MASONLUK VE ATATÜRKÇÜLÜK
Makalenin yasal sorumluluğu ilgili üyenindir, forum yönetimini bağlamaz.
İçindekiler:
Atatürk’ün Öldürülmesi………………………………………….........1
İbrahim Arvas yalanları……………………………………….............2
Gün & Çeliker yalanları………………………………………………….…2
Atatürk’ün Masonluğu hakkında tüm kaynakların tahlili….3
Atatürk’ün Masonluk Belgesi ve Faal Masonluğu…………….3
1-Atatürk’ün Öldürülmesi
Ortaçağ Avrupası’nda , kiliseden intikam almak isteyen masonlar, tüm dinlere karşı oldukları için, doğayı tanrı derecesinde; bilimi ‘tek yol gösterici’ şeklinde topluma empoze ettiler. Masonların büyük ve inanılmaz gayretleriyle kilisenin ortaçağ karanlığından sıyrılan batı toplumu, masonların kendilerine itina ile telkin ettikleri ‘İslam dünyasına göre geri kalmışlık’ kompleksiyle, büyük bir merakla bilime yöneldi. Böylece büyük buluşların yolu açıldı. Neticede batı toplumu, gerçekten merak eder olmuştu, bilimi. Artık bir ‘takıntı’ seviyesinde ister istemez herşeyi bilimle açıklama modası doğmuştu. Sömürgelerden gelen fazlasıyla insan-hammadde ve değerli meta yığını batıyı oldukça rahat bir atmosfere oturttu. Bilimsel yöntemleri tekelinde tuttukları için , oluşan kültür de buna endeksli olarak şekillendi. Yani batı toplumu; bilimsel çalışma terbiyesi -ciddiyet , idealizm ve öğrenmeye açık olmak gibi-nin sonucu olan ve daha önce kendisinde olmayan ‘insana saygılı’ bir kültür kazanmıştı. Şimdiki batı kültür ve medeniyetinin özeti bunlardan ibarettir. Bu olaylar, Osmanlı İmparatorluğu’nda masonların iktidarı ele geçirmeye çalıştıkları dönemlere denk geliyordu. İlk mason sadrazam Yirmisekiz Mehmet Çelebizade (Sait Çelebi) 1700lerde göreve gelmiştir. Uzun bir süreçten sonra Masonlar Osmanlıyı parçalamış ve yeni dünyanın masonik haritasını tasarlamışlardı. 1919 yılında İngiltere Yahudileri tarafından özenle Anadolu’ya seçilen Mustafa Kemal, ‘savaş’(!)tan sonra Hilafeti , Kuran yasasını kaldırmıştı ve İngiltere Yahudilerince tüm dünyada ilan edilmeye başlanan Cumhuriyet rüzgarından da haberdar edilmişti. Cumhuriyeti 1923’te Masonlar kurdu. Masonik felsefeyle yetişmiş Mason subay Mustafa Kemal artık kanlı devrimlerine başlayabilirdi. Ne de olsa yedi düveli (!) yenmişti! Bizi de yetiştirirken istisnasız her gün Atatürk’ün izinde olmaya ant içtirdiler ya da Atatürk’ü sevdirecek eğitimden geçirdiler. Biz de Kurtuluş Savaşı yalanına inandık ve artık Kemalist olmuştuk…. Masallarla büyüdük. Atatürk tüm tarihin en büyük şahsiyetiydi…Onun yaptığını kimse yapamazdı. O olmasaydı olmazdık. O olmasaydı sinema izleyemez, okula gidemez, dolmuşa binemez, bilgisayar kullanamazdık! Oysaki masonlar Osmanlı Devletini yıkmasaydı tüm bu belirtilen teknolojik gelişmeler harfiyen Osmanlı Devleti’nde gerçekleşecekti… Ama Osmanlı’da o dönem idare Masonlardaydı. Cihan harbine bizi sokan onlardı. Adı Kurtuluş olan ‘Savaş’(!)tan sonra da Kurtarıcı biraderleri Mustafa Kemal devleti ilkeleriyle kalıcı olarak masonlaştırdı…..Ancak 1933lerden sonra Atatürk kendisine biçilen görevi yetersiz bulmaya kendisine kendi kafasından görevler çıkarmaya başlamıştı… Liderlik hırsıyla , Laik bir Ortadoğu istiyor ve Ortadoğunun lideri olmak istiyordu. Masonları rahatsız eden bu ikincisiydi. Evet. Atatürk’ün öldürülmesi, bir Masonun, Masonlarca cezalandırılmasıdır.
Fotoğraflarla Atatürk adlı eserde, Atatürk’ün son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak, bize -159. Sayfada- 1930lu yıllarda Atatürk’e ait şu cümleleri iletmektedir: “A-İmparatorluğun siyasi bünyesi iflas etmiş olmakla beraber, vaktiyle hüküm sürdüğü yerlerdeki müşterek ekonomik şartlar ve menfaatler mevcut olmakta devam etmektedir. B-İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderi her bakımdan aynıdır. C-Buralarda sakin olup başka başka ırklara mensup olan milletlerin bile mizaçları, yaşayış tarzları,adetleri,itiyatları yekdiğerinden hemen hemen farksızdır; dilleri de birbirine karışmıştır. D-Yüz yıllar boyunca vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumi ve ferdi birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir. E-Coğrafi,siyasi, iktisadi amillerle beraber mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı kendilerinin ittifak, hatta ittihat halinde yaşamalarını amirdir; bu, umumi dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekala mümkündür de… ” (Fotoğraflarla Atatürk, Atatürk’ün son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak,Hayat yayınları sf.159 ) . Bu düşünce için Araplara göz kırpmak maksadıyla şu değerleri takiyye etmiştir : “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammet’in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam’ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez” (1937 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi)
Yukarıdaki cümleler 1930larda söylenmişti ki artık 1919 çizgisinden ayrılmayı gerektiriyordu. Tamamen İngiliz politikalarına ters olan bu perspektif, masonları oldukça rahatsız etmişti. Bunlar Masonların duymak istemedikleri cümlelerdi. Masonlar için haddi aşan cümlelerdi. Oysaki Mustafa Kamal’i Atatürk yapanlar Masonlardı, Atatürk Atatürklüğünü masonlara borçluydu. Derhal düğmeye basıldı ve artık Atatürk te adım adım kullanıldıktan sonra atılıyordu. Ancak Laik Ortadoğu lideri olamasa da, çok daha sonraları , ölüm döşeğinde Atatürk , Müslüman Türk Milletine güvenmiyor, devrimlerini ancak İngilizlerin devam ettirebileceğini sonunda anlıyor ve Laiklik için düşünüyordu.
Bununla ilgili olarak bir İngiliz belgesini size sunacağım, önce metnin Türkçesi ve ardından orijinal metin.
Metnin Türkçe çevirisi:
Kasım 1938 Türkiye’nin şefi Kemal Atatürk’ün vefat ettiği tarihtir. O, 15 senelik katı diktatörlüğü döneminde Türkiye’yi, halkı istemediği halde cebir ile Garb medeniyetine götürmeye çalışmıştı. O, sarık ve çarşafı men etmiş, İslam’ın kuvvet ve kudretini kırmış, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmişti.
Atatürk’ün vefat döşeğinde, üzerinde en fazla tefekkür ettiği mesele; kendisinden sonra programını tatbik edebilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyeceği hususuydu.
Bunun için zamanın İngiliz sefiri (Büyükelçisi) Sir Percy Loraine‘i İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’na çağırdı. İkisi arasında geçen mülakatlar yaklaşık olarak otuz (30) sene gizli kaldı. Gizli mülakatlar ilk olarak Piers Dixon’un babası (Sir Percy Loraine) hakkında hazırladığı “Double Diplomat” (Çifte Diplomat) isimli kitabında yer aldı ve daha sonra da “Hutchinson Yayınevi” tarafından neşredildi.
Piers Dixon’un dökümanları arasında Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bir telgraf da vardı. Telgraf İngiliz tarihinin en mühim senetlerinden birisi idi. Loraine, vefat döşeğinde olan diktatörle yaptığı bu mülakâtı çok enteresan olarak nitelendiriyordu.
Bu vesikada Loraine, Lord Halifax’a şunları yazıyordu:
“… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki tabib ile, hemşirenin tedavisi altında gördüm. Ben girdiğimde, Reis (Mustafa Kemal), hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini ifade etdi. Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş yavaş, fakat dikkatlice konuşmaya ibtida etdi. Beni hiç bir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini, “Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu.
Kendisine müsbet bir cevab vermemi taleb ediyordu.
Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptım. Fakat bu, son mulâkatım olabilirdi. O, uzun ve mâcerâlı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından bir çoğunu (kendisinden uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti. Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu. Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi, benimle çok sade ve serbest bir vaziyetde meşveret ediyordu. Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu. Mütefekkirane bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişden sonra ekselanslarına (Mustafa Kemal’e) “Bütün taleb ve duygularımı kelimelerle izah etmeye yetkili değilim!” şeklinde cevab verdim. Hakikaten o anda çok şaşırmış bir vaziyetde tefekkür ediyordum; hatırladığım kadarı ile yapmış olduğum mulâkatların hiç birisinde bu kadar derin tefekkür edecek derecede bir mülâkatla karşılaşmamıştım.
Ekselansları (Mustafa Kemal) yaptığı bu teklif ile sadece benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda majestelerinin (İngiliz kralının) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu. Ekselansları benim ömrümün büyük bir kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu. Ben halihazırdaki işimde bir kaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum. Ekselansları ise, şimdi benden kesin bir cevab taleb etmekteydi.
Kendilerine şu cevabı verdim:
“İdarî işleri iyi yapıp yapamıyacağımdan şüphe ediyorum. Türkiye’nin Reisicumhurluğu’nu yüklenmek mesuliyeti ile İngiltere Sefirliği arasında çok büyük fark vardır. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki işi yürütmek için aranan imtiyazlar olduğunu biliyor; bunun için kesin bir şekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemediğimi bildiriyorum!”
Ben konuşmamı bitirdikten sonra ekselansları (Mustafa Kemal) çok heyecanlandı ve yatağına tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemşireleri çağırdı (ve derin bir uykuya daldı.) Ekselansları ikinci defa konuşmaya ibtida edebildiğinde kendisine bildirdiğim kararda müessir olan hususları idrak ettiğini söyledi. Durumu henüz verdiğim cevabdan çok üzüldüğünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden başka bir cevab alamayacağını idrak edince “Reislik” için İsmet İnönü’yü tavsiye etti. Atatürk sonra dirseklerine dayanarak doğrulmaya çalıştı ve ellerimi sıktı, gelecekte de Britanya ve Türkiye ilişkilerinde faal roller oynayacağımı belirterek teşekkür etti ve kendinden tekrar geçti.
Bu teklifi reddedişimin isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum. Şayed yapmış olduğum teşebbüslere dair ekselanslarından te’vidli bir mesaj alabilirsem pek müteşekkir ve mesrur olurum.
Lütfen Kral’a da bildiriniz!..”
Martin Gilbert
[KAYNAKLAR: The Sunday Times (London), 11 Şubat 1968, sayfa 8. (Fotoğraf, Hilafet.org sitesinden alıntılanmıştır.) .
Double Diploma: The Life of Sir Pierson Dixon, Don and Diplomat by Piers Dixon, 1968, Hutchinson of London, sayfa 42-44.]
Orijinal Metin :
Kemalist tartışmacımız yukarıdaki belgeye itiraz ediyor : İngilizler keriz miydi de almadılar Türkiye’nin yönetimini?
Şeriatçı iddia ediyor : Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik ile, Marksizm’in halklar üzerindeki etkisi, bir de İngiltere kapitalizminin sömürgelerdeki uluslaştırıcı ileri etkisi birleştiğinde; Dünyayı sömüren devletler artık ‘yeni sömürgeciliğe’ geçmekten başka yol bulamamışlardır. Bu yeni sömürgecilik; kukla devletler oluşturmak ve bağımsız devletlere ‘kurtarıcı ulu önderler’ kazandırıp, önceden ipini eline aldığı bu kurtarıcı ulu önderlerin masonik devrimleri gerçekleştirmesi içeriklidir. Türkiye’de, Mısır’da, Latin Amerika’da ABD’de vb. yerlerde bu durum gerçekleştirildi.
Kemalistin ikinci itirazı : Siz ne zamandan beri İngiliz arşivlerine inanır oldunuz; sadece sıkışınca ya da Atatürk’e sövülünce değil mi? İşinize geldiği zaman İngiliz arşivleri güvenilir oluyor. Londra’daki arşivlerde Ermeni katliamı yaptığımızı iddia eden ve propaganda amacıyla hazırlandığını yazarının kendi itiraf ettiği kitap ta var. İşte o kadar güvenilir o arşivler. Atatürk’e sövenlerin kitapları doğru övenlerinki yanlış. Ya sen hangi ilm-i satıhtan bahsediyorsun?
Şeriatçı cevap veriyor : Bizim için İngiltere arşivleri, dünya sömürgecilik dönemi ve Osmanlı Devleti’nin yıkılışı-Türkiye ‘Cumhuriyet’ Devleti’nin kuruluşu hakkında gerçek ve kesin bilgiler, raporlar ve tarihi senetler, belgeler içerir. Güvenilirdir. Çünkü İngiltere’nin sömürgeci politikası gereği, dünyanın her yerinde İngiliz Ajanlarının raporları, her ülkenin İngiltere büyükelçisinin telgrafları , İngiltere için çok önemli senetlerdir. Dolayısıyla bu rapor ve telgrafların içeriğinin doğru olmaması mümkün değildir. Biz hiçbir belgeye ve senete yanlıştır demedik, yanlış gözüyle de bakmadık. Bunun tersini iddia eden Atatürkçüler gerçekten zalimlerdir. Atatürkçü militanın iddiasına dönelim: diyor ki : “Londra’daki arşivlerde Ermeni katliamı yaptığımızı iddia eden ve propaganda amacıyla hazırlandığını yazarının kendi itiraf ettiği kitap ta var. İşte o kadar güvenilir o arşivler.” . Bahsedilen kitabın özelliği ‘propaganda’ oluşudur, yani İngiliz belgeleri dürüstçe o kitabın ‘propaganda’ için hazırlandığını belirtmişlerdir. İngiliz belgelerinin doğruluğu; dürüstlüğündedir. Çünkü bu kitabın ‘propaganda’ amaçlı olduğu dürüstçe belirtildiğinden, yukarıdaki iddia, İngiliz arşivinin doğruluğuna leke düşürmez.
Kemalistin üçüncü itirazı : Martin Gilbert’i bir araştır, kimmiş o?(Alıntıdır: ) “Yönetimin sıkıntısının temeli daha derindir. Doğal olarak kim kime ne yapmış, ne zaman ve nasıl yapmış soruları tartışılmaktadır. Ancak 1915’te ve bunu izleyen yıllarda, 1.5 milyon ermeninin, yıkılma sürecine girmiş olan Osmanlı Devleti’nin elinde yaşamını yitirdiği konusunda tarafsız akademisyenler arasında bir görüş birliği mevcuttur. Ünlü İngiliz Tarihçi Martin Gilbert; olayı soykırım olarak tanımlamıştır. Amerika’da da bu kavramın, resmi açıklamalara geçmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.”(alıntı bitti.)
Şeriatçı cevap veriyor: Martin Gilbert bir araştırmacıdır ve başlıkta izah ettiğimiz ‘Atatürk&Loraine’ belgesi ile direkt ilgili ya da ilgi odağı değildir. Sadece nakledicidir.
Kemalistin dördüncü itirazı : Akit Gazetesi’ndeki köşesinden çeşitli tehditler savuran Abdurrahman Dilipak’ın, Atatürk hakkındaki ‘çirkin’ iddiaları kitabına da girdi. Dilipak, “Bir Başka Açıdan Kemalizm” adlı kitabında , Mustafa Kemal Atatürk’ün “ölüm döşeğindeyken, dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’e başkanlık teklif ettiği”ni ileri sürdü. Ancak Loraine’nin 10 Kasım 1948’de BBC’de yaptığı konuşmasında “Atatürk’ün kendisi dahil hiçbir diplomatik görevliyi evinde kabul etmediğini ve resmi durumlar dışında özel olarak demeç vermediğini” vurguladı. Dilipak, Loraine’nin İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderdiği telgrafta bu konuşmadan bahsedildiğini, “30 yıl gizli kalan” konuşmanın, ilk olarak Pierce Dixon’un “Duble (Çifte) Diplomat” adlı kitabında yer aldığını öne sürdü. Milliyet gazetesinin görüşlerine başvurduğu öğretim görevlileri, emekli büyükelçiler ve British Council görevlileri ise, “Duble Diplomat” adlı kitabı hiç duymadıklarını söyledi.
Şeriatçı cevap veriyor : Loraine’nin “Atatürk’ün kendisi dahil hiçbir diplomatik görevliyi evinde kabul etmediğini ve resmi durumlar dışında özel olarak demeç vermediğini” söylemesi gizli gerçeği kısa bir süre saklamak amaçlıdır. 1948 yılındadır. Gerçeği yazmak ise (1968 ) oğluna nasip olmuştur. Gerçek ise oğlundaki Lord Halifax’a çekilen telgraf metnidir . Bu belgenin yayımlandığı kitabın adı Double Diploma’dır, Duble Diplomat diye bir kitap yoktur.
Şu bir gerçektir ki ; geçmiş yıllar için Atatürk hakkında bilinemezlik varsa da günümüzde artık belgeler günışığına çıkmaya başlamıştır. Bütün Atatürk Devrim Tarihi bu belgelerin gözlüğüyle sil baştan değerlendirilmelidir. 1924 Türk Devriminin , Arap Ülkeleri BAAS Partisinin , Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 'nin , kardeş İslam milletleri adına , milletlerinin adıyla anti-İslami bir yapıda peşpeşe ve birbirlerine karşıt olarak ortaya çıkmaları ; İslam ümmeti için üzerinde inceleme yapılması gereken çok önemli bir masonik plandır.
İngiliz ajanı ve ingiliz casusunun dahi yapamayacağı açıklıkta Türkiye, Atatürk tarafından Atatürk'ün üstlerine sunuldu. Ölüm döşeğinde Atatürk , Müslüman Türk Milletine güvenmiyor, devrimlerini ancak İngilizlerin devam ettirebileceğini sonunda anlıyor ve Laiklik için düşünüyordu.
Makalenin yasal sorumluluğu ilgili üyenindir, forum yönetimini bağlamaz.
İçindekiler:
Atatürk’ün Öldürülmesi………………………………………….........1
İbrahim Arvas yalanları……………………………………….............2
Gün & Çeliker yalanları………………………………………………….…2
Atatürk’ün Masonluğu hakkında tüm kaynakların tahlili….3
Atatürk’ün Masonluk Belgesi ve Faal Masonluğu…………….3
1-Atatürk’ün Öldürülmesi
Ortaçağ Avrupası’nda , kiliseden intikam almak isteyen masonlar, tüm dinlere karşı oldukları için, doğayı tanrı derecesinde; bilimi ‘tek yol gösterici’ şeklinde topluma empoze ettiler. Masonların büyük ve inanılmaz gayretleriyle kilisenin ortaçağ karanlığından sıyrılan batı toplumu, masonların kendilerine itina ile telkin ettikleri ‘İslam dünyasına göre geri kalmışlık’ kompleksiyle, büyük bir merakla bilime yöneldi. Böylece büyük buluşların yolu açıldı. Neticede batı toplumu, gerçekten merak eder olmuştu, bilimi. Artık bir ‘takıntı’ seviyesinde ister istemez herşeyi bilimle açıklama modası doğmuştu. Sömürgelerden gelen fazlasıyla insan-hammadde ve değerli meta yığını batıyı oldukça rahat bir atmosfere oturttu. Bilimsel yöntemleri tekelinde tuttukları için , oluşan kültür de buna endeksli olarak şekillendi. Yani batı toplumu; bilimsel çalışma terbiyesi -ciddiyet , idealizm ve öğrenmeye açık olmak gibi-nin sonucu olan ve daha önce kendisinde olmayan ‘insana saygılı’ bir kültür kazanmıştı. Şimdiki batı kültür ve medeniyetinin özeti bunlardan ibarettir. Bu olaylar, Osmanlı İmparatorluğu’nda masonların iktidarı ele geçirmeye çalıştıkları dönemlere denk geliyordu. İlk mason sadrazam Yirmisekiz Mehmet Çelebizade (Sait Çelebi) 1700lerde göreve gelmiştir. Uzun bir süreçten sonra Masonlar Osmanlıyı parçalamış ve yeni dünyanın masonik haritasını tasarlamışlardı. 1919 yılında İngiltere Yahudileri tarafından özenle Anadolu’ya seçilen Mustafa Kemal, ‘savaş’(!)tan sonra Hilafeti , Kuran yasasını kaldırmıştı ve İngiltere Yahudilerince tüm dünyada ilan edilmeye başlanan Cumhuriyet rüzgarından da haberdar edilmişti. Cumhuriyeti 1923’te Masonlar kurdu. Masonik felsefeyle yetişmiş Mason subay Mustafa Kemal artık kanlı devrimlerine başlayabilirdi. Ne de olsa yedi düveli (!) yenmişti! Bizi de yetiştirirken istisnasız her gün Atatürk’ün izinde olmaya ant içtirdiler ya da Atatürk’ü sevdirecek eğitimden geçirdiler. Biz de Kurtuluş Savaşı yalanına inandık ve artık Kemalist olmuştuk…. Masallarla büyüdük. Atatürk tüm tarihin en büyük şahsiyetiydi…Onun yaptığını kimse yapamazdı. O olmasaydı olmazdık. O olmasaydı sinema izleyemez, okula gidemez, dolmuşa binemez, bilgisayar kullanamazdık! Oysaki masonlar Osmanlı Devletini yıkmasaydı tüm bu belirtilen teknolojik gelişmeler harfiyen Osmanlı Devleti’nde gerçekleşecekti… Ama Osmanlı’da o dönem idare Masonlardaydı. Cihan harbine bizi sokan onlardı. Adı Kurtuluş olan ‘Savaş’(!)tan sonra da Kurtarıcı biraderleri Mustafa Kemal devleti ilkeleriyle kalıcı olarak masonlaştırdı…..Ancak 1933lerden sonra Atatürk kendisine biçilen görevi yetersiz bulmaya kendisine kendi kafasından görevler çıkarmaya başlamıştı… Liderlik hırsıyla , Laik bir Ortadoğu istiyor ve Ortadoğunun lideri olmak istiyordu. Masonları rahatsız eden bu ikincisiydi. Evet. Atatürk’ün öldürülmesi, bir Masonun, Masonlarca cezalandırılmasıdır.
Fotoğraflarla Atatürk adlı eserde, Atatürk’ün son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak, bize -159. Sayfada- 1930lu yıllarda Atatürk’e ait şu cümleleri iletmektedir: “A-İmparatorluğun siyasi bünyesi iflas etmiş olmakla beraber, vaktiyle hüküm sürdüğü yerlerdeki müşterek ekonomik şartlar ve menfaatler mevcut olmakta devam etmektedir. B-İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderi her bakımdan aynıdır. C-Buralarda sakin olup başka başka ırklara mensup olan milletlerin bile mizaçları, yaşayış tarzları,adetleri,itiyatları yekdiğerinden hemen hemen farksızdır; dilleri de birbirine karışmıştır. D-Yüz yıllar boyunca vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumi ve ferdi birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir. E-Coğrafi,siyasi, iktisadi amillerle beraber mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı kendilerinin ittifak, hatta ittihat halinde yaşamalarını amirdir; bu, umumi dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekala mümkündür de… ” (Fotoğraflarla Atatürk, Atatürk’ün son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak,Hayat yayınları sf.159 ) . Bu düşünce için Araplara göz kırpmak maksadıyla şu değerleri takiyye etmiştir : “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammet’in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam’ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez” (1937 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi)
Yukarıdaki cümleler 1930larda söylenmişti ki artık 1919 çizgisinden ayrılmayı gerektiriyordu. Tamamen İngiliz politikalarına ters olan bu perspektif, masonları oldukça rahatsız etmişti. Bunlar Masonların duymak istemedikleri cümlelerdi. Masonlar için haddi aşan cümlelerdi. Oysaki Mustafa Kamal’i Atatürk yapanlar Masonlardı, Atatürk Atatürklüğünü masonlara borçluydu. Derhal düğmeye basıldı ve artık Atatürk te adım adım kullanıldıktan sonra atılıyordu. Ancak Laik Ortadoğu lideri olamasa da, çok daha sonraları , ölüm döşeğinde Atatürk , Müslüman Türk Milletine güvenmiyor, devrimlerini ancak İngilizlerin devam ettirebileceğini sonunda anlıyor ve Laiklik için düşünüyordu.
Bununla ilgili olarak bir İngiliz belgesini size sunacağım, önce metnin Türkçesi ve ardından orijinal metin.
Metnin Türkçe çevirisi:
Kasım 1938 Türkiye’nin şefi Kemal Atatürk’ün vefat ettiği tarihtir. O, 15 senelik katı diktatörlüğü döneminde Türkiye’yi, halkı istemediği halde cebir ile Garb medeniyetine götürmeye çalışmıştı. O, sarık ve çarşafı men etmiş, İslam’ın kuvvet ve kudretini kırmış, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmişti.
Atatürk’ün vefat döşeğinde, üzerinde en fazla tefekkür ettiği mesele; kendisinden sonra programını tatbik edebilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyeceği hususuydu.
Bunun için zamanın İngiliz sefiri (Büyükelçisi) Sir Percy Loraine‘i İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’na çağırdı. İkisi arasında geçen mülakatlar yaklaşık olarak otuz (30) sene gizli kaldı. Gizli mülakatlar ilk olarak Piers Dixon’un babası (Sir Percy Loraine) hakkında hazırladığı “Double Diplomat” (Çifte Diplomat) isimli kitabında yer aldı ve daha sonra da “Hutchinson Yayınevi” tarafından neşredildi.
Piers Dixon’un dökümanları arasında Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bir telgraf da vardı. Telgraf İngiliz tarihinin en mühim senetlerinden birisi idi. Loraine, vefat döşeğinde olan diktatörle yaptığı bu mülakâtı çok enteresan olarak nitelendiriyordu.
Bu vesikada Loraine, Lord Halifax’a şunları yazıyordu:
“… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki tabib ile, hemşirenin tedavisi altında gördüm. Ben girdiğimde, Reis (Mustafa Kemal), hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini ifade etdi. Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş yavaş, fakat dikkatlice konuşmaya ibtida etdi. Beni hiç bir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini, “Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu.
Kendisine müsbet bir cevab vermemi taleb ediyordu.
Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptım. Fakat bu, son mulâkatım olabilirdi. O, uzun ve mâcerâlı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından bir çoğunu (kendisinden uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti. Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu. Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi, benimle çok sade ve serbest bir vaziyetde meşveret ediyordu. Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu. Mütefekkirane bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişden sonra ekselanslarına (Mustafa Kemal’e) “Bütün taleb ve duygularımı kelimelerle izah etmeye yetkili değilim!” şeklinde cevab verdim. Hakikaten o anda çok şaşırmış bir vaziyetde tefekkür ediyordum; hatırladığım kadarı ile yapmış olduğum mulâkatların hiç birisinde bu kadar derin tefekkür edecek derecede bir mülâkatla karşılaşmamıştım.
Ekselansları (Mustafa Kemal) yaptığı bu teklif ile sadece benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda majestelerinin (İngiliz kralının) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu. Ekselansları benim ömrümün büyük bir kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu. Ben halihazırdaki işimde bir kaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum. Ekselansları ise, şimdi benden kesin bir cevab taleb etmekteydi.
Kendilerine şu cevabı verdim:
“İdarî işleri iyi yapıp yapamıyacağımdan şüphe ediyorum. Türkiye’nin Reisicumhurluğu’nu yüklenmek mesuliyeti ile İngiltere Sefirliği arasında çok büyük fark vardır. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki işi yürütmek için aranan imtiyazlar olduğunu biliyor; bunun için kesin bir şekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemediğimi bildiriyorum!”
Ben konuşmamı bitirdikten sonra ekselansları (Mustafa Kemal) çok heyecanlandı ve yatağına tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemşireleri çağırdı (ve derin bir uykuya daldı.) Ekselansları ikinci defa konuşmaya ibtida edebildiğinde kendisine bildirdiğim kararda müessir olan hususları idrak ettiğini söyledi. Durumu henüz verdiğim cevabdan çok üzüldüğünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden başka bir cevab alamayacağını idrak edince “Reislik” için İsmet İnönü’yü tavsiye etti. Atatürk sonra dirseklerine dayanarak doğrulmaya çalıştı ve ellerimi sıktı, gelecekte de Britanya ve Türkiye ilişkilerinde faal roller oynayacağımı belirterek teşekkür etti ve kendinden tekrar geçti.
Bu teklifi reddedişimin isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum. Şayed yapmış olduğum teşebbüslere dair ekselanslarından te’vidli bir mesaj alabilirsem pek müteşekkir ve mesrur olurum.
Lütfen Kral’a da bildiriniz!..”
Martin Gilbert
[KAYNAKLAR: The Sunday Times (London), 11 Şubat 1968, sayfa 8. (Fotoğraf, Hilafet.org sitesinden alıntılanmıştır.) .
Double Diploma: The Life of Sir Pierson Dixon, Don and Diplomat by Piers Dixon, 1968, Hutchinson of London, sayfa 42-44.]
Orijinal Metin :
Kemalist tartışmacımız yukarıdaki belgeye itiraz ediyor : İngilizler keriz miydi de almadılar Türkiye’nin yönetimini?
Şeriatçı iddia ediyor : Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik ile, Marksizm’in halklar üzerindeki etkisi, bir de İngiltere kapitalizminin sömürgelerdeki uluslaştırıcı ileri etkisi birleştiğinde; Dünyayı sömüren devletler artık ‘yeni sömürgeciliğe’ geçmekten başka yol bulamamışlardır. Bu yeni sömürgecilik; kukla devletler oluşturmak ve bağımsız devletlere ‘kurtarıcı ulu önderler’ kazandırıp, önceden ipini eline aldığı bu kurtarıcı ulu önderlerin masonik devrimleri gerçekleştirmesi içeriklidir. Türkiye’de, Mısır’da, Latin Amerika’da ABD’de vb. yerlerde bu durum gerçekleştirildi.
Kemalistin ikinci itirazı : Siz ne zamandan beri İngiliz arşivlerine inanır oldunuz; sadece sıkışınca ya da Atatürk’e sövülünce değil mi? İşinize geldiği zaman İngiliz arşivleri güvenilir oluyor. Londra’daki arşivlerde Ermeni katliamı yaptığımızı iddia eden ve propaganda amacıyla hazırlandığını yazarının kendi itiraf ettiği kitap ta var. İşte o kadar güvenilir o arşivler. Atatürk’e sövenlerin kitapları doğru övenlerinki yanlış. Ya sen hangi ilm-i satıhtan bahsediyorsun?
Şeriatçı cevap veriyor : Bizim için İngiltere arşivleri, dünya sömürgecilik dönemi ve Osmanlı Devleti’nin yıkılışı-Türkiye ‘Cumhuriyet’ Devleti’nin kuruluşu hakkında gerçek ve kesin bilgiler, raporlar ve tarihi senetler, belgeler içerir. Güvenilirdir. Çünkü İngiltere’nin sömürgeci politikası gereği, dünyanın her yerinde İngiliz Ajanlarının raporları, her ülkenin İngiltere büyükelçisinin telgrafları , İngiltere için çok önemli senetlerdir. Dolayısıyla bu rapor ve telgrafların içeriğinin doğru olmaması mümkün değildir. Biz hiçbir belgeye ve senete yanlıştır demedik, yanlış gözüyle de bakmadık. Bunun tersini iddia eden Atatürkçüler gerçekten zalimlerdir. Atatürkçü militanın iddiasına dönelim: diyor ki : “Londra’daki arşivlerde Ermeni katliamı yaptığımızı iddia eden ve propaganda amacıyla hazırlandığını yazarının kendi itiraf ettiği kitap ta var. İşte o kadar güvenilir o arşivler.” . Bahsedilen kitabın özelliği ‘propaganda’ oluşudur, yani İngiliz belgeleri dürüstçe o kitabın ‘propaganda’ için hazırlandığını belirtmişlerdir. İngiliz belgelerinin doğruluğu; dürüstlüğündedir. Çünkü bu kitabın ‘propaganda’ amaçlı olduğu dürüstçe belirtildiğinden, yukarıdaki iddia, İngiliz arşivinin doğruluğuna leke düşürmez.
Kemalistin üçüncü itirazı : Martin Gilbert’i bir araştır, kimmiş o?(Alıntıdır: ) “Yönetimin sıkıntısının temeli daha derindir. Doğal olarak kim kime ne yapmış, ne zaman ve nasıl yapmış soruları tartışılmaktadır. Ancak 1915’te ve bunu izleyen yıllarda, 1.5 milyon ermeninin, yıkılma sürecine girmiş olan Osmanlı Devleti’nin elinde yaşamını yitirdiği konusunda tarafsız akademisyenler arasında bir görüş birliği mevcuttur. Ünlü İngiliz Tarihçi Martin Gilbert; olayı soykırım olarak tanımlamıştır. Amerika’da da bu kavramın, resmi açıklamalara geçmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.”(alıntı bitti.)
Şeriatçı cevap veriyor: Martin Gilbert bir araştırmacıdır ve başlıkta izah ettiğimiz ‘Atatürk&Loraine’ belgesi ile direkt ilgili ya da ilgi odağı değildir. Sadece nakledicidir.
Kemalistin dördüncü itirazı : Akit Gazetesi’ndeki köşesinden çeşitli tehditler savuran Abdurrahman Dilipak’ın, Atatürk hakkındaki ‘çirkin’ iddiaları kitabına da girdi. Dilipak, “Bir Başka Açıdan Kemalizm” adlı kitabında , Mustafa Kemal Atatürk’ün “ölüm döşeğindeyken, dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’e başkanlık teklif ettiği”ni ileri sürdü. Ancak Loraine’nin 10 Kasım 1948’de BBC’de yaptığı konuşmasında “Atatürk’ün kendisi dahil hiçbir diplomatik görevliyi evinde kabul etmediğini ve resmi durumlar dışında özel olarak demeç vermediğini” vurguladı. Dilipak, Loraine’nin İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderdiği telgrafta bu konuşmadan bahsedildiğini, “30 yıl gizli kalan” konuşmanın, ilk olarak Pierce Dixon’un “Duble (Çifte) Diplomat” adlı kitabında yer aldığını öne sürdü. Milliyet gazetesinin görüşlerine başvurduğu öğretim görevlileri, emekli büyükelçiler ve British Council görevlileri ise, “Duble Diplomat” adlı kitabı hiç duymadıklarını söyledi.
Şeriatçı cevap veriyor : Loraine’nin “Atatürk’ün kendisi dahil hiçbir diplomatik görevliyi evinde kabul etmediğini ve resmi durumlar dışında özel olarak demeç vermediğini” söylemesi gizli gerçeği kısa bir süre saklamak amaçlıdır. 1948 yılındadır. Gerçeği yazmak ise (1968 ) oğluna nasip olmuştur. Gerçek ise oğlundaki Lord Halifax’a çekilen telgraf metnidir . Bu belgenin yayımlandığı kitabın adı Double Diploma’dır, Duble Diplomat diye bir kitap yoktur.
Şu bir gerçektir ki ; geçmiş yıllar için Atatürk hakkında bilinemezlik varsa da günümüzde artık belgeler günışığına çıkmaya başlamıştır. Bütün Atatürk Devrim Tarihi bu belgelerin gözlüğüyle sil baştan değerlendirilmelidir. 1924 Türk Devriminin , Arap Ülkeleri BAAS Partisinin , Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 'nin , kardeş İslam milletleri adına , milletlerinin adıyla anti-İslami bir yapıda peşpeşe ve birbirlerine karşıt olarak ortaya çıkmaları ; İslam ümmeti için üzerinde inceleme yapılması gereken çok önemli bir masonik plandır.
İngiliz ajanı ve ingiliz casusunun dahi yapamayacağı açıklıkta Türkiye, Atatürk tarafından Atatürk'ün üstlerine sunuldu. Ölüm döşeğinde Atatürk , Müslüman Türk Milletine güvenmiyor, devrimlerini ancak İngilizlerin devam ettirebileceğini sonunda anlıyor ve Laiklik için düşünüyordu.