Dr. Joseph Mengele / The Angel of the Death
4 gündür aç, susuz, banyo yapmadan hatta temiz hava bile göremeyen, yük trenleriyle tıklım tıklım taşınan onlarca insan, Auschwitz’in ortasındaki istasyona ulaşmıştı. Savaş boyunca Nazilerin yahudi ırkını kurutma kampanyasından hayatta kalmayı başarmış son yahudi topluluk olan Macaristan yahudileri yeni kurbanlardı. Burası, yani Auschwitz, Polonya´nın güneydoğusunda bulunan Yahudi sorununun en verimli çözüldügü noktaydı.
SS askerleri mahkumları rampadan aşağı doğru sürüyordu, onları yönetense oradaki delilik, eziyet ve ölümün içinde tamamen aykırı duran bir SS subayıydı. Yakışıklı bir yüzü ve nazik bir gülümsemesi vardı, kusursuz dikilimiş üniforması, özenle temizlenmiş ve ütülenmişti. Elinde bir kırbaç vardı ama onunla insanlara vuracak yere, sadece yön gösteriyordu, sağa veya sola doğru. Mahkumlar farkında bile olmadan bu yapılı askerin zararsız hareketi ile seçiliyordu…
Hala çalışabilecek olanlar ile halsiz düşmüş olup, hemen gaz odası veya fırınlara gönderilecekler ayrılıyordu. Sağa gidenler, yaklaşık % 10-30 arası, şimdilik yaşamaya devam edecekti, sola giden geri kalan % 70-90 herhangi bir yargılama veya mahkeme olmadan, sadece bir şöyle bir bakışla ölüme mahkum edilmişti.
Bu kararı veren, ordaki bütün mahkumların kaderine karar veren bu kişi Dr. Josef Mengele´idi yani Ölüm Meleği.
AİLESİ
Josef, Karl ve Walburga Mengele´nin 3 oğlundan en büyüğüydü. Gunzburg adlı bir bavyera köyünde yaşıyorlardı. Karl tarım makineleri yapan yerel fabrikalarını işletiyordu. Walburga ise evi olduğu gibi oğullarını ( Josef, Alois ve Karl Jr.) da sertlik, saygı ve disiplinle yönetiyordu. Tutucu bir katolikti ve aynısını oğullarından da bekliyordu. Aynı sert tavrı ve soğukluğu eşiyle olan ilişkilerinde de gösteriyordu. Mengele babasını soğuk, uzak ve sadece işiyle ilgilenen bi adam olarak tarif eder, Walburga´yı ise sevmesini bilmeyen bir insan olarak. Oğlunu disiplinli, saygılı bir insan olarak yetiştirmeye çalışırken kullandığı soğukkanlı yöntemler, oğlunda kan ve cinayet için bir önhazırlık oluşturmuş olabilir.
Ne kadar sevgi ve şefkat görmemiş olsa da, Gunzburg´da nazik ve güleryüzlü bir çocuk olarak tanınırdı. Çalışkan, iyi yetiştirilmiş; dersleri çok iyi olmasa da örnek bir öğrenci sayılırdı, özellikle dakikliği ve davranışlarıyla, normalde sert olan öğretmenlerinden bolca övgü alırdı. Mengele kendine güveni, büyüleyici ve rahat konuşmasıyla köyün kızları arasında aranılır hale gelmişti. Kusursuz şekillendirilmiş koyu saçları, gözlerindeki kaygısız ışık ve etkileyici gülüşü, ve buna eklenen olağanüstü terbiyesi ona Kennedyvari bir karizma kazandırıyordu. Giyimine özen göstermeye de erken yaşta başlamıştı, özel dikilimiş takım elbisesinin yanında, taktığı beyaz eldivenler de onun simgesi haline gelmişti. Auschwitzden canlı çıkmayı başaranların dediğine göre onu diğer doktorlardan, beyaz eldivenleri sayesinde ayırıyorlardı. Babası büyük oğlunun yanında muhasebeci olarak fabrikada çalışmasını istiyordu, ama o köyden ayrılıp bilim ve antropoloji okumak istiyordu.
GENÇ NAZİNİN GELİŞİMİ
1930: Gunzburg´u terkedip Münih´e geldi ve burda üniversitede Tıp ve Felsefe okumaya başladı. Naziler bu dönemde Münih´i ana merkez olarak kullanıyorlardı ve güçlenmeye başlamışlardı, mecliste 2. büyük gruptular. Mengele bu döneme kadar politikadan uzak kalmıştı. Hayatın zevkini çıkarma peşindeydi ve tek azimli olduğu konu antropoloji ve akademiydi.
” Yetiştirme olarak milliyetçi bir görüşteydim, herhangi bir gruba bağlı değildim. Ama uzun süre ülkemize yapılan bu Marxist-Bolşchewik saldırı karşısında kayıtsız kalamazdım. Bu basit politik düşünce hayatımda en önemli etken oldu.” diyordu Mengele.
1931 : Vakit kaybetmeden Stahlhelm adlı milliyetçi örgüte üye oldu, henüz birleşmemişlerdi ama Naziler ile aynı politik görüşe sahiptiler. Tıp, yani insanları iyileştirme onun için ikinci plana düşmüştü. “Eugenics” yani “Soy geliştirme bilimi” ön plana geçmişti, insan genetiğini çözecek anahtarı, şekil bozuklukları ve kusurların kaynağını bulmak istiyordu. Bu dönemde önde gelen Alman Akademisyen ve tip uzmanları “değersiz hayat” görüşünü ortaya atmışlardı. Bazı insanların daha aşağı yaratılışta olduğuna ve yaşamayı haketmediklerine inanıyorlardı. Mengele de bu tarihten itibaren kendini ve araştırmalarını geliştirmeye başladı, akademik araştırmacı olarak ün ve saygı kazanmak istiyordu, aynı zamanda da Alman ırkını geliştirmek amacındaydı.
1933 :Mengele soğukkanlı bir canavar olduysa Dr. Ernst Rudin´ın etkisi büyüktü, sadece bazı hayatların değersiz olmasıyla yetinmiyor, topluluğun arınması için bu hayatların doktorlar tarafından yok edilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu düşünceler Hitler´in dikkatini çekmişti ve 1933´de başa geçtikten sonra meclisten geçen “Kalıtım-sağlığının korunması yasasının temelini oluşturmuştu. Bu Sosyal-Darwinist-Nazi şu hataları taşıyan insanların Alman ırkını kirletmemek ve arındırmak için kısırlaştırılması gerektiğine inanıyordu : Zihin geriliği, Şizofreni, Manikdepresif, Epilepsi, Kalıtımsal körlük ve sağırlık, Vücut deformasyonları, Hungtington hastalığı ve Alkolizm.
1934 : Hitler Stahlhelm örgütünü SA´ya kattı ve böylece Mengele otomatikman bir üye haline geldi. Ama böbreklerinin rahatsızlanması sonucu, organizasyondan ayrılmak zorunda kaldı ve kendini tamamen araştırmalarına verdi.
1935 : “4 ırkın üzerinde alt çenenin morpholojik araştırması” adlı çalışmasıyla Ph.D. ünvanı aldı. Bu araştırmada ırksal grupların çene yapısıyla ayırd edilebileceğini savunuyordu, hatta yahudilerin çene veya burun yapısından ayırd edilebileceğini söyleyen önde giden Alman bilim adamlarından da destek gördü.
1937 : Kalıtım, biyoloji ve ırk saflığı hakkında araştırma yapması için 3.Dönem Krallığı Enstitüsüne Frankfurt Üniversitesine tayin oldu, burda ona örnek olan ve manevi babası olarak gördügü genetik biliminin önde gelen isimlerinden Othmar Freiherr von Verschür ile beraber çalışmaya başladı. Von Verschür, Hitleri “Irk-arılığının önemini anlayan ilk devlet adamı” olarak görüyordu. Mengele aynı zamanda resmi olarak partiye kaydolmuştu.
1938 : Üyelik başvurusunda bulundu ve koruma birliği adını alan ” Schutzstaffel ” yani SS´e kabul edildi. Bunlar Hitler´in Alman ırkını koruyan özel askerleriydi, saf Alman ırkını ve Nazi ideolojisini temsil ediyorlardı. Henüz 28 yaşında Nazi bürokrasisinde çok yükseklere gelmişti. Askeri alanda da ilk tecrübelerini bu yıl edindi, 3 ay eğitim gördü.
1939 : Savaş çıktı
1940 : Birliğe böbrek rahatsızlığı yüzünden daha yeni kabul edildi ama SS´in içindeki özel silahlı bölüme alındı, Hitler´ın en fanatiklerinin arasında olduğu birlik. Burda da dikkat çekmeyi başardı.
1941-42 : Cesaret ve arkadaşlarının hayatlarını kurtardığı için 2 madalya aldı ama yaralandığı için savaşa devam edemedi ve Berlin´deki ana-üsse atandı.
Aynı dönemde Berlin Üniversitesinde von Verschür de bazı araştırmalar yürütüyordu ve Hitler´yakın olduğu için “Son Çözüm” hakkında haberdardı. Tabii ki bütün Avrupaya yayılacak toplama kampları hakkında da bilgisi vardı, ve burda yapılabilecek “In Vivo” yanı canlı deneyler ve genetik araştırmalar için sabırsızlanıyordu.
1943 : Auschwitz´e tayin oldu.
AUSCHWITZ
Mengelenin burdaki görevi insan genetiği üzerinde araştırma yapmaktı. Von Verschür´ün meclisten 1943´te geçirdiği izin sayesinde finanse ediliyordu. Amacı genetiğin sırlarını çözmek ve daha düşük değerli gen yapısına sahip kişilerin insan ırkından ayrılmasını sağlayarak Süper-Alman-Irkı oluşturmaktı. Mengele kendini diğer doktorlardan ayrı tutuyordu. Zaten kamptaki cepheye gitmiş olan tek doktordu ve üniformasında madalyaları herzaman takılıydı. Ama onu ayıran tek nokta bu değildi, mesleğine düşkünlüğü de vardı.
Ayrıca ölüme karşı derin açlığını da geldiğinin ikinci günü gösterdi. Çingeneler arasında çıkmış olan bir tifo salgınının yayılmaması için 1000 kişiyi gözünü kırpmadan gaz odalarına gönderdi. Bundan şunu çıkartabiliriz : Çingenelerin “aşağı ırk” olduğunu düşünüyordu ve “hayatları değersiz”di. Üstelik kendi dış görünümünün klasik Alman normlarından sapması yani sarışın-mavi gözlü olmamasının, hatta tam tersine esmer olmasının acısını çıkartıyor gibiydi. 1000 masum kişiyi bu kadar kolay ölüme yollaması, kendi psikolojik acizliğini gösterir, yani dünyayı kendinde nefret ettiği şeylerden arındırma isteğini….
Sebep her ne ise Auschwitzde ölüm-kalım kararlarını veren en yetkili şahıs haline gelmişti, buna kampa yeni gelenlerin “seçim”inin yapılması da dahildi. Soğuk ve acımasız tavırlarını yerini kurduğu düzene karşı çıkanları paramparça eden bir öfkeye dönüşüyordu. Bazen soğuk ve uzak durur, bazen de zalim ve vahşi olurdu. Bazen de kaygısız ve etkileyici yanını hem kurbanlarına hem de iş arkadaşlarına karşı kullanırdı. Rampada insanlara cana yakın ve nazik davranıyordu ama dakikalar sonra gaz odasına yolluyordu. Sinema yıldızına benzer kendine güvenli ve otoriter tavırlarıyla kadınları cinsel açıdan etkiliyordu, ama daha sonra onları aşağılayarak, işkence ederek öldürüyordu. Bu dengesiz ve tahmin edilemez tavırları hem karşısındaki mahkumlara, hem de iş arkadaşlarına tüyleri ürperten bir korku salıyor ve onları kontrol altına almasını sağlıyordu.
Seçimi yapması ve sözünden çıkanları dövmesinin dışında, çok daha başka zalimlikleri de vardı, bunların arasında hala canlı olan çocukları parçalara ayırması, erkekleri ve çocukları uyuşturmadan kastre etmesi ve kadınların cinsel organlarına dirençlerini ölçmek için yüksek voltajda elektrik vermesi de vardı. Hatta bir seferinde polonyalı rahibeleri soyarak x-ışınları ile sterilize etmeye çalışmış ve onların vahşice yanmasını izlemiştir.
1981 de Batı-Alman Savcılığı Mengele hakkında 78 ayrı dava açmıştır. Bunların arasında kendi eliyle yaptığı veya emrindeki askerlere yaptırdığı, vücuda fenol, petrol, evipal ve kloroform şırınga edilmesi, kan dolaşımına veya kalbe hava enjekte edilmesi ve ölüm sayılabilir.
Zaten yeterince insanlık dışı olan seçim yöntemi yetmezmiş gibi, bir de cinsel açıdan onları aşağılıyordu. Her türlü bölümden kadınların önünden çırılçıplak geçmesini istiyordu, onları durdurup, cinsel hayatlarına dair en mahrem sırlarını soruyordu. Onlara yasaklanmış olan bu kadınlara karşı duyduğu cinsel isteği bu şekilde gizlemeye çalışıyordu.
Nazi yönetimine duyduğu derin bağlılığı ve bu uğurda yapmaya, işlemeye çekinmeyeceği cinayetleri ve suçları her fırsatta göstermek istiyordu. Onlara diğer mahkumları gaz odasına götürmede yardımcı olmasını sağlıyor, başka yahudilerin de görev alarak ölümden kurtulmayı istemesi üzerine bir yahudiyi diğer bir yahudiye, kendi tabancasıyla öldürtmekten çekinmiyordu. Kamp bir ara çok kalabalık olmaya başladığında dev çukurlar açtırıp, içlerine benzin döküp yaktıktan sonra, genç-yaşlı, kadın-çocuk demeden onlarca insanı içlerine atıp canlı canlı yakmıştı.
Auschwitz´den canlı çıkan bir mahkumun anlattığına göre, bir olayda gene böyle bir çukur açılmış ve çevreleri ateşe verilmişti. 10 tane kamyonla çocuklar getirilmiş, bunları doğruca alevlerin gittikçe daralttığı çukurların içlerine attırmıştı, dışarı tırmanmaya çalışanları bir subay sopayla tekrar içeri itiyordu. Hoess ( Auschwitz´ın kumandanı ) ve Mengele ise gayet memnun seyrediyorlardı….
Suçsuz binlerce kurbanlarına uyguladığı psikolojik ve bedensel işkencelerin sayısı ve büyüklüğü her ortaya çıkan yeni olayla gittikçe artıyor. Psychoanalist, Dr.Tobias Brocher düşüncelerine göre, acı vermekten değil, ölüm ve hayat arasında karar veren yetkili kişi olmaktan, bu güce sahip olmaktan zevk alıyordu.
MENGELE`NİN ARAŞTIRMALARI
Mengele ile beraber çalışmaya başlamadan önce Prof.von Verschür ikizler üzerinde araştırmalar yapıyordu. Nazi öncesi hükümet zamanında değişik konularla ilgili araştırmalar, canlılar üzerinde sadece gözlem yapmakla sınırlandırılmıştı. Naziler bu ahlaki konuları bertaraf etmiş ve özellikle Auschwitz´le önlerinde inanlımaz olanaklar açılmıştı. Josef Mengele bu konudaki araştırmaları yönetmeyi uzun zamandır istemişti. Auschwitz´te örnek aldığı kişinin izinde yürüyerek insan doğasındaki bilinmeyen boşlukları doldurmak ve elinin altındaki ikizler üzerinde çalışmalar yaparak genetiğin sırlarını çözmek istiyordu.
Seçim sırasında ölümden kurtuluyorlardı ama onları daha kötü bir kader bekliyordu. İkizler onun en sevdiği konuydu, bunun yanında cücelerle , sakatlarla ve diğer “egzotik cinsler”le de ilgileniyordu ve onları “Hayvanat bahçesi” dediği özel bölümlere kaldırıyordu. İkizler kendi kıyafetleriyle kalabiliyorlar, hatta onlara fazladan yemek bile veriliyordu. Koruma altındaki bu çocuklara herhangi şekilde eziyet edilmesi yasaklanmıştı, birine birşey olmaması, hastalanıp ölmemesi için tam tersine rahat etmeleri sağlanıyordu. Onlara “Mengele´nin çocukları” deniliyordu.
Bir yandan ailelerini gaz odalarına yollayıp öldüren kişi, bir yandan da kendi hayatlarını kurtaran ve onlara iyi bakan kişi olması çelişkisini yaşıyorlardı. Onlara iyi davranmasının hiçbir insani sebebi yoktu, tek amacı deneyleri için daha sağlıklı olmaları, hayatta kalmalarıydı . Bu kadar iyi bakıldıktan sonra onlara uzun süre dayanamadıkları ve yüzlercesinin öldüğü en ağır bedensel işkence ve deneyler yapılıyordu.
Günlük kan örnekleri alıp Verschür´e Berlin´e yolluyordu. Farklı kan gruplarına sahip ikizlerin birinden kan alıp öbürüne enjekte ediyor ve oluşan tepkileri izliyordu. Bunlar herzaman günlerce süren çok ağır baş ağrıları ve yüksek ateşti. Göz rengini genetik olarak değiştirimek mümkün mü diye bakmak için, gözlerine mürekkep damlatırdı, bu da şiddetli bir enfeksiyona yol açar ve genellikle körlükle sonuçlanırdı. Bu ikizler öldüğü zaman Mengele gözlerini çıkartıp ofisinin duvarına, biyologların ilginç böcekleri köpüğe iğneledikleri gibi iğnelerdi. Çocukların tepkilerini ölçmek için, onları izole edilmiş kafeslere koyup değişik etkilere maruz bırakırdı.
Bazılarını sterilize ve kastre etmişti. Birçok ikizi uyuşturmadan ameliyat etmiş ve değişik uzuv ve organlarını çıkartmıştı. Bazılarına hastalık etkenleri enjekte edip, ne kadar süre içinde hastalanacaklarına bakıyordu.
Burdan canlı çıkabilen Alex Dekel şöyle diyordu. “Mengele´nin ciddi bir iş yaptığına kendisinin bile inandığını sanmıyorum, sadece dikkatsiz ve özensiz olmasından da değil. O sadece güç gösterisi yapıyordu. Mengele bir kasap gibi çalışıyordu, ameliyatlar uyuşturulmadan gerçekleştiriliyordu. Bir seferinde izlediğim bir mide operasyonundan midenin bazı bölümlerini herhangi bir anestezik madde olmadan çıkartmıştı. Başka bir seferde de bir kalbi aynı şekilde ampute etti. Şok ediciydi.” Bir insanın nasıl aynı zamanda çocuklara iyi davranır onlara ilgi ve şevkat gösterir, sonra da aynı çocuklara aklın almadığı işkenceler uygular, nasıl bir insan hem bu kadar iyi ve aynı zamanda bu kadar kötü olabilir.” Yaşayan ikizlerden birçoğu onu çocukları seven bir insan olarak hatırlıyorlar, birçoğu da eziyetler eden şeytanın ta kendisi olarak. Olayı sadece nazi ideolojisiyle açıklamak mümkün görünmüyor. Mengele´nın ölümü sebebiyle bu soruları ona sorma olasılığı ortadan kalktı, ve bu sebeble tek mantıklı açıklama, onun ruhunun en derin noktalarına kadar kötü olması ve bu kötülügü uygulayacak bir statüye gelmesiyle açıklanabilir.
SONU
Dr. Josef Mengele 17 Ocak 1945´te Rus ordusunun Almanya´ya girmesiyle Auschwitz´den kaçtı. Doğduğu köyde sahte kimlikle bir süre kalıp çiftliklerde çalıştı. Bu sırada eski arkadaşlarıyla görüşerek haberleri alıyordu. Hala aklında savaş öncesi hayatını sürdürmek ve bilimsel kariyerine devam etmek vardı, ama müttefik devletlerin kendisi gibi kötülük namına adı çıkmış bir savaş suçlusunu yaşatmayacakları ortadaydı, Avrupa´da artık güvende değildi. İtalya üzerinden transatlantikle Arjantin´e kaçtı. Sağcı hükümet Nazilerle iyi bir ilişki kurmuştu ve onları topluma kabul etmişti. Burdaki bağlantıları sayesinde sahte kimlik alarak Güney Amerika´da yeni bir hayat kurmak istiyordu. Paraguay ve Brezilya´daki Neo-Nazi teşkilatlarından yardım alıyordu, ama aynı zamanda Alman ve Amerika yasalarındaki boşluklar da ona yardım ediyor ve yakalanmasını engelliyordu. Ama İsrail yasalarında böyle bir boşluk yoktu, hatta 60´ların ilk yarısında yakalanmasına çok az kalmıştı.
Ama 1960´da İsrail´in Arjantin´den Adolf Eichmann´ın kaçırması ve sorgusunda ortaya çıkan gizli belgeler ve Arap devletlerinin düşmanca tutumları üzerine çıkan karmaşada Mengele´nın üzerindeki ilgi kayboldu. O da sanki yeryüzünden silinmişti.
17 Ocak 1985´te Auschwitz´den canlı kurtulan birkaç kişinin orayı ziyaretleri ve hatıraları sayesinde tekrar gündeme geldi. Bir anda bütün Dünya televizyonlarında ona dair haberler ve görüntüler gösterilir oldu ve herkes yaşanan vahşeti öğrendi. Arama çalışmaları yeniden başlatıldı.
31 Mayıs 1985´te Mangele´nin eski bir arkadaşı ve Avrupa´daki bağlantı noktası olan, Hans Sedlmeyer´in evine yapılan baskın sırasında yazdığı birkaç mektup ele geçirildi. Brezilya´da olduğu öğrenilmişti, yetkililere haber verildi ve bir hafta içinde yanında kaldığı aile ve mezarı bulundu. 1979´da boğularak ölmüştü. İskeletinin adlı tıpta incelenmesi sonucunda gerçekten o olduğu ortaya çıktı.