TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Töre dergisinin 3. sayısında, Yusuf Yavuz’un “Ksantos başlıklı yazısı beni Halûk Tarcan’ın Antalya Kaş da verdiği “Tanrıdan gelen Türkler” konulu konferansa götürdü.
Bahsi geçen konferansta Halûk Tarcan, yazıyı ilk kullanan ÖN-TÜRK atalarımızdan bahsetmiş, geliştirdikleri medeniyet ile “Tek Tanrılı Din” ilkesine ulaşan ilk insanların ÖN-TÜRK atalarımız olduklarını delillerle destekleyerek anlatmıştı.
Ben de bu sıralarda Likyalıların Anadolu’ya ilk geldiklerinde kullandıkları yazı ile Orhun ve Yenisey anıtlarındaki yazıtlarda kullanılan harflerdeki benzerlikler üzerinde çalışmakta ve yazılar yazmaktaydım. Fakat özellikle Kaş ilçesinden kaynaklanan, hem şahsıma hem de Halûk Tarcan Hocaya yapılan saldırılar yüzünden bu çalışmalarıma ara vermiştim. Ve işte Töre dergisi üçüncü sayısında Y. Yavuz’un yazığı Harpagas’a Karşı Savaşan Likyalılarla, tarihimizde benzeri davranışlarda bulunan çeşitli Türk kavimleri arasındaki benzerlikte gözünüzden kaçmamıştır sanırım. Y.Yavuz’un yazısı üzerine Ön-Türk atalarımız ile Likyalılar arasındaki benzerliği ve bu benzerliği göz ardı etmek için yapılan bazı çirkin oyunları anlatmadan geçemeyeceğim. Patara kazılarının sorumlusu Arkeolog Prof. Fahri Işık, Kaş İlçesinde verdiği bir konferansta “Likyalılar bizdendir” demiş ve devamla Likya medeniyetinin bir Anadolu Medeniyeti olduğunu; Grek ya da Helen Medeniyeti olmadığını bu konuda Yunanlılarla tartışırken yaşadığı anlaşmazlıkları anlatmaya çalışmıştı.
Saygı duymuştum o zaman Prof. Fahri Işık’a ve kendisinin de tamamen bizim gibi düşünüp, Likya Uygarlığıını (kanıtları ön yargı ile yok saymayarak) Ön-Türk kültürüne bağladığını sanmış ve Kurultay gazetesinde yazdığım bir yazımda Fahri Işık’ın “Likyalılar bizdendir ” sözüne geniş çapta yer vermiştim. Ama araştırma ve incelemelerimi derinleştirdikçe gördüm ki, işte oyun burada idi ve bir kelime oyunu yapılıyordu. Likyalılar bizdendir deniyor ama “bu bir Ön-Türk kültürüdür” denmiyordu.
Fahri Işık Anadolu Kültürünü, Türk Kültüründen farklı görüyor, dolayısı ile “Kültürel Mozaik” aldatmacasından yola çıkarak, Likyalılarla Urartuyu Anadolu’ya gökten inmiş bir medeniyetmiş gibi göstermeye çalışıyordu. Hatta burada yaşayan bazı aileleri örnek göstererek bunlar Likyalı bile diyebiliyordu. Yunanlılarla olan bütün kavgası da yıllarca Helen Medeniyeti olarak tanıtılan Likya Medeniyetinin ne Helen, ne de Grek olmadığının yavaş, yavaş ortaya çıkması ile birlikte bu medeniyetin (Türklerden başka!) kime yamanacağı telaşı idi.
Likya kültürünün, Ön-Türk kültüründen geldiğini ispat edecek en önemli belgeler, Likya mezarlarında bulunan ve Likyalıların Grek ve Latin alfabelerini kullanmaya başlamadan önce kullandıkları ve Orhun/Yenisey alfabeleri ile tamamen benzeşen yazıt ve kitabelerdeki harflerdir. Kurultay Gazetesinde Yayınlanan “Likya mezar taşlarında Orhun/Yenisey Alfabesi” başlıklı yazımdan sonra, Kaş Belediyesi büyük bir gayretkeşlik göstererek(!) böyle bir kitabenin bulunduğu anıt mezarın başına Kaymakam Beyin direktifleri ile bir pano dikip, “Bu yazıtların okunamadığını” ilan etti.
Çalışmalarımı yaparken, Fahri Işık beyi arayarak Likya Yazısı hakkında ne düşündüğünü sordum. Kendisi bana Antalya Üniversitesinden Prof. Dr. Sencer Şahin bey ile görüşmemi önermişti. Sayın Şahin ile yaptığım görüşmede de bu yazıların okunamadığı cevabını aldım.
Bu gelişmeler üzerine o günlerde Kaş ilçesinde bulunan Halûk Tarcan ile görüştüm. Kendisi bana yazıların büyük bir benzerlik gösterdiğini ifade edince, Halûk Tarcan’ın Ön-Türk Tarihi adlı kitabını ve Yesevi dergisinde yayınlanan Orhun ve Yenisey Yazıtları adlı belgesel makaleleri de alarak günlerce anıt mezarın başında çalıştım. Onca bilim adamının göz ardı ederek “okunamamıştır” buyurduğu(!) Likçe yazıtta “Bir yuğ ayininden” bahsedildiğini, “Hanlar Hanı’nın, ya da Ulu Kaan’ın cenazesinde halkının ne kadar üzüntü duyduğunu, halkına hizmet eden bir kişilik olduğu, uçmağa varıp, tekrar halkına hizmet etmesi için ölünün yakılarak “Uç”masının sağlandığını” anlatan bir yazıtla karşı karşıya olduğumuzu büyük bir sevinçle tespit ettim.
Başlattığım çalışmalar ve girişimlerim üzerine Kaş’a onlarca bilim adamı ve araştırmacı geldi. Kimisi bunun kayıp bir uygarlığa ait bir yazı olduğunu, kimisi de Grek ya da Helen olduğunu savunuyor, fakat benzerlikleri gösterdiğimde ise tartışmadan, kaçarcasına uzaklaşıyorlardı. Ama hepsi de büyük kızgınlıklarını gizleyemiyorlardı.
Alelacele hazırlıksız geldiklerini ve gerekli araştırma iznine sahip olmadıklarını belirterek kaçarcasına Kaş’ tan ayrılıyorlardı. Ben burada ırkçı bir yaklaşımla “Likya’lılar Türktür” demiyorum. Ama onların yüzde yüz Ön-Türk kültürünün bir parçası olduklarına olan inancımı ve bu konudaki göz önünde durmakta olan somut kanıtların ön yargılardan uzak olarak incelenmesi gerektiğine olan inancımı haykırıyorum!
Zira, Ön-Türkçe araştırmalar, Kürt kelimesinin Ön-Türkçede “Ö-Küert” olduğu, uç beyliği anlamına geldiği, zaman işinde de ön ekin kalkarak Kürt şeklinde telaffuz edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Yine bu araştırmalara bakarak, Yunan ve Helen kültürünün kökenlerinin de Ön-Türk atalarımız olduğu ve “Grek” sözcüğünün “Ökü-Eriğ” sözcüğünden türediğini şaşırarak görmekteyiz. Ayrıca Likya yazıtlarının benzerlerinin İskandinav Yarımadasında görülmesi ve “Futhark Alfabesi” olarak anılması, kültürel kökün Orta Asya olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiyeyi “Mozaik” olarak görmek ve göstermek isteyenler, harcın da betonun da Türk olmasından büyük endişeye kapılmaktadırlar. Neticede böyle bir bulgu, Anadolu’nun tapusunun maddi delili demektir! Anadolu’yu sahiplenmeye çalışan bazı “Dış Güçler” ve onların içteki tasmalıları, aştırmalarımızdan ve yazılarımızdan son derecede rahatsızlık duymakta ve bu rahatsızlıklarını açıkça ortaya koymaktan çekinmemektedirler!..
Nitekim, gerek Halûk Tarcan, gerek Töre dergisi, gerekse bendeniz bu saldırılardan nasibimizi somut bir biçimde aldık. Ama hiçbir şey, Ne Hititlinin ne de Likyalının kültürünün Ön-Türk kültüründen geldiğini gizleyemez. Yazı düşüncenin ifadesidir, düşünce de insanın kendisidir.
Bu yazıtlar Ön-Türkçe olduğuna göre, onu yazan da Türk’ün Ön-Atasıdır. Bunun aksini savunmak güneşi balçıkla sıvamak olur ve bu çabalarda mutlaka “kökü dışarıda” birtakım amaçlar aramalıyız!
Yusuf Yavuz’un Töre dergisi 3. sayısında yayınlanan yazısında bahsettiği, Ksantos yağmalanması da tamamen kültürel amaçlıdır.Amaçları Ön-Türk kültürünün varlığını kanıtlayabilecek her türlü eseri yok etmektir. Bu amaçla Ön-Türkçe eserler kırılmakta, yok edilmekte, ya da tahribe uğramaktadır. Ksantos’ta bulunan üç tarafı Likçe, bir tarafı Grekçe olan kitabede bu araştırmalara ışık tutacak bir abidedir ve maalesef o da kırılarak tahrip edilmiştir. Birileri ısrarla Ön-Türk kültürünü yok saymakta ve yok etmeye gayret etmektedirler. Yüce Atatürk, yapılmasını sağladığı ve teşvik ettiği çalışmalardan edindiği sonuçlar ışığında yaptığı uyarılarında 6-7 bin yıllık Türk tarihinden bahsetmekte. Bugünkü araştırmalar bu tarihi – 14. binli yıllara götürmektedir.
Kazakistan’ın Sölgentaş bölgesindeki buluntular bu tezimizin en somut kanıtlarıdır…
Bahsi geçen konferansta Halûk Tarcan, yazıyı ilk kullanan ÖN-TÜRK atalarımızdan bahsetmiş, geliştirdikleri medeniyet ile “Tek Tanrılı Din” ilkesine ulaşan ilk insanların ÖN-TÜRK atalarımız olduklarını delillerle destekleyerek anlatmıştı.
Ben de bu sıralarda Likyalıların Anadolu’ya ilk geldiklerinde kullandıkları yazı ile Orhun ve Yenisey anıtlarındaki yazıtlarda kullanılan harflerdeki benzerlikler üzerinde çalışmakta ve yazılar yazmaktaydım. Fakat özellikle Kaş ilçesinden kaynaklanan, hem şahsıma hem de Halûk Tarcan Hocaya yapılan saldırılar yüzünden bu çalışmalarıma ara vermiştim. Ve işte Töre dergisi üçüncü sayısında Y. Yavuz’un yazığı Harpagas’a Karşı Savaşan Likyalılarla, tarihimizde benzeri davranışlarda bulunan çeşitli Türk kavimleri arasındaki benzerlikte gözünüzden kaçmamıştır sanırım. Y.Yavuz’un yazısı üzerine Ön-Türk atalarımız ile Likyalılar arasındaki benzerliği ve bu benzerliği göz ardı etmek için yapılan bazı çirkin oyunları anlatmadan geçemeyeceğim. Patara kazılarının sorumlusu Arkeolog Prof. Fahri Işık, Kaş İlçesinde verdiği bir konferansta “Likyalılar bizdendir” demiş ve devamla Likya medeniyetinin bir Anadolu Medeniyeti olduğunu; Grek ya da Helen Medeniyeti olmadığını bu konuda Yunanlılarla tartışırken yaşadığı anlaşmazlıkları anlatmaya çalışmıştı.
Saygı duymuştum o zaman Prof. Fahri Işık’a ve kendisinin de tamamen bizim gibi düşünüp, Likya Uygarlığıını (kanıtları ön yargı ile yok saymayarak) Ön-Türk kültürüne bağladığını sanmış ve Kurultay gazetesinde yazdığım bir yazımda Fahri Işık’ın “Likyalılar bizdendir ” sözüne geniş çapta yer vermiştim. Ama araştırma ve incelemelerimi derinleştirdikçe gördüm ki, işte oyun burada idi ve bir kelime oyunu yapılıyordu. Likyalılar bizdendir deniyor ama “bu bir Ön-Türk kültürüdür” denmiyordu.
Fahri Işık Anadolu Kültürünü, Türk Kültüründen farklı görüyor, dolayısı ile “Kültürel Mozaik” aldatmacasından yola çıkarak, Likyalılarla Urartuyu Anadolu’ya gökten inmiş bir medeniyetmiş gibi göstermeye çalışıyordu. Hatta burada yaşayan bazı aileleri örnek göstererek bunlar Likyalı bile diyebiliyordu. Yunanlılarla olan bütün kavgası da yıllarca Helen Medeniyeti olarak tanıtılan Likya Medeniyetinin ne Helen, ne de Grek olmadığının yavaş, yavaş ortaya çıkması ile birlikte bu medeniyetin (Türklerden başka!) kime yamanacağı telaşı idi.
Likya kültürünün, Ön-Türk kültüründen geldiğini ispat edecek en önemli belgeler, Likya mezarlarında bulunan ve Likyalıların Grek ve Latin alfabelerini kullanmaya başlamadan önce kullandıkları ve Orhun/Yenisey alfabeleri ile tamamen benzeşen yazıt ve kitabelerdeki harflerdir. Kurultay Gazetesinde Yayınlanan “Likya mezar taşlarında Orhun/Yenisey Alfabesi” başlıklı yazımdan sonra, Kaş Belediyesi büyük bir gayretkeşlik göstererek(!) böyle bir kitabenin bulunduğu anıt mezarın başına Kaymakam Beyin direktifleri ile bir pano dikip, “Bu yazıtların okunamadığını” ilan etti.
Çalışmalarımı yaparken, Fahri Işık beyi arayarak Likya Yazısı hakkında ne düşündüğünü sordum. Kendisi bana Antalya Üniversitesinden Prof. Dr. Sencer Şahin bey ile görüşmemi önermişti. Sayın Şahin ile yaptığım görüşmede de bu yazıların okunamadığı cevabını aldım.
Bu gelişmeler üzerine o günlerde Kaş ilçesinde bulunan Halûk Tarcan ile görüştüm. Kendisi bana yazıların büyük bir benzerlik gösterdiğini ifade edince, Halûk Tarcan’ın Ön-Türk Tarihi adlı kitabını ve Yesevi dergisinde yayınlanan Orhun ve Yenisey Yazıtları adlı belgesel makaleleri de alarak günlerce anıt mezarın başında çalıştım. Onca bilim adamının göz ardı ederek “okunamamıştır” buyurduğu(!) Likçe yazıtta “Bir yuğ ayininden” bahsedildiğini, “Hanlar Hanı’nın, ya da Ulu Kaan’ın cenazesinde halkının ne kadar üzüntü duyduğunu, halkına hizmet eden bir kişilik olduğu, uçmağa varıp, tekrar halkına hizmet etmesi için ölünün yakılarak “Uç”masının sağlandığını” anlatan bir yazıtla karşı karşıya olduğumuzu büyük bir sevinçle tespit ettim.
Başlattığım çalışmalar ve girişimlerim üzerine Kaş’a onlarca bilim adamı ve araştırmacı geldi. Kimisi bunun kayıp bir uygarlığa ait bir yazı olduğunu, kimisi de Grek ya da Helen olduğunu savunuyor, fakat benzerlikleri gösterdiğimde ise tartışmadan, kaçarcasına uzaklaşıyorlardı. Ama hepsi de büyük kızgınlıklarını gizleyemiyorlardı.
Alelacele hazırlıksız geldiklerini ve gerekli araştırma iznine sahip olmadıklarını belirterek kaçarcasına Kaş’ tan ayrılıyorlardı. Ben burada ırkçı bir yaklaşımla “Likya’lılar Türktür” demiyorum. Ama onların yüzde yüz Ön-Türk kültürünün bir parçası olduklarına olan inancımı ve bu konudaki göz önünde durmakta olan somut kanıtların ön yargılardan uzak olarak incelenmesi gerektiğine olan inancımı haykırıyorum!
BİLGİ
Ön-Türk yazısı ile Lik yazısı arasındaki benzerlik, taş mezarlarına ağaç kızak şekli vermeleri, Ksantos savunması, kullandıkları Tamga ve taş süsleme şekilleri, Demreli “Noel Baba”nın Ren geyikleri, binlerce yıldır kar yağmayan bu bölgedeki kızak, çocuk ve analığa duydukları saygı, savaşçılıkları, Truvaya gidip lejyoner olarak savaştıkları gibi, kendileri ile akraba olan Hititler ile birlikte savaşa girmeleri… Dikkatli çalışmalarla bu örnekler daha da çoğaltılabilir.
Bunun anlam; “Anadolu’nun Yüzde yüz Türk olduğudur!”
Yıllardır “Anadolu Mozaiği”ni dayatanların teorilerinin çöküşüdür! Bu, Türk-Kürt suni ayrımcılığının sonudur!
Bunun anlam; “Anadolu’nun Yüzde yüz Türk olduğudur!”
Yıllardır “Anadolu Mozaiği”ni dayatanların teorilerinin çöküşüdür! Bu, Türk-Kürt suni ayrımcılığının sonudur!
Zira, Ön-Türkçe araştırmalar, Kürt kelimesinin Ön-Türkçede “Ö-Küert” olduğu, uç beyliği anlamına geldiği, zaman işinde de ön ekin kalkarak Kürt şeklinde telaffuz edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Yine bu araştırmalara bakarak, Yunan ve Helen kültürünün kökenlerinin de Ön-Türk atalarımız olduğu ve “Grek” sözcüğünün “Ökü-Eriğ” sözcüğünden türediğini şaşırarak görmekteyiz. Ayrıca Likya yazıtlarının benzerlerinin İskandinav Yarımadasında görülmesi ve “Futhark Alfabesi” olarak anılması, kültürel kökün Orta Asya olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiyeyi “Mozaik” olarak görmek ve göstermek isteyenler, harcın da betonun da Türk olmasından büyük endişeye kapılmaktadırlar. Neticede böyle bir bulgu, Anadolu’nun tapusunun maddi delili demektir! Anadolu’yu sahiplenmeye çalışan bazı “Dış Güçler” ve onların içteki tasmalıları, aştırmalarımızdan ve yazılarımızdan son derecede rahatsızlık duymakta ve bu rahatsızlıklarını açıkça ortaya koymaktan çekinmemektedirler!..
Nitekim, gerek Halûk Tarcan, gerek Töre dergisi, gerekse bendeniz bu saldırılardan nasibimizi somut bir biçimde aldık. Ama hiçbir şey, Ne Hititlinin ne de Likyalının kültürünün Ön-Türk kültüründen geldiğini gizleyemez. Yazı düşüncenin ifadesidir, düşünce de insanın kendisidir.
Bu yazıtlar Ön-Türkçe olduğuna göre, onu yazan da Türk’ün Ön-Atasıdır. Bunun aksini savunmak güneşi balçıkla sıvamak olur ve bu çabalarda mutlaka “kökü dışarıda” birtakım amaçlar aramalıyız!
Yusuf Yavuz’un Töre dergisi 3. sayısında yayınlanan yazısında bahsettiği, Ksantos yağmalanması da tamamen kültürel amaçlıdır.Amaçları Ön-Türk kültürünün varlığını kanıtlayabilecek her türlü eseri yok etmektir. Bu amaçla Ön-Türkçe eserler kırılmakta, yok edilmekte, ya da tahribe uğramaktadır. Ksantos’ta bulunan üç tarafı Likçe, bir tarafı Grekçe olan kitabede bu araştırmalara ışık tutacak bir abidedir ve maalesef o da kırılarak tahrip edilmiştir. Birileri ısrarla Ön-Türk kültürünü yok saymakta ve yok etmeye gayret etmektedirler. Yüce Atatürk, yapılmasını sağladığı ve teşvik ettiği çalışmalardan edindiği sonuçlar ışığında yaptığı uyarılarında 6-7 bin yıllık Türk tarihinden bahsetmekte. Bugünkü araştırmalar bu tarihi – 14. binli yıllara götürmektedir.
Kazakistan’ın Sölgentaş bölgesindeki buluntular bu tezimizin en somut kanıtlarıdır…