeti; hangi terbiyenin
hangi eğitimin mahsûlüdür?..
Kâinâtta bütün varlıklar kendi dillerince Hakk'ı zikir ve tesbîh ile meşgul olurlar. Mahlûkât içinde lisânın en gelişmiş şekli ise
insan nesline lutfedilmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Rahmân
Kur'ân'ı öğretti
insanı yarattı
ona beyânı öğretti."(er-Rahmân
1-4) buyrulur.
Rabb'imizin biz kullarına Kur'ân'ı öğrettiğini ve hemen akabinden de beyan kâbiliyeti
yâni konuşma
îzah ve ifâde istîdâdı bahşettiğini bildirmesinde
üzerinde düşünülmesi gereken nice hikmetler vardır. En başta Rabbimiz
biz kullarından
insanlar arası münâsebetlerde Kur'ân ölçüleriyle terbiye edilerek şekillendirilmiş bir konuşma üslûbu istemektedir.
Öte yandan Kur'ân-ı Kerîm'in en mühim vasıflarından biri de
fesâhat ve belâgati
yâni eşsiz edebî kıymetidir. Her fânî eser birkaç kez okununca bıkkınlık verir. Kur'ân ise
okundukça lezzeti artar. Âyet-i kerîmede buyrulur:
"Allah sözün en güzelini
birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi..." (ez-Zümer
23)
Nitekim edebiyat fuarlarında birinci gelen söz üstâdı Arap şâirler
Kur'ân âyetlerinin eşsiz fesâhat ve belâgat kudretini gördüklerinde
Kâbe'nin duvarlarına asılmış olan şiirlerini indirmek mecbûriyetinde kalmışlardır.
Dolayısıyla kelâmî bir mûcize olan Kur'ân'a muhâtap kılınan mü'minlerin
onun ahlâkıyla ahlâklanması ve onun kelâmî güzelliklerine de yaklaşmaya gayret etmesi lâzımdır. Yâni en mükemmel ifâde kudretine mâkes olan Kur'ân-ı Kerîm
bizden de pırlanta ifâdeler ister. Maksadı güzel ve tesirli bir şekilde ifâde edebilmek için
berrak bir su gibi akıcı ve rûha huzur veren
düzgün bir lisan şarttır. Zîrâ İslâm'ın güzellik
nezâket ve zarâfeti
lisan güzelliği ile de sergilenmelidir.
Kur'ân'ın Rahmet Lisânına Âşinâ Olmak...
Kur'ân'ın hikmet ve sırları
bir okyanus gibi derindir. Lâkin herkes kendi kalbî derinliği nisbetinde ondan istifâde eder. Kişinin kalbî istiâbı bir terzi yüksüğü kadar küçükse
o uçsuz bucaksız deryâdan alabileceği nasip de o nisbette olacaktır. Avâm-havâs bütün mü'minler aynı rahle önünde diz çöküp Kur'ân okurlar
fakat herkes kendi kalbî seviyesi kadar hisse alır. Kur'ân'ın mânâları
kulun Hakk'a yakınlığı derecesinde açılır.
O hâlde kendimize sormalıyız: Bütün âlemleri yoktan var eden Yaratıcımız'ın bizlere gönderdiği mektup olan Kur'ân-ı Kerîm'e karşı merak ve alâkamız
fânîlerden gelen mektuplarla kıyaslanamayacak derecede yüksek bir seviyede mi? Onu ne kadar okuyup anlama ve hikmetine erebilme gayretindeyiz? Anlayamadıklarımızı bilenlere soruyor
onun muhtevâsıyla yeterince meşgûl oluyor muyuz?
İşte bu nevî suallere tatminkâr cevaplar verebildiğimiz zaman
Kur'ân'ın rahmet lisânına âşinâ olabiliriz.
Dünyevî maîşet ve apolet derdiyle bir beşer lisânını öğrenmek için gösterilen gayretleri düşünelim: Bilhassa günümüzde global bir dünyada yaşar olduk. Bu yüzden yabancı bir lisan öğrenmek için kurslara gidilip çok ciddî emekler veriliyor
büyük masraflar ediliyor. Hattâ ömrün bir kısmı
o lisanın konuşulduğu ülkelerde tüketiliyor. Hattâ bu iş
büyük bir ticârî sektör hâline de geldi.
Tabiî ki lisan öğrenmek güzel bir şeydir. Fakat bütün dillerin yaratıcısı ve sahibi Cenâb-ı Hakk'ın biz kullarından
insanlık şeref ve haysiyetini muhâfaza ederek yaşamamız için ilk başta öğrenmemizi murâd ettiği lisan
"Kur'ân Lisânı"dır. Bu ise kuru kuruya bir Arapça öğrenmek değil
Kur'ân'ın rahmet lisânıyla konuşabilmeyi öğrenmektir. Bunun da yolu; önce Kur'ânî îkazlara göre dilimizi düzeltip terbiye etmek
sonra da ilâhî telkinlerle onu güzelleştirmekten geçer.
Günümüzde insanî münâsebetlerde yaşanan pek çok sıkıntı
lisânın yanlış kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Zîrâ dil
hayrın anahtarı olabileceği gibi
doğru kullanılmadığında şerre de anahtar olabilir. Bunun için dilimizin kalplere batan bir diken olmamasına çok dikkat etmemiz îcâb eder. Nitekim ecdâdımız; "Kılıç yarası onulur
dil yarası onulmaz." demişlerdir.
Dolayısıyla konuşmadan önce düşünmek
sözün varacağı noktayı iyi hesab etmek gerekir. Konuşmak
eline bir taş alıp atmak gibidir. O taşın nereye düşeceğine dikkat etmelidir. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da bu hakîkate işâretle:
"...Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma!.." buyurmuşlardır.(İbn-i Mâce
Zühd
15)
Söylenmiş bir söz
yaydan çıkmış bir ok gibidir; bir daha geri dönmesi mümkün değildir. İnsan
söylemeden önce sözünün hâkimi iken
söyledikten sonra onun mahkûmu olur. Söylenmemiş bir sözü her zaman söyleme imkânı vardır. Fakat söylenen bir sözü de dâimâ müdâfaa etmek veya hesâbını vermek gerekir.
Kâmil mü'minler
evvelâ söyleyecekleri sözün fayda verip vermeyeceğine dikkat eder
kendilerine veya muhâtaplarına zarar verecekse sükûtu tercih ederler. Ayrıca
hangi sözü hangi seviyede ve nasıl söyleyeceklerine de îtinâ gösterirler. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ne güzel söyler:
"Ne söylediğini
kime söylediğini ve ne zaman söylediğini iyi düşün!"
Mü'min
firâset sahibi olmalı
muhâtabına göre konuşma üslûbunu ayarlamalıdır. Zîrâ bir kimseyi sevindiren bir davranış
bir başkasını üzebilir. Dolayısıyla muhâtabının psikolojik durumunu tespit edebilmek ve iki üç merhale sonrasını düşünerek söz söylemek gerekir. Yâni en sonda söylenecek bir sözü en başta söylememek îcâb eder. İnsanlar da dâimâ böyle firâset sâhibi kimselerin nasihat ve beyanlarına hayrân olur ve îtimâd ederler.
Bunun içindir ki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanlara ilgi duyacakları konulardan yaklaşır ve muhâtabının idrak seviyesine göre konuşma üslûbunu ayarlardı. Bir bedevîye onun anlayabileceği temel esasları tebliğ eder
yüksek istîdatlı sahâbîlerine ise havâs seviyesindeki sır ve hikmetleri de naklederdi. Nitekim Peygamber Efendimiz'in Hazret-i Ebû Bekir ile husûsî bir sohbetine şâhid olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-büyük ilim ve irfânına rağmen:
"-Ben onların yanında sanki Arapça bilmeyen biri gibi kaldım. Sözlerinden bir şey anlayamadım." buyurmuştur.
İşte böyle yüksek hakîkatlerin sığ idrakler tarafından yanlış anlaşılmasına mahal vermemek içindir ki Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
"Ey İbn-i Abbâs! İnsanlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme. Zîrâ böyle yapman
fitneye düşmelerine sebep olur." buyurmuştur. (Deylemî
V
359)
Hazret-i Mevlânâ da âdeta bu hadîs-i şerîfin şerhi mâhiyetinde:
"Körler çarşısında ayna satma
sağırlar çarşısında gazel atma!" diye nasihat etmiştir.
Birgün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devesinin üzerinde
arkadaşları da O'nun önünde gidiyorlardı. Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-:
"-Ey Allâh'ın Elçisi! Siz'i rahatsız etmeyeceksem
yanınıza yaklaşmama izin verir misiniz?" diye sordu. Peygamber Efendimiz izin verince Hazret-i Muâz:
"-Canım Sana fedâ olsun
yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Mevlâ'dan niyâzım
bizim emânetimizi Sen'den önce almasıdır. Allah göstermesin ama
Sen bizden önce vefât edersen
Sen'den sonra hangi ibâdetleri yapalım?" diye sordu.
Hazret-i Peygamber bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muâz:
"-Allah yolunda cihâd mı edelim?" diye sordu. Peygamber Efendimiz:
"-Allah yolunda cihâd güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır." buyurdu.
"-Yâni oruç tutmak
zekât vermek mi?"
"-Oruç tutmak
zekât vermek de güzeldir."
Muâz -radıyallâhu anh-
bu minvâl üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her defâsında:
"-İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır." buyuruyordu. Hazret-i Muâz:
"-Anam
babam Sana kurban olsun
insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?" diye sorunca Peygamber Efendimiz ağzını gösterdi ve:
"-Hayır konuşmayacaksa susmak." buyurdu.
Muâz -radıyallâhu anh-:
"-Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?" diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-
Muâz'ın dizine hafifçe vurarak ona şunları söyledi:
"-Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen
dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh'a ve âhiret gününe inanıyorsa
ya hayırlı söz söylesin veya sussun
zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzûra kavuşunuz."(Hâkim
IV
319/7774)
Dolayısıyla mü'min
söylemiş olduğu sözlerin ilâhî kameralar tarafından kaydedildiğini aslâ unutmamalıdır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:
"İnsan hiçbir söz söylemez ki
yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (Kâf
18)
Bu dünyada her sözümüzden dolayı hesaba çekilmesek bile
âhirette mutlaka hesaba çekileceğiz. Bu yüzden ağzımıza giren lokmalar kadar ağzımızdan çıkan sözlere de ciddiyetle dikkat etmemiz şarttır. Yine bu hikmete binâendir ki
Kur'ân-ı Kerîm'de
söz söyleme âdâbına
yâni nasıl konuşulup nasıl konuşulmayacağı husûsuna büyük ehemmiyet verilmektedir.
Kur'ân
Bizden Nasıl Bir Konuşma Üslûbu İstiyor?
Kur'ân-ı Kerîm
bizleri evvelâ güzel ve düzgün ifâdeler kullanmaya dâvet ediyor. İnsanlara "kavl-i hasen"1
yâni en güzel sözü söylemeyi emrediyor.
Anne-babaya karşı "öf" bile deme
onlara; • (kavlen kerîmâ)2
yâni ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle
buyuruyor.Fakir-fukarâya
muhtaç ve mahrumlara verecek bir şey bulamıyorsan
hiç olmazsa onlara karşı
• (kavlen meysûrâ)3
yâni gönül alıcı
rûhu dinlendirici
tesellî edici bir söz söyle
buyuruyor.
Başa kakmak ve gönül incitmek sûretiyle ecri zâyi edilen bir sadakadansa • (kavlün ma'rûfun)4
yâni tatlı bir söz daha hayırlıdır
buyuruyor.
Kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere
yakın akrabâya
yoksullara karşı yine •(kavlen ma'rûfâ)5
yâni güzel söz ve tatlı dille konuş
buyuruyor.
Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmete
fitneye veya yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için yine • (kavlen ma'rûfâ)6
yâni yerinde ve uygun bir söz söyleyin
buyuruyor.
Zâlimlerin kalbini yumuşatmak için •(kavlen leyyinâ)7
yâni yumuşak söz söyleyin
buyuruyor. Tebliğde sert ve haşin hitapların
menfî bir tesir hâsıl edeceğini telkîn ediyor. Bu yüzden tatlı dille
güler yüzle
nefret ettirmeden
bilâkis müjdeleyen ve muhabbeti artıran bir üslûb ile konuşmayı öğütlüyor.
Yine tebliğ esnâsında •(kavlen belîgâ)8
yâni gönüllere işleyecek tesirli ve belîğ bir söz söyleyin
buyuruyor. Böylece sözümüzün tesirli olabilmesi ve gönüllere ulaşabilmesi için kalpten gelmesi gerektiğini
aksi hâlde sırf dilden çıkan ifâdelerin bir kulaktan girip diğerinden çıkacağını telkîn ediyor. Tıpkı kaldırım kenarlarında açan çiçekler gibi
gönülden gelmeyen sözlerin de tesir bakımından gayet kısa ömürlü olacağını ihtâr ediyor.
Ayrıca tebliğ veya irşâdın sıradan sözlerle değil; belîğ
yâni rûha tesir edecek
güzel
hikmetli
edebî ve titizlikle seçilmiş özlü ifâdelerle yapılması da ilâhî emirler cümlesindendir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
"(Rasûlüm!) Sen
Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et!.." (en-Nahl
125)
Ruhlar hikmete meclûbdur. Hikmetli söz
rûhun gıdâsıdır. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyurur ki:
"Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zîrâ bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur."
Yâni mü'minin dili
ilâhî hakikatlerin bediî ve rûhânî güzelliklerini sergileyen bir hikmet pınarı olmalıdır.
Yine Kur'ân-ı Kerîm
kendimiz için doğruluk
adâlet ve hakkâniyetle muâmele görmek istiyorsak
işlerimizin ve hâllerimizin düzelip Allâh'ın bizi affetmesini diliyorsak
bizim de her hususta doğru
samîmî
âdil ve hak-şinas olmamızı emrederek • (kavlen sedîdâ)9
yâni doğru söz söyleyin
buyuruyor.
Nitekim doğru sözlü olmak ve hiç kimseyi aslâ aldatmamak
müslümanlığımızın olmazsa olmaz bir şartıdır. Müslüman
acı da olsa
kendi aleyhine bile olsa doğruyu söyler. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şakalarında bile hakîkat dışı bir ifâde kullanmamışlardır. Zîrâ O'nun doğruluk şuuru öyle bir kalbî rikkat hâline gelmişti ki
bir kadının çocuğunu çağırırken:
"-Gel bak sana ne vereceğim!" demesi üzerine hemen kadına
ona ne vereceğini sormuş
kadın da birkaç hurma vereceğini söyleyince:
"-Şâyet ona bir şey vermeyecek olsaydın
sana bir yalan günâhı yazılırdı." buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud
Edeb
80/4991; Ahmed
III
447)
İşte hidâyet rehberimiz Kur'ân-ı Kerîm nice âyetiyle biz mü'minleri doğru
düzgün
münâsip
yumuşak ve tatlı ifâdelerle konuşmaya dâvet etmekte
bunların zıddı olan konuşmalardan da sakındırmaktadır.
Kur'ân'ın Men Ettiği Konuşmalar
Kur'ân-ı Kerîm
şirk ve küfür ehlinin hakîkat dışı ifâdelerinin
"vebâli çok büyük söz"10
"boş söz"11ve "tenâkuz dolu söz"12 olduğunu bildirir. Başta şirk
nifak ve küfür gibi Allâh'a karşı irtikâb edilenler olmak üzere her türlü "yalan söz"ü13 de şiddetle yasaklar. Bu cümleden olarak yalancı şâhitlik yapanlara Kur'ân'ın tehdîdi gerçekten pek büyüktür.
Cenâb-ı Hak
kötü sözlerin14 ve bununla birlikte çirkin davranışların -mazlumun hâkim önünde ifâde etmesi gibi istisnâlar hâriç- ulu-orta söylenip alâkalı-alâkasız herkese ifşâ edilmesini yasaklar. Zîrâ bâzı çirkinliklerin anlatılıp duyurulması
onların öğrenilip yaygınlaşmasına sebebiyet verir. Edepsizlik ve hayâsızlık türünden konuşmalar da böyledir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:
"Müstehcen konuşmak
münâfıklıktan bir bölümdür." (Tirmizî
Kitâbu'l-Birr ve's-Sıla
80)
Bir de kötü ifâdelerin dile yerleşmesinden sakınmak lâzımdır. Şu kıssa bunu ne güzel îzah eder:
Îsâ -aleyhisselâm- yolda bir domuza rastlar. Ona; "Selâmetle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar:
"-Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?" diye sorarlar. (O ise
domuz kelimesini telâffuz etmekten ve o hayvana hitapta bile kaba bir ifâde kullanmaktan sakındığını belirtmek üzere):
"-Ben
dilimi çirkin sözler söylemeye alıştırmaktan korkuyorum!" cevâbını verir. (Muvatta
Kelâm
4)
Lisanda gerekli gereksiz çokça tekrar olunan kelimelere "pelesenk" denir ki
bu bir konuşma zaafıdır. Hele böyle bir kelime yakışıksız veya kaba ifâdeli ise
bunun mahzûru çok daha büyüktür. Sâlih insanları incitip uzaklaştıracak bu kötü huy
mü'minlere yakışmaz. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
"Allah katında en kötü kimse
ağzının bozukluğundan dolayı insanların kendisiyle buluşmayı ve görüşmeyi terk ettiği kimsedir." buyrulur. (Buhârî
Edeb
48)
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- konuşma esnâsında kaba ve çirkin kelimelerin kullanılmasını istemez
aynı mânâyı ifâde eden farklı kelimeler varsa
edep ve nezâkete en uygun olanının kullanılmasını tavsiye ederdi.
İnsanları aldatmak için sözü allayıp pullamak
bir şeyi olduğundan farklı göstermek maksadıyla mübâlağalı ve yaldızlı lâflar15 kullanmak da Kur'ân'ın men ettiği bir konuşma tarzıdır. Mü'min
sözlerinin kolay anlaşılır olmasına dikkat etmelidir. Konuşmaktan maksadın
merâmını net bir şekilde ifâde etmek olduğunu unutmamalıdır. Tasannûya kaçmak
yâni gayr-i tabiî bir sûrette süslü sözlerle edebiyat yapmaya kalkışmak ve bilgiçlik taslamak
muhâtaplar nazarındaki îtimat ve îtibârı zedeler. Sadece konuşmuş olmak için böyle davranıldığı düşüncesini doğurur. Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-
bu tip konuşmaların ilâhî gadabı celbettiğini haber vermiş ve bir defâsında da şöyle buyurmuştur:
"Kim
insanların kalbini çelmek (kendine çekmek) için kelâmın (şatafatlı) kullanılışını öğrenir
(insanları bıktırırcasına) sözü gereğinden fazla uzatırsa
Allah kıyâmet günü ondan ne farz ne nâfile hiçbir ibâdetini kabûl etmez!" (Ebû Dâvûd
Edeb
86/5006)
Bu sebeple sözü fazla uzatmadan
kısa ve öz bir şekilde ifâde etmek gerekir. İfâdelerimiz berrak bir su gibi duru
sade
fakat akıcı olmalıdır. Zîrâ Hazret-i Mevlânâ'nın ifâdesiyle; "Uzun sözü
maksadını anlatamayan söyler." Lâfı uzatmak
dönüp dolaşıp aynı şeyi tekrarlamak
hem muhâtabı sıkar hem de onu anlayışsız yerine koymak olur. Buna edebiyatta "itnap" yâni sözde gevezelik denir.
Güzel konuşmak için
evvelâ dinlemeyi öğrenmek de şarttır. Cenâb-ı Hak
çok dinleyip az konuşması için insana iki kulak
bir dil bahşetmiştir. Çok konuşmak
insanı gözden düşürür. Bir de içi boş tartışmalarla uzun uzadıya konuşup vakit isrâfından sakınmalıdır.
İmam Evzâî (v. 157) der ki:
"Allah
bir topluluğa şer murâd ederse
onlara gereksiz yere cedel (tartışma) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar."
Bu yüzden gereksiz çekişmeler ve boş lâkırdılar da konuşmanın israfı cümlesindendir. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- buyururlar ki:
"İnsanoğlunun konuşmaları lehine değil
aleyhinedir. Ancak iyiliği emretmek veya kötülükten men etmek için yaptığı konuşmalar bunun dışındadır." (İbn-i Mâce
Fiten
64)
"Yâ Hafsa! Çok konuşmaktan sakın. Söylenen şey zikrullâh olmadıkça kalbi öldürür. Fakat Allâh'ı çokça zikret. İşte bu
kalbi diriltir." (Ali el-Müttakî
no: 1896)
"...Hayırlı şeyler konuşmak
sükûttan daha iyidir; sükût da kötü şeyler konuşmaktan daha iyidir." (Hâkim
III
343; Beyhâkî
Şuab
256/4993)
Dolayısıyla nerede
ne zaman ve ne kadar konuşacağını iyi ayarlamak gerekir. Şeyh Sâdî-i Şîrâzî ne güzel söyler:
"İki şey akıl hafifliğini gösterir: Söyleyecek yerde susmak
susacak yerde söylemek."
Ayrıca muhâtabın durumuna göre ses tonunu da nâzik bir şekilde ayarlamak îcâb eder. Çok yüksek ve bed bir sesle
kaba-saba konuşup kulak tırmalamak da
Kur'ân-ı Kerîm'in men ettiği konuşmalardandır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
"Yürüyüşünde tabiî ol
sesini alçalt. Unutma ki
seslerin en çirkini merkeplerin sesidir." (Lokman
19)
Nitekim bâzı sahâbîlerin
Peygamber Efendimiz'in huzûrunda yüksek sesle konuşmaları üzerine şu ilâhî ihtar gelmiştir:
"Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi
Peygamber'le yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir." (el-Hucurât
1-2)
Bu da büyüklerin ve hürmete şâyan kimselerin huzûrunda edeben sesi kısmak gerektiğini ifâde etmektedir.
Ayrıca dili; dedikodu
gıybet
iftirâ
sû-i zan gibi çirkinliklerle de kirletmemek îcâb eder. Bunlar
kalpteki fesâdı gösteren dilin âfetleridir.
Velhâsıl
Kur'ân ahlâkıyla ahlâklanmış bir mü'min
açılmış bir çiçek gibi güzelliğiyle
hoş râyihasıyla
rûhu okşamalıdır. Her sözü
rûha gıdâ olan pırlanta ifâdelerden müteşekkil olmalıdır. Sîmâsından tebessümü eksik etmemeli
tatlı diliyle rahmet tevzî etmelidir. Şahsiyeti ve davranışları itibâriyle "ahsen
ecmel ve ekmel" kıvâmında olmalıdır.
Ahsen
yâni her işi en güzel olmalı
etrafına dâimâ güzellik tevzî etmelidir.
Ecmel
yâni gönle huzur ve ferahlık verecek zarâfet ve letâfette olmalıdır.
Ekmel
yâni çok olgun
en mükemmel olmalıdır.
Böylesine ideal mü'minlerin her işi ve eseri
İslâm'ın güzelliğini
ihtişâmını
estetiğini
huzûrunu ve güleryüzünü aksettirir.
Hilye-i şerîfelerde nakledildiğine göre
Peygamber Efendimiz'in yüzünde nûr-i melâhat
sözlerinde selâset
hareketlerinde letâfet
lisânında talâkat
kelimelerinde fesâhat
beyânında fevkalâde belâğat vardı. Konuşması son derece tatlı ve gönül okşayıcı
kelimeleri ne fazla ne de eksik idi. Tane tane konuşur
her cümlesi
dinleyenler tarafından rahatça anlaşılırdı. Çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya sıralamazdı. Hâsılı O
insanların en fasih
veciz ve hikmetli konuşanı
en özlü söz söyleyeni ve merâmını en doğru şekilde ifâde edeni idi.
Ebû Kursâfe -radıyallâhu anh- şöyle der:
"Ben
annem ve teyzem
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e bey'at edip yanından ayrıldığımızda
annem ve teyzem bana:
«-Yavrucuğum
bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü O'ndan daha güzel
elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu.» dediler." (Heysemî
VIII
279-280)
Rabbimiz biz kullarını
Âlemlere Rahmet Efendimiz'in rahmet lisânına âşinâ kılsın! Kur'ân ahlâkıyla ahlâklanıp her hâl ve hareketimizi Kur'ân ölçüleriyle tanzîm edebilmemizi nasip ve müyesser eylesin!
Âmîn...
Edep ise
"Aklım
Dolayısıyla Hak dostu kâmil mü'minlerin her hâl ve davranışı
Edep kâidelerine tâbî kılınması gereken beşerî davranışlarımızın başında "konuşma" gelir. Konuşma
Kubâs bin Üşeym -radıyallâhu anh-:
"-Ben ve Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-
"-Sen mi daha büyüksün
"-Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-
İşte örnek nesildeki rûh inceliğinin lisâna aksetmiş hâli... Düşünmek îcâb eder ki
Kâinâtta bütün varlıklar kendi dillerince Hakk'ı zikir ve tesbîh ile meşgul olurlar. Mahlûkât içinde lisânın en gelişmiş şekli ise
"Rahmân
Rabb'imizin biz kullarına Kur'ân'ı öğrettiğini ve hemen akabinden de beyan kâbiliyeti
Öte yandan Kur'ân-ı Kerîm'in en mühim vasıflarından biri de
"Allah sözün en güzelini
Nitekim edebiyat fuarlarında birinci gelen söz üstâdı Arap şâirler
Dolayısıyla kelâmî bir mûcize olan Kur'ân'a muhâtap kılınan mü'minlerin
Kur'ân'ın Rahmet Lisânına Âşinâ Olmak...
Kur'ân'ın hikmet ve sırları
O hâlde kendimize sormalıyız: Bütün âlemleri yoktan var eden Yaratıcımız'ın bizlere gönderdiği mektup olan Kur'ân-ı Kerîm'e karşı merak ve alâkamız
İşte bu nevî suallere tatminkâr cevaplar verebildiğimiz zaman
Dünyevî maîşet ve apolet derdiyle bir beşer lisânını öğrenmek için gösterilen gayretleri düşünelim: Bilhassa günümüzde global bir dünyada yaşar olduk. Bu yüzden yabancı bir lisan öğrenmek için kurslara gidilip çok ciddî emekler veriliyor
Tabiî ki lisan öğrenmek güzel bir şeydir. Fakat bütün dillerin yaratıcısı ve sahibi Cenâb-ı Hakk'ın biz kullarından
Günümüzde insanî münâsebetlerde yaşanan pek çok sıkıntı
Dolayısıyla konuşmadan önce düşünmek
"...Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma!.." buyurmuşlardır.(İbn-i Mâce
Söylenmiş bir söz
Kâmil mü'minler
"Ne söylediğini
Mü'min
Bunun içindir ki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanlara ilgi duyacakları konulardan yaklaşır ve muhâtabının idrak seviyesine göre konuşma üslûbunu ayarlardı. Bir bedevîye onun anlayabileceği temel esasları tebliğ eder
"-Ben onların yanında sanki Arapça bilmeyen biri gibi kaldım. Sözlerinden bir şey anlayamadım." buyurmuştur.
İşte böyle yüksek hakîkatlerin sığ idrakler tarafından yanlış anlaşılmasına mahal vermemek içindir ki Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
"Ey İbn-i Abbâs! İnsanlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme. Zîrâ böyle yapman
Hazret-i Mevlânâ da âdeta bu hadîs-i şerîfin şerhi mâhiyetinde:
"Körler çarşısında ayna satma
Birgün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devesinin üzerinde
"-Ey Allâh'ın Elçisi! Siz'i rahatsız etmeyeceksem
"-Canım Sana fedâ olsun
Hazret-i Peygamber bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muâz:
"-Allah yolunda cihâd mı edelim?" diye sordu. Peygamber Efendimiz:
"-Allah yolunda cihâd güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır." buyurdu.
"-Yâni oruç tutmak
"-Oruç tutmak
Muâz -radıyallâhu anh-
"-İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır." buyuruyordu. Hazret-i Muâz:
"-Anam
"-Hayır konuşmayacaksa susmak." buyurdu.
Muâz -radıyallâhu anh-:
"-Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?" diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-
"-Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen
Dolayısıyla mü'min
"İnsan hiçbir söz söylemez ki
Bu dünyada her sözümüzden dolayı hesaba çekilmesek bile
Kur'ân
Kur'ân-ı Kerîm
Anne-babaya karşı "öf" bile deme
Başa kakmak ve gönül incitmek sûretiyle ecri zâyi edilen bir sadakadansa • (kavlün ma'rûfun)4
Kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere
Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmete
Zâlimlerin kalbini yumuşatmak için •(kavlen leyyinâ)7
Yine tebliğ esnâsında •(kavlen belîgâ)8
Ayrıca tebliğ veya irşâdın sıradan sözlerle değil; belîğ
"(Rasûlüm!) Sen
Ruhlar hikmete meclûbdur. Hikmetli söz
"Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zîrâ bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur."
Yâni mü'minin dili
Yine Kur'ân-ı Kerîm
Nitekim doğru sözlü olmak ve hiç kimseyi aslâ aldatmamak
"-Gel bak sana ne vereceğim!" demesi üzerine hemen kadına
"-Şâyet ona bir şey vermeyecek olsaydın
İşte hidâyet rehberimiz Kur'ân-ı Kerîm nice âyetiyle biz mü'minleri doğru
Kur'ân'ın Men Ettiği Konuşmalar
Kur'ân-ı Kerîm
Cenâb-ı Hak
"Müstehcen konuşmak
Bir de kötü ifâdelerin dile yerleşmesinden sakınmak lâzımdır. Şu kıssa bunu ne güzel îzah eder:
Îsâ -aleyhisselâm- yolda bir domuza rastlar. Ona; "Selâmetle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar:
"-Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?" diye sorarlar. (O ise
"-Ben
Lisanda gerekli gereksiz çokça tekrar olunan kelimelere "pelesenk" denir ki
"Allah katında en kötü kimse
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- konuşma esnâsında kaba ve çirkin kelimelerin kullanılmasını istemez
İnsanları aldatmak için sözü allayıp pullamak
"Kim
Bu sebeple sözü fazla uzatmadan
Güzel konuşmak için
İmam Evzâî (v. 157) der ki:
"Allah
Bu yüzden gereksiz çekişmeler ve boş lâkırdılar da konuşmanın israfı cümlesindendir. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- buyururlar ki:
"İnsanoğlunun konuşmaları lehine değil
"Yâ Hafsa! Çok konuşmaktan sakın. Söylenen şey zikrullâh olmadıkça kalbi öldürür. Fakat Allâh'ı çokça zikret. İşte bu
"...Hayırlı şeyler konuşmak
Dolayısıyla nerede
"İki şey akıl hafifliğini gösterir: Söyleyecek yerde susmak
Ayrıca muhâtabın durumuna göre ses tonunu da nâzik bir şekilde ayarlamak îcâb eder. Çok yüksek ve bed bir sesle
Kur'ân-ı Kerîm'in men ettiği konuşmalardandır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
"Yürüyüşünde tabiî ol
Nitekim bâzı sahâbîlerin
"Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi
Bu da büyüklerin ve hürmete şâyan kimselerin huzûrunda edeben sesi kısmak gerektiğini ifâde etmektedir.
Ayrıca dili; dedikodu
Velhâsıl
Ahsen
Ecmel
Ekmel
Böylesine ideal mü'minlerin her işi ve eseri
Hilye-i şerîfelerde nakledildiğine göre
Ebû Kursâfe -radıyallâhu anh- şöyle der:
"Ben
«-Yavrucuğum
Rabbimiz biz kullarını
Âmîn...